
Arabayı evin giriş kapısına yakın bir yerde durdurduğumda kargo pantolonlu, beyaz plastik sandalyelerden birini ön bahçenin papatyalar dolu bölgesinde nar ağacının altına çekip çantasından çıkardığı kitabı okuyan ve üstelik bunu gözüne taktığı şık güneş gözlükleriyle yüzünü güneşe dönmüş bir halde yapan kadını gördüm ki güneşin batıya yöneldiği bir saate denk de geldiği için, tüm papatyaların da o tarafa yöneldiği o anda, güneşin kahırlara bürünmüş halini de fark ettim. Çatladı çatlayacak haldeki güneşin bana isyanı: '' Çekin o şahaneyi oradan kıskanıyorum''du. Kadına dikkatli baktığımda ilk kez gördüğüm biri olduğunu hemen söyledi hafıza kartım. İlk kez gördüğüm ama ilk kez görüyormuş hissi almadığım ve hatta oldukça da iyi tanıdığımı düşündüğüm kadının kim olduğunu anlamama bir kaç saniye yetti.
Arabanın kapısını kapatmamla yüzünü benden tarafa dönüp gülümseyen kadın; ona doğru, merakımı çözmeye meyil adımlarla yaklaşmaya başlamamla, gülümseyerek ayağa kalktı. Onun bana yönelmesiyle görüş alanından çıktığı güneş de, kıskançlığın gölgesinden usul bir tebessüm ve rakipsizliğin keyfiyle çıkıp rahatladı. Kumral saçlarından, aydınlık yüzü ve kendine has gülümsemesinden, girişken ve şirin el uzatışından kim olduğunu hemen anladım. Elimi uzatıp sizsiz bir cümle kurdum: ''Hoş geldin.'' Bu sizsiz cümle kısmı önemli. Bu duyguyu bana veren kadının son derece doğal ve dost hareketleriydi. Tabii ki bendeki şaşkınlığın ve üstüne eklenmiş sevincin çocuk halli telaşları geçmeden ve ayak üstü, '' Ne hoş sürpriz? Hem şaşırdım hem şaşırmadım. Ama çok sevindim. '' cümlelerim eşliğinde üç beş kelamdan sonra, onun, ''Hadi çok açım.'' cümleleri üzerine, enfes kahkahasıyla birlikte ve o ilk an'ın şaşkınlıkları da dağılınca, ''Tamam, sen otur, ben içeri geçip ortalığı bir toparlim.'' dedim.
İçeri girmemiz birlikte oldu. Sürekli bir şeylerden konuşuyor, kısıtlı bir zamanın dayatmaları ve birikmiş meraklarının tonunda, sürekli bir şaşkınlığın tebessümü ile şaşkın bir ritimde, ne konu gelirse konuşuyoruz. Ufak çapta alem dedikodularından tutun, şu yazında onu demiştin bu yazıda şunu demiştin türü bir sürü laf...
"'Açım.''la başlayan cümle aklımda mutfağa yöneliyorum. Genelde günlük ya da iki günlük yemek arzularına göre alışveriş yapan ben, ilk iş olarak, dolapla "Sende ne var ne yok." diyaloğuna giriyorum. Aldığım yanıtla hazırlamayı düşündüğüm menü arasında bir sürü eksik olduğunu fark ediyorum. Hızla onları kafama listeleyip, ''Sen keyfine bak ben bir koşu şunları alıp geliyorum.'' dediğim konuğum,''Ya ben de gelim, hem de etrafı görmüş olurum.'' diyor. O esnada mutfak camının önüne doğru gelen, yüzünde hoş bir tebessümle birlikte endişeler de olan, genç, biraz fındık kurdu kadını fark ediyorum. Benim şaşkın halimin aksine konuğum şaşkın değil, genç kadının telaşına ''Hayırdır?'' diyor. ''Kızı kaybettim onu arıyorum.'' yanıtını veriyor genç ve fındık kurdu kadın. ''Yaa ben bunu tanıyorum.''lar hızla aklımdan geçiyor. Hızlı bir taramadan sonra akıl defterimin fotoğraf albümünden buluyorum kadını. Sonra hızlı bir film şeridi gibi evin içinden dışarı çıkarılmış şezlong, yere serilmiş örtü ve minderler geçiyor gözümün hafızasından. Ampul yanıyor! Eve nasıl girilebileceğini bilen ve kendini bu aileden de sayan biri dank ediyor kafama. ''Vay vay vay, kimler de gelmiş.'' nidaları eşliğinde sarılıp öpüşüyoruz mutfağın camından uzanarak. İki üç kelamlık hoşbeşten sonra soruyorum ben de: ''Hayırdır, neye telaşın?''
''Kızı bulamıyorum.'' diyor, ''Saklambaç oynuyorduk. Daha doğrusu ben uzanmış dergileri karıştırıyordum, o da oraya buraya saklanıp bana numara yapıyordu.''
"Her yere baktın mı?" diyorum. ''Evet.'' diyor. ''Kız cin farkında değil misin? Bezelyelerin içine saklanmıştır.'' diyorum.
O ara ağzına doldurduğu kocaman kahkahalarla geliyor şahane bir kız çocuğu. ''Hadi siz oturun biz gidip alışveriş yapalım.'' deyip; ''Ne yemek var?'' sorularını sürprizin sessizliğine bırakıyorum. Bisiklet garajından iki bisiklet kapıp sahil boyundan yönleniyoruz markete doğru; kargo pantolonlu güneş gözlüklü kadınla.
Gelecek bölüm için yemeklerden birinin, daha doğrusu, biraz da ana yemeğin yanına garnitür yerine düşündüğüm fırın makarna olduğunu şimdiden söyleyebilirim. Ana yemek için kafam şu an bisikletle sahil boyunda rüzgarın keyfini çıkara çıkara düşünmekte ve bir füzyon oluşturmakta. İlk kez denenecek, tümüyle spontane gelişen tarif aklımın yönetim kurulundan okeyi alıp yüzüme tebessümü kondurunca karar kesinleşti. Bunun ışığını yanımdaki şahane dost da fark etti. Marketten gerekli olan malzemeyi alıp, köy zamanından kalmış fırına yöneleceğiz birazdan; farklı farklı ekmekler almak için. Görüşürüz. Bakalım daha ne sürprizler var?