Bazen yazarken, insan nereden başlayacağını şaşırır. Özellikle farklı ve izi derin bir lezzetin aktarımında kafanız fazlasıyla karışır. O kadar büyük bir zenginlik, o kadar coşkulu bir taddır ki ruhunuzda kalan, bütünlüğün içindeki anların hangisini öne koyacağınızı bilemezsiniz, kıyamazsınız.
O anlar bütününün bazı anlarını eleştirseniz de, bazen sıkılsanız da, duygularınızın yoğunluğu, tüm o olumsuz bakışlarınızı süpürüp yaşamın denizlerine döker. Ve siz, ruhunuzda kalanların çoğaltımıyla zamanın kumbarasına atarsınız anlar bütününden biriktirdiklerinizi...
Çağrı'nın finali; tam da ifade etmeye çalıştığım ruh halini yansıtan, mutluluğu, memnuniyeti, şahane bir 95 dakika yaşatan sanatçıların emeğine duyulan saygıyı, huzur dolu duyguların saflığını, yüreklerden kopup gelen 'bravo'ları, sanatçıyla izleyiciyi bütünleştiren alkışları tümüyle içinde barındıran kocaman ve şahane bir fotoğraftı.
Oyun çıkışında; ilk canlı bale gösterisini izleyen, bir dönem baleye de bulaşmış olan, böyle bir gecede eşlik etmesinden onur duyduğumuz ünlü ressam
Naz Özsamsun'a ne düşündüğünü sorduk.
LA PARAGAS dışında hiç bir medya kuruluşuna demeç vermeyen sanatçı Naz Özsamsun, bazen durağan gelse de gösteriyi çok beğendiğinin altını çizdi. Birbirinden değerli resimleri sanat dünyamıza kazandıran sanatçının görsel kalitesini bildiğimiz için; ışık, kostümler, dekorlar uyumunu değerlendirmesini de istedik. Dilinden dökülen tek bir kelime, uzun cümleler kurularak ifade edilemeyecek bir özeti yapıyordu: Bayıldım.
Mevlana, bu topraklarda yüzyıllarca sonra bile bu kadar güzel anıldığı için gurur duyardı denilesi gösteri; Samsun Klasik Türk Müziği Korosu Orkestrasından dört sanatçının sahnenin yan tarafında kendileri için düzenlenmiş bölümde yerlerini almasıyla başladı. Özel tasarlanmış kıyafetleriyle çok hoş bir görüntü sergileyen sanatçıların keyifli giriş müziği; vurmalıların, elbette kudümün ritmi üzerine üflenen neyin ve udun muhteşem tınılarıyla harika bir konser tadı yaşattı salona...
Ortalığın birden ve tümüyle karanlığa gömülmesiyle ön perde açıldığında, üzerimize doğru gelen beyazlıklar, iri taneli bir tipiyi çağrıştırıyordu. Olağanüstü güzel, çarpıcı ve gittikçe yükselen bir ritmle salona akan kar beyazların arasından seçmeye başlamıştık ki semazen görüntülerini, bir anda duruverdi herşey... Video görüntülerin aktığı perde kalktığında ortaya çıkan ve sahnenin tümüne hakim olan aydınlık, hoş motiflerle bezenmiş şeffaf perdelerden oluşturulmuş mekanla yaratılan konsept, içindeki müritlerle birlikte evreni ve dergahı simgeliyordu.
Zaten gösterinin geneline bakıldığında simge kulanımının beden diliyle nasıl güzel birleştirilmiş olduğunu seziyordunuz. Ara ara Mevlana felsefesinin ana cümleleriyle de desteklenen gösteri, konuyla derinliğine ilgisi olmayanlara bile dans ve müzikle anlatabiliyordu hikayeyi... Zaten yeniden doğuşa vurgu yapan şeb-i aruz la başlamıştı herşey.
Can Atilla'nın zaman zaman elektronik ögeleride de kullandığı ve farklı ritmlere sahip temalarla bütünlediği müziğine dörtlünün canlı katkısı, ortaya şahane bir müzik ziyafeti çıkarıyordu. Şems'in ardından, yaşanan yalnızlığı vurgulayan, ana müziğin sustuğu, Mevlana'nın neyin sesine sığındığı sahnede, dörtlümüzün performansı müthişti.
Dünyevi aşkla, yüce aşkın alevler içinde anlatıldığı sahnedeki lazer kullanımı, itfaiyeyi arattıracak nitelikteydi. Son derece çarpıcı ve ışıltılı renklerin kullanıldığı ve nefsi simgeleyen sahnelerde fon olan elma ve onu elinde tutan kadın görüntüleri çok güzeldi.
Her olan biteni anlatma isteğim yüzünden kafam o kadar karışıyor ki, neyi öne koyacağımı şaşırıyor ve bir türlü toparlayamıyorum yazıyı. Bütün unsurlarıyla yerli olan bu güzel eserin dokunulası o kadar çok noktası var ki; Işık düzenlemesini yapan Robert Cramer'a ayrı bir paragaf, kostümleri tasarlayan Funda Çebi'ye ayrı bir paragraf, son derece geçişken ve efektif dekor tasarımını yapan Tayfun Çebi'ye ayrı bir paragraf, librettoyu yazan Şefik Kahraman Kaptan'a ayrı bir paragraf, kareograf Mehmet Balkan'a ayrı bir paragraf, video tasarımlarını yapan Şafak Türkel'e ayrı bir paragraf, sahneye koyan Lale Balkan içinde ayrı bir paragraf açmak gerekiyor.
Gösteriye zarafet ve estetik katan iki muhteşem balerin; Gevher- Nazmiye Kıratlı ve Şehvet- İpek Özgüncü'nün altını kalın kalın çizmek gerekiyor. Günlük dilde kadın güzelliğini vurgulama için kullanılan balerin gibi cümlesini sonuna kadar hak ettiklerini belirtmek gerekiyor. Mevlana- David Khozashvili, Şems- Lasha Khozashvili, Zerkup- Erkan İnan ve adını buraya sığdırmanın güç olduğu Samsun Opera ve Balesi'nin diğer tüm danscılarının performanslarıyla rüya gibi bir gece yaşattıklarını çok güzel cümlelerle anlatmak gerekiyor. İnsan yetemiyor.
Fakat yazı ne kadar uzun olacaksa olsun, okuyanı ne kadar sıkacaksa sıksın onlardan bahsetmeden yazıyı bitirmek duygulara ihanet olur. Kudüm : Nihat Gönül, Vurmalı: Okan O. Dolgunyürek, Ud: Mehmet Yetimoğlu, Ney: Pelin Başar'dan oluşan Samsun Devlet Klasik Türk Sanat Müziği Korosu Orkestra sanatçılarını yürekten kutlarken; ülkenin en bilinen neyzeninin köklerinin olduğu bu şehirde neyi doyumsuz bir güzellikle üfleyen Pelin Başar'ı da bir adım öne çıkarıp alkışlamak gerekiyor... Udun insanı teslim aldığı her anda aklımdan geçen isim, kıyas noktam: Anouar Brahem'di... Bundan sonra ud dinlediğimde aklımdan geçen ad Mehmet Yetimoğlu olacak.
Yani! Mevlana felsefesinin tüm unsurlarını içinde barındıran, onun öğütlerinden yola çıkılarak oluşturulmuş güçlü bir metni, yerel ve evrensel seslerin harmanlandığı şahane bir müziği, modern dansla balenin çok güzel birleştirildiği, adında Mevlana olan her oyunda akla gelen sema gösterilerine sırtını dayamadan ama onun unsurlarını danslarına yedirmiş, finalinde dört semazenle dozunu ayarlamış, tek perdelik yüzde yüz yerli bir bale Mevlana- Çağrı... Hangi tür müziği, hangi tür sanatı seviyorsanız sevin, çağrıya mutlaka kulak verin ve bu baleyi izleyin!