14 Kasım 2021 Pazar

CumartesiGünlük

Çarşamba günü başlayıp perşembe günü devam eden sağ ayak iç tarafındaki ve dolayısı ile aynı bölgenin tabanında oluşan ağrı pek yabancım olmasa, yere basmadıkça sorun çıkarmasa da hayat akışıma sekte vurdu. Gerçi 10 şiddetinde bir deprem eğer sağ bırakırsa beni, hayatla ilişkimi engellemeye muktedir olamaz, ama kendimi sokaklara atamayacak olmak da sanki bir yoksunluk tokaçı gibi fikrimi döver durur!

Oysa önümüzdeki hafta sonundan sonraki hafta sonu Amasya'dan Bildiriyorum başlığı altında yayınlayacağım günlerin hayali ile meşguldüm. Ya geçmez ve bu hayale engel olursa tedirginliğim vardı ama artık çocuk da değildim. Şu bilgisayarı icat eden dedim bir kez daha. En sosyalsiz hayatta bile insanı sosyal hayatın içinde tutabiliyor. Ona epey epey geç bulaşmış biri olarak esiri olmasam da varlığından mutluydum ve sokakla bağım kopmuş bir anda dünyanın her yanına ulaşabiliyordum. İşim sekteye uğramıyor, hatta ülke ekonomisi fikrime yeni yeni komiklikler katıyordu. İki gün önce TL değeri daha düşük olan bir yatırım dolar olarak daha yukarıdayken, aynı yatırım dünyanın tüm ekonomistlerini ve hatta mezarda olanlarını mezarlarında ters çevirecek bir biçimde iki gün sonra TL olarak yükselmişken dolar bazında iki gün öncenin gerisinde kalabiliyordu. Ve tüm bunlara rağmen memleketin en baba şirketlerinin hisseleri 2 yıl önceye göre yarı fiyatınaydı!

Cuma günü içimdeki cengaver ayaktaki ağrıya açıkça meydan okudu. Bir kez de Gürcistan seyahati öncesi başıma gelmişti ki o yazılarımın girişinde söz etmiştim kendisinden. Bu kez de alt edebilirdim onu: Bir tedavi yazdım kendime ki elimin altında her zaman varlar... Ve ikinci gün başladım. Cuma günü sabah çivi çiviyi söker eylemimi zorlansam da başarıyla yerine getirdim; yürüdüm ve alışverişlerimi yaptım. Cuma akşamüstü pes ettim sesleri gelmeye başlamıştı ayaktan ama kulak asmadım. Bildiğim yolda devam ettim ve cumartesi sabah ayak beyaz bayrak sallıyordu.

Öğleden sonra saat ikiyi geçmişken çıktım evden. Planlarım doğrultusunda önce Adem Usta'ya gittim ve hayalim sulu yemeklerinden olsa da mecburen bir tavuk döner yedim. Bir Tayyip hayranıdır ve o konuşacaksa ya da haberlerin saatiyse televizyon hepimiz duyalım diye açıktır. Çıkarsız inanmışlığın sevinciyle duyurmak ister hepimize...  Enn sevdiğim esnaflardan biridir kendisi; hem yemekleri lezzetli ve temiz hem de fiyatları uygun. Misal estetik açıdan da çok hoş, yanında garnitürü ve mini pilavı olan tavuk döner tabağı 17 TL.

Oradan çıkınca hemen sokağa kıvrıldım ve Bredblok'a uğradım. Nohut mayasından Kumru ekmeği yapıp yapmadıklarını sordum ve bu konuda bir bilgileri olmadığını anladım.

Artık hedef noktam olan küçük kahve dükkânında ve aynı masamdayım.

Bir genç hanım geldi ki geçen gelişteki olmayan kişi olduğunu düşündüm ve "Bir Amerikano, lütfen," dedim.

Kitabımı açtım ve masama vuran güneşin ve pazar gününe göre daha canlı bulvarın keyfi ve çalan müzikler eşliğinde içinde yok oldum.

Sevgili Momentos'un chanson'lardan bir demet çalınsa önerisi aklımdaydı, konuşacaktım ancak geçen gelişte olmayan ve bu mekânın her şeyi olduğu belli oğul yine yoktu ve bir karşılığı olmayacağı için konuşmanın manası da yoktu çünkü içtiğim Amerikano'nun fiyatını bile neredeyse arayıp soracaklardı ki son dakikada buldular.

Amerikano başarılı değildi, usta işi çift espresso hazırlanıp üzerine sıcak su ilave edecek bir düzenekleri yoktu ve şu Nestlé'nin yarı profesyonel cihazları gibi bir cihazla hazırlanıyordu ama olsundu.

Kendine has bir tadı vardı, mekân şirindi: tabii ki dert etmedim, ona dünyanın en güzel ve özel Amerikano'su muammelesi yaptım. Mini kurabiyemi zevkle yedim ve sonra yine parkın içinden geçtim.

Fikrimde parkta kitap okumak vardı; fakat güneş düşmediği için soğuktu ve ben de tren raylarına paralel giden kaldırımda yürümenin keyfini çıkardım.


Bu kedilerle çoğu sabah olduğu gibi bu kez akşam üstü karşılaştım. Komik dostlarım benim. Genelde sabahları ekmek ya da börek, poğaça falan almak için Salih Usta'ya sahilden gelip şu çöp kutusunun önünden devam eden sokaktan ulaşırım. Bu kediler her sabah aynı nizamda orada toplaşmış olur ve hepsinin başları dikilmiş, gözleri apartmanın üst katlarına bakar vaziyettedir ve ben bir gün fotoğraflarını çeksem derim. Bu kez akşam üzeri ve sokağa kıvrıldım. Az önce ekmek almış onu da sırt çantama koymuştum. Bir an dürtüldüm ve sırt çantamdan fotoğraf makinemi çıkarmaya karar verdim; sanırım ekmeğin kokusunu aldılar, ya da onlara bir şey vereceğimi sandılar ve peşime takıldılar.

Oturdum kaldırıma. Eski pozisyonlarını alsınlar diye bekledim ama nafile.

Kısmet olursa bir başka gün ve özellikle sabah, işlem tamam inşallah.


Kedilerden sıyrıldım, daha çok gençlerin ve sosyalist izler taşıyan entelektüel abilerin takıldığı Tabure'nin de yer aldığı kafelerin olduğu sokakta yürümeye devam ederken bir gün kitabımla Tabure'ye gelmeye karar verdim. Hiç gelmediğim ama hep köşesinden kıvrıldığım Mavi Bar'ın önünden karşıya geçtim ve sahildeyim. Sıralı gidersem son fotoğrafın olduğu noktadayım. Sanki deniz güneşin ışığı ile aydınlanmış bir sahne. Bir bankta oturuyorum ve o kısımda ışıklar sönmüş sanki. Usta bir fotoğrafçı için büyük bir fırsat. Sanki iki farklı zaman dilimi aynı anda yaşanıyor. Güneşli bir gün ki tümüyle denizin üzerinde. Öte yanda usul usul geceye karışan bir kumsal. Kaldırımlarsa bütünleştikleri kumsalla birlikte akşamı çoktan etmiş geceye doğru kolkola yol alıyorlar. Bir süre oturuyorum bankta. Ay şu anda bir ağacın üzerinde. Biraz ileride bir grup genç de kumların üzerinde ve tadı buralara uzanan bir sohbetin içinde. Yürümeye devam ediyor bir yandan da ağaçın üzerindeki Ay'ın fotoğraflarını çekiyorum.


Sanki her 15 dakikada bir biz karanlığa gömülürken deniz üzerindeki canlılar gündüzü yaşamaya devam ediyorlar. Ruhum müzik istiyor. Neden mp3'çalarımı yanıma almıyorum bilmiyorum. Hımmmmmmm bunu düşünmeliyim. Üstelik cuma günü sabah hayat önüme iki enfes sanatçıyı attı. İkisinden de zerre kadar haberim yoktu. Yoksa ben pandemide hayattan koptum mu?

Kopmadığımı biliyorum, dert ettiğim de yok ki bukalemun bünye yeni durumu çoktan kabullendi ve bir süreçten sonra onunla bütünleşti. Ancak elimizden alınanlar gerçeğini de görmek lazım. Evet henüz bir canlı konsere gitmedim. Eksik parça bu. O halde ilk hedef bir konser!


Bu sahneyi çok sevdim. Uzun süre izledim. Uzun bir Hint filminin final sahneleri gibi. İki karga ki birinin betonun ardında kaybolmuşken birden bazı savaş uçakları gibi dikine kalkıp kaldırıma konması çok afacan gelmiş ve bu hal içimi ısıtıp bol bol güldürmüştü beni.

Brenna Mac Crimmon. Dünya yansa haberim olmayacaktı. Vikipedi bilgilerine göre Kanadalı, Balkan müzikleri üzerine tez yazmış bir müzisyen. Uzun yıllardır varmış ve söylermiş de ben duymamışım. Üstelik Selim Sesler'le bir albüm yapmış, Baba Zula'nın bir albümünde yer almış, sular seller gibi Türkçe konuşabilen bir kadın.

Bana bir algoritma kıyağı. Caz dinliyor, oradan oraya sıçrıyordum. Önce buyur şuna bir bak diye önüme yine bilmediğim Nim Sofyan'ı* attı. Onu "Vay be!" diye diye dinlerken de Brenna'yı ki Fatih Akın iki şarkısını filmlerinde kullanmış. Bir bakayım diye tıkladım. Cumartesi gecesi saat kaçlarda yatana kadar tüm albümlerini ve içinde olduğu albümleri dinledim. Bayıldım ve iki sanatçıyı iki tadımlıkla kişisel tarihime kaydetmeye, bilmeyenlere bildirmeye karar verdim.









*Nim Sofyan: Balkan ve Asya müziklerini yer yer funk ve caz tınılarıyla yorumlayan müzik grubu. Gitarist ve solist Alp Bora'nın Viyana'da kurduğu Nim Sofyan şimdiye kadar Divane, Agora ve Düm Tek adlı üç albüm çıkarmıştır.[1] Grup adını Anadolu müziğindeki 2/4'lük zamanlama için kullanılan bir terim olan nim sofyandan almıştır. Kaynak Vikipedi.

10 Kasım 2021 Çarşamba

Atatürk'ün Veda Filmi



O şimdi üniversiteli...


Öğretmenimiz bir hafta önceden sınıfça Atatürk’ün Veda filmine gideceğimizi söylediğinde hepimiz çok heyecanlandık. Ben öğretmenime hangi sinema dediğimde Konak Sineması cevabını aldım.

Sinemaya gideceğimiz gün geldi. Öğretmenimiz bize montlarınızı alın dediğinde hemen montlarımızı aldık. Montlarımız üstümüzde öğretmenimizin bize okulun bahçesine inip sıra olun demesini bekliyoruz. Öğretmenimiz bize bahçeye çıkıp sıra olun dediğinde hemen bahçeye indik. 1-2 dakika sonra öğretmenimiz geldi. Çıktık yola ellerimizde sularımız gidiyoruz. Sinemaya geldik. Oradaki görevli bize filmin olduğu salonu gösterdi. Oturduk yerlerimize benim yanımda sıra arkadaşım ve aynı zamanda en iyi arkadaşım olan Miraç vardı. Sonra görevliler bize patlamış mısır dağıttı.

Film başladı. Atatürk ölüm döşeğindeydi. Atatürk’ün yatağının başında çocukluk arkadaşı Salih Bey vardı.

Salih bey bir mektubun başına oturmuş Atatürk’le geçirdiği zamanı bir mektuba yazıyordu. Salih bey mektupta oğluna Atatürk ölürse bende kendimi öldüreceğim diyordu. Mektupta Atatürk ile geçirdiği günleri, ayları hatta yılları anlatıyordu.

Çocukluktan, gençliğe, gençlikten, büyüklüğe kadar hepsini anlatıyordu. Film çok uzun sürmüştü. Film bittiğinde hepimiz öğlenciler gelmiştir. Sınıftalardır korkusuyla hızlı bir şekilde okula koştuk. Neyse ki öğlenciler gelmemişti sınıfımıza. Bazı arkadaşlarım servisim kaçtı diye korktular. Ama benim evim yakın olduğu için benim korkmama gerek yoktu. Hemen çantalarımızı alıp evlerimize gittik.


Yazan:Tırtıl

7 Kasım 2021 Pazar

Çay Bredblok ve Hasret Senfonisi

Öncesi


Yatak odamın penceresinden geçip üzerime uzanan muhteşem bir güneş. Tetiklenmemenin imkânı yok. Ve önemli bir gün. "Yapıyor musunuz?" dediğimde yapıyoruz denmişti. O yapılanı diğerlerinden farklı kılan ana unsurun adını verip bundan mı diye sorduğumda gelen yanıt çok sevindiriciydi ve vuslata ermek için iki gün gerekliydi.

İlk anda tereddüt edip dönsem de dayanamamış aynı günün öğleden sonrasında bir kez daha uğramış ve tamam demiştim.


Mutlu ve heyecanlıyım. Sabah rutinlerinin ardından fotoğraf makinesini ve kitabımı sırt çantama atıyor, yanıma da her ihtimale karşı bir mont alıyorum. İşin doğrusunu söylersem de ilk fikrim doğrultusunda fotoğraf makinesini gereksiz buluyor, bahçe kapısından çıktıktan bir süre sonra da geri dönüyorum.

Yol boyu iki yer arasında kalmış bünye sonunda bir karara varıyor ve bu sezon İskele Kafe'yi ihmal ettin diyor. Son ana kadar ikilemdeyim ve sonuç itibariyle balık tutan kadınlı erkekli keyiflerin arasından yürüyerek İskele Kafe'deyim.

Açık denize bakan kısımda boş masa yok, bir kaç dakika sonra da oturduğum masayı değiştiriyorum çünkü binalardan kurtulup denizle başbaşa kalıp sonsuzlukta yok olacağım yönde olmasa da yine de arzuladığıma daha uygun ve az önce boşalan masaya geçiyorum.

"Bir karışık tost lütfen."

"Bir bardak da çay lütfen."




Enfes bir tost; dış yüzeyde ince bir çıtırlık ve devamında bir ton aşağıda ve ekmeğin beyazlığını harcamamış ve çıtırlıkla bütünleşmiş şahane bir kıvam. Çay, kitap, tost şeklinde devam ediyor hayat. Dibimizde balıklar oynaşıyor. Açık denizde bi tekne pupa yelken yol alıyor. Her şey yolunda ve bu tadı uzatmak gerek çünkü andan çıkmaya hiç niyetli değil bünye. O zaman bu lezzetli çay ve kitapla yaşamaya devam.

"Bir fincan çay lütfen."

Uzun bir süreye yayıyorum keyfi çünkü vuslatın sonlanması için saat 14'ü bulmam gerekiyor. Kitap zaten muhteşem, her ne kadar öykü yazsa da ve öyle bir kurguyla yazılmış olsa da bence öyküler birbiri ile ilişkili olduğu için aynı zamanda bir roman ve bu kurgu son derece cezbedici.

Vakit yaklaşıyor. Toparlanıyor, ödememi yapıp ağır adımlarla iskeleyi yürüyor, önce bir kaç fotoğraf çekmeyi düşünüyor, bu yazıyı öz fikrinden uzaklaştırıp uzatmamak için de bundan vazgeçiyorum. Niyetim babamın ağaçlarının altında oturmak ve kitapla biraz daha vakit geçirmek ancak banklar dolu; bir kaç adım sonra ağaç altı olmasa da bir banka oturuyorum. O ara aklım dürtüyor çünkü bir hanımefendinin devraldığı ve çok hoş hale getirdiği şirin lokantada bugün keşkek günü. Bir iki gün önce enfes bir ıspanak yemiştim, öncesinde de tam anne usulü az mercimek çorbası içmiştim. Ödememi yaparken cumartesi günü keşkek yapacaklarından söz etmiş, ben de bizim ailenin usulünden ve kurut'tan söz etmiştim ve ona çok şaşırtıcı gelmişti. Şu an aklım dürtmekte beni. Tabii ki gazına gelmeyeceğim. Vakit yaklaştı, sallana sallana gidersem anca diye düşünüyorum ve toparlanıp merakla yürüyorum. Sokağa döndüm ve buluşmaya sadece bir kaç adım var.


Kapıdan süzülerek geçiyorum. Zarif hanımefendi ayağa kalkıyor, ve masanın üzerinde dinlenmekte olanla birlikte bankoya yanaşıyor. Ekmeğim henüz sıcak. 24 saat bekletilmesini önerdiklerini söylüyor hanımefendi ki siparişi verdikten iki gün sonra kavuşulabiliyor kendisine; çünkü mayalanma süresi iki gün. Kısaca 3 günlük bir sabıra ihtiyaç var.

O gün, yani sipariş için geldiğim gün sorduğum şu idi: "Ata Ekmeği yapıyor musunuz?"


Yirmi yıldan fazla, belki de daha uzun bir hasretti ve benim için önemliydi çünkü askerlik arkadaşımdı ve o süreçte askerlikle işi bir arada yürüttüğüm için gidip gelmeler esnasında Havza'da tanışmıştık kendisiyle. Üstelik yaklaşık sekiz yıl önce enn sevdiğim kadını o ekmekle tanıştıracağım sevinciyle girdiğimiz ve üstelik 20 yıldan epeyi yıl önce bu ekmekle tanıştığım fırında adının bile hatırlanmıyor olmasının hayal kırıklığını yaşamıştım. O nedenle evet dendiğinde tereddüt etmiş, "Karakılçık buğdayından mı?" diyerek altını çizmiştim. Ona da evet denmişti. Ve kısa bir tereddüt ki fiyat konusundaydı ama araştırınca butik ekmekler için makul olduğunu anlamıştım ve tekrar gelip siparişi vermiştim.


Elbette 24 saatin dolmasını bekleyemedim, makul süre sonra test ettim. Hımmmmmmmm, miss! Biraz sonra formu farklı ekmekten iki ince dilim kesip arasına kaşar koydum. O çok hafif ekşimsi tatla birlikte götürdüm. Enn sevdiğim gurmenin fikrini merak etmekteyim ki kendisi alemin en güzel fokaça ekmeğini yapar.


Bir tesadüfle tanıştığım bu iki zarif hanımefendi sorduğum üzere bu konuda eğitimliler; genelde sipariş üzerine çalışıyorlar ve geniş bir ürün yelpazeleri var. Son derece temiz, düzenli ve çok hoş mekân ki beni çeken başlangıçta dış güzelliği oldu. Kadın eli değdiği her aşamada belli oluyor. Elbette ekmeğin geleneksel formundan söz ettim ancak onlar eğitimlerde bu formun öğretildiğini söylediler. Elbette çağlar değişimleri de beraberinde getiriyor; yeter ki lezzetler modern dokunuşlar görse de tatlar yok olmasın. Mutluyum. Kimbilir bir başka siparişte, özellikle geleneksel formu isterim. Ama... sanki bu formu da  kullanışlı; hem tost belki de çakma tapaslar, kanepeler için daha uygun olabilir!

Hımmm Kumru ekmeği de sormalıyım!

Planlarım çok!

Kırmızı şarap fokaça işbirliği kesin.

Finalde yaş pastalarından biri, belki de yanlarında sıkı bir kahve, belki bir likör katılımıyla hülyalı saatlerin tadına tat katıyor da olabilirler.

Denemeli...



Bu iki zarif hanımefendinin ürünlerinin yer aldığı İnstagram hesabı içinse buradan lütfen.

 

 

 

6 Kasım 2021 Cumartesi

Sokağın Büyük Sürprizi

Tanışma


Pazar günü küçük kahve dükkânından çıktıktan sonra ilk arada bulvardan ayrılıp sokakların tadını çıkararak trenlerin ortasından geçtiği bulvara ulaşıyor, ışıklardan karşıya geçiyor, ana caddeyi kullanmayıp yine bulvara paralel ve ters yönde yürürken ilk aradan sola dönüp yeniden iyi bildiğim sokaklara dalıyorum.

Bir kafe açılmış, geçen gün ana caddeden geçerken gözüme çarpmış, orada olmasına da pek anlam verememiştim. Yanaşınca, oldukça büyük dış alanında oturan kalabalık ki genelde orta yaş üstü insanlardı, bazı çözümlemeler yapmama imkan sağladı. Muhtemel ki dedim kahvelerden birinden ayrılan garson ya da ortak burayı açmış ve seven müşterilerini buraya çekmiş.

Beni cezbetmemiş olsa da bir gün gelmeyi istiyorum.

Benzinlikten geçip caddeden devam etmeyi düşünmedim. Sokakların tadına devam diyerek yürüyordum ki köşedeki emlakçı ama daha çok da komşu dükkân beni çağırdı. Şaşırdım. "Neden 100 metre ilerideki işlek cadde üzerinde değil de burada?"  Çok hoş bir dekorasyon, minik totem, şık vitrin ve camlardaki yazılara bakarsam da önemsenmesi gereken özel bir nokta! Meraklandım. Gün pazardı ve kapalıydı.


Pazartesi günü gitmeyi düşünmedim. Salı sabahı alışveriş için dışarı çıktım. Fikrimde mekân yoktu. Sonra ne tetiklediyse beni sokağa kıvrıldım ve dükkândan içeri girdim. Zarif bir hanımefendi kalktı ve şaşırdığımı, sokakla bu hoşluğun ilişkisini ilginç bulduğumu, bu bileşkenin de ilgi ve merak duymama sebep olduğunu o nedenle girdiğimi açıkladıktan sonra, bazı bilgiler aldım. İnternette de var olduklarından söz edince de  işe döndüğümde bir sayfaya ulaştım ki daha sonra bunun yanlış bir site olduğunu anlayacaktım.


Perşembe günü öğle üzeri evden çıktım. İşlerimi halledip söz konusu mekâna gittim. Bu kez diğer hanımefendinin yanında bir başka hanımefendi daha vardı. İnstagram hesaplarına zor da olsa ulaştığımı ama öncesinde odur sandığım sitenin; adı aklımda tutamadığım için yanlış hedef olduğunu anladığımdan falan da söz ettim. Sonra laf lafı açınca, bende izi olan bir şeyden bahsettim ve direk sordum. Yanıt heyecan vericiydi ama ücret de düşündürücüydü. Teşekkür ettim ve çıktım. Sonra memleketin halini de düşününce ve emeği göz önüne alınca fiyat bana makul geldi.


Hava çok güzeldi; fotoğraflar çeke çeke eve doğru yürüdüm. Artık bizim olmayan ama babamın diktiği çamların altını ve en uçtaki, sokak lambasını okuma ışığı yaptığım bankımı da tarihe bir kez daha not düşmeliyim, dedim ve cilveli güneş hazırdayken üşenmeden fotoğrafladım.

Eskiden bizim bahçemiz bu ağaçların dibine kadar uzuyordu ve sonrası kumluktu; kadim eve uzak kalsa da oraya masa atmaya bayılırdım. Sonra, bence çok doğru bir iş olarak yol geçirilince sınırlarımızı geri çektik ve bu ağaçlar artık kamuya hizmet eder oldu. Bense bankımı hiç terk etmedim. Hatta bir ara burayla ilgili bir fikir ürettik ancak hayata geçirmedik; çünkü üst geçit altlarındaki örneklerinin ne hale getirildiğini görmüştük.

Bugün cumartesi. Sevdiğim günlerden biri. Öğleden sonra dananın kuyruğu kopacak ve belki de bir hasret sona erecek. Şimdilik sadece dilimi ısırıyorum ve bu sabahın tadı için kitabımla kendimi dışarı atıyorum. İnce belli bardakta çay kesin, yanında ne olur ve nereye çökerim henüz bilmiyorum.



*Babamın ağaçları ve fikir.


Devam yazısı Çay Bredblok ve Hasret Senfonisi için buradan lütfen!

5 Kasım 2021 Cuma

Ara Sıcak



Yıllardır peşinden koşulan, kokusu neredeyse unutulmuş olsa da her köşe bucakta aranan...

Özlemle beklenen ve inançla yolu hep gözlenen ile büyük buluşma...

Pandeminin zor koşulları altında alın teriyle yoğrulmuş bir emek...

Kimsesiz sokakların kimsesi muhabirimizin kaleminden...

Tüm detaylarıyla...






İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP