10 Temmuz 2009 Cuma

Başıma Gelebileceğini Hiç Düşünmediklerimi Yaşayarak Geçiriyormuşum Ömrümü; Aklımıza Hiç Gelmeyenlermiş Ömrün Kendisi...


Babasının evden attığı gece apartman merdivenlerinde ağlayan bir kızın,

bir sahil bitiminde yenilen akşam yemeği dönüşü yapılan trafik kazasının,

o korkunç hastalığın,

ot çekmeye çağrıldığım bir evde rezalet bir halde hastaneye taşıdığım arkadaşlarım yüzünden, acil kapılarında sonlanan bir gecenin,

sarhoş halde, yanlışlıkla bindiğim Expressde tanıdığım bir yabancının,

bir odadan bir odaya geçerken babamın izlediği belgesellerden birinde, yarım aralık kapının ardından dikkatimi çeken Güney Afrika'nın en güneyinde, en ucunda bir fenerin,

gecenin geç saatinde bant kaydı yapan bir radyonun, o radyodaki sunucunun okuduğu bir şiirin,

Dünyamı ne kadar değiştirebileceği aklımın ucundan geçmezmiş.


Bir deniz değil, o denizdeki bir dalga; hatta dalga değil, o dalgada sürüklenen bir enkaz parçası olduğumu bilmezmişim. Ve daha nicesini...

Resim:Katerina Lomonosov ...Photo net

Yaz Günleri...

Okulda geçirdiğimiz 9 aydan sonra geçireceğimiz yaz tatilinde sabah:

Kuşların sesine uyanışımız. Sabahları kalkıp ılık bir suyla yüzümüze su vuruşumuz. Sonra camın önüne geçip spor yapışımız. Sonra köpeğimiz Bitsy’i dolaştırmamız. Bunlar sabahları yaptığımız şeyler.


Yaz tatilinde öğlen: Önce yavaş yavaş kahvaltı hazırlayışımız. Yukarıda, uyuyan ağabeylerimizi yavaşca uyandırışımız.Kuş seslerinde kahvaltı yapmamız. Bunlar Öğlende yaptığımız şeyler.


Akşam üstü ve Akşam: Havuza girişimiz. Ağabeyim, Alp ağabey ve Naz havuzda Voleybol ve Futbol oynamamız Ve sonra Akşam yemeği yiyip Dondurma yiyişimiz.


Yaz tatilinde Gece: Önce yukarı çıkıp film izleriz. Sonra ağabeyim ve kuzenim Alp ağabey Esinti’ye giderler ve bizde Naz’la yatarız.


Yazı ve fotoğraflar: Tırtıl

9 Temmuz 2009 Perşembe

Konser Şehrimizde, Ben Konserdeydim...


Konser, FANTA’nın Gençlik Festivali konseriydi.

Konserde öncelikle Pinhani, daha sonra Ceza ve en son Kenan Doğulu olmak üzere bir grup iki şarkıcı bulunmaktaydı. Ben daha önce iki kez Kenan Doğulu konserlerine gitmiştim. Bu konserin genel performansı güzel olacağa benziyordu. Benim yanımda Tırtıl, dayım ve küçük dayım vardı.

İlk olarak Pinhani’den bahsedelim:

Ben Pinhani’nin söylediği bölümün yarısında yetiştim. Ama performansı güzeldi. İSTANBUL adlı şarkılarına ‘‘Yazılmış en kötü İstanbul şarkısı’’ dediler. Ama bu şarkı yine de güzeldi. Bu söz bence kendilerinin kötü bir performans sergilemesinden korkmaktı.

Bir bakalım Ceza’nın performansına:

Ceza’nın şarkı söylediği bölümün başlangıcında sahneye çıkarken bir ses patlaması yaşandı.Bunun nedeni Ceza hayranı olan kızlardı. Ceza ilk şarkı olarak Yerli Plaka’yı söyledi. Ancak herkesin ilgisini çeken bir şey vardı ki; 77 ÜSKÜDAR diyeceği yerde 55 SAMSUN demişti. Bunun herkesin ilgisini çektiğine eminim.

Ceza’dan sonra konserde büyük bir hareketlilik başladı. 2 sağ bas iki sol bas diyerek ve sürekli tekrarlayarak bu sözleri, gereken coşkuyu yarattığında; reklamdaki gibi, tüm konser alanında eller 2 sağ ve 2 sola hareket ediyordu. Ceza’nın performansı gerçekten MÜKEMMELDİ.

Son olarak bir de Kenan Doğulu’ya bakalım:

Kenan Doğulu sahneye kral tahtına benzer bir koltukta çıktı. Şarkı olarak ise Patron ile başladı.Ancak bir şey dikkatimi çekti ki; neredeyse konser alanının yarısı boşalmıştı. Kenan Doğulu bazı ses efektleri kullanarak insanların geri dönmesini sağlamaya çalıştı ama bu yöntem hiçbir işe yaramadı. Bu Kenan Doğulu’nun moralini hafiften bozmuştu. Kenan Doğulu’nun diğer konserlerine bakılırsa bu konserin performansı düşüktü. Dolayısıyla biz de sıkıldık ve konseri yarısında terk ettik.

Yazı ve fotoğraflar: Naz Özsamsun

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Sınırda; ama o sınırda!


O sınırda olmanın (ama o sınırda!) heyecanı ne güzel bir duygudur.

Ve o duygu: Tıpkı, sabah yolculuğa çıkacağını bilen küçük çocuğun yeni köylerden, yeni kasabalardan, yeni ağaçlardan, yeni ayçiçeği tarlalarından geçeceğini bildiği, ama her seferinde, her birinin bir öncekinden farklı bir yanını gördüğü; belki benzer gibi duran, ama lezzetleri nüanslarında gizli bakışların görmelerinin kilometrelerini tüketmeye başlamadan, sabahın en erkeninin ürpertisine karışmış bir yola çıkışın, diken diken halidir ve süperdir.

Göğe çıkmanın tadını bilenler için elbette...

Çok severim de sabah tazeliğinin yola çıkmalarını; yolun tehlikelerine gözükara ...

3 Temmuz 2009 Cuma

Kahraman... Hero


Filmin saçmalıklarla dolu olduğuna vurgu yapan ve bu filmi küçülten, yok sayan eleştiriler üzerine yazılmış bir yorumdur...

Bazen; felsefesi olan, efsaneler anlatan filmlerde fantastik bir sinema dilinin kullanıldığı; bu tür filmlere konu edilen öykülerin görsel olarak tıpkı masallardaki gibi, günlük hayatın içinde rastlayamayacağımız, yaratılmış (kareografik) sahnelerle canlandırılmasının bir yöntem olarak kullanılabileceği, hatta öyle olması gerektiği akıl dışı bir şey değildir sanırım...

Nasıl ki mitlere dayalı anlatı kitaplarının, nasıl ki masal kitaplarının, nasıl ki fantastik orta dünya filmlerinin gerçekle görsel anlamda bağını kurarak saçmalık olarak nitelemiyor, anlatılmak istenen felsefeye ve onun derinliğine bakıyorsak... Bu filmi de, tarihsel bir gerçekliği belgesel ögeler kullanarak anlatıyormuş gibi eleştirel bir sorgulamayla yargılamamak gerekiyor diye düşünüyorum. Ayrıca, kendi beğeni düzeylerinin (hoşgörüsüz) dar sınırlarından bakarak kendi varoluşlarının kanıtı usluplarla filmi eleştirenlerin aksine; yönetmenin, bir efsaneyi tam da öyküye yakışır masalsı bir anlatımla, uzakdoğu tiyatro geleneklerinin (efsane kültürünün) tüm ögelerini: Hem renklerin, hem de karakterlerin insanüstüleştirilmesi (abartı) anlamında son derece iyi kullandığı, teatral bir anlatımla biçimlendirdiği destansı bir şölen olduğunu düşünenlerdenim bu filmin...

Sanatın bütün dallarında olduğu gibi; bazen eserlerin yaratıcıları, bizim gerçeklik algılarımızın dışında dünyalar, olaylar, kahramanlar yaratarak; hayal dünyalarımıza katkılar yaparlar. Zaten sanat da bunun için vardır. Eğer her anlatıda (müzikte, tiyatroda, resimde, sinemada, yazılı eserlerde) günlük hayatımızdaki görsel ve eylemsel gerçeklikleri arayacaksak; ve bu noktadan bakarak, başarı ölçüleri koyacaksak... O zaman, kendi kahramanlık filmlerimizi, destanlarımızı, hikayalerimizi, türkülerimizi de yok mu sayacağız.

İşin kıssadan hissesi şudur: Bir yönetmen, bir Çin efsanesinden görsel anlamda çok başarılı, ''fantastik dram'' bir görsel şölen yaratmıştır. Ve aşkın farklı bir dille, muhteşem bir renklendirmeyle olağanüstü anlatımı da bonusudur bu filmin. Haftasonu sinema keyfi için iyi bir seçim olabilir, hatta bence çok iyi olur. Aklınızın not defterinde bulunsun

30 Haziran 2009 Salı

Alt Yazı...Yolculuk


İnsan bir bedenle sevişebilir ama ancak “yüz” le ilişki kurabilir. Okşamak bile okşadığımız şeyi “yüz” kılma çabasıdır.

E. Levinas

Foto:bizim bahçenin ''tesadüfleri''

21 Haziran 2009 Pazar

Şehrim...


Kadıköy vapur iskelesi gişe önünde 30 lu yaşlarda bir bayan ve bir erkeğin konuğu olduğum kısa diyalogları:

- İnsanımızın sosyokültürel düzeyi oldukça düşük.

-- Evet, daha çok kitapevi daha çok tiyatro daha çok program şart…

- Toplum olarak bunlara eğilimimiz az, katılım az, potansiyel az...

-- Daha çok kitap, daha çok afiş, daha çok dergi, daha çok program gerek.

- Evet aslında!


Kapılar açılıyor, her zamanki gibi bir hücum hali vapura...

Yaklaşık 20 25 dakikalık bir deniz yolcuğu ve otobüs aradığım yollar; bulup otobüsünü dayanılmaz bir trafik haliyle 2 saat süren otobüs yolculuğum.



Karşıdayım.

Burası Esenler.

Kuzenlerimden birinin kaldığı ve zor bir hal bulabildiğim evi.

Benim maksadım sürpriz yapmak.



Evi buluyorum…

O çok bir birine benzeyen sokaklardan birinin içinde, kendisine inat en az 5 ya da 6 kat yükselen binalar altında, biraz mahcup iki katlı bir bina.

Kuzenim evde yok.

Dışarıda hanımlar oturuyorlar ve etraflarında çocukları var.

Sokak varoş.

Kuzeni arıyorum 1 saate geleceğini söylüyor.

Oturan kadınlardan biri: -İstersen diyor bizde oturabilirsin.



Siz?



Bina iki katlı değil.

Bizim bodrum dediğimiz ve dışarıya yalnızca kapısı bakan ve yerin dibine gömük penceresi bile olmayan bir ev. Orası ev değil bir virane…

Duvarlar dökük,sıvaları taşmış, çok karanlık, bir su baskını içinde hemen helak olacakmışçasına bakıyor ev…



Girmek zorundayım,

eve girmek istiyorum,

dışarıda da bekleyebilirim ama bu hali görmek istiyorum.



Kadın beni içeri davet ediyor.

Kadın hamile!

İçeride, beşikte bir bebek daha var.

Biraz bekledikten sonra dışarıda oynamakta olan 3 çocukta eve giriyor.

Soruyorum; ''Bunlar da senin mi?'' diye, ''evet'' diyor…

Yaşını soruyorum.

28 diyor.



Karanlıktayım, hol gibi bir yeri zayıf bir ampul aydınlatıyor.

Oturduğum yerde bir kanepe var, bir duvarda bir evlilik fotoğrafı, bir sehpa, ikide minder var; yerler beton, betonu kapatan bir halı.



Çocuklar acıkıyor.

Baba bekleniyor.

Babanın gelmesine saatler var.

Bir piknik tüpünde bir şeyler kaynıyor.

Hava kararıyor, ama ekmek yok.



İçimde bir yerler acıyor.

Çıkıp dışarı ekmek alıyorum.

Çocukları çok ufak, ellerine ıvır zıvır bir şeyler tutuşturuyorum kapıdan.



Kuzen görünüyor sokaktan...

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP