Eylül'ü severim. Benim için özel bir aydır. Kısa sürelileri ayrı tutarsak tatil kapsamına girecek seyahatlerimin hepsi Eylül'dedir. Babamın öleceği Aralık ayından önceki -ki en efsane seyahatlerimden biri- 12 Eylül darbesi nedeniyle tamamlanamamış olsa da, %2'lik kısmı eksik kalsa da Eylül ayınının biri sabahında marşa basmamla başlamıştı.
Enn Sevdiğim Kadın'ı tatil anlamında uğurlamaların hepsi de Eylül ayına dairdir.
Ve o uğurlamalardan biri daha yaşandı dün gece.
Öyle güzeldi ki!
Bu sabah ilk noktasına, baba evine vardı. Bunu belirten mesajı telefonumdaydı.
Bu yazı yazılmasa ne olurdu?
Üstelik aklımda hiç yoktu.
Sabah birden, yatağa uzanmış dünyada ne var yok bakarken fark ettim ki içimden kelimeler akıyor. Zaten iş de bayram tatilinde. Tembel akan kelimelerin kafa bulduran şırıltısına kulaklarım kesildi ve yaz oğlum dedi.
Oysa olağan bir akşamdı. Maç izledim, sonra bir başka maç izledim ve saat O'nu alma vaktine vardı ve ben kardeşin dairesindeydim.
O'nu alma vaktine varış pek hoşuma gitti.
Arabayla giderken ve onun mıntıkasına yaklaşmışken ve kardeş uzunca bir tırı sollamışken ve ben andan başka bir tat alırken O'nu aradım, bulunduğumuz noktayı bildirdim, bir kaç dakika sonra da kapısının önündeydik.
Bir yanıyla ne kadar olağan ve sıradan bir süreç.
O henüz binadan çıkmamıştı. O ara motosikletli bir kurye aradığı bloğu sordu. Onun ardından ben de binaya girdim ve enn sevdiğim kadının dairesinin önüne vardığımda O evden çıkmıştı ve sırt çantası sırtında, ondan daha büyük bir çanta da omuzundaydı. Elbette vermemekte ısrarcı oldu ama çantayı aldım. Çünkü O enn kıyamacağım insanlar listemin başında.
Bagajlarını yerleştirdik ve lojmanlar bölgesinden ayrıldık.
Arka koltuktan bir anahtar uzattı bana. Evinin. Sonra sohbet ede ede, otobüs saatine vakit olduğu için ağır bir hızda garajlara vardık.
Şaşırtıcıydı ortam.
Nerede eski canlılık, ışıl ışıl haller diye düşündüm.
Garipsedim.
Ama O çok güzeldi.
O, ben ve kardeş şen şakrak sohbet ettik. Artık yok olan efsane otobüs şirketinden konuştuk ve o seyahatlerin tadından...
O sırada otobüs perona yanaştı. Ben bagajlarını verdim.
Sohbeti koyulttuk.
Tüm bu süreçte O'nun bu anlarını bir masal gibi zihnime kaydettim. Ne kadar güzel, sıcakkanlı, iyi yürekli ve hımmmm... bir kadın olduğunu bir kez daha teyit ettim. 10 yıl sonra bile aynı kadını ilk gün heyecanı ile seviyor olmam üzerine düşünmedim. Her karşılaşmamızda daha yeni tanışmışız ve ben onu ilk kez uğurluyormuşum duygum; hiç bir zaman yerini bir başka, taaa eskiden gibi ve bu kaçıncı kere hissini yaşatacak bir duyguya yollamadı beni.
O ara kardeş elemanlarından birinin başına gelen, oldukça dramatik, arabada ağlamakta olan bir müşterinin, bir genç kızın epey pahallı bir telefonunu kaybetme olayını anlatıyor. Sonra onun bulunmasını ve hafta sonu taksi şoförlüğünü ek iş olarak yapan elemanının bahşişe boğulmasını...
Bu hikâyenin en hoş tarafı bu tür olaylar için taksicilerin kendi aralarında özel bir hat oluşturmalarıydı.
Elbette eski otobüs yolculuklarının tadından söz ettik. Çok derin yolculuk anıları bırakan Ulusoy'un yok oluşu üzerine arşivdeki, naftalinlenmiş pek çok anıyı ortaya döktük. Varan'dan girip Boss'dan çıktık. Ulusoy'un domates çorbasının ve üzerine kaymak ekletilmiş ekmek kadayıfının ve tabii ki Bolu Dağı tesislerinin altını çizdik.
Sonra da sarıldık, öpüştük ve enn sevdiğim kadın otobüse bindi.
Biz alanı terk etmedik.
Otobüs yolculuklarını ve garlarını özlemiş miydik?
Sanırım özlemiştik.
Uçak hiçbir zaman yolun tadını, yolda olmanın tadını vermiyordu. Oysa akıldan geçenlerle akıp giden yolun tadını senkronize etmek, o sırada bir şeyler atıştırmak, bir fincan çay ya da kahve içmek, sorunları kilometrelerce arkada bıraktıran bambaşka bir keyifti.
Saat 00:30'a iyice yaklaşmıştı. En sevdiğim kadın otobüsten indi, alanı terk etmeyen bana ve kardeşime bir kez daha sarıldı, öpüştük.
Çok şanslıydık çünkü bu kadar içten sarılan ve sarıldığı insana çok ama çok iyi gelen, yanağından makas almalık, kalbi bu kadar samimi, çok güzel bir insan bulmak zordu.
Otobüs kalktı.
Biz arabaya geçtik.
Ben O'nun evinin anahtarını cebimde mi diye kontrol ettim.
Hız limitlerini aşmamaya gayret ederek ve gecenin ışıklarını birbir geçerek eve doğru yol alıyorduk ki kardeş soda içmek istedi ve bana da sordu. Portakallı ya da limonlu bir şey al dedim; Schweppes diye de marka telaffuz etti içimden bir ses; ona aktardım.
Gecenin sessizliğinde yağ gibi akarken üç harfli, Schweppes'imi ağır bir keyifle içtim.
Kardeş üç harflisini park ederken ben binaya giriş şifresini tuşladım. Birbirimize iyi geceler diledik ve o evine girerken ben asansörün tuşuna bastım.
Derin ama salak ve asla körü körüne aşık olmayan, aynı kadını 10 yıldır aynı heyecanla seven ve mutlu bir adam tadında uyudum.
Uyandığımda O'nun mesajını gördüm. Gülümsedim ve hemen yanıtladım.
Sonra da içimden aktığı gibi, sanki ilk ve tek sevgilisini yazan bir çocukluk heyecanıyla bu yazıyı yazdım.