10 Mart 2023 Cuma

Birilerinin Külliyesi Varsa Benim de Külliyatım Var

Bir gün bana dank ediyor ve sürekli kaybolur yazılarım ya da başına bir şey gelir endişesiyle; aralıklı olarak ve biraz da geç kalarak blogu yedeklesem de, bunun dokunulabilir bir şey olmadığını biliyor ve -benden sonra- yok olacağı kaygısını yaşıyorum. Yazdıklarımın kalıcı ve dokunulabilir olmasını istiyorum; çünkü yok olup gitmesini hiç arzulamıyorum. O anki duygularımı ve gerekçelerimi de bloga şu şekilde not düşüyorum.

Yıllar geçtikçe de geride bıraktığım yazıların bir anlamı olduğunu, geleceğe bırakıldığını ve bu anlamda da bir değer oluşturduğunu düşünmeye başladım. Bir de korktum, bunca emek bir gün silinip giderse, diye... Her yazıdan sonra dışa aktar ile blogu -her ne kadar bilgisayar kodları ile olsa da- belgelerime aktarmaya başladım, bununla yetinmedim, daha sonra bir kopya da flash belleğe attım. Sonra birden sayfaların fotokopisini almak geldi aklıma. Hakan'a gittim, çocuklar her sayfanın PDF'ini aldılar önce, sonra da, sondan başa doğru önlü arkalı olmak koşuluyla bastılar fotokopi makinasında. Tam üç cilt A4 boyutunda spiralli kitap oluştu. Dokunmak hoştu!



Yıl 2020 

Aradan bir zaman geçince, eylem kaldığı yerden devam ediyor, şu cümleler de sürece ilave oluyor.

Bu kez daha az olduğu için yazılar; üstelik işler bitmiş vaktim bollaşmış, çalışma alanı denize paralel masa olmuşken,  PDF'lerini ben aldım. Flash belleğime yükledim, Hakan'a gittim ve yeni bir ciltte 196 A4 kağıdını önlü arkalı dolduracak kadar, tam 392 sayfalık dördüncü spiralli ciltle eve döndüm. Yaklaşık 1500 A4 sayfalık bir geçmiş var artık. En fazla dört kopya, ciltli kitap hâline getirtmeyi düşünüyorum şimdilerde. Belki gelecek nesillerden de yazanlar çıkar, diyerek mesela, 200 yıl sonra onları okumanın nasıl bir şey olabileceğini hayal ediyorum...

Ve bir de ara sıcak tadında, diğerlerine göre ince bir cilt daha ilave oluyor külliyata pandemi öncesinde. Bu süreçte yoğun bir iş dönemi nedeniyle bir yılı sıfır, önündeki iki yılı da az sayıda yazı ile geçmenin ardından...



Ve Yıl 2023

Aylardan Mart



Yoğun iş sürecinin ve yavaş hayat planlamalarının ardından ve kısa son ciltten sonra yazılara hız veriyorum; biriken yazı sayısı epeyi gelişiyor; ve bundan iki hafta önceye varıyorum. İstikamet yeniden Hakan, çocuklar kaldığı yerden itibaren PDF'leri sayfa sayfa kopyalarak almaya başlıyorlar. Ve dün mutlu son. İki kocaman, öncekilerin üçüne bedel sayfa sayısı olan yeni ciltlerimi de kapı teslimi alıyorum.


Mutluyum, iyi ki geç de olsa bulaştım "sanal" aleme diye seviniyorum. Daha çok da bu sayede tanıdığım her yaştan nitelikli dostların varlığına... Sonra, 15 yılda yazdıklarımdan, bir anlamda da yaşadıklarımdan kaç cilt kitap çıkacağını hesaplıyorum ve bir tahmin yapıyorum. A4'leri kitap boyutuna indirip görselleri çıkardığımda en az 15 kitap yazmışım diye düşünüyorum.

Üstelik tümüyle gerçek hayat!

Eğer "sanal" aleme bulaşmasaydım, -acı gerçek şu ki- tek sayfalık bir "külliyatım" bile olmayacaktı!

Oysa şimdi...


Elbette durmak yok!

Yola devam...

8 Mart 2023 Çarşamba

Enfes Bir 'Yaşamak' Akşamı

4.Mart.2023

Yazıya sondan başlamalıyım diye düşünüyorum çünkü çok ilginç bir kadınla tanıştığım, şaşırtıcı, bir o kadar da gülümseten bir akşamdı yaşadığım.

Öncelikle Yaşamak'ın hayatımda izlediğim en etkileyici filmlerden biri olduğunun altını kesinlikle çizmeliyim. Bir denklik hali miydi film sonrası istasyona giden üst geçitte yürürken ve sondaki asansöre yaklaşırken yaşadıklarım bilmiyorum; kaderime dahil bir planlamadıysa da enfes bir sinema akşamının ardından gelen bu rastlaşma şaşırtıcı, çok ama çok enteresan, üst geçitte başlayıp bizim istasyonda inmemle biten ve özellikle bitmesini istediğim, kelimelerin bir türlü sonlanamadığı ve girdabından kurtulamadığım, uyanmak isteyip de uyanamadığım bir rüyaydı sanki: Çünkü trene bindiğimde uzaklaşmak istediğim ama beni oturmam için boş olan yan koltuğuna çağıran çok ama çok enteresan, kariyerli bir hanımefendiydi...



*
Evden çıkıyorum ve trene doğru keyifle yürüyorum. Enfes bir bahar akşamı sanki. Kışa dair hiç bir iz yok. Montum sırt çantamın askısında, etrafın tadını çıkarır vaziyette yürürken ve biraz geç kaldığım için klasik sinema alışverişini bizim mahallede yapsam diye düşünürken kendimi istasyonda buluyorum. Tren sakin. Maskemi takıp oturuyorum. Kitap okuma arzum tereddüt içinde... O halde manzaranın tadını çıkaralım. Sevdiğim bir ülke edebiyatından, çok severek okuduğum roman bu güzel, o an için  enteresanlaşacağını düşünemediğim akşama dahil. Keyfi çıkarılan bir yolculuk ama biraz da geç kalma, 19:35 seansına yetişememe endişesi...


Neredeyse ucu ucuna varıyorum AVM'ye. Önce sinema katına çıkıyorum, çünkü klasik sinema alışverişi için zaman sınırlı. Benim tatlı gişecim bu akşam yok. Başka tatlı bir gişeci gülümsedi. İnsan gişe önündeki kuyrukları arıyor sanki... Ama bu akşam olsalardı işime gelmeyeceği de kesin, çünkü yirmi dakikam var. Bilet cepte, o halde Migros'a, klasik sinema alışverişine... Hızlı hareket ediyorum ve Migros'tayım lakin kuyruk-zaman ilişkisini kurunca filme geç kalacağım kesin. Suyum bile yok! Yeniden sinema katı ve koltuğumla selamlaşma. Özlemişiz birbirimizi; geçen hafta film olmadığı için 15 gün uzun gelmiş ve hasret biriktirmişiz anlaşılan.

An itibari ile beş kişiyiz, bu da bir gelişme!

Enfes bir müzik ve enfes bir açılış sahnesi ve akabinde bir kısa tren yolculuğu, kompartımanda takım elbiseli ilginç karakterler, filmin geçtiği dönemle uyumlu bir renk filme yönelik önemli mesajlar veriyor. Biz bir genç adamla tanışıyoruz, o an için bir fikrimiz yok, belki sonra gönlümüzü çok hoş tutacak bir âna tanıklık edebiliriz. Süreç içinde bir de genç kadınla tanışacağız, sonra başka bir genç adamla... Şu an bunlara dair nasıl duygular oluşacak bünyemizde bilmiyoruz.

Ama ben şaşkınım. Çünkü bir izleyici olmaktan çıktım. Filmin o kadar içindeyim ki zihnimde filmin içinde kalarak yaşadıklarımın dışında hiçbir şey yok. Hani bazen gözünüz filmde olur da o sırada zihninizden film dışında başka şeyler de geçer ya... inanın filmin son harfi geçene kadar belki de, ilk kez ya da nadiren olur biçimde konsantreyim perdeye... Oradayım ve çıkmaya da hiç niyetim olmadığı gibi bunu düşünecek fırsatım da yok. Tüm oyunculara sahicilikleri konusunda bayılmış durumdayım. Zevkten ölüyorum çünkü film, film olmaktan çıkalı çok oldu ve ben o zaman diliminde, orada ve yaşananlara dahil olmuş, tüm tanıklıkların gerçek olduğu enfes bir deneyim yaşamaktayım. Ve tüm bu anları şahlandıran bir müzik akıyor kulaklarımdan sızarak, içime.

Bill Nighy performansı için söyleyecek tek kelimem yok. Çünkü bir kelime edersem nerede duracağım şüpheli ve endişe verici bir durum okurlar için. Muhteşem diyeyim de siz anlayın.

Margaret Harris, yani genç oyuncu Aimee Lou Wood, abla sen iki karakterli ikiz bir insan mısın dedirtecek kadar şaşırtıcı. İnsan bir rolü bu derece mi sahici kılar demek istemiyorum, çünkü öyle.

Sanmış olmalıyım ki şu dünyada aynı genç kadından iki tane var ön kabulüyle  bunlardan biri perdedeki Margaret, diğeri de perdede Margaret ama gerçek hayatında Aimme olan iki farklı insan ama aynı bedende yaşayan çift karakterli ikizler diye düşünüyorum...

Gerçi altını çizdiğim bu özellik finalde göreceğimiz polis memuru dahil bu filmdeki tüm karakterler ve oyuncularda da var. Mesela Alex Sharp, genç bir oyuncu, filmde işe yeni başlayan memur Peter Wakeling. O da Aimme gibi. Sevimli ve çok sahici.

Lakin yazasım çok ama frene basmam da gerek. Elbette Billy Nighy yani Williams, oyunculuk performansı muhteşem; ama o karakter! Williams işte! Nasıl hiç çaktırmadan ters köşeye yatırdın bizi abi demeden edemiyor ve buna bir de "İyi ki!" eklemeden duramıyorum. Mıh gibi çakıyor kendini ama ters köşeye bizleri yatırması da yönetmen Oliver Hermanus'un başarısı. Ve filmin Emilie Levienaise-Farrouch elinden çıkmış, müzikleri, şarkıları... Onlar da mıh gibi çakıldılar zihnime ve hâlâ bırakmış değiller beni. Lakin filmin bir noktasına geliyoruz ki orada hayallerim yıkılıyor, böyle mi bitmeliydi bu film diye yönetmene çakıyorum. Öylesine filmin içindeydim ki süre tahmini bile yapamıyorum. Çünkü genel akışa ve biriktirdiklerimize bakılırsa film bitti.

Kızgınım ve toparlanma için kapanış jeneriğini bekliyorum ancak sanki film o sırada yeniden başlıyor. Peter kış bir havada yürüyor, biz de onla birlikte yürüyoruz. Atmosfer etkileyici, bir yere varıyoruz, gözlerimiz nemleniyor. Tüylerimiz ayaklanmaya başladı. İçimden bir ses "Tapılacak adamsın Oliver Hermanus," diyor ama ben çoktan perdeye sıçramış ve filme gömülmüş durumdayım. O sıra daha önce hiç görmediğimiz bir polis memuru yanaşıyor, insanın içine işleyen mekân seçimi, hava ve flashback'ler, veee...?!

Yüzümde enfes bir tebessüm, tüylerim diken diken... sahne, an, müzik, salıncak her şey ama her şey ayakta. Duygular bir kez daha şelale ve içimde alkış kıyamet.

Aslında filmin ikinci çevrim olduğunu biliyorum giderken, bu sinyali afişten almıştım zira. Ancak izlediğim Yaşamak önceki imzalara rağmen bana bir de o filmi izlesen duygusu vermediği gibi, buna en ufak bir niyetim bile yok. Bu filmden aldığım tat bana ömür boyu yeter çünkü. Bir kıyas için izlersem eski çevrimini şu anki, yukarı satırlardaki duygularımın erozyona uğrayacağını ve filmin kattığı unutulmaz tadı zedeleyeceliğini ve onun bu özel halini bende yok edeceğini biliyorum.



Ahh Benim Kör Olasıca Cazibem İşte!

Asansöre binmek üzereyim, biraz önce mendil sattırmak perdelemesiyle dilendirilen çocukların önünden geçtim ve an itibariyle pahalı giysileri olan çok şık bir hanımefendi söylenerek asansöre, dolayısıyla bana yaklaşıyor. Çocuğun annesine hasta olacağının altını çizerek ayar verirken kendisinin doktor olduğunu da söylemiş. Allahtan asansörün yol alacağı mesafesi kısa diye düşünüyorum, bir iki kelam bu mevzuda, sonra kurtuluş. Umudum bu! Çünkü filmin üzerine hiç bir şey bulaştırma niyetim yok. Tren akıp giderken de ben filmi yaşamaya devam edeceğim. Çıkınca asansörden hanımefendinin aksine karşıya geçiyorum. Kartımı okutup son vagona denk gelecek banka oturuyorum; elimde çıkarken Migros'tan aldığım lokmalık havuçlu kek paketim var ve atıştırıyorum. O sırada hanımefendi istasyona giriş yapıyor, elinde bir soğuk çay kutusu var. Yürüyor, yürüyor ve dank diye benim banka konuşlanıyor. Konuşkan bir abla, ona paketi uzatıp kek ikram ediyorum; teşekkür ediyor ve istemiyor. Beyinci olduğunu öğrenmiş durumdayım. Benden üç dört istasyon sonra ve sahilde oturuyor olduğunu da biliyorum artık. Kızlarından biri de doktor, damadından şikayetçi, karşı tepelerde bir ev yaptırıp orada yaşamayı düşünüyor. Çünkü şimdi trendeyiz ve ben başka bir koltuğa yönelmişken hanımefendi seslendi ve yanındaki boş koltuğu işaret ederek beni davet etti. Yol boyu sohbet koyu, her konu açılıyor rahatlıkla, damadın uyuşturucu kullanıyor olmasının yanı sıra, yedi sülalesini ve servetin boyutunu da anlamış durumdayım, lakin gözüm de ekrandan akan istasyon adlarında. Hanımefendi, elbette gençliğinde, yani 18-20'lerdeyken adını söylediği ama benim aklımda tutamadığım bir güzellik yarışmasında birinci olduğunu söylemeyi de, elbette hakkı olarak, ama tatlı bir üslupla ve bir genç kız edasıyla söylemeyi de ihmal etmiyor.

Üç, iki, bir derken kalkıyorum, tanıştığımıza memnun olduğumuzu karşılıklı olarak beyan ediyor, iyi akşamlar diliyoruz.

Eve doğru yürürken ve bu rastlaşmaya gülümserken markete uğruyorum ve bir adet Schweppes mandalina alıyorum; yatağıma uzanıp günü zihnimde akıtırken, telefona uzanacağım ve Enn Sevdiğim Kadın'ı arayıp ona filmi ve tanışıklığımı ballandıracak, tanıyıp tanımadığını soracak, O'nu da bir masalı dinler gibi keyifle dinleyecek ve hayaller kurarak uykuya doğru yol alacağım.



7 Mart 2023 Salı

Ben Biliyordum

11 Haziran 2011'de demiş ve yazmıştım!



Bundan 2,5 yıl önceki yerel seçimlerde mutsuzluğumu ifade eden, "Oyumu mu kullandım, yoksa birileri beni mi kullandı?" başlıklı, kendimle hasbihal eden bir yazı yazmıştım. Oysa yarın sandığa giderken, daha ziyade oyumu atarken, fena halde mutlu olacağım. Evet, uzun yıllar sonra bir seçime, tıpkı eski günlerdeki heyecanla katılıyorum.

Seçim gecesi planlarımı günler öncesinden ve bir an öncenin telaşlarıyla, kıpır kıpır bir keyifle yapmaktayım.

Uğruna Fenerbahçe maçlarından bile vazgeçebilen ben yarın gece, Behzat'ımı ve arkadaşlarını yalnız bırakacağım. Bu kez biralarımı alıp, üstelik de çeşit yaparak, uzun bir aradan sonra, seçim gecesi yayınlarının keyfini çıkaracağım.

Mussano'nun Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan olduğunda yazdığı "Salakça Bir Mutluluk" başlıklı muhteşem yazısının altına yorum yazan sevgili Ateş Böceği'nin bana yönelik olarak kurduğu; "Bu konuyla ilgili fikirlerinizi şahsen çok merak etmekteyim" cümlesindeki isteğini yerine getirmemiştim ve bunu özellikle yapmış, bekleyip görmeyi tercih etmiştim.

Sıkı bir Baykal ve onun yönetim zihniyeti karşıtı olan, bu konuda da pek çok yazı yazan, onun gittiği gün ülkede ve partide çok şeyin değişeceğine sürekli vurgu yapan benim bu değişimle ilgili olarak, özellikle Kılıçdaroğlu ile ilgili, başlangıçta çekincelerim vardı. Hakkında benden daha derin ve olumlu kanaatler oluşturan Mussano'nun aksine; sınıfın orta sıralarında oturan, harıl harıl ders çalışan, iyi notlar alan, bunların dışında özellikle iletişim kurmak konusunda sorunları olan, sessiz ve asosyal öğrenci gibi görmüştüm kendisini; iyi niyetinden ve çalışkanlığından asla şüphem yoktu. Televizyon ekranlarında belgelerle dövüp siyaset dışını atmayı başardığı siyasetçilere karşı gösterdiği başarılarını da, işini iyi yapan bir devlet müfettişi çerçevesinde değerlendirmiştim. Bizim şehirde referandum sürecindeki ilk mitingini izlediğimde açıkcası yetersiz bulmuştum kendisini. Yani o partinin liderinde olmasını istediğim "karizmayı" ve savaşçılığı kendisinde görememiştim.

Fakat süreç içinde, hiç gürültü patırdı çıkarmadan usul usul tasviye ettiği kişilerin ve siyaset tarzının yerine koyduklarına bakınca, koyduklarından kendi popülaritesini öne çıkarmaya heveslileri de fark ettikçe sessizleştirmeyi başarınca, ve muhteşem ekipler oluşturup şahane bir kampanyanın vitrininde çok başarılı bir meydan konuşmacısı haline gelince, CHP siyaset kavgasını ortaya koyduğu projelerle yapmaya başlayınca, yavaş yavaş kitlelerle kurduğu diyaloğun sıcaklığını gözledikçe, gösterdiği adayların bazılarıyla ilgili itirazlarım ve çekincelerim olmasını rağmen tamam dedim.

Ve şimdi görüyorum ki; malum kişi döneminde hiç olamadığı kadar coşkulu ve inançlı CHP seçmeni... Ve ben gibi; "o adama " onun siyaset uslubuna kızgın insanlar müthiş keyiflenmişler... Ve çok uzun zaman sonra gençler, kadınlar kocaman bir heyecan ve coşkuyla her yerde, her platformda parti için çalışıyorlar... O malum kişi için yazdığım "Asıl Suçlu" başlıkla yazıda olması gerekenler şeklinde sıraladığım bir çok şeyin yapıldığını görüyorum artık. Partinin internet sitesine giren mavi renk ve sitenin modern hali, aslında çok güzel anlatıyor her şeyi; geçmişine saygılı ama çağı yakalamış ve gözünü ileriye dikmiş, önü açılmış çok sayıda potansiyel lider adayına sahip, şikâyet etmektense neyi eksik yaptık diyebilen ve gerçek anlamda sosyal demokrat olma yolunda ilerleyen bir parti artık CHP...

Hep savunduğum, "Türkiye seçmeni her zaman cezayı keser ve bir seçenek arar, onu bulamazsa kötüler içinden iyiye yönelir," tezimle doğru orantılı olarak bugüne kadar, ne yazık ki CHP kendi sempatizanları noktasında bile kendini bir seçenek yapmayı başaramamıştı. Şimdi, özellikle Kılıçdaroğlu'nun şahsına gösterilen ilgiyle birlikte, artık seçmen gözünde önemli bir seçenek CHP. Seçim sonundaki oy oranının benim için hiç bir önemi yok! Çünkü artık Türkiye'nin geleceğinde güçlü ve doğru siyaset üreten, iktidarı telaşlandırıp küfürbaz yapan bir CHP var. Bütün fraksiyoner farklılıklarımıza rağmen bir araya gelerek peşinden koştuğumuz, destek verdiğimiz partinin geri döndüğünün fazlasıyla farkındayım. Ve ben seçim sandığına; kısa pantolonlu militan çocukların, kendi solculuklarından daha geri görseler bile katkı vermekten zevk duydukları, seçim gecelerini bayram yerine çevirdikleri partiyle yeniden kucaklaşmaya başladıklarını hissederek gidiyorum.

Müthiş sevinçli ve heyecanlıyım. Uzun bir aradan sonra sonra ilk kez yarın, oyumu büyük bir zevkle, seve seve kullanacağım.

Ve uzun zaman sonra yarın akşam, şahane bir "TV'de seçim gecesi" keyfi yapacağım.

Nihayet.

4 Mart 2023 Cumartesi

Bir Masalmış Geçen Yıllar

Eski Bir Yazıdan

Güncele ve siyasete dokunuş etiketli yazılar yazardım, tırsmazdım.

Bir darbe yaşamış demokrasimiz anlamsız yasaklarla birlikte ucubeye dönmüş olmasına rağmen, korkmadan yazabilirdik!

Sonra usul usul bir şeyler değişmeye başladı. O güne kadar hiç görmediğimiz şeyler oluyordu ülkede. Birileri zaten barajla kısmen ucubeleşmiş parlementer sistemin altını iyice oyuyordu. Gazetecilerden başladı yıldırmalar... bazı blog yazarı arkadaşlarımız mahkemelerle uğraşmak zorunda kaldılar!

Gençler ellerine verilen oyuncaklarla usul usul depolitize ediliyor, gazeteler el değiştiriyordu.

Televizyonlar başka bir şeye evrildi...

Oysa biz alışkındık her hafta tüm siyasi liderleri açık oturumlarda hem de devletin tek kanallı ekranında tartışırken izlemeye...

Çocuktuk.

Sokaklar boşalırdı o akşamlarda...

Kimse kaçmazdı rakibiyle tartışmaktan. Eğitimli ve kültürlü insanlardı. Her birimiz dünya görüşlerimiz özelinde bir başkasını severdik elbette... Onlar ne kadar ağır laflar etseler de birbirlerine, belli bir kültüre erişmiş, eğitimli, dil bilen, yurt dışı görmüş, mesleki kariyerleri tepelerde insanlardı.

Tartışmaktan kaçmaz, bunu kendilerini topluma ifade edebilmenin aracı olarak kullanırlardı.

İzleyici sevmediğine, tarafı olmadıklarına kızsa da keyif alırdı bu tartışmalardan...

Demokrasimizin kırık dökük kabul edildiği yıllarda bile en muktedirlerin dansöz şeklinde karikatürleri yapılabilir, bu ülkede, tirajları tepelerde mizah dergileri yaşayabilir, evlere gazeteler girerdi. O siyasiler, haklarındaki her türlü eleştiriye açık oldukları gibi, saraylarda oturmayı düşünmezlerdi.

Özel uçakları yoktu, seyahatlerinde Türk Hava Yolları uçaklarını kullanır, maiyet gazeteciliği diye bir kavram oluşmadığı için de bütün gazeteciler ücretleri patronları tarafından ödenmiş biletlerle binerlerdi o uçaklara.

Ellerindeki gücü kullanarak, karikatürlerini yapanları ve haklarında yazanları  mahkeme kapılarına sürüklemeyi de düşünmezlerdi, o günün siyasetçileri... Ancak ahlaki sınırlar aşıldığında ve mesnetsiz suçlar yakıştırıldığında haklarını bağımsız mahkemelerde arar, gazeteler de mahkeme sonuçlarına göre karar aleyhlerinde ise tekzip yayınlarlardı.

Bugünküyle kıyaslanamayacak bir kuvvetler ayrılığı ve uygulanmasında kişiye göre sapmaları olsa da demokratik bir anayasımız, ve kişilik haklarımız vardı.

Barajsız seçim sistemi her oyu anlamlı kılar, belli bir kontenjan dışında milletvekili adaylarını partiler ön seçimle ve üyelerinin oyları ile belirlerdi.

Seçmen, asıl patronun kendisi olduğunu hissettiği gibi siyasiler de bilirdi bunu.

Bakmayın yüksek barajı övenlerin koalisyon dönemlerini yermesine... İstatiksel olarak, çok partili demokrasiye geçtiğimiz süreçteki en yüksek kalkınma hızları hep halkın oylarının koalisyon ürettiği dönemlere aittir.  İşte, 1980 öncesinin Türkiyesi'nden bugünlere bakınca, o gün karşı durduğumuz insanların bugün gidip ellerini öpesim geliyor,

hatta, her türlü eksiğine ve eylemselliğimize rağmen nasıl da kıymetlerini bilememişiz, diye de düşünüyorum!

2 Mart 2023 Perşembe

Blog Dünyasının Ayağa Kalktığı İki Gün

Vakit öğle olmak üzere, dışarının soğuğunun aksi bir sıcağın şefkatinde, elimde kahve kokusu  bloglara göz atarken, bir yandan da  bir raporla meşgulüm. O ara e-postalarıma bakıyorum, -bildiğim yüreği- bir küçük çocuk için atan, en çok da ona ulaşmak maksatlı atıldığı her halinden belli olan, "Falan kişiyi   tanıyan birine ulaşma şansın olabilir mi?" cümlesinin yer aldığı İstanbul çıkışlı, Düş'den gelen e-postada duruyorum. Ona yüklenmiş duyarlılıktan ve endişeden dolayı ricayı görev addediyorum.


Gerçeğin Peşinde




Yayın Tarihi 2011


Saat 10:49:56

Bana ilk fark ettirildiğinde gerçekliğine inanmadığım, en önemli ipucumun blog yazısındaki -özellikle seçildiği duygusunu bende hakim kılan- tarih ve vakit olduğu olayla ilgili  bu talep üzerine; "Şu an işlerim var ama öğleden sonra hallederim, olmadı önemli bir kaynağımı kullanıp kesin sonucu en geç yarın bildiririm," mesajını atıyorum. Verilen ipuçlarının yetersizliği üzerine ek bilgi istiyorum. Daha fazlasına ulaşılamayan ve tahmine dayalı bilgiler üzerine kaynağımı kullanmaya karar veriyorum.

Saat 13:15.21

Numaralarını tuşladığım telefon iki çalmanın ardından açılıyor. "İnanmayacaksın ama şu an arkadaşıma senden söz ediyordum," diye başlayıp "Abi nasılsın?" diye devam eden hasbihalin ardından, bir başka kentte görevli bir istihbarat görevlisine "Bir ad var ama o ad soyaddan da çok insan vardır, eminim! Yani bir de çocuk adı verebilirim sana, yaşadığı yer dahil başkaca da bir şey yok, sadece bir dönem bizim şehirin bir ilçesindeki resmi bir kurumda çalıştığı ancak şu an başka bir şehirde ailesinin yanında yaşadığı konusunda tahmini bir bilgi var. Ailesine ulaşılabilecek bir sabit telefon yeter!" diyerek, neden lazım olduğunu, insanların telaş ve üzüntülerinin altını da çizerek kısaca özetliyorum.  Sevgili ve önemli kişinin "Şu an dışarıdayım. Ofise döner dönmez arıyorum seni..." cevabı üzerine, işlerime dönüyorum.  

Saat 17:22:26

Blog dünyasında yazan insanların duygusallığını, duyarlılıklarını, yazılan mesajlardaki içtenliği, üzüntülerdeki samimiyeti, hiç tanımadıkları bir küçük çocuğa karşı besledikleri şefkati ve sahiplenme duygusunun sahiciliğini düşünürken ve bu insanların yüreklerine bir kez daha saygı duyarken telefonum çalıyor. "Abi meraba," nın ardından bütün bilgileri detaylıca alıyorum.

Tarih 16.11.2011

Saat 09:17:16

Arabayı uygun bir yere park edip, müşterimiz olmuş  kurumlardan birinin kapısından içeri giriyorum. İki yöneticinin adlarını söyleyerek orada olup olmadıklarını soruyorum. Olmadıklarını belirttikten sonra "Yardımcı olabilir miyim?" diye soran genç adama doğrulanan bilgiden yola çıkarak "Falan kişi sizin kurumda mı çalışıyor?" cümlesini kuruyorum." Evet," cevabını alınca olayı kısaca özetliyorum. Başlangıçta arama niyetimin başka olabileceğini düşünerek, bu şüphesini de "Başka bir amaçla aramıyorsunuz değil mi?" sorusuyla açık eden gence olayı anlatıyorum. Yaşadığı yanıtını alıyorum ve buna hiç şaşırmıyorum. Sonra doğru kişi olduğunu teyit için; yazıp çizme işlerinden bahsediyorum. Bir çok iyi niyetli, saf ve temiz duyguların sahibi her yaştan insanın endişe içinde olduğu vurgusunu yapıyorum, aileye ulaşıp taziye bildirme arzularının altını çiziyorum. Bir de telefon numarası alarak ve karşılıklı gülüşerek ayrılıyorum oradan

Saat 10:25:00

İyi yürekli kişiye diğer iyi yürekli insanları haberdar etmesi için olayın gerçek olmadığını belirten mesajı atıyorum.

Saat 10:27:13

"İş yerinden bilmiyor olabilirler mi?" diye gelen ve bir yalana inanmak istemeyen, kişiye de bunu konduramayan  mesajı okuyunca;  insan,  özellikle küçükler için atan kocaman bir kalbe sahip insan olmak böyle bir şey diye düşünüyorum; olaya dahil olup, duygularını, insana duydukları saygıyı içten ve güzel cümlelerle ifade etmiş, aileye ulaşıp destek vermekten öte bir amacı olmayan iyi niyetli tüm blogger mesajlarına da bakarak...

Saat 11:55:00

"Sanmıyorum. Çünkü  merkezdeki çocukla uzun uzun konuştum. Dediğim gibi önce başka maksatlı olabileceğini düşünerek çekingen davrandı, sonra ben de anlattım durumu ve gülüştük Sonra onun çalıştığı ilçedeki şubenin telefonunu aldım ve kendisiyle görüşmek, insanların samimi üzüntüsünü vurgulamak ve buna bir son verilmesi gerektiğini düşündüğümü belirtmek  için  aradım. Ulaştığım kurum çalışanı hanımefendi "Bugün henüz gelmedi," dedi. Yani dün buradaydı anlamını çıkardım ben bundan, yazısında bahsettiği şehirde değil yani... ayrıca ayın 10'unda intihar eden bir personelin bugüne kadar duyulmaması mümkün değil... Şubesini öğrenince, ki yazılarından da yola çıkarak evinin nerede olacağını tahmin ediyorum.  Bunlar da intihar yoluyla ölümün duyulmama ihtimalini sıfırlıyor. Artı eylemin 10 Kasım tarihinde ve sabahında olması zaten beni şüpheye düşürmüştü. Bi de kişinin yazılarından ve genel tavırından yola çıkarak "insanı" kestirebildiğim için, olağan bir durum diye düşünüyorum yaşanmakta olanları.  Kurumun sitesinde bir bölüm var, orada ölüm haberleri gün gün çıkıyor, orada da yok! Yani 6 gün önce gömülmüş birinin, görev yaptığı kurum ve şubesinin olduğu ilçe, evinin olduğu yer göz önüne alınınca duyulmama ihtimali sıfır," mesajını, çalıştığı yerin de telefon numarasını ekleyerek gönderiyorum.

Saat 12:13:15

New York Üçlemesi adlı kitaptaki kahramanlardan birine atıfla  "Olası istihbarat durumlarında rahatsız edebilirim, benim Paul Auster'im olur musun?" mesajına gülümseyerek bir yanıt yazıyorum.


İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP