1.Bölüm Randevu günü öncesindeki gece sabahı ediyorum.
Diz benimle kapışmış durumda.
Altındaki yastığı alıp bacağı uzatmaya yelteniyorum, o bana ağrı engeli koyuyor. Sen inadım inat yapıyorsan ben de o eşiği aşıyorum, diyor ve uzatıyorum bacağımı. Lakin bu da başka bir sorun çünkü sırt üstü yatmak bana uzak. Dizse bana kan kusturmaya yemin etmiş, nedir benim senden çektiğim intikamı peşinde sanki. Yıllardır diyor, dağ dere tepe yürürken, koşarken, zıplarken, şut atarken, pedal çevirirken, merdivenleri hoplaya hoplaya çıkarken beni hiç düşündü mü?
Bir an içim acıyor kıymetli dostuma.
Onca futbol maçı, onca basketbol maçı, yenen tekmeler, bisikletle gidilen mesafeler, atılan şutlar, sıçramalar, smaç yaparak atılmış, tribünleri ayağa kaldıran, oradaki sevgiliyi gururlandıran keyifli sayının ardından güvenle çemberde asılı kalıp yere inerken onun yastıklığına sığınmalar geliyor gözümün önüne.
Muhtemel ki onda da gençlik ateşi vardı ve onun da umrunda değildi o zaman dünya; ama!.
Okşuyorum yoldaşımı, ağrısını dindirmek için jel sürüyorum, bir de Volteren SR atıyorum ağzıma.
Sonra sızmışım. Kısa süreli olsa da...
Oğlan duşakabine bir sandalye yerleştiriyor. Evin diğer bölgeleri ile dört gündür bir bağım yok. Tek ayak üzerinde dört beş sağ bacak zıplamasıyla yatak odamın banyo kapısına erişiyorum.
Sıcak su iyi geliyor.
Bu kez ıslak ayakla zıplama korkusu. Ama geleceği düşünerek olmasa da seçtiğim ahşap görünümlü yer döşemeleri konusunda kendimi alkışlıyorum; çünkü kaydırma engelleri var. Sekerek ulaştığım yatağımın üzerindeyim.
Diz kendini biraz salacak gibi.
Oğlana seslenip buzu istiyorum. Yastığın üzerine bir havlu, üzerine jel şeklindeki buz, dize ince bir bez sargı, hoop havluyu sarma.
25 dakika sonra tık yok.
Bu bir mucize.
Kardeşin gönderdiği araç gelmek üzere. Sol bacağı zor da olsa basacak durumdayım. Biraz bahçede oturabiliriz. Neredeyse beş gün olmak üzereyken açık hava.
Arabaya yürüyorum. Yolda sohbet iyi; genç sürücümüze geçtiğimiz yerlerin eski hallerini anlatıyorum.
Bunları şimdi uzun uzun yazmayacağım tabii ki! Belki bir gün bugünkü fotolarını çeker, çocukluk günlerimden başlayıp geçmişlerini anlatırım.
Hastanedeyiz ve ben tekerlekli sandalyedeyim.
Hep merak etmiştim.
Şimdi doktorun odasına... Yürüyerek giriyorum içeri. Önce dinliyor beni. Sonra elle gerekli kontroller.
Bir de röntgenden görelim.Bir kat aşağı, sonra tekrar yukarı.
Benim bacak çok da şakacı.
Yine aynı şey: Doktorun ifadesiyle filmdeki durum anki halimden iyi. Kemik sistemimde bir sorun yok. O halde sabah akşam jel ve Volteren SR'e; 20 gün sonra tekrar bakalım.
Önceki geceyle kıyaslanmayacak bir uyku.
Bu kez dersimi almış durumdayım.
20 gün sonraki gelişme nasıl olur şimdilik bilmiyorum. Belki bir de MR ile görelim denir.
Sonu nereye uzayacaksa varım.
İki bacağım, iki güzel dostum; ballandıra ballandıra anlattığım gezmelerimin, spor keyiflerimin, galibiyet sevinçlerimin, izlediğim konserlerimin, filmlerimin, oyunların ve çileli anlarımın can dostlarından ikisine de; siz olmasanız ben olmazdım, dedim ve onları yatağımın en keyifli noktasına uzattım.
Ve bu sabah ben onlardan erken uyandım ama hiç ses etmedim. Onlara duyurmadan haklarınızı asla ödeyemem, dedim ve bundan sonra onları elinden geldiğince doktorlara düşürmemelisin, diyerek, kendime ayar verdim.
Bugün uyandıklarında bir söz vermeyeceğim, düşüncemden de bahsetmeyeceğim; solun durumuna bakacağım ve duruma göre bir iki gün içinde sinemaya götüreceğim onları... Hatta yıllar yıllar sonra patlamış mısır bile alabilirim, onlar için.
Elbette David People'ın terasında pasta-kahve keyfi ve yeni dönem kararlarımın kutlamasını da yapacağız birlikte...