Bir bayram yazısı yazmayı düşünürken; iki gündür çekmekte olduğum diş ağrısının molası sayesinde derin ve keyifli bir uyku çektiğim gecede rüyamda birini gördüm. Huzurlu bir geceye çok yakışan bu kişinin masalını, sabahın günü henüz ışımadan, yüzümde tatlı bir gülümseme ve içimdeki bayram coşkusuyla sonsuzluğa aktarmak istedim.
Çok evvel zaman önce bir gün, bir güzel baba her pazar olduğu gibi eşi ve çocuklarını almış yakın bir kasabadaki pideciye götürüyormuş. Çocuklar arka koltukta karşıdan gelen arabaların markalarını önlerindeki kağıda çentikleyip; gidecekleri yere varana kadar hangi markadan kaç tane göreceklerinin çetelesini tutarken, kimin seçtiği markanın kazanacağının da oyununu oynuyorlarmış.
O kasabaya yaklaştıklarında baba anneye girdikleri bir virajın yanını göstererek, o günlerde şehirde dilden dile dolaşan olayın ayrıntılarını anlatıyormuş. Konuşmalara oynadıkları oyuna uzak kalarak kulak kesilen çocuk; o virajın sağdaki küçük uçurumuna düşen aracın sağ koltuğunda oturan, şehrin en tanınmış ve en zengin ailelerinden birinin üniversiteyi daha yeni bitirmiş çocuğunun ölümün eşiğindeki halini gözünde canlandırmış. Ve yaşamının önemli hatıralarından biri orada başlamış.
Aradan yıllar geçtikçe çocuk büyüyüp serpilmeye, hızlı ve militan hayatlarla birlikte hızlı aşklar yaşamaya başlamış... Bir gün arkadaşlarıyla sinemaya giderken şen şakrak; sakatların kullanacağı özelliklere sahip otomobilin direksiyonundan inip, uzun boylu heybetli ve güzel bir genç kadının yardımıyla onun aynı arabanın bagajından çıkardığı sakat aracına binen sakalı tertemiz ve yakışıklı adama dikkat kesilmiş. O günden sonra o virajdan her geçişinde artık uçuruma yuvarlanmış arabayı hayal ederken, yan koltuktaki resimsizliğin yerine somut bir yüz de koyar olmuş.
Aradan biraz daha yıllar geçmiş; anlatıcımız hızlı aşkların yanına hızlı araba kullanmaları da katmış. Bu arada masalın girişini yapan öykünün devamını göremeyen ilk anlatıcı(baba) ölmüş. Erken yaşta büyük sorumluluk yüklenmek zorunda kalan anlatıcı; işler için sıklıkla İstanbul'a gittiğinde kaldığı dayı evinin karşı komşusu, Yunanistan Türklerinden bir avukat abla ve en az onun kadar esprili hoş sohbet eşiyle tanışmış. Her gidip gelmelerinde ağırlıklı olarak anlatıcının yeni yetme düşünceleri üzerinden siyasetten sinemaya, insan ilişkilerinden küçük hayat hikayelerine çok keyifli sohbetler yapar olmuşlar.
Biraz daha yıllar sonra anlatıcımız kırmızı ışıkta beklerken aracının önünden geçen kızı gönül defterine yazmış. Onla tanışıp çıkmaya başladıktan bir süre sonra, güneşli bir bahar sabahına içinde kuşlar öterek uyandığında, camdan içeri süzülen güneşin sıcağında odasını temizlemekte olan annesine ilk sözü; anne ben aşık oldum olmuş.
Bu olayın üç yıl sonrasında; kırmızı ışıkta beklerken aracının önünden geçen kızla evlenip yıllar sonra bir öfkeye mahkum ettik herşeyi bir yemin ettim ki dönemem anına kadarki evrede iki süper çocukları olmuş. Bu süreç içinde kırmızı ışıkta arabanın önünden geçerken görüp evlenilen kıza bir butik açmaya karar vermişler.
Dükkan ararken, yolları o virajda yuvarlandığında ölümden dönüp belden aşağısı felç olan sakalı tertemiz ve yakışıklı adamla kesişmiş. Onların projesi binada uzun boylu, heybetli ve güzel kadın adına kayıtlı dükkanı tutmuşlar. Bu vasıtayla hep aklında olan hikayenin kahramanıyla çok yakın olurken, kadının nasıl asil güçlü ve yüreği kocaman olduğuna bu kez çok yakından tanıklık etmiş anlatıcı. O kadını çok sevmişler. Sonra işlerini biraz daha büyütünce kırmızı ışıkta beklerken aracının önünden geçen kız, o dükkandan başka bir dükkana geçmiş. Orada da müşteri olarak devam etmiş ilişkileri...
Bir gün İstanbul'dayken anlatıcı; yine kurulmuş masanın etrafında dayı çocukları ve karşı komşu çiftle sohbetin derinindeyken, bir an söz anlatıcımızın yaşadığı şehire gelmiş. O güne kadar bunu bilmeyen, doğal olarak bu da dayılarının şehrindendir diye düşünen avukat abla söylenen şehrin şaşkınlığıyla orada benim bir arkadaşım var diye anlatmaya başlayınca; öykünün eksik yanı o masada tamamlanmaya başlamış.
Bu çok sevgili avukat ablamız hani Yunanistan Türklerinden demiştik ya!.. Meğerse bu ablamızla sakalı tertemiz ve yakışıklı abimizin karısı uzun boylu heybetli ve güzel kadın çocukluk arkadaşıymışlar.Üniversite yıllarındaki abimizle bu güzel ablamızın ilişkilerinin en yakın tanığıymış avukat ablamız. O gün hayatın bu kesişmesine tebessüm eden anlatıcımız, can kulağı ile dinlemeye başlamış.
Uzun boylu heybetli ve güzel kadınla sakalı tertemiz ve yakışıklı abimiz bir birlerini çok ama çok seviyorlarmış. Uzun boylu heybetli ve güzel kadının ailesi de çok çok zenginmiş... Kazadan sonra bu sakalı tertemiz ve yakışıklı abimizin yanından bir dakika bile ayrılmayan uzun boylu heybetli ve güzel kadının ailesi onunla evlenmesine karşı çıkmış.
Her türlü ikna çabası çare olmayınca engeller koymaya başlamışlar. Ama hiçbir şey uzun boylu heybetli ve güzel kadının önüne engel olamamış. Her şeyi elinin tersiyle iten kalbi kocaman, uzun boylu heybetli ve güzel kadın İstanbul'u ve o yaşamı bırakıp sakalı tertemiz ve yakışıklı abimizle evlenmiş. Çok mu ama çok mu güzel bir kız çocukları olmuş. Birlikte kurdukları mimarlık şirketi kentin en güzel işlerini çıkaran büro olarak, tıpkı aşkları gibi çok çok güzelllikler katmış şehre...
Ve onlar her konserde, yemekte, toplantıda, kısaca bulundukları her sosyal ortamda bütün bir kentin gerçek ve içten bir saygıyla önlerini iliklediği insanlar olarak yaşamışlar, yaşıyorlarmış...
Ve izleri yeni yüzyılın bir efsanesi olarak, tıpkı Ferhat'ın Şirin için deldiği kayalar gibi; ama bu kez birlikte yaptıkları binalarda yaşayacakmış...
Kocaman aşklar ve iyi bayramlar dileği ile zamanın sonsuzluğuna...
Resim,Gustav Klimt'in Tree of Life adlı tablosudur.