9 Mart 2009 Pazartesi

Naz Özsamsun'un İkinci Yağlı Boya Çalışmasını İftiharla Sunarız...




Resim; henüz eğitimde olduğu için öğretmen tarafından ana hatları kurşun kalemle çizilen tabloların, ressam Naz Özsamsun tarafından boyanmasıyla oluşmaktadır. Naz hanım büyük bir incelik gösterek, kendisiyle ilgili resimler dahil tüm bilgilerin yayın haklarını dev medya kuruluşlarından gelen tüm teklifleri elinin tersiyle iterek La Paragas'a vermiştir. Bu tercih edilme tüm La Paragas ailesi olarak bize fazlasıyla gurur veren; ve çalışma azmimizi artıran bir durumdur.Kendilerine teşekkür ederiz.:))

Naz Özsamsun kimdir derseniz buradan buyurun...:))

8 Mart 2009 Pazar

Luna...Ay


Ülkemizde, sinemalarda oynatılması konusunda o yıllarda büyük tartışmalara neden olan ve çok özel izinlerle vizyona girebilen, izleme fırsatı bulabildiğim bu film: Ergenlik dönemindeki sorunlu, uyuşturucu bağımlısı oğlunu kurtarmak için tensel yakınlığını kullanmak zorunda kalan -Jill Clayburgh'un muhteşem oynadığı, opera sanatçısı sıradışı bir anne ile oğlunun öyküsüdür.

Enseste dair sahne içermekle beraber, asla bir ensest filmi değildir.

Bertolucci bu sıradışı filmde anne-oğul ilişkisinin karmaşık, sırlarla dolu bağını, çaresizliklerini, gerilimli ve derin bir psikolojik sorgulamayla ortaya koyar.

Film daha çok, anne-çocuk ilişkisinde, bir annenin çocuğu için fedakarlığının sınırlarını, ergenlik sorunlarını tartışmaya açarken; aile olamamanın çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerinin sonuçlarını da göz önüne serer.

Ve çok sıra dışı bir halden yola çıkarak, ahlak anlamında bütün boyutlarını göz önüne serdiği olay üzerinden bir sorgulama yaparken, idealize ettiği ve doğru bulduğu tavrıda ortaya koyar.

İşin özü; insana dair, sevilen öteki için fedakarlığın nereye kadar olduğunu, suçluluk duygusunu, derin bir yanlışı farketmenin ve onu telafi edebilmek adına insanın nerelere sürüklenebildiğini içinde barındıran; toplumun genel bakışı ve değerleri noktasında, ahlaksızlık ya da ahlaklı olmak ikileminde tam bir sırat köprüsü hal ortaya koyan öyküsüyle, insanın düşünce dünyasına çok şey katan; renkleri, müzikleri, olağanüstü sahneleriyle çarpıcı, vurucu, sıradışı, ters köşe bir filmdir.

Ve ne yazık ki izleyiciyle yeteri kadar kucaklaşamamıştır.

At Be Ustam!..Kim Tutar Seni...2.Kısım

Öncesi

"Tam gidecektim, pilotlar ustam bir tecrübe etsen şu uçağı, hani baksan başka bir sorun var mı falan diyince, geçtim direksiyona; onlar da yan koltuklara oturdular. Önce sağ motora bir tam gaz... Sonra sola bir tam gaz verip motorda kötü, kirli ne gaz kaldıysa hepsini attırdım eksozdan... Ardından el frenini bırakıp usul usul pist başına geldim. Rüzgar arkadan estiği için kalkışı denize, şehrin üstüne doğru gerçekleştirmem gerektiğinden pistin sonuna doğru ilerlemeye başladım; bu arada da uçağın tüm aksamlarının nasıl çalıştığını gözden geçiriyorum. Pist sonuna gelip dönüşü kalkış istikametine doğru bitirdikten sonra, önce bir durdum ve bismillah deyip gaz pedalına yüklendim.

Pistin bitim noktasına kadar gaz bastım; pilotların yüzünde ne halt ettik biz korkusunu sezdim ama!.. Buna içimden gülüyorum bir yandan da; lan süt çocukları kendinizi pilot sanıyorsunuz di mi? diyerekten... Pistin artık her şey bitti noktasına geldiğimde çektim levyeyi ve uçak tekerlerini kesti yerden. Onların kıpkırmızı, kan ter suratlarına daha yeni oh be rahatlığı gelmişti ki çaktım uçağı burun üstü, denize doğru; bunlar yapıştılar tabi ki koltuklara, denize sıfır noktası kadar yaklaşmıştım ki nerdeyse kuyruk suyu sıyırıyormuşçasına dikildim yeniden, gökyüzüne doğru...

İyice dikildiğimde, ki bilsem atmosferi geçerken yanmayacağız gidecem şu ayda ne var lan bi bakim diye, o kıvamdayım yani... Güneş gözümü iyice alıp bakamaz hale geldiğimde, asılıp levyeye geriye doğru yaslayıp uçağı ters taklayı attırdım ve güneşi arkaya aldım. Normal hale geldiğimde pilotların ve diğer Amerikalıların üst baş dağıldığını, terden sırılsıklam olduklarını farkettim; inerken keşke koltuklara da baksaydım lan..."


Neyse, adamlar titrek ve korku dolu tonda "Usta vaktimiz yok, hemen İncirlik'e uçmamız gerekiyor"u anca diyebildiler. Gülerek, tamam dönelim dedim. Ama çok terlediniz biraz serinleyin de öyle gidelim diyerek denize doğru alçalmaya başladım yeniden. Sağ kanadın ucuyla denize şöyle bir dokunarak suyu uçağın üzerine boca ettim. Ardından aynı işlemi sol kanatla da yaparak yeteri kadar soğutmayı sağlayıp uçağın içini serinlettikten sonra dönüp havalanına geldim."


Alana gelip park etmesiyle, uçaktan inen pilotlar nerdeyse öpecek haldeyken yeri, ''Usta o kadar senedir uçarız ama senin gibisini göremedik ver elini öpelim.'' diye yapıştıklarında ustanın eline; o büyük bir tevazuyla ellerini öptürmeyip yanaklarını okşadığı pilotlara biri iki tavsiyede bulunarak; Amerikalı yetkililerin, Amerikaya yerleşip bilgilerini yeni yetişen öğrencilere aktarmanın yanı sıra Amerikan hava yolu şirketlerine ve hava kuvvetlerine hizmet vermesi konusundaki tüm ısrarlarını, teklif ettikleri yaşam standartlarını geri çevirerek, sade bir vatandaş olarak bu vatana hizmetlerini uzunca bir sürdürmeyi  daha uygun görmüştür. Bu hikayeden öte bilinen bir başarısı kendi ustalığı da dahil yoktur.

7 Mart 2009 Cumartesi

Şu An Bir Şeyler İçmek İsteyip de Kararsızsanız... Bir Öneri:Ragla

Votka, Bira, Miles Davis ve dışarıda harika bir rüzgar varken ve ben bunların tadını çıkarırken... Bu saatte bir şeyler içmek isteyip de kararsız olanlara bir hayrım dokunsun diye, çok da keyifli bir içkiyi önermek geldi içimden.

Adı Ragla olan bu karışım; çok eğlenceli ve hazırlanması da son derece kolay bir içki. Büyükçe bir kadehin yarısına kadar limon aromalı bir gazoz ki tercihen Sprite ya da Sensun doldurup, üzerini bira ile tamamlıyorsunuz.

Tabii ki mümkün olduğunca soğutulmuş olması lezzet için önemli. Dilerseniz de buz ilave ediyorsunuz. Deneyin seveceksiniz (beni).

Geceye, yaza, özellikle arkadaş toplantılarına, kalabalık film izleme seanslarına çok yakışır. İyi eğlenceler.

Not: Gazoz bira oranı deneme yanılma yoluyla ayarlanarak, kendi damak zevkiniz için uygun bir hale getirilebilir.

At Be Ustam!.. Kim Tutar Seni...1.Kısım

Kentimizin henüz kültürel kimliğini ve buna bağlı olarak da mimari güzelliğini kaybetmediği, ama sonunun da gelmekte olduğunu hissettiren zamanlarda... farklı milliyetlerden yurttaşların yaşadığı kentimizi daha da renklendiren, genç kızların, ''Bir Amerikalı kapsam da kendimi Amerika'ya atsam,'' dediği görevlilerin, yani Amerikalıların varlığı... bir kısım ''göçler'' sonucu Türklere geçmiş Rum ve Ermeni evlerinin görsel katkısıyla kendimizi Avrupanın kenar mahallerinden birinde yaşıyor sandığımız... Amerikan radarlı yıllarda bir gün, radara sürekli öteberi taşıyan Amerikan uçaklarından biri arıza yapıyor.

Mevcuttaki Amerikalı teknisyenlerin hiç biri çare olamayınca çözüm için arayışlar başlıyor. Ne yapsak ne etsek diye düşünürken pilotlar ve yetkililer, oradaki teknisyen ve diğer görevlilerin aklındaki ampul yanıyor. ''Yaa... bunu yapsa yapsa Sezai Usta yapar,'' diyorlar.

Babamın kesif benzin kokulu, katılaşmış yağ damlalarının simsiyah bir zemin oluşturduğu tamirhanesine götürüldüğümde en büyük zevkim; benim için sipariş edilen oraletin, işini gücünü bırakan babam tarafından kırmızı beyaz çizgili klasik kahveci tabağında soğutularak bana içirilmesiydi.

Arasta kültürünün tavan yaptığı o yıllarda, bir araya gelmiş ustaların atma avcı vurma beni tadındaki sıcak sohbetlerine kulak olmaya bayılırdım. Eğer konu çocuklara uzak bir zamparalık öyküsüyse, olay mahallinden bir bahaneyle bir abinin eline tutturularak çikolata gofret almaya doğru uzaklaştırılırdım.

Aklıma geldikçe yazmayı düşündüğüm bu coğrafya; aslında hayatımın çok uzun ve önemli bir bölümünü işgal etti. Hiç hesabımda yokken, ama bir yandan da öngörebildiğim bir şekilde babamın erken ölümüyle ihale üzerime kaldığında; hayallerimi paket edip bir kenara kaldırmak durumunda kalacağımı ve uzun yıllarımın otomotiv sektörünün içinde geçeceğini görmüştüm. Her ne kadar kendi seçimim olmasa da bu mesleğin Türkiyenin ekonomik ve sosyal gelişimine tanıklık anlamında katkısı çok oldu bana... Her meslekten, her eğitimden, kentli, köylü her kesimden, her milliyetten ve her etnik yapıdan insan ve dost tanıdım.

Blog yazmaktaki temel amacım kendi kişisel tarihimize izler bırakırken, aynı zamanda dönemlerin arka planlarını, ülkenin değişimini, bireysel ölçekte kendimce notlamak olduğundan, şimdi anlatacağımın benzeri örnekleri sıklıkla yazma fikrindeyim.

Babamın arkadaşlarından sağ kalan ender kişilerden şu an kente yakın küçük bir balıkçı kasabasında yaşamakta olan ustamızın; böyle, yani bir arkadaş toplantısında anlattığı atma avcı vurma beni türünden hikayesine kulak kesilelim şimdi.

Bir gün tamirhanenin kapısında son model, gıcır gıcır bir Mustang durduğunda, içinden biri siyah diğeri beyaz upuzun iri yarı iki üniformalı adamla birlikte konuşmaları çeviren bir tercüman iniyor. Ve o an bir Amerikan Ford motoruyla uğraşmakta olan ustamız, yine hiç olmayacak bir şeyi yapmakla meşguldür. Bu meşguliyet: Tüm yedek parçaların en küçüğünden en büyüğüne Amerika'dan gelmesi gerektiğinden ve aslında bu sistemin, demir yolları terk edilerek teşvik edilen kara yolu yapımlarıyla birlikte bağımlılık anlamında ve o günün koşullarında çok güzel bir kement olarak boynumuza takılmış olması yüzünden; ve mesafe göz önüne alındığında, kontrollü bir stok da piyasada oluşturulamadığından orijinalini bulamadığı yedek parçanın yerine bir başka Amerikan arabası şevrolenin(Chevrolet) pistonlarını kesip biçip, Ford motoruna uygun hale getirmek uğraşıdır. Hatta bu işlemi tamamlamış olup yerlerine monte etme sırasına gelmiştir.

Gelenler selam verip içeri girdiklerinde gözlüğünün üst aralığından şöyle bir bakarak:''Buyrun,'' der. "Uçağımız arıza yaptı çalıştıramıyoruz bir göz atar mısınız?" ricasında bulunan ve sorunlarını anlatan konuklara ''Elektrik donanınımını gözden geçirdiniz mi? Marş dinamosuna baktınız mı? Aküleri kontrol ettiniz mi?'' gibi bir kaç soru sorduğunda aldığı yanıtlardan, sorunun bir elektrik işinin ötesinde ve daha derin olduğunu kavrayan ustamız, uçağın tipi ve modeli ile ilgili bilgileri de alır. Konukların ifadelerinden elde ettiği datalarla birlikte kısa süreli bir konsültasyon yapan Sezai Usta, aşağı yukarı sorunun ne olduğunu anlamıştır.

Aslında ahlakı gereği elindeki işi de bırakmak istememekle birlikte; ''Ya usta bizim işimiz çok önemli zamanla yarışıyoruz.'' diye lafa girdiklerinde çok da ısrarcı olduklarını görünce gelen kişilerin; pistonları piston kollarına geçirip işi kalfasına teslim ederek, bindikleri Mustang'la hep birlikte hava alanına doğru yola çıkarlar.

Yolculuk esnasında her ne kadar çok acemi olduklarını ve arabanın hakkını veremediklerini düşünse de, direksiyona geçmek gibi bir talepte bulunmadan, için için kızarak ''Geç şu tarafa bak araba nasıl kullanılır'' iç seslerine frenler de yaptırarak, sabır taşları çatlamadan olay mahalline varırlar.

Ustamız uçağın yanına vardığında halden anlar bir bilge olarak uçağın yanağını şefkatle şöyle bir okşar. Bilge bir kişi tanımanın mutluğunda bir gülümseme yüklenmiş çocuk mahcubiyetinde el pençe duran pilota '' Geç bir çalıştır bakim uçağı,'' der. Bir kaç kez marşa bastığı halde volandın dönmesinden öte geçemeyen motor sesinin ardından, boğmuşsunuz motoru serzenişiyle birlikte ''gaz pedalına sonuna kadar bas ve ayağını basılı tutarken çalıştır, ben bırak diyene kadar da gazı bırakma!'' talimatlarını veren, üstelikte bunu ''siz de hiç bir bok bilmiyorsunuz'' edasıyla yapan ustanın dediklerini yerine getirmesiyle pilot; volandın bir iki dönmesinin ardından motor çok yüksek bir sesle çalışmaya başlar.

Ortalığı, boğulmuş motorun attığı çiğ gaz kokusu sardığında, eksoza gidip gerekli kontrolü yapan usta: '' Tamam'' der, ''gaz pedalını bırakabilirsin.''

Motorun sesinden sağlık belirtilerini sezen ustamızın ''Vitese tak biraz ilerle bakim'' demesinin ardından, pilotun denilenleri yapmasıyla uçak kısa bir yol alır ve stop eder. Ustamızın yüzündeki hımmm ifadesinden endişelenen pilotlar ve teknisyen, ''Ustam durum ciddi mi?'' diye sorarlar. Ne sorun olsa çözerim uzmanlığındaki usta en bilge haliyle gözlüğünün üzerinden, göz uçlarıyla onlara şöyle bir bakarak, ''Sorun ciddi ama çözülmeyecek diye bir şey de yok'' yanıtını verir. Amerikalı cahillerin, minnet ve mecburiyetle ve umutla parlayan gözlerini fark eden ustamız; Türk'ün gücünü ve zekasını göstermenin de mutluluğunu yaşamaktadır o esnada .

''Açın bakalım şunun motor kaputunu'' deyip alet çantasından çıkardığı pense, düz ve yıldız farklı büyüklüklerdeki iki üç tornavida, bir alyan ve 12 -13 iki ağızlı anahtar ve bir kargaburnu yardımıyla zaten ilk konsültasyonda tespit etmiş olduğu arızayı kısa bir uğraş sonucunda gidermiş olmanın güveniyle ''Geç bakalım direksiyona,'' der pilota...

Onun çalıştır komutuyla marşa basması bir olur pilotun ve akabinde motorların çalışması da... ''Ver bakim sağ motora gazı!'' der ve dinler gümbür gümbür sesini sağ motorun... ''Ver bakalım sol motora gazı!'' der ve dinler gümbür gümbür sesini sol motorun... ''Ver ikisine birden gücü,'' der ama yükselen motor sesinden ürktüğünü de fark eder pilotun, ''korkma oğlum bas, bas, bas!'' diye devam eder... Tüm bunları anlatırken arkadaşlarına şunları ilave etmeyi de unutmaz bir tespit olarak: ''Tabii adamlar kulaklarında kulaklık, alet edavat, elektronik cihazlar ellerinde, ordan ölçümle yapıyorlar her şeyi; bizim gibi çekirdekten yetişme değilki; okumuş kitapta, sanıyorki her uçağın ruhu aynı, dinleyeceksin kardeşim ne diyor uçak, sana ne anlatıyor, derdi neymiş, anlayacaksın sesinden...''

Gaz verme esnasında frenleri kitli olduğundan uçağın, güç aldıkça motorla, burun yere doğru eğilir. Bütün bu verileri değerlendiren ustamız, olayın hallolduğuna kanaat getirdikten sonra, "Tamam bırak gazı rölantide, çalışsın bir süre motor." der.

Amerikalıların tamamı ustanın yanına gelip hepsi birden: ''Usta allah razı olsun senden, hiç böyle düzgün çalışmamıştı bu uçak,süper oldu.'' derler. Yaptığının kendisi için sıradanlığının farkındaki ustamız: '' Durun bakalım! Ben size bir de karbüratör ayarı yapim, yakıttan da tasarrufunuz olsun,'' deyip, gaz hava ayarını da uçağın ruhuna uygun değerlere getirir. Bu arada, içinde az pislik kalmış olduğunu hissettiği iki karbüratör memesini de söküp üfleyerek temizledikten sonra yerlerine monte eder. Motorun sesi, rakı masasında dinlenen Müzeyyen Senar'dan Bir Tatlı Huzur Almaya Geldik Kalamıştan kıvamını alınca, bir sorunu çözmenin huzuruyla malzemeleri toplamaya başlar Sezai Usta.

Buradan gerisini artık Sezai usta anlatsın... Ki ben naklen de olsa ''atmaktan' yoruldum...

Devamı için buradan lütfen...

5 Mart 2009 Perşembe

Cevap?


Tesadüf denilen an gerçekten tesadüf müdür? Yoksa, algıda varolan bir hazırın ötekiyle yolunun kesiştiği an(mı)dır?

Adamın Biri...


Bir akşam boyu ...

Ruhuna dokunurken;

Saçına, yanağına da dokunmak istedi.


Ve bazen;

Elinden tutup, çıkarmak istedi ...


Şefkati, dostluğu, sevgisi

Göğsüne yaslansın istedi...



En çok da!

Umursadığını bilsin istedi.



Konuşurkenki, bakarkenki, rakı içerkenki,

Kendini çok sevdi.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP