16 Ocak 2023 Pazartesi

İyi Planlanmış Bir Gün


Merakım özellikle veya sadece sinema ve filmler derseniz ve arzu ederseniz, sizi Çifte Kavrulmuş Ben Buna Derim başlığına alalım!


Cumartesi günü için hazırım. Hava bahar tadında ve pırıl pırıl, güneş kışkırtıyor. Huzur tavanda ve her şey yolunda. Kısa bir plan yapıyor ve kendimi akışa terk ediyorum. Sinemaya gidilecek, film net, aceleye gerek yok ve 17:45 seansı uygun. Film sonrası keyifler belli. Bitirilemeyen kitap ve bir kitap daha sırt çantasına... 16:30 civarı yolcu yolunda gerek.

Yol keyifli. Maç günü ve film çıkışını denk getirmemek gerek. Terasta kahve, kitaptan bir kaç sayfa, akabinde boşalmış stadyum ve sakinlemiş trenler.

AVM'de ve Migros'tayım. Klasik sinema alışverişi. Gişedeyim ve sıra var. Filme ise çok az süre. Yetişmem zor. Benim kız yok. Üst kata çıkıyorum, bir tur atıyor ve rastlaşıyorum. O sakinleştiğini söylüyor ve iniyorum gişelere, normal şartlarda az kişi, bir bilet kesmekle bitse iş süre yeterli ancak, mısır içecek ister misiniz sorgu suali, koltuk seçme konforu, kuyrukta bir kişi yerine ailece bekleyen ve her kafadan ayrı koltuk sırası çıkan kararsızlıklar nedeniyle sıranın film başlamadan bana gelme olasılığı sıfır. Filmimin başladığını ve izin veririlerse biletimi şıp diye alacağımı söylememe rağmen kısa kuyruğun ilk sırasındaki şahıstan itiraz geliyor. Üstelemeye, filmi geç saatte izlemeye, boşa vakit harcamaya gerek yok.

Ve program iptal.

İstasyondayım. Trenler sık geliyorlar ama taraftar doluluğunda, bir kaç tren sonra sakinleşiyorlar ve trendeyim...



Gün Pazar

Şu an 17:30 için biletim cepte, çünkü dün biraz oyalanmış, kısa kuyruk boşalınca bugün içinki biletimi almıştım; üstelik gişedeki genç kızın hatırlatması ile sinema puanlarım kullanılmış, bilet de bedavaya gelmişti.

Günün akışını belirlemiş durumdayım. İlk durağım bir pastane, o nedenle Cumhuriyet Meydanı istasyonunda ineceğim ve Leylak Dalı öğretmenimizin Pastaneli Post* başlıklı yazısına yazdığım yorumdaki "Şimdi sizin yazınızı okuyunca uzun zamandır düşündüğüm ama bir türlü fırsat yaratamadığım bir pastaneye salep içmeye gideceğim yarın; 1924 kuruluş yılı ve ben kendimi bildiğimden beri aynı yerde," diye kendisinden bahsettiğim pastanede epeyi zaman sonra salep içeceğim. Parkın içinden geçerek yürüyorum. O sırada aynı yorumda adını vermeden söz ettiğim ama artık belli bir neslin anılarında olup da var olmadığı köşeye gelince, Şato Pastanesi'nin ruhuna, tıfıl çağlarımda yaşattığı keyifler için bir selam çakmayı ihmal etmiyorum ve Birtat'dayım.


Parkın içinden fotoğrafını çekerken 1926 tarihini fark ediyorum. Karşıya geçiyorum ve parkı gören bir masaya oturuyorum.

"Bir salep lütfen."

Salep olmadığı yanıtı şaşırtıyor beni. Genç adam geçmişi hatırlıyor mu acaba? Aslında ikinci kuşağı arkadaşlarım, muhtemel ki bu genç de üçüncü nesil çocuklardan biri. O halde limonata diyorum, o da yok. Soğuk nedeniyle diye çok absürt bir yanıt alıyorum ve üstelemiyorum. Masaya bir Trileçe istiyorum ki o da bizim geleneğimize sonradan giren bir gözde. O ara içeri giren müşterilerde dikkati çeken bir özellik var, aynı kuşağın gençleri olmamız. Birtat ortamının tadını onlar ve buraya özgü geleneksel pastalar sayesinde alıyor, bir cevizli ve bir de üzeri toz şekerli pastadan paket yaptırıyor ve illaki salep diyerek yeni hedefime, sevdiğim noktalardan birine doğru yürümeye başlıyorum.



Promosyon Çağı

Gün sakin, güneş pırıl pırıl ve insanlar dış masaları tercih etmişler. Her zamanki masama yerleşmeden önce iç kısma geçiyor, "Salep yazıyor ama var mı?.." diye soruyorum çünkü olması gereken yerde olmayınca bir acaba bünyede türemiş durumda! Cevap olumlu olunca "Bir salep lütfen," diyorum ve masama oturuyorum. Üzerine sıkıntılı cümleler yazdığım kitabım Çocuklar İçin Bach masanın üzerinde, bitirmek için azimliyim. Salebim gelince de toplu bir fotoğraf şart oluyor. Bol tarçın döküyorum ve pastaları ve artı görevi tamamlanmış Bach'ı sırt çantasına yerleştirip, salep eşliğinde yeni kitapla başbaşa kalıyorum.

Şimdi gardayım. Şu Amasya'da bir hafta sonu hayalimi yaz gelmeden gerçekleştirmek istiyorum ve tren saatlerinin güncel durumunu bilmem gerek. Film saatime biraz daha var ve bir istasyon geçtikten sonra AVM. Bilet cepte rahatlığı ile parkta biraz daha kitap okuyorum. Sonra tren, ve AVM. Bu kez bir klasiği tarihime kayıt düşmüyor ve atıştırmalık almıyorum. Çifte kavrulmuş için kuyruktayım ki sakin saatler... Günle ortaklaşmaya kararlıyım ve ortaklığımızın muhteşem bir tatla süreceğinden ve unutulmazlarımızdan biri olacağına neredeyse eminim. Bu inançla sinema katına çıkıyor, biraz teras keyfi yapıyor, sonra içeri geçip filme kadarki sürede kitabıma devam ediyorum.

Ve o sırada yemek işini aradan çıkarmam gerektiğini fark ediyorum. Mc Donald's'dayım ki bizim burgerciler türediğinden beri uğramadığım bir yer lakin biletle verilmiş bir promosyonum var! Tatsız bir atıştırma ama bir de atasözümüz vardır ki o baldan tatlıdır der! İğne atılsa yere düşmeyecek bir halde yemek katı, bir masa buluyorum şükür ki, birine oturuyor, diğer sandalyeler için aranmakta olan beyefendiye alabilirsiniz hepsini diyerek sırt çantamı masanın üzerine, burger tepsimin önüne koyuyorum. Vallahi de hem kalabalığın hem de zevksiz burgerin tadını çıkarıyorum ve salondayım ve elbette bir hafta sonra D-3'ümle sarılıp kucaklaşıyoruz.



Çifte Kavrulmuş Ben Buna Derim


Salonda beş kişi oluyoruz, bugün kalabalığız yani! Arka sıramda iki tatlı genç kız, üst sıralardan birinde de bir çift, önümdeki geniş koridordan sonraki, eskilerde duhuliye dediğimiz ama tabii ki o yıllardaki gibi koltukları sırf tahtadan olmayan dört sıranın en sonunda da bir beyefendi oturuyor; kötü niyetli ben onun kazayla bu filme geldiğini düşünüyor!

Film başlıyor, 16+ ibaresi var ki bu şiddet içerdiği manasında... Perdede kırmızı rengin hakim olduğu, canlıların bir görünüp yok olduğu, gerilim yaratan bir müzik eşliğinde ve klip tadında görüntüler geçidi var. Etkileyici bir açılış ve sıklıkla karşılacağımız kırmızının tonu muhteşem. Çok hoş bir kadın var, ve Aİ; iki ana karakter diyebiliriz. Elbisesi kırmızı, duruşu ve kendisi pek hoş!

Film ilerlemeye başlıyor, o sırada bende de bir sıkıntı başlıyor. Nereden düşürdün bizi bu filme diyen bir ben yine meydanı boş buluyor. Hani tecrübem olmasa ona katılıp atacağım kendimi dışarı. O zorladıkça çıkmak için beni, elimin tersiyle çakasım geliyor. Lakin kendisi baskın da bir karakter, dolayısıyla ona uymak istemeyen ben, kuyruğumu kısmış durumdayım.

Derken ve görüntüler netleştikçe anlıyorum ki aslında bir ihtiyaç olan ama benim ukalamın sıkıldığı bu önsöz: bizi enfes bir filme hazırlıyormuş, ve sabreden dervişleri de murada erdiriyormuş.

Aİ anadan oyuncu olarak doğmuş kesin. Ben oyuncuyum diyen bir yığın eşşek görmüş şahsım, bu eşşeğin önünde saygıyla eğiliyor. Altını çizeyim ki "Bu neydi şimdi?" denecek, bir yere bağlanamayacak sahneleri var filmin! Son zamanda izlediğim filmler nedeniyle kurduğum bir de cümle var ki o da şu: Bu bir sinemasever filmi, film sever değil! İşte bu film katmerlilerinden biri; tatlı gişecimin Başka Sinema filmleri için pek tatlı bir edayla kurduğu cümlesindeki sanat filmi vurgusu gibi.

Her biri enfes, klip tadında, doğayla ortaklaşmış sahnelerdeki dron çekimleri beni benden almakla kalmadı Pawel Mykietyn elinden çıkma müziklerin görkemiyle her seferinde tüylerimi diken diken yaptı, yönetmen Jerzy Skolimowski'yi çok alkışladım, Isabelle Huppert ile karşılaşmak pek hoştu. Kontrolü tümüyle duygularıma kaptırmıştım ve ben tümüyle devre dışıydım. Hayatımın en keyifli akşamlarından birini yaşarken muhteşem bir görsel şölene de  keyifle  tanıklık ediyordum; olağanüstü bir sinema keyfiydi aldığım. Başlangıçta bu ne şimdi, bu kim, ne iş bu gibi sorular yaratan tüm sahneleri bünyemin derleyip toparladıktan sonra yaptığı sunumla filmin bana anlattığı her şeyi kavramış olduğumu da fark ediyordum.

Lakin tüm bunlara, yaşadığım keyfe, geçirdiğim akşama ölüp bitmeme rağmen günaha girmek de istemiyorum; şiddetli bir aşkla izlediğim, zevkten kaç köşe olduğumu hatırlayamadığım bu film için ne yazık ki şiddetle öneririm değil, öneririm kelimesini bile kullanmıyorum! Ve şimdiden ilan ediyorum ki, yıl ne gösterir bilmiyorum ama... laparagas.blogspot.com'un 2023'ün en iyi film ödülünün şu anki favorisi olduğunu biliyorum. Ve bir kırmızının tonu bu kadar mı güzel ve fotojenik olur deyip önce noktayı koyuyor ve ardına da filmden bir müziği, yüksek sesle dinlenmesi tavsiyesiyle şuraya bırakıyorum.



Salonu terk ederken kızlara soruyorum, çok beğendiklerini biliyorum ama altını nasıl çizecekler merak ediyorum. Bense fikrimi şu cümlelerle ifade ediyorum: Hayatımda ilk defa bir filmin müziklerinin başrolü paylaştıklarına tanık oluyorum.



En Sevdiğim Grupla Oluşan Keyfi Katmerleme

Altıncı salondan son isim perdeden yok olduktan ve ışıklar yandıktan sonra çıkıyorum. Şimdi istikamet 10 nolu salon. Filme 15 dakika kaldı ve telefonumda da bir arama var. Kardeş. Arıyorum, maçı izlemeye gelmiyor musun diye soruyor. Sinemadayım ve şimdi ikinci filme yürüyorum diyorum.


Koltuk numaram bu kez D-5. Aslında perdeyi ortalayan D-6 ancak Öğle Güneşinde Yıldızlar için geldiğim akşam o koltuk geriye doğru yatan bir arıza içindeydi ve zorunlu olarak 5'e geçmiştim; o nedenle de bu kez D-5'i almıştım lakin koridoru yürürken görüyorum ki D-5 artık bir ceset, yaslanma kısmı gövdeden ayrılmış ve boylu boyunca yatıyor. Arka sıramda genç bir çocuk var, durumu anlatıp bir de espri yapınca çok gülüyor. Kendi olduğu sırayı öneriyor ama ben koridor aralığı geniş olduğu için burayı seçiyorum, dolayısıyla bacaklarım özgürleşiyor; teşekkür ediyorum ve 4'e oturuyorum.

Konser başlıyor. O kadar keyifli ki... aslında salonun boş olmasına seviniyorum; enfes bir filmin ardından konseri kapatmışım tadıyla sadece bize söylüyor olmaları şahane bir keyif ve muhteşem bir kayıt. Şarkılar bir bir akıyor, müthiş bir dinginlik coşkuyla ortak ve keyif bundan çok hoşnut; coştukça coşuyor.

Bildik sahne performansı ise dolu bir stadyum keyfiyle artıkça artıyor. Dans grupları enfes, rol çalmadıkları gibi varlıkları grubun önüne asla geçmiyor; şarkılara eşlik serbest; önce varlığımdan rahatsız olurum diye çekindiğini hissettiğim genç arkadaşımla sohbet ediyor ve ona dilediği gibi hareket edebileceğinin sinyallerini yolluyorum ki ikinci yarıda şarkıları mırıldanmaya başlıyor. Bana hayatında kendini en dingin hissettiğin ve çok keyif aldığın hangisi diye sorulsa enfes bir film tadının ardından izlediğim bu konser diyeceğim kesin. Tabii bu keyif bana bir hamle de yaptırıyor ve arada gidip, -elbette promosyon- orta boy mısırlarımı alıyor, koltuğumda biraz daha yayılıyor ve keyfime keyif katıyorum. O sırada çıkış için aklım senaryoyu yazıyor. Konser sonrası Magnolia... Sevgili Şule'den referansla çilekli ama... Bu hayal içindeyken konser bitiyor, AVM'nin kapanmasına 10 dakika var. Hızlı hareket ediyorum ve üst kattan Cookshop'a bakıyorum. Son bir kaç kişi çıkıyor, kata indiğimde ışıklar bir bir sönüyor, çilekli Magnolia da bir başka sefere kalıyor.

Ve bu yazı da enfes konserin son şarkısı ile bitiyor!



*Pastaneli Post

14 Ocak 2023 Cumartesi

Özledik... Mi?



Bir bütün içinden öyle güzel bölümlere ayrılmış ki hem ince bir zevkin hem de görmüş geçirmişlikle eskiye sadakatin birleşimi muhteşem bir sonuç ortaya çıkmış... Hem klas bir restoran hem de keyifli mi keyifli bir kafe... Elbette ki kafe restoran diye bir kavram ve oluşum var. Bir çoğu özel bir yemekteymişiz hissini yaşatmazlar. Karın doyurmak için oradayızdan öte özel ve akılda kalıcı bir keyif anı değildir yaşanan. Ama Linville öyle değil. Romantik, çok özel, inisiyatifin tümüyle elimizde olduğu gerçek bir rüyayı en başında hissettiren, bizi hikâyemizin baş köşesine oturtan, yaşam çizelgemize iz bırakıcı bir çentik atan, adını unutulmazlar arasına yazdıran dördüncü boyuttan bir mekân. Bugünü geçmişteymişiz gibi yaşıyoruz. Öyle hoş bir boyut ki bu; kafe, restoran ayrımı yok. Adının başındaki Kafe tanımının da bir anlamı yok. Burası Linville.*





*Film Tadında Bir Öğle Yemeği!

12 Ocak 2023 Perşembe

Zor Dostum

10 Aralık 2022'de, bir gün önce elime geçen kitaplarımla ilgili olarak şu cümleyi kuruyorum:

"Roy Jacobsen, İtalo Calvino'nun ilk romanı Örümceklerin Yuvalandığı Patika ile Cesare Pavase hariç hiçbirini tanımadığım yazarların kısa kitaplarını tümüyle göz göze geldiğimiz anlardaki hislerime dayanarak seçiyorum. Kısa kitapları seviyorum, çünkü kalın ve güçlü kitaplar sürecine girdiğimde enfes ara sıcak oluyorlar."


Yazımı okuyan ve kitaplara göz atan Leylak Dalı öğretmenimiz de bu kitaplardan günlerdir yatağımı, üstelik kendisine ait olmayan tarafını işgal etmiş olanıyla ile ilgili olarak yorumunda şu ifadeleri kullanmıştı:

"Çocuklar İçin Bach'dan ben pek hoşlanmamıştım, bakalım siz nasıl bulacaksınız. Hepsini keyifle okumanız dileğiyle..."

Bense kısa kitaplar okuma sürecime epey hızlı bir giriş yapmış, ilk kez okuduğum ve tanıdığım Aslı Akarsakarya'nın öykü kitabını bir solukta okumuştum.

Onu diğerleri izlemiş ve sonrasında da günlerdir birlikte uyuduğumuz, yeme, içme, sinema nere varsa her yere birlikte gittiğimiz, resimde görülen kitaba başlamıştım. Hatta geçen hafta cumartesi günü yine sinemada ve Metronom'da onunlaydık; Baydöner'de İskender yedik, biraz tur attık, hadi şımartalım biraz daha kendimizi diyerek Penguen'de enfes manzara eşliğinde sıcak çikolata içtik lakin elime alıp muhabbet bağına girdiğimizde yine bir patinaj, üç beş sayfalık kelâm ve ıssızlık.

Kendisi biraz zorlu bir kişilik fakat ilginç de bir çekiciliği var; tüm burnu havalarda haline rağmen. Çok karakterli ve karmaşık bir okuma ancak tipleri sevdim ve sıklıkla biraz önceye dönsem de; kendisinden bir tat aldığım da mutlak lakin onu bitirebileceğim sürede bir tuğla devirme olasılığım da mutlak, diye de bir kelâm çıkmıştı ağzımdan ancak bir alınganlık nedeni olmasın diye de ona hissettirmemeye gayret etmiş, elime başka bir kitabın değmesine izin vermemiştim.

O günden bugüne kaç gün geçti, normal koşullarda yaşadığımız bir one night stand tadında kalmalı ve an itibariyle aramızdaki ilişkiye dair her şey çoktan unutulmuş, köylü köyüne dönmüş olmalıydı lakin ben henüz, şu yazıyı yazarken yani, onun 60. sayfasındayım; kaç kez de bir kaç sayfa geri döndüm, kalbi kırılmasın diye.

Sevmediğimi de söyleyemem, ilginç ve çok sayıda karakter var; kısa ama gayya kuyusu kitapta.

Çok şükür ki hepsini tüm huyları ile kavramış durumdayım.

Yazarın kalemi ilginç, mevzu da güzel aslında, betimlemeler ânı yaşatıyor ki konsantre olduğumda bizzat kitabın kahramanlarından biriyim, karakterlerle kankalık ilişkimiz kıvamında, üstelik Melbourne'deyiz ancak dostlar gelin görün ki bu kopamama, başka bir kitapla yol yürümeyi düşünmeme halim enteresan. Hani bir bitirsem, Helen Garner ablanın başka kitaplarına da bakacağım ve varlarsa alıp okuyacağım hatta. Bir şeytan tüyü var kendisinde kesin... İşi iyice arabeske vardırmamsa mutlak.

Sürekli başa sarıp dinlemeye başladım bile!



8 Ocak 2023 Pazar

Metronom... nom.... nommm... nommmmmm...

2022 sezonunu Rumen yönetmen Cristian Mungiu filmi R.M.N.'ye yılın iyisi ödülünü vererek kapatan laparagas.blogspot.com, 2023 sezonunu yine bir Rumen yönetmen Alexandru Belc'in Metronom filmi ile açmaktan mutluluk duyar!


Sinema Muhabirimizin Notu:

Sizi dolambaçlı yollara salıp biraz yoracağım ama!

İsterseniz yol yakınken dönün ya da Nihayet Film! alt başlığından devam edin.



Metronom, sabit bir ritim (tempo) elde etmek amacıyla belli aralıklarla vuruş sesleri çıkartan bir alettir. Yunanca metron (ölçü) ve nomos (düzen) sözcüklerinin birleşmesiyle türetilmiştir.

Vikipedi



Varsın düzen/bazlar bizden onu istesin!


17:45 seansı için duş alıp, traş olup hazırlanıyorum: Film ardı keyfine engel, AVM'yi ölü bir toprağa çeviren kapanış ânlarının birbir sönen ışıklarına tanıklık ettiğim müesses nizam saatlerde sinemadan çıkmayı sevmiyorum.

*


Çünkü biz:

... bir mışlı ülkede; daha bıyıkları aşklara terlememiş, hayalleri henüz duvarlara çarpıp un ufak olmamış pırıl pırıl öğrencilerken, ergen yaşların ele avuca sığmaz heyecanlarını kenar mahallelerdeki, fabrikalardaki, tarlalardaki yoksulluğa harcamış gençlerdik.

... cezaevlerinin işkence odalarında en aşağılayıcı küfürler eşliğinde ıslatıla ıslatıla dövülmüş, kanlarına tuzlar basılmış, karakolların küçük odalarında eşleri, kız kardeşleri, nişanlıları yan masalara yatırılmış bir ahlaksızlıkla sorgulanmış, Filistin askılarından taze taze suçlar giydirilmiş cılız cılız bedenlerdik.



**

Tren öncesi yine Sembol'deyim. Su böreği çay keyfi yapıyorum. Film hakkında her zaman olduğu gibi hiçbir yorumu okumuyorum. Sadece okuduğum, film hakkındaki spoiler vermeyen, bir ruh da içermeyen kısacık tanıtım yazısı.

Şimdi trendeyim. Hayatımın en keyif aldığım, toplam süresi 30 dakikayı aşmayan yolculuklarından biri daha... Yanıma iki küçük oğullu, birilerinin serserinin önde gideni diye yorumlayabileceği, belli ki dar gelirli- çünkü az önce birinden borç para istedi telefonla- genç bir baba. Çocuklardan biri belli ki henüz ilkokul öğrencisi. Diğeri ise okula henüz bir kaç yılı daha olan bir bebe. Bu üçlünün buram buram sevgi akan konuşmalarına, şakalarına, çocuklara tanınan özgürlük alanlarına ve ortaya saçılan duygulara, özellikle küçükten babaya gelen öpücüklere doyamıyorum. İçim alev alev, yüzümde sürekli bir tebessüm; aldığım tadı, ilişkilerin güzelliğini sese getirmek coşkusu ile yerinde duramayan bir ben de var ancak ona da sürekli engel oluyorum. Ve onlardan bir durak önce iniyorum. Onlar anlıyorum ki onca yolu eski mahallerindeki berbere gelmek için kullanıyorlar.


AVM cumartesi canlılığında, az önce üst geçite çıkmak için asansördeyken son anda gelen ama asansörü durdurmanın mümkün olmadığı nedenle dışarıda kalan bebek arabalı genç çift için bu kez önünde olduğum ve kapısı açık iniş asansörünü tutuyorum. Beni fark ettiler ve hızlandılar, çok gülümsüyorlar ve elbette teşekkür ediyorlar ve çıkarken de iyi akşamlar diliyorlar.

Önce sinema alışverişi için bir klasik olarak Migros.

Şimdi terastayım.

İki karga bir ganimetle balkon camlarının arkasına konuyorlar. O halde Hindistan cevizli mini kekleri onlarla paylaşabilirim. Kitap biraz zorlu, çok karakterli ve karmaşık bir okuma ama tipleri sevdim ve sıklıkla biraz önceye dönsem de; kendisinden bir tat aldığım da mutlak lakin 101 sayfalık onu bitirebileceğim sürede bir tuğla devirme olasılığım da mutlak.

Filme biraz daha süre var ve Penguen'de bir tur atabilirim. Şimdi sinema katındayım. Az önce yan gişede olan pek tatlı ve adımı artık bilmekte olan genç kadın mısırların başında, gülümsedi. Sohbet hoş, filmi o da izleyeceğini söylüyor. Hoş bi hanımefendi ise sinirli: Salonun onun önündeki kısmı tümüyle küçük öğrencilermiş ve gürültüden filmi izleyememiş ve çıkmış. Mısırlarımı bırak diyorum genç kadına, hanımefendi ile ilgilenmesini istiyorum. Müdürünü arıyor ve telefonla hallediyor; hanımefendiye hafta içi için bir bilet ayarlıyorlar.

Nihayet Film!


Şimdi promosyon mısırlarım sırt çantamda, biraz kitap okuyor ve salona geçiyorum ki bir savaş alanı, çünkü önceki seansta çocuklar film izlemişler. Temizleniyor ve sevgili D-3'ümdeyim. Salonda beş kişiyiz.

Enfes bir açılış sahnesi, sisteme dair simgeleri kullanan bir alan. Sahnenin durağan temposuna ve süresine bakınca ne bu şimdi denebilir mi? Yüksek olasılıkla, ama adımların nizamına lütfen dikkat! Simgesel bir mesajları olabilir... Sonrasında okul, eğitim sisteminin ideolojik hallerine vurgu, yabancı radyoları ve müzikleri dinleyen gençler, aşk, cinsel dürtüler, evde parti falan diye devam eden olağan haller, ülkenin o haline dönük bilgilendirmeler içeren simgesel ama hoş ve kullanışlı metalar perdede resmi geçit yaparken... bir partideyiz. Yabancı bir radyo açık ve Light My Fire çalıyor, The Doors konuşuluyor, dans ediliyor, içkiler içiliyor.

Elbette yasaklı bir durum bu ve karakterler lise öğrencileri, yıl yetmişlerin başı, ki ben bir ilkokullu.

Filmin girişinde radyoda Çavuşesku konuşuyor; cümlelere ve bakış açısına dikkat! Ama başka dallara atlamadan altını çizmem gereken bir karakter var: Ana! Yani genç oyuncu Mara Bugarin:

Muh-te-şem!

​Hem Ana karakteri olarak hem de Mara Bugarin olarak...

Laf aramızda onu enn sevdiğim kadına çok benzetiyorum; hem fizik olarak hem de karakter yapısıyla.

Derken işin içine devlet güçlü organları ile ve derinden çıkarak karışıyor filme ve neşeye. Ülkemizin derinlerinde olduğu gibi hiç yabancımız olmayan sorgulamalarla, ayartmalar, arkadaşlarını satmaya yönelik işbirliği teklifleri ve organizasyonlarla; falan filanla yani... Simgesel olsa ve belli bir izleyiciye anlaşılmaz gelip bu ne şimdi dedirtecekse de tüm bunlar; ve giden parasına acıtak ve hatta salonu, daha birinci yarı bitmeden terk ettirecekse de Metronom; belli bir izleyici grubuna da ne filmdi be, iyi ki sinema var dedirtecek, tam, ama tam anlamıyla iki uçlu bir değnek.

O nedenle şahsen oyunculuklara, olayların sahiciliğine, küçük alanların altını çizen, doğruyu yapan ama bazı izleyici tarafında eleştiriler alabilecek görüntü yönetimine, dolayısıyla kamera açılarına, tüm ters köşelerine ve birçok izleyiciye bu ne şimdi dedirtecek finaline ve gördüğüm en etkileyici, pornografiye teğet geçen ama bayağılaşmayan, çok gerçekçi sevişme sahnesindeki başarıya ölüp bitmiş olsam da bu filmi mutlaka izlemelisiniz demiyor, diyemiyorum. Üzgünüm!

Lakin karar verdiğim üzere yanıma aldığım ve artık her sinema gününde benimle olacak not defterine son jenerik akarken şarkıları not etmiş olmanın gururu ile muhabir beni ödüllendirmeye ve iyice şımartmaya karar veriyor ve önce İskender ısmarlıyorum.

Bu kez ortam sakin; daha geniş açılı bir masaya oturuyor ve ilk kez İskender'i bu kadar lezzetli buluyorum. Usulca akan AVM'yi izleyerek, filmin tadından uzaklaşmayarak bitiriyor, promosyon fişimi uzatıp indirimli ödememi yapıyor, adaşız diyerek de genç kasiyeri gülümsetiyorum.

Ancak durasım yok, çok insan tarafından hiç beğenilmeyecek filmin etkisi ve aldığım sinema keyfi sürekli Don Perignon kalitesindeki bir şampanya gibi köpürüyor...

O halde şımarmaya devam!



Penguen'deyim ve baristanın önünde.

"Bir orta boy sıcak çikolata lütfen!"



Caddeyi, denizi uçsuz bucaksız gören ve AVM'nin en üst katında bir masadayım. Kitabı açıp biraz okuyor, sıcak çikolatamdan mümkün olduğunca küçük yudumları uzun aralıklarla alıyorum. Çünkü gençlerin filmdeki eğlencesindeki tadı o kadar iyi anlıyorum ki kendi dönemimle hiç kıyaslama ihtiyacı duymuyorum çünkü kumbaram dolu ve muhteşem anılarım var.

AVM'nin kapanmasına vakit var, keyfimse bulunduğu ânı terk etmeye hiç niyetli değil lakin enn sevdiğim kadın şu protestosunun belini bir kırsa diye bir beklentim yok ama olsaydı diye de düşünüyorum çünkü bu alanı sevmemesi mümkün değil. Hani elimden gelse ve bütçem olsa o eski yok edilip de yerine bu AVM yapılan yeşil alanı yeniden inşa edeceğim ama, oralar da sanayi sitesi ki çok anılarım var.

Birden internete girmek istiyorum. Ön masamda bir genç kadın var, laptopu açık ve ben film öncesi tur atarken de oradaydı. Kalkıp yanına dikiliyorum; Penguen'in şifresini laptopu açık olduğuna göre biliyor. Göz gözeyiz, soruyorum, ahh benim o gülüşüm işte, gülümsüyor ve alıyorum şifreyi, gülümsüyoruz. Şimdi ben eski zamanlarda olsaydım mesela... hayatımın enn sevdiğim kadını olmasaydı, yıllardır aklımın ucundan bile geçmeyen ve asla geçmeyecek, iki kahve ile o masaya dönme ihtimalim yüzde yüzdü!;)




5 Ocak 2023 Perşembe

Yine De Bu Esaretten Mutludur




Sabah olur. Normalde o saate kadar çoktan uyanıp, bir sürü işi halledip, kahvaltıyı aradan çıkarıp, bilgisayarın başında olurken bu kez yatağın içinde ve mırıl mırıldır. Enterasan bir biçimde aklına Rüzgâr adlı şarkı düşmüştür. Gülümser, çünkü şarkının sözlerini bile bir iki cümle dışında bilmiyordur. Bu arada etraftan birisi kafayı uzatır ve endişeli soruyu sorar: Hasta mısın?

Pas güzeldir ve bunu asla affetmeyecektir: Evet, hastayım!*


*Uyandıktan Sonraki 1 Saat 39 Dakikası

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP