2 Ocak 2009 Cuma

Taraf Tutmak...


Sanat, totaliter politika, siyaset ilişkileri üzerine olayın farklı yanlarından sorgulamaları olan, biraz emek ve ilgi isteyen bir ritimle ve neredeyse tek mekanda geçen bu film: Usta bir yönetmenin iyi oyuncularla kotardığı, sanat toplum için mi, sanat sanat için mi yoksa sanat iş birlikçi mi ile militarist ve düz bir mantık nereye ve neye bakar üzerine yanıtları olan...

Sanatçının ve sanatın işlevini; mesleğine bağlı toplumun iki tarafınca da sevilen 20. yüzyılın en seçkin orkestra şeflerinden biri olan Wilhelm Furtwangler'in ülke siyaseti içindeki duruşunu, kariyer mi yoksa bir başkaldırı mı ikileminde sorgulayan, aynı koşullarda siz olsaydınız ne yapardınızı izleyiciye sorgulatan...

İnsan (Amerikalı bir binbaşı, nazilere başkaldırmış bir vatanseverin sekreter kızı ve Alman asıllı Amerikalı bir başka subay) karakterlerinin yetişme tarzları ve algılamaları örneklerinden yola çıkarak, aynı olayı farklı insanların farklı anlamlandırabilecekleri gerçekliği üzerine tezleriyle usul usul izleyiciyi besleyen...

İnsan olmanın düşünme olgusuna ve bu olgunun farklılıklarına göndermeleri olan...

Görkemli bir müzik eşliğindeki finalinde, sanatçının suçlu ya da suçsuz olduğu üzerine keskin yanıtlar vermeden; görkemli mekanlar, diyaloglar ve tiyatro tadında usta oyunculuklar sunan; psikolojik gerilimi ve müzikleriyle bir şölen halinde süre giden ama izlenmesi kesinlikle emek isteyen; düşünmeye ve sorgulamaya meraklı izleyicinin seveceği, Istvan Szabo'ya'’2002 Mar del Plata’da En İyi Yönetmen'' ödülünü kazandırmış çok güzel bir filmdir.

Diyaloğa dayalı, karakter analizleri ve ideolojik sorgulamalar yapan filmlerin temposundan rahatsız oluyor, ben sadece vakit geçirmek ve eğlenmek için film izlerim diyorsanız da izlemeyin!

Yönetmen: Istvan Szabo.
Senaryo: Ronald Harwood.
Görüntü Yön.: Lajos Koltai.

Oyuncular:Harvey Keitel (Steve Arnold), Moritz Bleibtreu (David Wills), Stellan Skarsgård (Wilhelm Furtwängler), Birgit Minichmayr (Emmi Straube), Ulrich Tukur(Helmut Rode), Oleg Tabakov (Kolonel Dymshitz)

1 Ocak 2009 Perşembe

Bu Kısa Filmi İzlemelisiniz...

Eğer ilerde bir gün, bir uzun metrajlı film izlerken; evet bu yönetmenin amatörce çektiği bir kısa filmini izlemiştim, onu tanıyorum demek istiyorsanız,sayfasında duygularımı şu sözlerle ifade ettiğim bu filmi kesinlikle izlemelisiniz:Kesinlikle beklediğimden çok öte olduğunu belirtmeliyim:))İlk andan itibaren genç bir çalışma olmasının heyecanını duyduğumu, ilerledikçe film, nasıl bir emek ve heyecan koyulduğunu hissettim...Tüylerim diken diken oldu:))Çok güzeldi,kamera açılarına ve kameranın kullanımına bayıldım,mekân seçimleri, müzik, senaryo, kurgu, geçişler enfesti...Zaman seçimleri, onlara geçişler, her şey çok güzeldi...Oturup bir teknik analiz yapmanın doğru olmadığı düşüncesindeyim...

Ama filme katılmış ve onun bütün aşamalarındaki heyecanlarınızı hissetiğimi bir kez daha özellikle vurgulamalıyım.Sadece;sanki trende bitseydi daha iyi olurdu diye düşündüm,ki çok iyi bir seçimdi o sahne; ve çok şey anlatıyordu...Final gördüğü anda izleyeceğinin ne olduğunu anladığı bir sahneydi.Ve bence film süresince yaratılan merak duygusunu orada tüketti...Hepinizi kutlarım.Filmin çok iyi olduğuna bir kez daha vurgu yaparken,yolunuz açık olsun diyor;ve bir gün bir filmin altında Mustafa Can Poyraz adını göreceğimi biliyorum:))

Filmi İzlemek İçin Resmi Tıklayın

31 Aralık 2008 Çarşamba

''Küçük'' Bir Dostluk Öyküsü ...Captaiin

Daha önce film yorumları yazdığım yerde, yazılarımdaki dili öven ve bunu neye borçlu olduğumu soran bir mesajla karşılaştım bir akşam. Mesajın sözcüklerinden karşımda kim olduğunu sezmiştim. Ona bir cevap yazdım.

Ve bir gün bir film yorumu yerinde şunlar yazıyordu: ''Başlangıcım; sadece bir “soru”ydu onunla… Söyleyişindeki içtenliğe ve sadeliğe saf bir ilgi duyduğum ve ona ait her metni okuyuşumda yüzümde tebessüme sebebiyet veren, ufak sırlarını paylaşmaktan zevk duyan o ”“güzel insan””a… Zaman önce, cümlelerinin arasında ”Into The Wild” diye bir film ismi okuduğum, benim “sevgili” arkadaşım adına …''

Yaşamım boyunca çok hediyeler aldım. Ufaklı büyüklü ödüller... Ama gözlerdeki ve cümlelerdeki içtenliğin, samimiyetin ve yüreklerin sıcaklığında sunulmuşların değerine, adet yerini bulsun ya da bir çıkar gözeterek verilmiş hiç bir hediyenin büyüklüğü ya da ekonomik değeri ulaşamadı.

Ve bir yazının önünde size adanmışlığa vurgu yapan satırların, o an itibariyle hiç yüzünü görmediğiniz, yüzünüzü görmeyen biri tarafından yapılmasının tadı doyumsuz.

Onu yazı tahtasına yazdığım şu sözcüklerle anlatmak isterim: ''Sitenin en ele avuca sığmazıdır kendisi, onun izlemeye çalışırsanız sizi tık nefes bırakır. Güzel sorar, güzel yazar... Hayata antenleri açık sanırdım kendimi... Onu tanıyınca yetmez olduğunu fark ettim. Felsefe demişim bir mesajımda, artık kurtulamazsınız dedi benden... Karar verdim devletin koruma programından yaralanıp, kimliğimi ve görünümümü değiştireceğim. Onun peşinden koşmak zor, o meraklı bir sevecenlikle inlerinize girmeyi başarıyor, ve çok da iyi yapıyor. Benim arkadaşım; ve ondan çok şey öğreniyorum, buna çok da seviniyorum. Eğer gününüz kötü geçiyorsa bir doz Captaiin yazısı okuyun, ağzınız kulaklarınızla buluşsun; içinize bahar doğsun.. Ama dikkat edin kapatmayı unutmayın, çünkü açık kalabilir!''

Ve sevgili Weltem'in yine onun yazı tahtasına yazdığı şu sözcüklerle devam etmek isterim: ''O bizim grubumuzun, hayat korkuları, okuldan kaçışları, kaptanlık hayalleri, otobüse binip insanları izleme hastalığı olan afacan yazarımız. Bazen kaleminden boyundan büyük laflar çıkarır ve beni nasıl hissetti bunu acaba, yoksa ben duygularımı kayıp mı ettim, neden aynı endişeler yok bünyemde diye bana beni sorgulatır. Bazen de gülümsetip; afferim kız sana, sen mutlaka bir şey olucaksın dedirtip kendimi iyi hissettirir. Varsın kaptan olamasın, kurulması zor hayaller kurmak bile varlığını anlamlaştırıyor onun..)''

Geçenlerde ''HOŞÇAKAL'' yazısını henüz blogda yayınlanmamışken okuduğumda, o an hissettiklerimi paylaştığım bir arkadaşıma ifade ettiklerimle noktalamak isterim yazıyı: ''Çok hoş, okuduğum ilk andan itibaren yüzüme bir gülümseme oturdu, göz uçlarıma da keyfin damlaları... Onda kendimi görüyorum; fırlama halini, duygusal derinliğini acayip seviyorum. Anarşist duruşunu, farkında ve hesaplanmış isyanlarını seviyorum. Yazıp oynamasını, hayatla eğlenmesini; onun büyümesini izlemeyi seviyorum.Çok iyi bildiğim bir senaryonun yeniden çevrimini izlemenin keyfi bu.''

Ve onun HOŞÇAKAL yazısıyla uğurladığı bir dönemden yeni bir çağa açıldığı bu gününü kutluyor. Bildiğim hayallerini gerçekleştirme yolunda başarıyla ilerleyeceğinden hiç kuşkum olmayan arkadaşıma yolun hep açık olsun diyorum

Doğum Günün Kutlu Olsun.

buraneros

İyi ki Varsın Captaiin; Ve Hep Ol; Ol ki Enerjin Işık Olsun Hepimize...

Mutlu Yıllar


La Paragas

30 Aralık 2008 Salı

Düş'e Alt Yazı...3



00:25:26 adamın e-postasına düş(tü)



06:49:21 kadının e-postasına düş(medi)


07:20:13kadının e-postasına düş(medi)



07:21:58


adam sessiz bir tebessümle galiba dedi ...kalktı yürüdü...elleri tebessümde camın önünden dışarı baktı...dün akşam gün batarken birer bacaklarını odun çıtırtılarının yanındaki kanapeye çekmiş yüz yüze otururken;sağ elinin dört parmağının usul bir temasla kavradığı boyunun kalp atışlarını duydu; avucundaki yanağın nefesini hissetti...baş parmağı yanaktan kulağa doğru hareket ederken , gideceği yeri bilen öpücüğü düşündü....alev alev güldü.

07:22:02 kadının e-postasına düş(medi)


08:21:55 kadının e-postasına düş(medi)

Resim Claude Monet
Müzik Christina Aguilera-Back To Basics-2006 albümünden Hurt adlı şarkı.

Noel Baba...



Noel baba üzerine kapitalizmin bir ürünü olmaktan başlayıp din propagandasının yapıldığına kadar bir sürü şey konuşulur. Oysa, onun ve benzer varlıkların ne olduğuna, neyi nereye kadar götürebileceğinize, nasıl algılayacağınıza karar veren sizsinizdir. Eğer kapitalizmin tüketim yönünde bir oyunu ya da düzeni algısıyla bakacaksak; zaten her gün, Noel Baba gibi bir dayanak olmaksızın da reklamlarla beyinlerimize girilip gerekenler yapılıyor. Ben de istersem bu yazıda yılbaşı ve Noel Baba üzerine, ideolojik alt yapımın birikimiyle çok şeyler yazabilirim.

Birileri Noel Babayı ticari anlamda kullanabilir, birileri bunun bir din propagandası olduğunu söyleyebilir. Ben, tüm bunların dışında kalarak, onda simgelenmiş yardım etme, çocukları sevindirme işlevini yerine getirişi ve kızaklarıyla birlikte bütün çocukların algısındaki halini severim. Küçük bir çocukken aklımda varlığını hep sürdürmüştür. Süslü çam ağaçlarını sevmiş, imrenmişimdir.


Bizim yaşamımıza Noel Baba Mussano'yla, biraz da kendi özlemlerimizden de yola çıkarak, istediği treni Noel Babanın getireceğini söylediğimiz bir yılbaşın gecesinde girdi.

Gece boyu sürekli şömineyi kontrol edişi, her tıkırtı duyduğunda kafasını içine sokup bacadan yukarı bakışı, dile getirdiği sözcükleri çok hoştu. Tabi ki uygun saat geldiğinde tren kutusu şöminenin bacasına sıkıştırıldı. Uygun ses yaratıldı.

Onun beş yaşına bile gelmemiş hali, yüzündeki heyecan, şöminenin içine dalışı, uğraşmalarına rağmen onu ordan alamayışı, yardım istemeyi bile zaman kaybı sayan sevinci görülmeye değerdi.

Bu her yılbaşı tekrarlanan bir ritüel halini almıştı ki bir yılbaşı Noel baba bir türlü gelmiyordu. Mussano çocuk heyecanlarıyla bekliyor, beklemenin merakıyla ne yapacağının şaşkınlığında, ortamdan kopmuş ama ortamdaymış pozlarında dolaşıyordu. ''Noel baba gelmeyecek herhalde! " diye sordu. "Sanırız bu yılki felaketlerden dolayı paraları daha çok, belki de sadece o felaketleri yaşayan çocuklara ve Afrika'daki açlığa harcadığından, onların daha acil ihtiyaçları olduğu için, durumları çok daha iyi olanlardan bu yıl oyuncakları esirgedi" dedik... Mussano daha bir şey sormadı ve içeri odasına gitti. Biraz sonra, kumbarasından çıkardığı bütün parayla döndü, paraların tümünü şöminenin içine bıraktı.

O içeri geçtikten bir süre sonra, Noel babanın tıkırtısı duyuldu. Mussano sese koştu. Şöminenin içindeki paralar gitmiş, yerinde ona yazılmış İngilizce bir not vardı. ''Bu ne? '' diye sordu. Ne ki diye alıp, şaşkın maskelerimiz yüzümüzde okumaya başladık.

Noel baba Mussano'ya teşekkür ediyordu; ve davranışının güzelliğine vurgu yapıyordu.

Bu olaydan bir kaç yıl sonra, Mussano'nun okumayı yazmayı yeni öğrendiği dönemde, ülkemiz deprem felaketini yaşadı.

Bir akşam, Mussano elindeki kağıtta bir banka hesap numarası ve tüm parasıyla "bunları bu hesaba yatırır mısın?" diye geldi. Bir miktar parayı onun adıyla o yardım hesabına yatırdım. O, belki unuttu ama onun adına yatırılmış makbuz hala bende saklı...

Ben kendi yaşamımda ve çocukların büyüme süreçlerinde şunu gördüm. Katı, reddeden, yok sayan, kendi ideolojik yaklaşımlarımızla ve onlara farkettirmekten uzak tavırlarla çocuklara bir şey öğretmek zor. Onlarla paralel hareket edip doğru olanı farketmeleri için kanallar açmak gerek... Mussano, Noel baba diye bir şey olmadığını bir iki yıl sonra farketti belki... Ama o bekleme anlarının tadını, sevincini, coşkusunu hiç unutmadı.

Ne olur ki büyükler karışmasa, Noel baba çocukların görmek istediği yerde dursa... Ve çocuklar, hikayelerinde, akıllarında, dünyalarında fazlasıyla var olanın, bir çikolatayla da olsa tadını çıkarsalar.

Ne olur?

29 Aralık 2008 Pazartesi

Ukde

Kar yağışının olduğu bir evvel zaman, yılbaşı akşamında; senin üzerinde 6o ların izlerini taşıyan, kendi güzelliğinle şıklaştırdığın sadelikte siyah tafta bir elbise.. boynunda, iki küçük küpeyle tamamlanmış aynı sadelikte bir inci kolye.

Omuzunda, diz üstü siyah kalın bir manto ve senin kendi saçların... Elinde, yılbaşı şıklığında zarf bir çanta, onu tamamlayan şıklıkta siyah bir ayakkabı; görkemi gölgesinden taşmış büyük ağacın alt köşesindeki küçük Rus lokantasına gidiyoruz.
Mantonu vestiyere bırakıp, o mekânın kendine has soyluluktaki masalarından birine oturuyoruz. Bütün ortamı daha da farklı ruh hallerine taşıyan Rus klasiklerinden oluşan bir müzik çalıyor. Votka eşliğinde mezeleri tadarken, ben seni seyrediyorum.

İçeride, lokanta sahiplerinin ve garsonların samimi telaşları... Mutlu insan sesleri... Her yaştan güzel kadınlarla güzel erkeklerin birbirlerine dokunuşları... Dışarı da kar.

Şık porselen tabaklara soylu tavırlarla servis edilen ara sıcaklar; yanında gürcü şarapları... Sen kadehini dolduran garsona teşekkür ediyorsun, ben seni seyrediyorum.

Lokantanın küçük pistinde ateşli bir tangoyu içimize çeke çeke dans ediyoruz; bütün kokun bütün benliğimi sararak, bütün bedenim teninin sıcaklığını hissederek... Ve ruhum vücudunun bütün kıvrımlarına dokunarak...

Elinin sıcaklığı ellerimde masamıza oturuyoruz. Çeşit çeşit Rus yemekleri geliyor, yanında sıcak şarapla...

Ben seni seyrediyorum; dışarıda kar.

Şampanyalar patlıyor tam onikide; küçük, içten, tutku yüklü ıslak bir öpücükle kutluyoruz birbirimizi... Küçük bir hediye veriyorum sana, gözlerin şehri aydınlatıyor. Ben, seni seyrediyorum.

Kutlamalar bir birine karışıyor. Mantonu alıyorsun. Dışarı çıkıyoruz.

Kar yağışlı, yılbaşı coşkusunun içerilerden taştığı sessiz sokaklarda, sokulgan adımlarla yürüyoruz.

Sen kar manzarası altındaki ırmağı seyrediyorsun.

Ben, seni seyrediyorum.

Dışarıda kar...


Müzik Astor Piazzolla - El Nuevo Tango De Buenos Aires(1995)albümünden Tristeza, Separacion - Part I adlı parçadır.

Düş'e Alt Yazı...2



23:46:47 adamın e-postasına düş(tü)




06:17:22 Kadının e-postasına düş(medi)


07:43:37 Kadının e-postasına düş(medi)


08:12:26

Adam ona ait bir şeye baktı; ve sevindi...

Hem kendi adına hem onun adına...


08:22:06 kadının e-postasına düş(medi)


10:12:17 kadının e-postasına düş(medi)


11:09:22 kadının e-postasına düş(medi)



Resim; Claude Monet
Şiir kimindir bilemedim,bulamadım.
Müzik Nazan Öncel'in Hatırına Sustum albümünden Nereye Gitti Bu Adam adlı şarkıdır.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP