19 Ekim 2022 Çarşamba

Sahibini Bulan Düş

Yanındayım...

Uyurkenki seni izliyorum; dibine çektiğim bir sandalyeden... Yüzünün bütün kıvrımlarına,
uykunun sıcağında gördüğün düşe, tebessümüne gülüyorum. Yatağın içindeki hareketinden, yüzünün altındaki ellerinden, sıcağına gömülüşünden, huzurundan... huzur buluyorum. İzlerinden seni seviyorum, öpüyorum. Ve seni günlük hayata teslim edip, başucuna sıcacık poğaçalarla bol sütlü bir kahve bırakıyorum.

2008


15 Ekim 2022 Cumartesi

Ara Sıcak Tadında Hastane Yollarında

1.Bölüm


Randevu günü öncesindeki gece sabahı ediyorum.

Diz benimle kapışmış durumda.

Altındaki yastığı alıp bacağı uzatmaya yelteniyorum, o bana ağrı engeli koyuyor. Sen inadım inat yapıyorsan ben de o eşiği aşıyorum, diyor ve uzatıyorum bacağımı. Lakin bu da başka bir sorun çünkü sırt üstü yatmak bana uzak. Dizse bana kan kusturmaya yemin etmiş, nedir benim senden çektiğim intikamı peşinde sanki. Yıllardır diyor, dağ dere tepe yürürken, koşarken, zıplarken, şut atarken, pedal çevirirken, merdivenleri hoplaya hoplaya çıkarken beni hiç düşündü mü?

Bir an içim acıyor kıymetli dostuma.

Onca futbol maçı, onca basketbol maçı, yenen tekmeler, bisikletle gidilen mesafeler, atılan şutlar, sıçramalar, smaç yaparak atılmış, tribünleri ayağa kaldıran, oradaki sevgiliyi gururlandıran keyifli sayının ardından güvenle çemberde asılı kalıp yere inerken onun yastıklığına sığınmalar geliyor gözümün önüne.

Muhtemel ki onda da gençlik ateşi vardı ve onun da umrunda değildi o zaman dünya; ama!.

Okşuyorum yoldaşımı, ağrısını dindirmek için jel sürüyorum, bir de Volteren SR atıyorum ağzıma.

Sonra sızmışım. Kısa süreli olsa da...

Oğlan duşakabine bir sandalye yerleştiriyor. Evin diğer bölgeleri ile dört gündür bir bağım yok. Tek ayak üzerinde dört beş sağ bacak zıplamasıyla yatak odamın banyo kapısına erişiyorum.

Sıcak su iyi geliyor.

Bu kez ıslak ayakla zıplama korkusu. Ama geleceği düşünerek olmasa da seçtiğim ahşap görünümlü yer döşemeleri konusunda kendimi alkışlıyorum; çünkü kaydırma engelleri var. Sekerek ulaştığım yatağımın üzerindeyim.

Diz kendini biraz salacak gibi.

Oğlana seslenip buzu istiyorum. Yastığın üzerine bir havlu, üzerine jel şeklindeki buz, dize ince bir bez sargı, hoop havluyu sarma.

25 dakika sonra tık yok.

Bu bir mucize.

Kardeşin gönderdiği araç gelmek üzere. Sol bacağı zor da olsa basacak durumdayım. Biraz bahçede oturabiliriz. Neredeyse beş gün olmak üzereyken açık hava.

Arabaya yürüyorum. Yolda sohbet iyi; genç sürücümüze geçtiğimiz yerlerin eski hallerini anlatıyorum.

Bunları şimdi uzun uzun yazmayacağım tabii ki! Belki bir gün bugünkü fotolarını çeker, çocukluk günlerimden başlayıp geçmişlerini anlatırım.

Hastanedeyiz ve ben tekerlekli sandalyedeyim.

Hep merak etmiştim.

Şimdi doktorun odasına... Yürüyerek giriyorum içeri. Önce dinliyor beni. Sonra elle gerekli kontroller.

Bir de röntgenden görelim.

Bir kat aşağı, sonra tekrar yukarı.

Benim bacak çok da şakacı.

Yine aynı şey: Doktorun ifadesiyle filmdeki durum anki halimden iyi. Kemik sistemimde bir sorun yok. O halde sabah akşam jel ve Volteren SR'e; 20 gün sonra tekrar bakalım.

Önceki geceyle kıyaslanmayacak bir uyku.

Bu kez dersimi almış durumdayım.

20 gün sonraki gelişme nasıl olur şimdilik bilmiyorum. Belki bir de MR ile görelim denir.

Sonu nereye uzayacaksa varım.

İki bacağım, iki güzel dostum; ballandıra ballandıra anlattığım gezmelerimin, spor keyiflerimin, galibiyet sevinçlerimin, izlediğim konserlerimin, filmlerimin, oyunların ve çileli anlarımın can dostlarından ikisine de; siz olmasanız ben olmazdım, dedim ve onları yatağımın en keyifli noktasına uzattım.

Ve bu sabah ben onlardan erken uyandım ama hiç ses etmedim. Onlara duyurmadan haklarınızı asla ödeyemem, dedim ve bundan sonra onları elinden geldiğince doktorlara düşürmemelisin, diyerek, kendime ayar verdim.

Bugün uyandıklarında bir söz vermeyeceğim, düşüncemden de bahsetmeyeceğim; solun durumuna bakacağım ve duruma göre bir iki gün içinde sinemaya götüreceğim onları... Hatta yıllar yıllar sonra patlamış mısır bile alabilirim, onlar için.

Elbette David People'ın terasında pasta-kahve keyfi ve yeni dönem kararlarımın kutlamasını da yapacağız birlikte...

13 Ekim 2022 Perşembe

Ara Sıcak Tadında

Geçen hafta cumartesi dışarı çıktım, değişen tansiyon ilaçlarımın takibi gereği günlük ölçüm için doktoruma gideceğim. Bizzat kendisi ölçmek istiyor.

Düştüm yola.

Ayak sinyal veriyor ama ben çivi çiviyi söker modundayım.

Dönüş yolunda o yalvarıyor, ben umursamıyorum. Mesafenin çok uzak olmaması ölçüm de her gün kaç kilometre yürüdüğümü hesaba dahil etmiyorum.

Sonuç itibariyle o gün öğlenden beri sol bacak grevde.

Allahtan bilgisayar icat edilmiş. İşi oradan hallediyor, aynı anda da sosyal yaşama katılabiliyorum, dolayısı ile günler kolay geçiyor.

Doktordan randevu aldım elbette ama o da bu cuma gününe.

Bu arada Amsterdam vizyona girdi. İzleyip yazacaktım oysa; sözünü de vermiştim.

Halime acıdıklarından mı yoksa bana kıymet verdiklerinden mi bilmiyorum; bugün bir baktım seans sayısını düşürseler de ikinci haftaya uzatmışlar.

Seviyorlar beni demek; mahcup olmamı istememişler.

Bu sabah youtube'a niye bakma gereği duydum hatırlamıyorum ama o benim durumumun farkındaymış ki önüme bir gezgin gencin Tiflis çekimlerini koydu.

Bu tip pek popüler olmayan, kendi halinde şehirleri seviyorum.

O gencin gittiği taşrada bir minik yerleşimdeki kuleler onun kadar benim de ilgimi çekti. O sonra benim en bayıldığım bir şeyi daha yapıp trenle bir başka şehire geçti.

Bu arada Tiflis Gar'ına bayıldım.

Bir kaç videosunu daha izledim gencin. O arada bir ışık yandı bende; Tiflis Bakü hattı için. Erivan zaten plan dahilindeydi ki pandemiye mağlup olmuştu.

Öğlene doğru telefonum çaldı.

Salonda şarzda unutmuşum, tek ayak üstünde de yetişemezdim.

O beni hep sabit telefonumdan arar.

Oğlana seslendim, getirdi. Tahmin ettiğim üzere enn sevdiğim kadındı. Hızla yürüyordu. Eski bir apartmanı bir kez daha incelemişti ve anlatıyordu. Laf lafı açtı tabii ki ve bir başka toplantısı için başka bir noktaya gitme yolundaydı. O arada başka binaları da konuştuk.

Sabah izlediğim videoları ona atmıştım ve haberdar ettim.

Hani bizim kaldığımız ve bayıldığımız evden Spar'a doğru yürürken minik ve eski bir manav vardı ya, dedim. Onun içinden de çekim yapmıştı genç. Sonra Tiflis-Bakü treninden söz ettim.

Bu sabah en kararsız kaldığım şey söz konusu reklamı yayınlamaktı ki sürekli baskı yapan vicdanıma da hak verdim. Kripto para benimsediğim ve ilgilendiğim bir uğraş değil. Yayınlanma süresinin son 15 dakikasına kadar bekledim, tartıp biçtim.

Sonra şöyle bir ses çınladı içimde; Lösev ve Darüşşafaka bağışçısı olarak zaten reklamdan elde ettiğin gelirleri de onlara aktarmıyor musun?

Çok zor bir dengeydi; reklam yazısı yüzünden sebep olup da bir tek kişinin hayatını kaydırırsam düşüncesi.

Biraz da o nedenle bu yazıyı öylesine yazdım; o blogrollardan kalksın ve ikinci sıradan itibaren görünmez olsun, diye.

Haaa... bir de dün bir şarkıcıya ilk kez rastladım Spotify'da ve bayıldım ve saatlerce dinledim.

Dün akşam enn sevdiğim kadınla gitmeyi düşündüğümüz, Michelin yıldızı almış fine dining restoranlar üzerine konuşurken ve fiyatları görünce ne o kuş mu konduruyorsunuz manasında da eleştirirken, ona da söz ettim Güler Özince'den. O zaten biliyormuş. Şarkı şöyleyiş tarzını çok sevdim ve en çok tekrarı da şu şarkısına yaptırdım... ve az önce yüklediğim videosuna da bayıldım.



Yazının devamı için buradan lütfen...

8 Ekim 2022 Cumartesi

Babannemin Sandığından Bir Wong Kar Wai Başyapıtı

Naftalinlenme tarihi Eylül 2008

2046, görselliğine ve müziğine hayır diyemeyeceğiniz bir film... İçeriğine ne isterseniz söyleyebilirsiniz.




Paramparça Aşklar Köpekler'deki birbiriyle ilişkilenmiş insan hikayelerinde, her bireyin kendi farklı öyküsündeki aşkın farklı hallerinin de sorgulandığını görürsünüz...

Film şunları ortaya koyar: Aşk ihanettir, aşk ızdıraptır, aşk günahtır, aşk bencilliktir, aşk umuttur, aşk acıdır, aşk ölümdür...

Ve tüm bu hallerin ışığında sorar size: Aşk nedir?

Kendinizce bir cevabınız varsa! (ki vardır) 2046 boyunca tüm bu hallerin ekseninde, hatta odağında: Aşkın iniş çıkışlarının, kumarının, coşkularının, sıkıntılı hallerinin, can yakmalarının; mahrem anların titrek ve sessiz tonunda bir erotizmle, olağanüstü müzikler eşliğinde, uzun ve sessiz bir şiir tadında, görkemli alegoriler halinde ve Wong Kar Wai diliyle gözünüzün ve ruhunuzun içinden akıp gidişini hissedeceğiniz, görkemli bir şölen izleyeceksiniz demektir.

Ve belki hissedip de anlamlandıramadıklarınızın cevaplarını bulacaksınız!

Bir aşk tanımlaması olan bu muhteşem filmi izleyin...

Aşkın tüm hallerinin nasıl bir film ve ritm ortaya koyabileceğini bilerek ama!

Sıkıntılı yani...



5 Ekim 2022 Çarşamba

Çok Gezen Çok Okuyan Mevzusuna Çocuk Bakışı

Bir kaç hafta önce Sevgili KuyruksuzKedi, Çok Gezen mi Çok Okuyan mı? başlıklı, eski yıllardan beri okullarda münazara konusu da olan mesele üzerinden hoş bir yazı yazmıştı. O yazıya da ben, "Ben de Sadece C.'nin nasıl gezdiğinle ve neyi nasıl okuduğunla ilgili cümlesine katılıyorum. Bir örnek: Çok uzun yıllar önce 16 yaş, İngiltere ve Almanya ile ilgili iki kitap almıştım ve okumuştum. Sonra bir gün arkadaşlarım falan çocuk Almanya'ya gittim diye hava atıyor bize dediler. Okuduğum kitap enfesti, tüm popüler noktaları, barları falan o kadar detaylı anlatıyordu ki... Çocuğa nal toplattım diyebilirim. Aynı yerlere gidip aynı şeyleri göremeyen çok insanla da karşılaştım, o nedenle iş dönüp dolaşıp kişinin hayattan biriktirdiklerine dayanır ki bunun temeli de merak, edinilmiş birikim ve -doğru- okumakla başlar." şeklinde bir yorum yazmıştım.

Sonra o iki kıymetli kitabımı gidip eski kitaplarım rafından aldım. 20 Mart 1976'da kitaplığa eklemişim. O yıllara uçtum. Finlandiyalı bir penfriendim var, adı Anne.** Tam bir Kuzey güzeli. Enfes bir şarışın ki kendisinden ve penfriendlikten söz eden bir yazı yazmışlığım da var ki beni o konu üzerine yazmaya teşvik eden, takip etmekten zevk aldığım, mektuplaşma tavrını çok takdir ettiğim genç bir blogger, Birpembesever.

Kitapları alıyordum çünkü iki hayalim vardı. Onları o yaşta bir kez gerçekleştirecek ve asla bir kere daha tekrar etmeyecektim.

Birincisi Türkiye coğrafyasıydı ki hayat bana o şansı verdi. İkincisi ise elbette Avrupa'ydı... Daha çok da Kuzey'i.

Anne'in bir arkadaşını en yakın arkadaşlarımdan biriyle penfriend yapmıştık.

Atlas önümüzde, cetvelle ölçüp verilen ölçeklerle çarparak mesafeler tayin edip konaklama sürelelerimizi de belirleyerek planlarımızı tamamlamıştık.

İşte kitapları o yıllarda almıştım ve henüz lisenin başında bir tıfıldım. Hayalin ilk kısmını bu planları yaptığım ilkokul arkadaşımla değil ama lisede tanıştığım ve enn iyi iki arkadaşımdan biriyle 1980'de gerçekleştirmiştik.

İkincisi de benim askerliği aradan çıkarma planımın ardınaydı.

Çünkü pek çok yazıda belirttiğim üzere babamın erken öleceği hissi bünyemde yer etmişti. Dolayısı ile pek çok yazıda bahsettiğim üzere hissim doğru çıktı ve hikâyenin Avrupa ayağı eksik kaldı.

Kaderin bir oyunu mu bu bana bilmiyorum. Televizyonda dünyanın en güzel 5 demiryolu hattı üzerine bir belgesel izlemiştim: Enfesti ve henüz pandemi ortalarda yoktu. Kuzey Avrupa'daki hatların üzerine atlamıştım ve enn sevdiğim kadınla mutabıktık. Finansmanı, planları her şeyi hazırdı. İnterrail biletleri alınmak üzereydi, İrlanda'sız olamazdı, onun hatırına İngiltere de dahildi ki tak diye pandemi ve yasakları başladı ve müthiş bir belirsizlik.

Çok okuyan kısmına dönersem tezin, okunmuş üflenmiş olmalıyım ki sadece okuduklarımla karşıyı gerçekten gitmiş olduğuma inandırabilirdim. İçimde bir gezgin vardı kesin. Çocukluktan beri okuyor ve okurken de adeta yaşıyordum. Ve Sevgili KuyruksuzKedi'nin yazısı ve ona yorumum olmasa bu yazı da olmayacaktı. Blogların bu tetikleyici etkisini ve blogları da bu nedenle çok seviyorum.

Kitaplar yatağımda ve birlikte uyuyorduk bir süredir. Üzerlerine bir yazı yazmak istemiş ama iş güç biraz da başka konular yazmaktan onlara sıra bir türlü gelememişti.

Bu sabah hadi bebeler bugün sizinleyiz dedim ve klavyede ilk harfi bastım.

İşte bütün mesele o ilk harf.

Sonrası doğaçlama ve çorap söküğü gibi gelir.

İki kitapla sınırlı kitapların yazarı hâlâ yaşıyor mu diye merak edip bu sabah baktım. 1. Mart. 2003'de kaybetmişiz. Ruhu şad olsun. Kimbilir bu çocuk gibi kaç gencin içindeki gezme ateşini tetikledi. Şimdilerde artık uzun turlar peşinde değilim. Nokta operasyonları daha çok seviyorum. Ama şu kuzey turu sürekli kazalara uğrayan bir hedefti ve  daha tıfılken atlasla üzerine yapılan planlama lafa döküldüğünde özellikle Almanya ve İngiltere  üzerine konuşulduğunda çıkan cümlelerim gerçekten gidilmiş kadar etkileyiciydi. Aslında bu okumalar çok gezen mi çok bilir yoksa meraklı bir okur mu meselesine de bir yanıttı, çünkü kitapların anlatım dili ve detayları müthişti.


Kitaplar o kadar çok detay veriyordu ki; mesela günlük kullanılabilecek cümleler; yemek, balık, sebze, salata yumurta, sandviç çeşitleri, meyveler, tatlılar, içkiler gibi pek çok şeyi kendi dilleri ile kitaba eklemişti yazar. Fotoğraflar, barlar, mutlak görülmesi gereken yerler falan bunlara dahildi. Anlatım muhteşem ve bu da içerikle birlikte tıfıl bir çocuğa, evet bu çocuk gitmiş dedirtecek kadar kesinlik yansıtan bir ifade olanağı tanıyordu. Barlar restoranlar, tarihi yerler sokak sokak ve özellikleri ile tanıtılıyordu.


Günlerden bir gün, biz hâlâ 16 civarı yaşlardayken, şimdilerde bir otomobil markasının bayiliğinin yanı sıra benzin istasyonları da olan arkadaşım diğer arkadaşlara Almanya'ya gittiğinden söz ediyor. Onlar da inanmamışlar. Çok okuyan bilir kısmından hareketle de doğruluğu sapatayacak kişi olarak beni seçmişler. Bir şekilde biraraya geldik ve lafa girdik. Tümüyle kitaptan edindiğim ve kitaptaki detay grafiklerden çok iyi bildiğim çevreler ve mekânlar üzerinden konuşmaya başladım lakin gittim diyen arkadaşta tık yok. Ben falan sokaktaki falan bar kızlara bedava diye başlıyor, masalarına dahili bir sistem sayesinde telefonla ulaşılabilen, aynı zamanda da numaralı ve mini direklerinde bayrak olan masalardan çıkıyorum. Hiç denedin mi diyorum, sanki ben telefon kaldırmış, bir numarayı tuşlamış, o masadaki kızla işi bağlamışım gibi sistemi anlatıyorum. Velhasıl tarihi yerler dahil üç farklı şehri sanki adım adım gezmiş gibi tümüyle kitaptan edindiklerimle konuşuyorum ve Almanya'ya gittiğini söyleyen arkadaşta tık yok. Elbette bir başka gün bunun İngiltere versiyonu var ki onda duvarlardaki reklam panolarından bile söz edilerek verilmiş yön tarifleri var. Tabii ki iki ülkeye de gitmemiş biri olarak bu iki kitabın ekmeğini çok yemekle kalmayıp çok da maske düşürdüm. Bu yazıyı hayal ettiğimde kitapları elime alıp altını çizdiğim yerleri gözden geçirdim ve Haluk Durukal keşke bu kitapların devamını da getirseydi dedim. Belki de onun gezileri de bu iki ülkeyele sınırlıydı. Ama hayal dünyama kattıkları için kendisine hep şükran duydum ve iki kitap bir kaç yıl başucumu terk etmedi.

Ve şunu anladım gezdikçe; hem okuyan hem gezen daha çok bilir!


*Sevgili KuyruksuzKedi'nin Çok Gezen mi Çok Okuyan mı? başlıklı yazısı için buradan lütfen...

**Penfriend'lik Müessesesi

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP