O günde her zamanki saatte uyanmıştım. Genelde yola çıkılmasına on dakika kala uyanma tercihimden dolayı kahvaltı masasına oturma hakkımı kullanmaz, buna karşılık annemin yaptığı sandviçi, keki, poğaçayı arabada yol boyu tüketmeyi severdim.
Evimiz şehrin dışında olduğundan köyde yaşayan kentli gibiydik, bu çok hoşumuza giderdi. Her sabah okula giderken ve dönerkenki mesafe yüzünden sohbetler çok keyifli olurdu.
Gerçi akşam dönüşleri genelde birlikte olamıyordu; kız kardeşin çıkış saati onlar tam gün okuduklarından daha farklıydı. Ben sabahçı olduğum dönemlerde, öğlen çıkışlarında ya minibüsle ya da belediye otobüsleri ile dönüyordum. Aslında, benim okulum daha erken başladığı için, genelde bize komşu bir kamu kurumunun sabahki öğrenci servisi ile giderdim. Kız kardeşim de okul saati uygun düştüğünden, babamla giderdi. Özellikle kışın o servisle gitmek çok eğlenceli olurdu. Eski bir Unimogdan bozma servis aracı soğuk yüzünden çalışmaz, şoför motora eter sıkar, o yine çalışmaz ve sonuçta serviste araba kullanmayı bilen tek kişi olarak ben kurumun Dodge pikabının direksiyonuna geçer, onu otobüsle tampon tampona getirip iteklemeye başlardım. Bir süre sonra yeteri hıza gelindiğinde ben Dodge'u durdurur, çakma otobüsü de şoförü yeteri hıza geldiği için vurdurarak çalıştırırdı. Ben, bir kahraman gibi beni bekleyen otobüse, özellikle şamatacı ufaklıkların alkış ve tezahüratlarıyla girer, gururdan havalanmış yüzünde mutlu tebessümle kitap ve defterlerimi bana uzatan kızın yanına otururdum.
Muhtemelen o gün birinci dersi kaynattığım için, ben de baba kız kardeş ikilisine katıldım. Benim okulum daha önde olduğundan, bir de kız kardeşin vakti olduğu için önce benim şanlı liseme geldik. Lisemin önüne bir geldik ki ortalık karışık, kaldırımda toplanmış insan kalabalığı sabit gözlerle, başlar havada, aynı noktaya bakıp birbirlerine olay yerinden canlı yorum halindeler; etraf, polis ve asker kaynıyor.
Aslında, o dönemler için olağan sayılabilecek görüntüler olduğundan, çok da umursamadan okulun kapısının karşısında durdu babam. Ama belli ki çok önemli bir görevde ve anda olduğunun farkındaki asker; telaşlı, sorumlu ve kendini fazlasıyla önemser bir edayla işaretler ediyordu bize, ''devam edin!''
Babamın''nooluyoki, çocuğu bırakıp gideceğim''ine; bu anı ,bu gücü, bu heybeti bir daha yakalayamayacağını bilen asker, kendini donatan yetkilerin zevkiyle bir kez daha ve sert bir ifadeyle karşılık verdi: ''Devam et!'' Tabii o bunu yaparken, hep sonuç aldığını bildiği için bizim de aynı refleksle tırsıyacağımızı düşündü. Oysa, allahın takdiri ilahisi işte, genetik kodlarımızın içine sıkıştırdığı bir özelliğimiz hemen ortaya çıktı: Sana dik yapana sen daha dik ol. Babam bu diklikle iki kelam edince, o heybetli askerin süngüsü düştü, cümleler nazikleşerek durum rapor edildi hemen: ''Beyefendi binaya bombalı pankart asmışlar, lütfen güvenliğiniz için ilerde durun.'' Bu nazik hali tabii ki reddedemezdik, o nazikleşmese biz orada kalır, bombanın vereceği bütün hasara da razı gelebilirdik; zor kullanıp bizi paket etmedikleri sürece...
Kız kardeşin okula geç kalma olasılığı yüzünden babam "senin bu olayla bir ilişkin var" bakışının dışında fazla söz söyleyemese de, bakışlarına yüklenmiş ifade tüm soruları ve duyguları listeleyip arabadan inmekte olan benim elime tutuşturdu zaten.
Aslında babamın bilmediği şey şu idi: Bu, benim için bile yepyeni bir durumdu. Gerçi kafamı kaldırıp baktığımda pankartı tanımıştım, kendisiyle bir kaç gün önce yan yana kucak kucağa sözcük alış verişinde bulunmuştuk. Ama altında bağlı bomba, benim için de çok büyük sürpriz olmuştu. Tarihsel bir olaya tanıklık ettiğimin de farkındaydım; ve bu tarihsel olayda benim de izim vardı. Ne güzel bir duyguydu o ahh!..
Bu, kentimizi şereflendiren ve kentimize asılan ilk bombalı pankarttı. Orada bulunan halkımız, diğer büyük kentler kategorisine yükselmiş olmanın keyfinde, merakında ve kendilerini gerçekten onlar sınıfında hissetmenin mutluluğundaydı. Keyiflenmiştim; gururlu, heyecanlı ve bir an öncenin adımlarıyla sınıfa geldim. Hocanın: ''O,oo hoş geldiniz, gözümüz yollardaydı,'' cümlesine bir günaydın ve tebessüm atarak sırama oturdum. Sıra arkadaşım; o pankartın oluşumunda ve oraya asılmasında payı olan, darbeyle birlikte sadece yerini benim ve dışımdaki iki kişinin bildiği uzun bir firar döneminin ardından yakalanıp ''neşeli'' bir işkenceden sonra hayata yollanmış biridir. Sıraya oturur oturmaz yüzümdeki tebessüme tebessümle karşılık verince, yüzünün ifadelerinden durumun özetini aldım ve sordum: ''Oğlum bomba ne iş?''
''Bomba işte oğlum!'' Yanıtın altındaki her şeyi seziyordum. Bütün olasılıklar aklımın içinde kuyruktaydı ve tek tek gözden geçiriyordum. Elimizde o anlamda bir bomba olmadığını; o güne kadar değil bomba, tabancaya, mermiye bile uzaktan bakan insanlar olduğumuzdan elimizde bomba olsa bile; ona da çok uzaktan bakacağımızı, vereceği zararın hem tarzımız hem de insan olarak aklımızın ucundan bile geçmeyeceğini biliyordum. Hatta ikinci karakterlerimiz ortaya çıksa bile bu na mümkün bir şeydi. Her birimizin her hali mercek altına alınsa, onların her birinden ayrı ayrı yola çıkılsa, gelinecek yer hep aynı cümle olacaktı: ''Bunlar bu haltı yiyemez .''
Gözlerimizle gerekli iletişimi kurup yeteri kadar önsöz oluşturduktan sonra ''Ne iş bu? Nasıl yaptınız?'' diye tekrar sordum. Gelen yanıt çok gevrek bir gülüşe yüklenmiş ''Zor olmadı, çok kolay yaptık.'' olunca, zaten gerekli kodları ayıklamaya ayarlanmış beynim durumu tam göbeğinden yakaladı doğal olarak.
Benim ne anlatırsa yeme pozisyonuna konumlanmış aklım biraz daha sorduktan sonra, o da anlayınca benim de onu sardığımı, başladı anlatmaya: ''Oğlum aslında çok kolay oldu her şey; sadece bombayı elde etmek için bekçiyle biraz cebelleşmek zorunda kaldık ve bir paket sigaraya patladı bu iş. Aslında pankartı sadece pankart olarak asacaktık. Sonra
sen zamanı olmayan zamansız bir yerindensin ömrünün dedi ki: ''Bunu bombalı yapalım, en azından daha dikkat çeker ve daha uzun süre kalır orada...'' Biz:-Bombayı nereden bulacağız, nasıl bağlayacağız, düzenek müzenek anlayanımız yok, bulsak bomba zaten elimizde patlar tarihe salak olarak geçeriz- falan diye konuşurken; o, ''çok kolay'' dedi, sakin yeşil gözleriyle kısık kısık gülerek...
Verince reçeteyi ve düşününce biraz; bir anda başarının kapımızın eşiğinde olduğunu hissederek ve o güzel tadını duyumsayarak; yaşasın, bizimde bombalı pankartımız olacak sevinciyle hemen marşlar söylemeye başladık. Bu kısa kutlamanın ardından hemen inşaata koştuk ve bahsettiğim gibi bekçiden bombayı aldık. Sonra, birimiz eve koşturup büyükçe bir kavanoz getirdi. Bir büyük yassı pil, üç beş farklı renkte kablo ve bir küçük kırmızı ampulle tüm malzemeleri tamamlayıp işe koyulduk.
Önce, inşaatın bekçisinden aldığımız bombayı küçük ve düzgün parçalara ayırarak yaklaşık on santim boyunda ve beş santim eninde üç tane lokum elde ettik, bunların uçlarına her birine farklı renkte telefon ahizesindekiler gibi kıvrım kıvrım yaptığımız kabloları bağladık, sonra onları yassı pile yapıştırdık. Pilin kutuplarından çektiğimiz iki küçük kabloya da kırmızı ışığı takıp bombamızı hazır ve çalışır hale getirdik.
Sonra, okulun karşısındaki bina henüz inşaat halinde olduğundan, kimseye zararı olmayacağını düşünerek bombanın miktarı ve patlamanın şiddeti konusundaki tereddütlerimizi de sildik aklımızdan... Son bir toplantının ardından bütün olumsuz olasılıklar silinmiş bir şekilde gece 11 civarında olay yerine geldik. Aşağıda iki gözcü bırakıp
sen zamanı olmayan zamansız bir yerindensin ömrünün'le yukarı çıkıp pankartı oraya güzelce bağladık. Bombayı da dışarıdan görünecek şekilde sarkıttık.''
Bizim sınıf arka tarafa baktığı için o an olup bitenden haberdar değildik; ama cadde tarafı sınıfların okulun bahçesindeki ağaçları göz önüne aldığımızda, özellikle üst kattakilerin şanslı olduğunu biliyorduk. Teneffüs ziliyle okul bahçeye yığılıp olayı izlemeye başladı.
Polis bir yandan kalabalıkla uğraşırken, bir yandan başına ilk kez gelen ve eğitimsiz olduğu bu konuda elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Bu günkü gibi bomba uzmanları henüz her ilde ilçe de konuşlanmadığından ve yeterli sayıda olmadıkları için, bombalar konusunda reytingi yüksek bir ilden ya da ilçeden uzman bekleniyordu sanırım. Zilin çalmasının ardından sınıflarımıza döndük.
Öğleden sonra, okul çıkışında, bombanın katında polisleri gördük; pankartımızın iplerini kesiyorlardı. Pankart, polis eline düşmenin gururu ve görevini yapmış olmanın mutluluğu ile ağzında sloganlar, elinde zafer işareti, sesini kısmaya çalışan polislere inatla direnerek ve hepimizin ortak zaferine gülerek aşağı indirildi. Alkışlar eşliğinde bindirildiği polis aracından bir kahraman edasıyla son kez dönüp bize göz kırparak el salladı.
Yüzlerimizde iyi bir iş başarmanın, tüm fraksiyonları kıskandıracak bir eyleme imza atmış olmanın haklı gururuyla ve tebessümle ona bakarken, yanımıza gelen
sen zamanı olmayan zamansız bir yerindensin ömrümün'e gülerek tebriklerimi yollayıp fırsatın ganimetinden yararlanarak ellerini avuçlarıma aldım. Biz üç arkadaş gülerek ve keyifle yürürken, arkamızdan yükselen müzikle birlikte perdeye "son" yazısı yansıdı. Hayatın ışıkları yandı. İzleyiciler usul usul olay mahallini terk ederken, perdeye şu yazılar düşmekteydi:.
Sen zamanı olmayan zamansız bir yerindensin ömrümün: Bu olaydan sonra üniversite için bir büyük kente gitti. Hep karşı durduğu sistemin içinde görev aldı. Kariyerinde doruk yaptı. Önceki yıl doç pikapla çakma otobüsü iten çocukla bir yemek yediler. Zaman zaman görüşmekteler.
Sıra arkadaşı: Bir süre içerde yatıp çıktı. Doç pikapla çakma otobüsü iten çocukla yıllar sonra yolları aynı meslekte kesişti. Çocuğun zaten o işi yapacağı alnına yazılmıştı. Ama ötekinin ki büyük bir sürprizdi. Zaman zaman görüşüyorlar.
İnşaatın bekçisi: İlk işini bir sigara karşılığı olarak yaptıktan sonra inşaatın malzemelerini para karşılığı satarak elde ettiği sermaye ile silah işine girdi çok zengin oldu inşaatlar yaptı, şimdi öteki dünyada hesap vermekte.
Bomba: İnşaattan alınıp bölünen kiremidin her parçasının bir eğe yardımı ile düzeltilmesinden elde edilmişti. Yani bomba sanılan şey kiremit parçasıydı efendim:)) Ama bu gerçeği kimse kimseye söylemeyerek; iki tarafta, yani hem polisler hem pankartı asanlar; hem bulundukları camialarda popülaritelerini artırdılar, hem de kahramanlıklarını tarihe yazdırdılar.:))
Sen Zamanı Olmayan Zamansız Bir Yerindensin Ömrümün;Neyleyim Ben;)kimdir için; tıklayabilirsiniz:))