16 Ağustos 2009 Pazar

Red Kit Batıya Hücum


Batıya Hücum; zevkle izlenen, hoş esprilerle bezenmiş durum komedisi tadında bir film:

Kızılderililer'i, Daltonlar'ı, Düldül'ü, Rintintin'i, çölleri, arabaların daire halinde konakladığı geceleri ile bütün Red Kit klişelerine yer veren... Barış çubuğu içmeyi bırakmış Büyük Reisi, sigaradan vazgeçip arada bir ağzımda dal bulunduruyorum diyen kahramanıyla sigara karşıtı tavrı da güzel ve güncel bir espri olarak içinde barındıran... Süresi boyunca çağa, modern kent yaşamına, onun kurallarına göndermeler de yapan... Red Kit hayranı yetişkinlerin, şimdiki zaman halleriyle harmanlanmış yeni nesil bu filmi anılarındaki Red Kit kitapları ve filmlerinden yola çıkarak belki biraz eleştirebilecekleri... Coşkulu, komik, heyecanlı, lunaparkta geçirilmiş pazar günü lezzetinde ve evde sinema keyfine fazlasıyla yakışır bir eğlencelik Batıya Hücum.

Bütün animasyonları ısrarla takip eden Tırtıl'la gitmiştik filme... Daha sonraki günlerde listesindeki sıralamalar değişsede; o gün, izlediği animasyonlar içinde bir numaraya yerleştirmişti filmi... Ben de onun peşinden her animasyona giden bir yetişkin olarak en çok bu filmde eğlenmiştim. Üstelik, modern animasyonların yapay hallerini pek sevmeyen biri olarak bu filmi, çizgi film ruhuna pek de yakın bulup, o halin lezzetini tümüyle almıştım.

Yetişkin bir macera filminin bütün ögelerini hoş bir dil, espri ve renkle içinde barındıran; klasik western müziklerinin ötesine taşınmış güncel tınıları ve şarkılarıyla çok hoş, gerçek bir durum komedisi tadında güzel bir seyirlik. Keyifli bir gün için izleyin.

14 Ağustos 2009 Cuma

Doğruyla Gerçek Farklı Şeyler...( Mi?)/ Bütün Kadınlarla Bütün Adamlar Aynı Şeyler(Mi?)


Eylül 2005; adamın e-postasına bir kadın tarafından düşülen not:

günaydın güzel bakan adam;

...

ben sana günahsız geliyorum farkındamısın...
...


hep ilişkiler biter... ve insanlar başlarlar hesaplaşmaya
kendilerini yeteri kadar anlatamadıklarını düşünürler karşısındaki insana
ya da yeterince anlaşılamadıklarından söz ederler.
...


ben sana iyice anlaşılmış ve kendimi anlatabilmiş olarak da geliyorum
sonradan hiç üzülmeyeceğim

zaman geçer birgün aşk biter... asıl başta konuşulması gerekenler asla konuşulmaz
herşey tozpembedir... nereye gideceğinin bile sınırları çizilir... hatta hiç bitmeyecektir
neden ne olursa olsun. çünkü herkes en doğrudur...

bense sana herşeyin nereye kadar gidebileceğini bilerek geliyorum...
neden diye sormayacağım sonunda
bütün bunların sevinciyle geliyorum sana
ve gururuyla...

farkında mısın ? demeyeceğim
herşeyin farkındasın aslında!



Şubat 2005; başka bir kadının eline geçen çok uzun bir mektubun içine düşülen not:

Kendimizle ilgili yaşadıklarımıza, üzüntülerimize, yıkıntılarımıza ya da aldığımız kararlara yarattığımız gerekçeler: Kendi haklılıklarımızdan baktığımızda çoğu zaman bize doğru gelse de, bu kararları almamıza neden olan bilgiler, sonuçta kendi benliğimizin oluşturduğu duygularla yorumlanacağı için, onları çoğu zaman işimize geldiği gibi, ya da kendi haklılığımızı görmek istediğimiz pencerelerden bakarak, kendimize uygun elbiseleri yaratıp giye(bilir)iz. Bunların arkasındaki (doğru!) gerçek, bizim zannettiğimizden ve aslında bilip de görmek istemediğimizden çok farklı olabilir. Her zaman ve de çoğunlukla, yarattığımız gerçekliklerimizi onaylatacağımız, ruhumuzu sevip-okşayıp rahatlatacak bir insan kitlesini bulabiliriz. Aslında, çoğu zaman konuşmak için onları biz seçeriz. Bu hâl; bireysel olarak bizi tatmin edebilir ve bir rahatlama, lehimize bir kazanım sağla(yabili)r. Çünkü onaylanma duygusu bazen, (doğru) gerçeklerden daha değerli olabilir ve bu sonuca ulaşabilirlik kolaydır. Zor olan; doğruyla kendi yarattığımız gerçekliklerimiz arasında çelişkiler yaşarken (doğru) gerçekle yüzleşebilmektir. Yaşananları bir durum kabul edip, kendimizin de hatalı ve yanlış olabileceği tarafından bakabilmektir. Bütün olasılıkları didik didik edebilmektir. Konuşmaktır. Görüş ayrılıklarını, farklılıkları, bakış açılarının yaşanmışlıklarla doğru orantılı olarak değişiklikler gösterebileceğinin doğallığını kabul etmek, onlara saygı duymak, sessiz kalabilmeyi becerip, uygarca bir çözüm üretilemiyorsa kırıp dökmeden yolları ayırabilmek ya da çözümlere ulaşabilmektir. Karşıdakilerin de kendince doğruları, duyguları, sevgileri olan; en azından kanlı canlı insanlar olduğu gerçeğine saygı duyarak.


12 Ağustos 2009 Çarşamba

Mona Lisa' yı Haşlamak !


Senaryo 1:

"Sen ne uyanık kadınsın böyle! Aynı anda hem benden daha güzel, hem daha masum, hem daha cezbedici, hem de daha gizemli görünebileceğini mi sanıyorsun? Siz İtalyan hanımlar artık çok oluyorsunuz! Biz güzelliğimizi, kesinlikle akraba evliliği yapmamamızdan, her zaman en doğal halimizi yansıtmamızdan alırız. Sizin gibi yapay, sahte güzellik peşinde değiliz! Senin o yapmacık yüzünü bi haşlayayımda gör!"

Kaynak: Macar Salatası.blogspot

Diğer iki senaryo ile yazının tamamı ve diğer güzel yazılar için buradan lütfen !..

11 Ağustos 2009 Salı

Halk Düşmanları... Filmi İzlerken Ben de Düşman Oldum!



Haftalardır yolunu gözlediğimiz film, sonunda kentimize geldi. Koca şehirdeki 5 sinemanın 5'i de genellikle popüler olan, daha çok izleyici çekecek, kısacası hasılat garantili filmleri tercih ettiğinden; icabında 3 salonunda birden Recep İvedik oynatma potansiyelini bünyelerinde barındırdıklarından, çok da şaşırmadık bu gecikmeye! Gerçi koca salonda yalnızca 11 kişi olduğumuzu görünce biraz da hak verdik bu duruma...

En azından salonumuz rahat, ferah diye düşünerek olabildiğince yayıldık koltuklarımıza, salonun da boş olmasını fırsat bilerek. Film öncesi reklamlar her zamanki gibi uzadıkça uzadı, fragmanlar falan derken o da nesi! Perdedeki görüntü birden bire kesildi. Bir kaç homurdanma sonrası, allahtan filmi izleyenlerden biri görevlilerle tanıdık çıktı da, gidip söyledi sorunu. Söylemese ne olacaktı o da ayrı konu! Türkiye'nin en ünlü sinemalarından birinde, görevlinin filmi takıp sonrasında çekip gitmesi skandaldı doğrusu!

Zor bela filme konsantre olduğumuzda ise sonunda, Johnny Depp'i yine bambaşka bir rolde bulduk. Dünya üzerinde; bu kadar farklı karakterleri, bu kadar az fireyle canlandırabilecek aktörlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bunu iyice aklıma kazıdı kendileri filmde. Amerika'da filmle ilgili yorumlarda üstünde durulan konu, gerçeğine en uygun yapımlardan biri olduğu yönündeydi, (Bilindiği gibi film, Büyük Buhran sonrası Amerika'sında, yeni yeni kurulan F.B.I ile, banka soyguncuları arasındaki savaşın gerçek olaylarına dayanıyor).Dönemin bir numaralı halk düşmanı John Dillinger'ı oynayan Johnny Depp'in, bu ''gerçeklikte'' payı büyüktü açıkçası. Biraz da abartacak olursam; John Dillinger gelse bu kadar oynardı yani!

Filmin genel havası aksiyona yakın gitsede, zaman zaman yakalanan keyifli replikler ve dram esintileri de mevcut. Oscar ödüllü Marion Cotillard perdede fazla görünmeyerek şaşırtabilir belki; ancak ana karakterlerinin azılı suçlular olduğu bir filmde, mecburen geri planda kalan kadın rolünün alabileceği maksimum süreyi almış yine de. Bir diğer ünlü ismimiz "Batman" Christian Bale de, bir numaralı halk düşmanı John Dillinger'ın peşindeki ajan rolüyle işini en azından kıvırmış.

Uzun lafın kısası (çekimleri ve yönetmeni beğenmeyenler çıksa da) kaliteli bir yapım, gidiniz; fakat bizim dört gözle beklediğimize değdi mi? Orası tartışılır. Yalnız sinemayı iyi seçiniz, bizim gibi talihsizliklere yakalanmamak için! Bu arada unutmadan filmimiz biraz uzun, özellikle 2. bölümünde bunalabilirsiniz, bize öyle oldu da biraz; gerçi, 2. yarı boyunca çalışmayan klima yüzünden de olabilir!!...



9 Ağustos 2009 Pazar

Kürt Açılımı'yla Anayasa Değişikliği'ne Kurban Gidenler!...


Kürt açılımıyla, anayasa değişikliği her 5-6 ayda bir olduğu gibi yine gündemde! Özlemle beklediğimiz çözüm ise hala yok, her kafadan bir ses çıkıyor ve haliyle suni gündem şüphesi yaratıyor. Bu arada olan biz öğrencilere oldu. Özellikle 2. öğretimde okuyan öğrencileri vuran; İktisadi ve İdari Bilimler Fakülteleri'nde 2, Mühendislik Fakülteleri'nde 2.5, Veteriner Fakültesi'ndeyse 5 Bin TL'yi(neredeyse vakıf üniversitesi parası!) geçen harçlar unutuldu gitti!..

Bir tane milletvekili çıkıp da: "Kardeşim, memlekette neye %100 zam geldi ki biz bu kadar zam yapıyoruz? " diye soramadı ya, ben ona yanarım! Gerçi sen en uzak köşelere bile gidip, habire üniversite açarsan olacağı buydu. İçinde hocası olmayan okullar, boş yere ödenek alıyorlar. Geçenlerde Bayburt Üniversitesi verdiği ilanda, iki yıl önce açılmış olmasına rağmen, hala onlarca öğretim üyesi arıyordu!

Şimdi sokaklara çıkıp yürüsek tekrar, boşu boşuna jop yemekten başka neye yarar? Ondan sonra da ülkede beyin göçü var diyorlar!...

Not:Yazının yayınlanmasından 2 gün sonra hükümet bir açıklama yaparak, zamların %8'le sınırlı tutulduğunu duyurdu... Yazının geçerliliğini tüketti. Şimdilik!...

Alt Yazı... Aşık


Yolcusuna vurgun bir sürücüydü artık
Hep onu taşıyacaktı
Her yere...

Murathan Mungan'ın Aşkın Gözyaşları Ya da Rapunzel İle Avare adlı öyküsünden.
Resim:1964 doğumlu ve Moskova'lı sanatçı Anton Arkhipov'un bir eseridir.

7 Ağustos 2009 Cuma

Janjan' ı İzlerken Ne Çok Şey Düşünmüş, Masumiyeti Ne Kadar Çok Sevmiştim...


''Aşk her zaman masumdur!''
tanıtım yazısından


Filmin; üzerinde çok tartışılan, ucu açık ve anlaşılamaz olarak nitelenen finali bence: Aşk karşısındaki toplumsal iki yüzlülüğün ve bireysel bastırılmışlığın sonucunda oluşmuş bir karşı koyuş ve yargılamayla, vicdan arasında sıkışmışlığın ahlakını ortaya koyan bir resimdi...

Benzer bir duyguyu, Türkçe adı Yasak İlişki olan The Bridges Of Madison County' yi izlerken izleyicide hissetmiş ve üzerine düşünmüştüm. Emindim ki, oradaki ''yasak'' aşka tüm salondakiler sempatiyle ve şefkatle bakıyorlardı. Ama şundan da emindim ki, sinemadan çıkınca izleyicilerin çoğu ''kurt'' adam ve kadın olarak, gerçek hayatta aynı olayın celladı olmaya hazırlardı. O gün, hayatın aslında gönülden geçenle, toplumsal ahlakın paradoksu üzerine kurulu olduğuna bir kez daha gülmüştüm.

Janjan' ı izlerken de, o filmde izleyici olan kültürün gerçek hayattadaki karşılığını gördüğümü düşündüm...

İnsan olarak duyguların samimiyetini anlama gerçekliğini öğrendiğimiz, bireysel anlamda kendimizi özgürleştirdiğimiz, kendi yaşayamadıklarımızı başkalarına yaşatmama duygusundan vazgeçmeyi becerdiğimiz günden itibaren; kendi yok ettiğimiz insanlardan türbesel efsaneler yaratıp, hayat boyu günahlarımızın affı ya da isteklerimizin gerçekleşmesi adına duaların arkasına sığınıp, genetik ve suni bir vicdan rahatlatmaktan vazgeçeceğiz sanırım.

Oysa, hayat ne kadar basit!.. Biraz hoş görü ve biraz da sevgi, sadece bu...

Sinemasal anlamda bir ilk film olarak iyi niyetli, ışığı ve mekanları güzel kullanan, sempatik, ama bende hep kısa film olsaydı duygusu yaratan, yönetmeni açısından umut vadeden, heyecanla ve samimiyetle çekildiği ve oynandığı her halinden belli olan, bu yüzden de olumsuz eleştiri yapmak noktasında kıyamadığım hoş ve masum bir filmdir benim için, Janjan.

Yine de; sanki kısa film olsa, derdini daha mı dinamik anlatırdı demekten de kendimi alamıyorum bir türlü... İzlemekte yarar var!

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP