26 Temmuz 2025 Cumartesi

Trigeminal Nevralji Ve Ben

Ona hiçbir zaman kızmadım, sitem de etmedim, her zorluğa rağmen aramızı sıcak tutmaya gayret ettim. Kaderci biri olmadığım için başıma gelene kader de demedim.

Epeyi zaman önceydi, sağ yanağımı sanki birisi bıçakla kesiyormuş gibi hissettim, bu da neyin nesi şimdi dedim ve kendi çabamla sorunu yine ben çözerim sandım. Bir kaç gün gayret ettim ama anladım ki durum beni bu kez aşıyor.

Oğuz'a gittim, Oğuz bizim ailenin ilk yardım istasyonu, aile doktoru kendisi, çocukluğunu bilirim ki enn can iki arkadaşımdan birinin de kuzeni... Benim gözümde elinde proff diploması var diyebildiklerimden; ben profum diyenlerin çoğunu cebinden çıkarırır ve o ne derse odur.

Çünkü havalı değildir, çözüm sıkıntılı ise doğrudan konuyla ilgili güvendiği bir doktora yönlendirir.

İşte bu nevralji ile o evrelerin ilkinde kanka olmuştum. Yönlendirdiği doktor şahane idi, önce beyin mr'ı çekildi, başka kontroller yapıldı ve oradan aldığı verilerle de bana bir ilaç yazıldı. Tegretol'du adı. Tanıştığımıza memnun oldum Teg dedim, o da sevdim seni Buraneros dedi. Dostluğumuz uzun sürecekti, anladığım bu oldu.


Hayat gayet keyfili ilerliyordu, görünüşte hiçbir sorun yoktu. Günlerden bir gün bana verilen dozu test etmeye karar verdim.

Aradan uzun yıllar geçmişti. Sanırım kızdırdım onu, yollarımızı ayıracağımı düşündü muhtemelen. Dozu içmemeye başladım. Sonra bir gün, bir ay önce yani içmek zorunda kaldım, sanmıştım ki bir iki günde eski dostluğumuz geri gelir. Gelmesine geldi ama benim için çok ağır bir darbeydi başıma gelen. Tam bir ay sürdü hap ile tekrar barışmamız. Dersimi almıştım, o karakterli olduğu için aramızda hiçbir şey olmamış gibi davrandı yine de...

Dostluğumuz baki ve aramızdaki ilişki kaldığı yerden devam ediyor. Bu bir ay içinde çorba içe içe; bir hal oldum! Solla çiğniyor, sağı kullanmamaya çalışıyordum. Hem acı çekiyordum hem de çorba ile yetinmek zorunda kalıyordum çünkü Trigeminal tellerimin de huzuru kaçmıştı. Sonuçta özür diledim, ben ettim sen etme demedim ama! O kadar da küçülemezdim. O gülümsedi, olgun davrandı. Bense ayakları yerden kesilmiş mutlu bir kişiydim yeniden. Her şey yolunda, bir operasyona -yine- ihtiyaç kalmadı, şu muhteşem ilaç sayesinde istediğim her şeyi yiyebiliyorum hiç sıkıntı çekmeden, sürekli gittiğim lokantam da özlemiş beni, üç gündür onla takılıyorum. Ve ayrıca süreci her şeye rağmen güzel idare eden ve bu konuda bilinçli olmasına rağmen yine de ayrılmaya karar verip şımaran kendimi de affettim. Ve anladım ki bir kez daha, hayat istenen her şeyi rahatlıkla ve acı çekmeden yiyebilince güzel. An itibariyle mutluyum...

13 Temmuz 2025 Pazar

Enfes Bir Yaz Akşamı

Sabah muhteşem. Çiçeklerin her türü pencereden dışarıyı izleyen ve kararsız beni çağırıyorlar. Fotoğraf makinemi kapıp denizin kıyısına iniyorum. Sabahın sakinliğinde spor kıyafetleri ile yürüyüş yapan, koşan insanları izliyor, tanıdıklarla selamlaşıyorum.

Oysa gün bugünü ilmek ilmek örmekteymiş de bundan bir tek benim haberim yokmuş. Kısmen kısa bir tur sonrasında fotoğraf makinemle eve dönüyorum. Disko henüz uyanmamış ki genele bakarsak spor yapanların dışındaki insanlar henüz tatil uykusundalar.

Cumartesi öğleden sonra ritmine kavuşacak hayat. Bu kesin!

Öğleden sonra bizim köşedeki midyeci ile siyaset ve ülke gündemini konuşuyoruz. Sözde barışın, göstermelik olduğu konusunda hemfikiriz. Buna rağmen Dem'lilerin heyecanına da anlayışlı, inançsız ama sempatik bakıyoruz.

Bir kez daha sıçramak niyetinde olan birinin muhalefete düşmemek için araçsallaştırdığı bir icraat olduğuna eminiz çünkü, o gücü yitirdiğinde başına neler geleceğini hepimizden çok o biliyor.

Akşam üzeri nadir anlardan biri yaşanıyor ve cep telefonum çalıyor. Çokkk sevdiğim biri, bir blog yazarı. Kalemi genç bir blog yazarı. Açıyorum telefonu, büyük sürpriz şehrimde oldukları. Üzerimi değişip hızlı adımlarla mekâna doğru yürüyorum. Ve uzun bir yürüyüşün ardından el değiştirmiş mekâna varıyorum. Buram buram yaz kokuyor hava. Elbette öpüşmece... O minik ve çok tatlı kız yazmıyor artık. Oysa muhteşem bir kalemi vardı ve enfesti yazıları.

Bir genç anne şimdilerde, evlendiği adam da şahane, eskiden beri tanıyorum ama an itibariyle zincirin halkalarını birbirine bağlamakta zorluk taşıyorum.

Bir ilacın etkisi altındayım.


Arkadaşları kısa romanlar yazma hevesinde. Tutkusu muhteşem. Yalnız diyorum, bana umut bağlama. Kurgu benim işim değil ve bugüne kadar hiç denemedim de, ama olanı, gördüğümü yazmak konusunda iyiyim diyebilerim. Mevzu üzerine biraz daha konuşuyoruz. Keyifli insanların olduğu bir masada olmak beni de sevindiriyor. Bir de ilacın yarattığı etkiden kurtulsam hayat tam anlamıyla bayram olacak. Neredeyse adımı bile hatırlayamayacak bir etki altındayım. Oysa onlar bizim binaların inşaat aşamalarını, bizim eve geldiklerini bile hatırlıyorlar.

Zaman ilerledikçe sislerim dağılıyor, eksikleri idare edebilmiş olmam konusunda kendimi takdir ediyorum. Masamıza bir hanımefendi daha katılıyor, ilacın yarattığı baskı gittikçe yok oluyor. Yanlışlıkla zaman aralığını şaşırıp da ilacı farkında olmadan iki tane mi içtim diye düşünüyorum. Şu ansa her şey yolunda.

Eve geldiğimde Captaiin'in 2008'de bir liseli olarak yazdığı yazılarını tekrar okuyorum. Bir kez daha hayran oluyorum. O bir mühendis ve anne şimdilerde, yazmıyor olması ise edebiyat dünyası için bir kayıp bence. Blogumdaki captaiin etiketli yazıları okumayanlar için tavsiye ederim gönül rahatlığı ile... Ve blog sayesinde tanıdığım insanların çocukları ile birlikte mutlu bir hayat sürdürüyor olmaları da çok sevindiriyor beni. Her ne kadar 15-16 yaşlarındaki bir genç kızdan çıkan koskocoman potansiyel ve yazılar yarı yolda kalmış olsa da... Kim bilir, gün gelir ve bir ilk kitap şaşırtır ve sevindirir beni ve biz okurları!

Enfes akşamın akıp giden saatlerinde birbirimizle vedalaşıp ayrı yönlere giderken yüzümde enfes bir gülümseme oluştu, 2008'li yıllarda yazılarını bayılarak okuduğum bir genç kızın yürüdüğü yollara ve vardığı noktalara bir kez daha bayıldım. Ve diğer katılımcılarla birlikte keyifli sohbetlerin döndüğü nitelikli insanların olduğu nitelikli bir masada oturmuş olmak bana çok iyi geldi... Hatta yepyeni yollar açıp yepyeni hayaller bile kurdurdu!

1 Temmuz 2025 Salı

Say ki Kış

Camın ardından ve masamdan dışarı bakıyorum. Deniz... Ondan ilham alsam mı diye aklımdan geçiriyorum. Bu ilhamla da bir kış yazısı yazsam mesela. Dün çok hoş bir şey oldu aslında. Küçük oğlum, ona tırtıl lakabını ben takmıştım. Ateş gibi bir bebeydi ve hâlâ da ateş gibi bir genç. Dün telefon açtı. Kız arkadaşıyla sahil yürümesi yapıyorlardı. Bizim evin önünden geçerken de beni aramıştı. İlk karşılaşmamız olacaktı; bu güzel ve tatlı hanımefendiyle... Dedim oğlum, sizi bir akşam yemeğine götüreyim, şimdi nevralji ile meşgulüm. Elbette demedim, on domdom kurşunu yesem de demezdim. Oğlum sırım gibi, boy bos onda, atak ve çalışkan da. Kızın fotoğrafını göstermişti bana, deprem kutularını hazırlıyorlardı, Hatay'a kadar götürdüler onları, kutuları hazırlarken tanışmışlardı, onda da boy bos tavandı. Bugün hava kapalı, gece fena yağdı yağmur. Sanki kıştaymışız gibi bir renk etrafta. O sıra önüme çıktı yazıdaki bu fotoğraf, dedim günü en iyi o anlatır. Ben susayım o halde dedim ve fotoğrafı oturttum yazının orta yerine...

Nevralji ile yemek yeme anları dışında aramız iyi, huyunu kaptım ve ona uyuyorum şimdilik. İlaç baskılayacak gibi ki yeme anları dışında hayatıma pek müdahil değil. Onun pek müdahil olmayacağı yiyeceklerle idare ediyorum durumu. Bir kaç gün daha idare ederim sanırım. Sonra duruma göre Oğuz'a giderim. Sonra o ne derse o, ki nevraljim ilk ortaya çıktığında konuyla ilgili doktora gönderen o olmuştu. Ve şükür ki bir hap bugünlere güle oynaya getirmişti beni. Umutluyum,...


Güneş çalışma odamın jaluzilerinde. Pırıl pırıl. Şu an beni rahatsız eden bir şey yok. Sabah 06:14. Yatağa dönmekle dönmemek arasındayım. Kafayı yastığa koyduğumda uyuyacağımdan emin olsam döneceğim. Çatıya yerleşmiş kuşlar işbaşında. Sürekli çıkıp bir süre sonra dönüyorlar, sanırım kahvaltı hazırlıkları. Yazarken r'ler için sürekli geri dönüyorum. O tuşa biraz daha güçlü basmam gerekiyor. Oysa toplu iğne işçiliği ile tuşun etrafını temizlemiştim. Fotoğrafı tesadüfen buldum. Neden daha önce kullanmadım diye düşünüyorum çünkü kıştan çekilmiş başka fotoğraflarla birlikteydi. Görünce ayaklarım yerden kesildi ve bu cümleyi yazarken de cümledeki ilk r'yi yine atladım. Ama fotoğrafı yerleştirdim bu arada. Jaluzilerdeki güneşe bayılıyorum. İçim ısındı desem yeridir. Kitaplarıma zarar vermesinler diye şu an kapalılar. Çalışma odamı seviyorum. Etrafımda kitap rafları jaluzimin hemen ardında güneş. Kendini hissetirmesi hoş, biraz sonra güneş biraz daha yer değiştirecek ve ben jaluzilerin tamamını açacağım ve denizle günaydınlaşacağım. Solan kapaklarını hatırlamıştım kitaplarımın günlerden bir gün, o günden beri sabah güneşi çekilene kadar açmıyorum onları, ama arkalarındaki güneş afacan, bana sabahın geldiğini hatırlatıyorlar hep. Yatağıma dönsem ve biraz uyusam.

Derken yatağıma dönüyorum,

uyursam ne âlâ...

28 Haziran 2025 Cumartesi

Güller Gençler Ve Lastikler

Bütün bir gün otursam ve Fikret Kızılok'un enfes şarkısı Bir Harmanım Bu Akşam'ı dinlesem yeridir. Trigeminal Nevralji ile tanışıklığımız var, yıllar yıllar önce bana bi uğramış tanışmak istediğini beyan etmişti. Tanıştık, çok uzak olmayan bir zamanda da vedalaşmıştık. Yıllarca yanıma uğramadı, ilaç kutularım da bir köşede boyunları bükük vaziyette zaman geçiriyorlardı. Dost olmuştuk, arada bir selam çaksa da, bir sorun teşkil etmiyordu. İlaç stokum iyiydi, tedarikte de bir sorun yoktu. Hatta aspiringiller familyasından bu galiba dense yeriydi. Günde bir, bazen de atlamalı bir akışımız vardı. O oyun bozanlık yaptı. Ya da ilgisizliğim nedeniyle bana bir ders vermek istedi. Şu an bu satırları yazarken hadi hayırlısı da diyorum. Stok durumum iyi. O oyun bozanlık yapmasa hayat normal akışında devam ediyordu. Birbirimize alışmıştık, muhabbetimiz de iyiydi. Şu anki durum fena değil, sabah mesela birden aklıma geldi. Kız kardeş eseriydi, otomobil lastiklerini doğramış, boyamış, içlerine de güller yığmıştı. Epeyi zaman geçmişti ama meşgale arayan ben şunların bir fotoğrafını çekim desem de muhtemelen çekmemiştim. Pek heyecanlandılar. Yer kapma çabaları seyirlikti. Fotoğraf makinesi iznin olursa dedi. Buyur dedim, makine ayarlarını ben yapmak istiyorum dedi. Olur dedim. Ama dedi, bizden bahseden bir metin yazmalısın. Güldüm ve okey dedim.


Yalnız bir şartımız daha var dediler. Fotoğrafta renk cümbüşü olmalı. Okey dedim, ondan kolay ne var ki...

Makineyi istenen şekilde ayarladım ve benim salon penceremden çektim. Elbette sonucu anında gösterdim. Biraz burun bükseler de memnuniyetlerini beyan ettiler. Bahçenin diğer gülleri ve çiçekleri de alkışlarla gönlümü aldılar.

Bugün için hayallerim var. Enn Sevdiğim Kadın'ı gün içinde aramayı düşünüyorum. Geçen gün telefonda konuştuk. O aradı beni, benim de çok sevdiğim, hatta bayıldığım bir ülkeden söz etti. Bir de projeden. O konuşurken ben çoktan ülkeye uçmuştum. O konuşuyor ben kelimelerle birlikte ülkenin dört bir köşesinde -babanemin deyimiyle- fink atıyordum. Kelimeler beni ele geçirmiş, ortaklaşarak bana enfes görseller sunan bir an yaratmışlardı. Hatta hâlâ düşünmekteyim ki ben bir rüya mı gördüm, yoksa annemin masallarındaki gibi Engüç'le Mengüç beni kaptıkları gibi o topraklara mı götürmüşlerdi, ben hoşça vakit geçirdikten sonra vatan toprağıma dönmüştüm. Tabii ki enn sevdiğim kadına sordum. Evet onun tabiriyle söylersem ben uçmuştum.

Dönüşte ayaklarım yere değmiş, enn sevdiğim kadına da koskocaman bir hasretle sarılmıştım. Bazen -kaç bininci kere- düşünüyorum, enn sevdiğim kadın olmasa nasıl bir hayat yaşıyor olurdum diye. Üzerime sakın daldan dala konan eski, genç hallerimle gelmeyin lütfen...

11 Haziran 2025 Çarşamba

Bir Fotoğrafla Gönül İlişkisi

Tüm hayatım boyunca gözümün önünde kimsenin fotoğrafı olmadı.

Ne işyerimdeki masamda, ne de başka bir yerde.

Ama yıllar yıllar sonra bir fotoğraf bilgisayarımın ekranındaydı.



Evet, fotoğrafı ben çekmiştim.

Hayatımda çektiğim en güzell fotoğraftı ifadesini çokk rahatlıkla kullanabilirim.



Epeyi zaman önceydi,



10 yılı epeyi aşmış olduğunu da,

rahatlıkla söyleyebilirim.




Ruhumun enn karanlık halinde dahi olsam,

ekrandan bana gülümseyen o yüz,

darmadağın ediyor tüm karanlıklarımı.



Defalarca kullandığım ve bayıldığım

ve bıkmadığım tanımlamayı,

bir kez daha kullanırsam:


O enn sevdiğim kadın.



Hâlâ sırlarını çözemediğim bir anlam ve güzellik var fotoğrafta.

Sonuçta dünün bebesi değilim.

Aşkla da tarif edemem,

çünkü külliyatımda aşk diye bir kelime de yoktu.



Fotoğraftaki kadını görünce ve tanıyınca,

bir başka dünyanın var olduğunu da görmüş oldum.



İşin içine aşk girdimi şöyle bir geriye dönüp bakasım gelir.

Elbette yaşanan her an kıymetlidir. Ama birisi vardır ki,

bütün savunma hatlarınızı yerle bir edebilir.



Şarkının bu yorumu ile rastlaştığıma göre...

Şanslı bir adam olduğum da kesin!



30 Mayıs 2025 Cuma

Ben Yazım Sen Yaz

İşi kapatıp yola koyulmam gerek. Planımda yine Tekkeköy var. Öğle yemeğimi yine eski istasyon binasındaki, artık kent lokantası evrimini yaşayan ama eski konseptini, o kafeterya halini daha çok sevdiğim Gar'da yiyeceğim; bir kez daha. Anladım ki bugün biraz geç kalmışım. Marketten alınmış ve kızartılmış tavuk şinitzele razı gelmem gerekiyor. Minik sütlacımı, suyumu, çorbamı, bulgur pilavımı da alarak masama geçiyorum. Her ne kadar bugünkü menüden hoşnut olmasam da yine de binanın ve çevresinin güzelliği, hâlâ yerinde duran rayların hatırına keyfini çıkaracağım.


Bugün dondurma düşünmüyorum. Can arkadaşıma uğrama fikrimi de erteliyorum, trenin keyfini çıkarıyor ardından kendimi çalışma masamda buluyorum. Telefonumda bir arama var, Enn Sevdiğim Kadın. Elbette anında arıyorum; yine enfes, yine çok keyifli, yine onu ne kadar çok sevdiğimi hissettiğim bir sohbet. Hafta sonu takılalım mı, diye soruyorum. Yanıt olumlu, ikimiz tarafında da ekstra bir şey çıkmasın diye duacıyım.

Akşamın ruhları dürtükleyen saatleri geliyor. Önceki akşam gökyüzü muhteşemdi, deniz de ondan geri kalmamıştı lakin ben fotoğraf makinemi yanıma almamıştım. Bu kez sırt çantamda!

Upuzun sahili olan şanslı kentin şanslı insanları enfes bir gün batımını ve ressamın gökyüzüne çizeceklerini izlemek, tadını çıkarmak için hazırlar; dünse ben hem biraz geç kalmış hem de fotoğraf makinesi ile evden çıkmamış olmamın pişmanlığını yaşamıştım.


Bu akşamsa fotoğraflarla süslenmiş yazısını bir an önce baskıya yetiştirmek isteyen acar muhabir pozundayım. Bu enfes gösteri için süremin az olduğunu biliyorum. Hızlı hareket etmem gerekiyor, sabit bir noktada kalmayıp yürümem de gerekiyor. Fotoğraf çekerken ve kumsalda ideal bir noktadayken çok yakınımdan biri sesleniyor. Bizim mahalleden bir komşu, fotoğraf çekiyor olmama şaşırmış, tahmin etmezmiş, blogum için çekiyorum dediğimde daha da şaşırıyor. Arkadaşları ile de tokalaşıp bir başka hedef noktama doğru yürümeye devam ediyorum.


Bize hayatın sunduklarına bir kez daha teşekkür ediyorum yürürken. Buraların hiç para etmediği, taa tepedeki köyün daha çok para ettiği, şehrin küçük nüfusunun az, biz kardeşlerin tıfıl, ulaşımınsa bizim buralara zor olduğu zamanlarda almıştık arsayı: Anayoldan kumsala kadar uzuyordu ve iki yanımızın birinde kamuya ait bir kampın, diğer yanımızda da Meteoroloji Bölge Müdürlüğü'nün olması, tel örgülerinin de denizin ortalarına varması nedeniyle kimselerin giremediği kocaman, yan yana iki komşu olarak kullandığımız müstakil bir plajımız olmuştu.

Şu anki halini görenler ve bilenler elbette zamanında üç kuruş para eden buralardan toprak almadıklarının pişmanlığı içindeler. İçme suyumuz yoktu ama bir şansımız vardı. Jandarma Komando tam karşımızdaydı, onlar tepe köydeki kaynaktan, borular döşeyerek su getirmişlerdi ve o su sol yanımızdaki Meteoroloji Müdürlüğü'ne, bizim arsanın önünden geçerek de Topraksu Kampı'na uzuyordu. Jandarmada üst düzey komutan olan tanıdıklar vardı, diğer kurumlarda da... Çünkü onlar da bizim müşterimizlerdi, araçlarının yedek parça ihtiyaçlarının tedarikçisi bizdik. Dolayısı ile onların ortaklaştıkları su hatlarından bir hat da bizim eve gelmişti üstelik bedavaydı, henüz belediyemiz de yoktu!


Bu olanaklar olmasa ve suyu gidip de çeşmeden dolduruyor olsaydık, muhtemelen bu evde sadece yazları oturuyor olacaktık. Annem, babannem, babam buraya çok uzak, güneydoğuda bir köyde dünyaya gelip orada büyümüşlerdi. Dedem bir demiryolcu olarak Samsun'a gelmeseydi, tüm bu olanaklara muhtemelen kavuşmamış olacaktık. Onların elinde pişmek büyük çocuk olarak üstlendiğim sorumlulukları daha ileri taşımak adına büyük ve emsali bulunamaz bir motivasyondu benim için. Yoksa bir aylık askerken babayı kaybetmenin ardından ayakta kalabilmek, iki küçük kardeşle hayatı önce tutup sonra ileri taşımak mümkün olamaz, kesinlikle hep birlikte başka bir hayatı yaşıyor olurduk.


Amerika hayallerim sönmüştü. Televizyon program yapımcısı ve yönetmeni olmak da... Ama başka bir şeyi başarmıştık. Toprağımızı elimizde tutmuş, imar gelmesiyle birlikte de bizden sonraki kuşağa babanın bize bıraktıklarını kat be kat aşan olanaklar bırakacak bir noktaya varmıştık. Etramızdaki pek çok insan ellerinden çıkarırken topraklarını, biz beklemiştik; çünkü bir gün D.S.İ'nin önünden geçerken bir sempozyum olduğunu görmüştüm. Yanımda enn iki arkadaşımdan biri vardı. Gel dedim girelim ve izleyelim şu sempozyumu. Girdik, duvarda asılı harita dikkatimi çekmişti. Yaklaştık ve baktık; bizim oraların imar durumu netleşmiş, parsellerimiz kesinleşmişti. Bir piyangoydu bu, büyük ikramiye bize çıkmıştı. Haritalama işi özel bir mimarlık bürosuna verilmişti, altındaki imzaya baktım. Çok iyi tanıdığım, çok sevdiğim, şahane mimar bir hanımefendiydi!


Sonrası bir inşaat süreci, gittikçe büyüyen, sosyalleşen bir yaşam alanı, ona bağlı olarak daha da yükselen bir ekonomi ve çocuklara bırakılacak, babadan bize toprak olarak geçen, edinilmiş bilgi nedeniyle beklenen, diğer insanlar gibi elden çıkarılmayan ve sonucunda çoğaltılan ve sonraki nesle bırakılacak -iyi pişirilmiş- olanaklar...

Yani, birazcık öngörün varsa, sakla samanı gelir zamanı durumu!

Yazıda kullandığım fotoğraflar bizim yaşadığımız alanın sol tarafı, sağ tarafta iskele var, ötesinde yine eğlence mekânları, şahane kafeler. Bazen rastlaşır ve konuşuruz; bu toprakları satıp da ta tepedeki köyde hayatını devam ettiren çocukluk arkadaşlarımla. Büyüklerine isyan ederler, para etmez diye kızlara bıraktıkları yerler nedeniyle, aslında kıskançlıktır bu, ya da nasip. Aslında bir şeyin de altını çizer, ekonominin mantığı kabul etmiyor olsa da... Sadece inşaatla ülke bütünlüğünün zenginleşemeyeceğinin ve dolayısı ile parasının bu nedenle pul olmaya devam edeceğinin, bundan sonra da bu mantık iktidarda olduğu sürece ekonominin daha da çökeceğinin, bir göstergesidir de bu!

27 Mayıs 2025 Salı

Avare

Kafaya koymuş durumdayım. Bu kez dondurma ile yetinmeyeceğim lakin önce işleri toparlamam gerek ve biraz da erken çıkarsam, her şey çok güzel olacak!

Ve hatta en can iki arkadaşımdan birine de uğrayabilirim.

Lakin evdeki hesap çarşıya uymuyor.

Biraz daha işle meşgul olmak durumunda kalıyorum ve nihayetinde yola çıkmaya hazırım. Veee tam bu satırları yazarken pencereme bir sığırcık konuyor. Daha önce yazmıştım küçük bebeklere kargaların musallat olduğunu ve sığırcıkların da yok olduğunu. Demek ki bebeleri daha güvenceli bir yerde büyütünce yuvaya döndüler. Aslında bir kaç gün önce çatıdan uzaklaşsalar da babamın ağaçlarında olduklarını görmüştüm, mini mini birlerinin... Yuvaya döndüler ama bu kez çatıya farklı bir yerden giriyorlar ve muhtemelen yuvayı da oraya taşıdılar. An itibariyle benim çalışma alanımın tepesindeler... Canları sağolsun.

Bugün hedefimde kent lokantası var, ama köydeki...

Tren delisi olduğum malum, dolayısı ile trene dair her şeyin de... Ama artık bu hatta çalışan tren yok, gar binası ve müştemilatı ise yerli yerinde. Öncesinde enfes bir kafeteryaydı, dolayısı ile benim en etkin kullandığım kitap okuma noktalarımdan biriydi. Sonraki seçimde yine AKP'li olan belediye tarafından bir vatandaşa kiralanmıştı, dolayısı ile benim ayağım kesilmişti. Bu kez ilk hamlede lokantayla ilgilenmesem de ufak bir kararsızlığın ardından girdim içeri; tepsimi aldım ve Ezo Gelin çorba, kızarmış tavuk budu, pilav, irmik tatlısı ve ekmek şeklinde toparladığım tepsimle birlikte, eskiden sürekli kullandığım masama oturdum. Çorba enfesti, tavuk kızartma lokum gibiydi, arpa şehriyeli pilav benim neyim eksik ki diyerek dansa katılıyordu. Bense keyiften ölüyordum. Kitle de çok sevimliydi. Seçtiğim tatlı ise hımmmmm tadında ve ölçek olarak da kıvamındaydı.  Ama enn hımmmm durum ise fiyatlardı, su dahil toplamda 125 TL ödedim!


Tamam, yemek ve ödediğim para muhteşemdi, ama kitap okuduğum kafeterya hali çokkkk güzeldi, dingindi. Hafta sonları ufak bir seyahat sonucunda köye varmak, Enn Sevdiğim Kadın'la sokaklarında dolaşmak, yeni keşifler yapmak, fotoğraflar çekmek, mükemmel yemekleri yerine tatlı pastaları ile keyfi katmerlemek ve bu esnada kitapların içinde yok olmak, binanın küçük müzesine her seferinde göz atmak, bizim daha tercih edeceğimiz bir haldi. O halin yokluğunu özlemediğimi söylersem yalan olur.


Tıka basa doymuş durumdayım, mekânın eski işlevini özlemiş olsam da köy halkı adına seviniyorum. Ekrem Başkan yaratımı bu kent lokantaları konsepti için ona teşekkür borçlu olmanın bilincinde de olsa insanlar diye aklımdan geçiriyorum; ama toplumsal hafızanın o nezaketi, centilmenliği tüketeli çok olduğunu da biliyorum ve ikinci kez yeni keşif dondurmacımdayım.

Bir gün sonra beni görmek şaşırtıyor genç patronu... Bu kez sen seç diyorum, bu enfes ve tepeleme dondurmayı hazırlıyor. Kaldırımdaki şirin masalarından birine oturuyorum. Tepemde bir şemsiye var; güneşten korunmak için değil ama! Kuşların bıraktıkları bombalar altında müşterinin telef olmaması içinmiş! Yine çok keyifli bir gün, içimi yakanın kafeteryanın kent lokantasına dönüştürülmüş olmasına rağmen, hayatımdan, çok sevdiğim bir taşın sökülmüş olduğunu da hissediyorum. Yeni bir kitap okuma noktası bulmam lazım, şehir merkezinin uzağında olmalı ki şu an aklıma gelen ve bu istasyon güzelliğinin boşluğunu doldurabilecek hiç bir yer yok.

Öksüz hissediyorum kendimi...

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP