8 Aralık 2022 Perşembe

Çünkü Eylül O

Öncesi

Hep birine aşık olmak, bu ne menem bir şeydiri tatmak, doya doya yaşamak istediğim bir süreçteyim bir kaç yıldır; ancak o kızla bir türlü rastlaşamıyorum. Ve dolayısıyla hayalimdeki aşkı bir türlü tadamıyorum. Zorlayarak bünyeyi oraya birini yerleştirmek, yanıp erimek, onunla sırılsıklam olmak istiyorum ama elimdeki senaryoya uygun, o hissi körükleyecek ilişkinin ötekini bulamıyorum.

Tüm yaşadıklarım, bugünün deyimiyle aşk diye yaşadıklarım aslında sanal ve daha çok da bedensel, biliyorum.

Babamın bir acelesi var, belki de kuvvetli bir his onu tetikliyor, bunu seziyorum. Benim bir kızla çıkıyor olmam onu hep sevindiriyor, her seferinde olaya bu kız o kız hissiyle yaklaşıyor ama bunu bana asla çaktırmıyor ve bu konular üzerine tek kelime bile etmesek de, ben durumun farkındayım.

Ve aslında zaman zaman üçüncü şahıslar tarafından kulağıma da fısıldanıyor ve bu seyahatim baba için bir umut: Torunlarının annesi olacak kızla dönebilirim; oysa ben daha çok taze yirmiyim.

Bulunduğumuz sitenin yaş ortalaması epey yüksek, gecesi ıssız. Bizse akmak istiyoruz geceye; o halde başka sitelere gidebiliriz. Rastgele deyip çıkıyoruz. Fırtına dinmiş yaz geri gelmiş bir akşam. Biraz ilerledikten sonra adını yanlış hatırlamıyorsam Doğan 1,2,3... diye giden sitelerden birine varıyoruz. O yıla göre son derece modern, bir kaç havuzlu, aydınlatmaları şahane, canlı ve yaşayan bir noktadayız; dedenin sitesi ile kıyaslanamayacak kadar da cıvıl cıvıl bir ortam. Bize uyar!

Biraz takılıyoruz, havuz başında bir şeyler içiyor, bize burada ekmek yok deyip arabaya yönelirken tam; bizim sitede gündüz gördüğümüz kızların burada olduklarını fark ediyoruz. Gündüz yakın masalarda oturduğumuz ilk karşılaşmada kolalarımızı bitirene kadarki süreçte sinyali almıştım ve sağlamdı. Şimdi geceydi ve biz tam da siteye dönmek üzereydik ve saat geçti.

Kızlar ve yanlarındaki küçük oğlan da dönecekler, aldığım his bu. Yaklaşıyorum, selam veriyorum; aldığım tepki hoş ve sizi tanıyoruz tadında. Birlikte dönebiliriz, diyorum, hoş bir gülümseme ve birlikte dönüyoruz ancak ufaklığı ekmemiz gerek.

Hayatta bazı anlar vardır, birini ekmek istersiniz, bin türlü numara yaparsınız ama o tutkal bir türlü çözülmez ve o kişi de kalkıp gitmez; işte tam anlamı ile bunu yaşıyoruz yol boyunca. Oysa kızlar çok tatlı, biz de çok tatlıyız ki tek kelam etmemişken bir sözümle güvenip arabaya bindiler. Yol boyu ne mekânlar geçiyor gözümüzden, ve ne hoş bir şifre ile miniğe çaktırmadan planlar yapıyoruz ve akılan ve biraz alkollü gecenin sonrasında kumsalda sadece öpüşerek, sarılarak, belki uyuyarak ama birlikte sabahı ettiğimizin, ten sıcaklıklarımızı birbirimize bıraktığımız bir vedanın hayallerini kuruyoruz.

Sonuç itibari ile gün ışıdığında, kahvaltı sonrası ayrılacağımız bu limanda çok tatlı anıları cebe atıp, kimbilir belki de tek gecelik ama sırılsıklam bir aşkı geride bırakıp, kanatlanmış ruhlarımızla yeni noktalara hareket edeceğimiz enfes bir sabah fırsatını -ufaklık yüzünden- kaçırıyoruz.

Henüz yolun başındaydık, yaşadığımız kısa an çok tatlıydı, önümüzde çok canlı, çılgın coğrafyalar vardı. Bizi ne türden tanışmaların beklediğini, kumbaralarımıza ne anılar atacağımızı bilmiyorduk.

Büyüklerimize çok teşekkür ederek arabaya doğru yürüyoruz. Kızlar aklımızda, kısa süreli pek keyifli flörtöz anlarımızın ortakları iki çok güzel ve tatlı kız, bir selam çakmak isterdik elbette ancak yolcu da yolunda gerek. Marşa basıyorum, siteden çıkıyor, Eylül'ün sıcaklığı ve anısı bedenimde, yeni hikâyelere doğru sabahın enfes serinini hissederek ve bir kaç saniye içinde 4.vitese ulaşarak devam ediyoruz.



Fuarın Lozan Kapısında Bir An

7 Aralık 2022 Çarşamba

Eylül'de Gel

1.Bölüm


2.ve 3.Gün

Ortaya Karışık


Abant çıkışında, enfes çam ormanlarını yol kenarında durup uzun uzun seyrediyor, bol bol da fotoğraf çekiyoruz. Sonra otelde yapılmış enfes kahvaltının keyfiyle yola devam ediyor, teypten gelen bu yolculuk için özel kaydedilmiş müzikler eşliğinde Düzce'den itibaren düzlüklerin tadını çıkararak, neredeyse yolun tamamında emniyet şeridini sıklıkla kullanarak ilerliyoruz.

Elbette bu çocukça bir tavır, ama gençlik de böyle bir şey işte.

Kilometreler hızla eksiliyor ve İzmit'e varınca İstanbul'a selam çakıyor ama biz sola kıvrılarak ve rotayı bugünkü hedefimize çevirerek varış noktamıza doğru gaz kesmeden devam ediyoruz. Sıklıkla İstanbul yönüne devam ederken hayranlıkla izlediğimiz Gölcük bu kez enfes ve yakın plan görüntülerini sunuyor bize. Termal'de kaplıcalar coğrafyasında park ediyoruz. Atamızın izlerinde dolaşıyor, fotoğraflar çekiyor, ona hayranlığımızı katmerliyor, sevgi ve saygılarımızı sunarak coğrafya ile vedalaşıp rotayı Uludağ'a doğru çeviriyoruz. Co pilotum çok mahir, önden haritayı açıyor ve her seferinde yeni güzergâhı belirliyor. Sonra da yolu bana kusursuz tarifliyor ve her noktaya elimizle koymuş gibi ulaşabiliyoruz ve şimdi Uludağ'ın zirvesindeyiz.


Hava keskin lakin bizim montlar ince, sonbaharlık. Biraz turluyoruz ki pek çok mekân kapalı. Ama İbo açık. O halde İbo! Pirzola söylüyor bir de salata ekliyoruz. Son yazda kış yaşamak keyifli. Şömineden gelen odun kokusu, dışarıdaki az sonra kar yağacak hissi veren puslu hava hoş. Biz bir günde iki mevsim diye düşünürken o an, günün sürprizlerinden tabii ki habersiziz, çünkü serpiştirme başlıyor. Ânın keyfini elbette sıyırana kadar çıkarıyoruz; küçük şişe şarap söylüyoruz ama ben sürücü hassasiyetini gösteriyorum bu kez. Karnımızı doyurmanın ardından da yola revan oluyoruz. Usuldan ve az sonra yok olacak bir kar altında ilerlemek pek hoş. Güzel müzik seçkimiz doğayla pek uyumlu, kaloriferden gelen ısı anne şefkati gibi. Oysa an itibari ile hayat bize gelecek günler için başka başka şefkatler hazırlıyormuş da henüz bizim haberimiz yokmuş.

Tabii ki hayallerimiz var!


Dağdan Bursa'nın varoşlarından birine iniyoruz. Sokaklar sakin fakat Cengiz sazı eline alıyor, çünkü duvarlarda yazılı sloganlar bizden değil. Beni bildiği halde korkutma parodileri yapıyor. Diyorum ki "Oğlum plaka beni kurtarır," sonra referans adlar var aklımda derken ve şakalaşırken bu kez bizden sloganların duvarları süslediği sokakları geçmeye başlıyoruz. Kaset hemen değiştiriliyor ve gün gelir zorbalar kalmaz gider, sözlerini de içeren marş başlıyor ve biz pek çok yer geçtikten sonra Erdek tabelasını görünce de direksiyon ona doğru kıvrılıyor. Erdek benim için önemli, hiç görmediğim bir yer ama çok duyduğum. Çünkü orada Ziraat Bankası kampı var ve her yaz enn amcam halamı ve babannemi o kampa götürüyor, dolayısı ile evde çok lafı geçiyor ve bir tasavvurum var; şimdi o merakı giderme zamanı. Hava sert, rüzgarlı, denizse dalgalı, araba neredeyse yerden kesilecek. Hiç inmeden bir tur atıyor ve dönüyoruz. Sevdim, romanı burada bir evde oturup ve tam da bu mevsimde yazabilirim.

Mudanya'dan geçerken uzun yıllar sonra orada enfes bir akşam yaşayacağımı, kayaların üzerinden denizi dinleyeceğimi, şahane bir kadını tavlada fena yeneceğimi hayal bile edemiyorum.

Sonuçta pek çok yere uğraya uğraya Çınarcık'a varıyor, siteyi elimizle koymuş gibi buluyoruz. Eski bir site, belki de Çınarcık'ın en eskisi, nedense Atatürk'lü yılları çağrıştırıyor bana. Ve ilk anda siyah beyaz filmlerde denize giren Atatürk geliyor aklıma. Kalacağımız mini daire Cengiz'in dedesinin. Dede önemli bir şahsiyet, Atatürk'ün koruma polislerinden biri. Sonrasında antikacı. Cengiz'in tam adında Han da var ve üstelik soyadı bir şehrimiz. Dede'nin bağışladığı kılıçlardan biri ki Cengiz Han'a ait, Topkapı Sarayı'nda. Cengiz'lerin evinde olan bir tanesini ise benim de sallamışlığım var. Fakat babaanne bir tane, bizi doyurmadan salası yok. Arabayı park ediyor ve çıkıyoruz onların katına. Atatürk'ü ve geçmişi buram buram yaşadığım bir zaman dilimindeyim sanki. Eller öpülüyor, biraz sohbet ediliyor, sonra sitenin sosyal alanlarına doğru hareketleniyoruz. Hava kapalı ve deniz coşkulu. Giriyoruz site lokalinin kapısından içeri. Bir masaya çöküyor iki kola söylüyoruz. Masalardan birinde kadınlar kağıt oynuyorlar. Bize yakın bir masada ise biz yaşlarda iki genç kız ve bir küçük erkek çocuğu var. Bu masayı özellikle seçmiş olabiliriz! Çünkü kızlar ilk kez gördükleri ve buraya ait olmayan uzun boylu bu iki genç adamı fark ettiler.

Deniz coşkulu, hava kapalı.

Bir anda dalgalar duvarları aşıyor.


Ve o kaçınılmaz göz teması kuruluyor.


Çünkü Eylül O...

2 Aralık 2022 Cuma

Nerede Kalmıştık?

İki artı bir filmli hafta sonunun ardından yeni hafta da pek keyifli başlıyor. Öğleden sonraları işi kapatıyor, hoplaya zıplaya yemeğe çıkıyorum. Mesafeleri hiç uzatmadan da yemek sonrası dönüp, bir filtre kahve yapıp, şöyle de bir uzanıp laptop'da iki ayrı sayfa açarak biraz iş, biraz gündem, biraz bloglar şeklindeki günlük mesaime devam ediyorum. 11 gün önceki ve üç ay sonra kontrole gelmeli sol bacak sorunumda M.R'ım çiçekler gibi; bütün bağlar yerli yerinde ancak doktorum bir kez daha benim rahat duracağım konusunda endişeli, hissediyorum. Aslında ben de endişeliyim çünkü yürümelerim esnasında bazen eski zamanlara gidiyor, bazen geleceğe hayaller kuruyor, yeni bir proje, ya da seyahat planları üzerine düşünüyor ve ben onların tadına kendimi öyle kaptırmış oluyorum ki zamandan kopuyor ve de sanırım o esnalarda hızımın da farkında olamıyorum. Bunu nereden biliyorum, çünkü farkındalığım ayaklarımı yere bastırdığında, ben de "Bu ne hız ahbap?" deyip frene basıyorum. Ancak uyarıları görmezden geliyor ve süre konusunda sanırım kantarın topuzunu yine kaçırmış oluyorum.

Ve benim bu keyif anlarımın faturasını ödemek de bacaklarımdan birine düşüyor!


Bugüne kadar yükümün bedelini ödemek hep sol bacağa nasip olurdu. Sanırım bu kez sağa eziyet vermişim: Bacak ya greve çıktı ya bana ikaz veriyor; acıya dayanabilirsem diz bükme aralığım fena! 20 santim var mı acaba? Deniyorum, o beton dökülmüş gibi feryat ediyor. Diğer kısımlarda bir şey yok. Ayağı yere bastığımda ise diz bölgesi feryat figan. Palyatif tedbirler, buz, yataktan çalışma falan dersem, keyifler keka! Lakin ev hapsindeyim ve üç gün geçti; tüm tedbirler de  boş çıktı. Ayak yüzeyindeki nehirler, ovalar yok oldu bu arada; ayak şişti parmak hareketleri çok şükür,  ancak kısıtlı. Yeme içme yatakta... Havam iyi yalnız; iş güç, sosyal hayat tümüyle  bilgisayarda ve eksikliklerini hiç hissetirmiyorlar. Sinemayı mecburen boş geçtim. Doktorsuz çözülemeyeceği ise kesin, ikna oldum. Giriyor nete ve randevu alıyorum ancak ben o güne kadar dayanabilir miyim? Çünkü bir hafta sonraya.

Kardeşi arıyorum, akşam uğra erkene aldırabiliyor muyuz bir bak, diyorum.

Önceki akşam hastanedeyim, arabaya nasıl soktum bacağı kısmı tam bir mühendislik hikâyesi. Film istense de ben MR diyorum, çünkü destekli yürüme esnasında bile ayağı bastığımda Babıda (babannem) mezarında acı çekiyor. Uzun zamandır görmediğim, Prof. olduğundan bi haberken çok sonra haberdar olduğum, karşımda annesi ile oturmakta olan ve sıklıkla göz göze geldiğim, Liseden mi diye düşündüğüm kadının Aysun olduğunu bile annesinin muayenesinden sonra arkalarından bakarken hatırlayabiliyorum. Aslında süreç içinde göz göze geliyoruz ama bende maske var ve benden bir hamle gelmeyince  sanırım o da bir tereddüt yaşıyor. 

M.R işim tamam. Benden önceki, tekerlekli sandalye ile gelen tatlı çocuk anne ve babası ile. O bir takım söküm eylemleri esnasında ağlarken ve hatta bağırırken ve ben de yanaşırken bandaj yapılan odaya, bizim Tırtıl'ın yıllar önceki operasyonunu hatırlıyorum. Bu tatlı çocuğun ve ailenin Yılmaz Bey'i bulmuş olmalarına çok seviniyorum. Çünkü doktorumuz, bundan 14-15 yıl önce henüz 7-8 yaşındaki Tırtıl'ın ameliyatında olmazı olur yaparak bizim ebedi kahramanımız oldu!*

Onlar çıkıyorlar. Durduruyorum, gözleri yaşlı, cesaretinden dolayı kutluyorum, senin sayende korkumu yendim diyorum, biraz da tuttuğumuz takımların muhabbetini yapıyoruz, ağlama bitiyor ve  annesi mutlu mutlu gülümsüyor. Baba eşyaları toparlıyor. .

Sonuç itibariyle bandajım yapılıyor. Bu hayatımda bir ilk. Bir fotoğrafım benim de olmalı! Sol bacakta da bir sorun yok, suçlu yine benim! Kemikler, bağlar bahçeler yerli yerinde. Doktorum  Başöğretmen edasında. Bense dersini çalışmamış çocuk kıvırtmalarında anlatıyorum: "Çok da yürümüyorum,  müzede kitap okuyor, eskiden sinemaya yürüyerek gittiğim halde bir duraklık mesafeyi bile trenle gidiyorum," diyorum. AVM'de yürüyen merdivenleri kullandığımı, üst geçide asansörle çıktığımı söylememe rağmen o sadece gülüyor. Sonuçta yine sıvı biriktirmişim ki M.R.'da gördüğüm şekliyle kendisi sevimli bir göl. Küçük bir kulübe yakışır. Minik bir iskele, bir de sandal. Hatta küçük bir balık üretme çiftliği haline getirebilirim.  O reçeteyi yazarken ben hayallerime devam ediyorum. Bandajımı sevdim, şu an mesela gayet rahatım. Günde üç tane olmak üzere bir minik hap içiyorum, ödem için. Yataktan çalışmaya ve yeme içmeye devam ki Dünya Kupası maçlarını da laptop'dan izliyorum. Doktorum bir sınırlama yok dedi ama bir de gülümseme ekledi ki ona çok anlam veremedim. Kardeşim araba kullanmayı bırakmış olmama biraz kızdı ama, hayatımda sıkıntı istemiyorum, dedim. Maçları izlerken de ilk bandajlı bacak fotoğrafımı tarihime kayıt düşmek üzere çektim. Bir de güldüm tabii ki! Onca yıl atla, koş, zıpla, kora kor maçlar oyna bir şey olmasın ama yıllar sonra düz yolda arıza ışığın yansın.




*Tırtıl'ın hikâyesi ve doktorun muhteşem başarısı.


27 Kasım 2022 Pazar

25 Kasım 2022 Cuma

Antoine İle Bir Kez Daha Uçtum

Ben bir çocuktum ve bir kitabın değil de bir maceranın içindeydim.

Görünüşte elimdeki bir kitaptı ama ben sayfaların içinde cümle olmuş, sonra biraz daha evrilmiş, sıcağı soğuğu, suyu susuzluğu, bulutları rüzgarı, geceyi yıldızları, korkuyu sevinci, uçağın bilumum cihazlarını, üç kişilik sessizliğe karışan gökyüzünde ve yıldızların altında olmanın muhteşem yalnızlığını, motordan gelen biteviye sesi, çölün sıcağında serap görmeyi bir kez daha bizzat hisseder olmuştum.

Ciceneros bizim için artık karanlıkta gömülü değildi. Bir ara Neri, ben ve Antoine şunu düşündük. İş işten geçmişti, üçümüz de aynı fikirdeydik. Ciceneros'a yönelirsek, kıyıyı gözden kaçırma tehlikesine düşebilirdik. Neri "Kala kala bir saatlik benzinimiz kaldı. Doksan üçle yolumuza devam edelim," dedi.

Hem de tüm bunları Saint-Exupéry'nin belki de baydın bizi denilebilecek betimlemelerine yapışarak, ve Gece Uçuşu'ndan sonra bir kez daha Antoine de Saint-Exupéry ile yaşıyordum. Ve ancak kitabı elimden bıraktığım anlarda normal yaşama dönebiliyordum.



Gece Uçuşu

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP