15 Haziran 2011 Çarşamba

Gerçek ayrıntıda gizlidir... Mİ?

Şu yazıya ektir...

14 Haziran 2011 itibariyle durum:
Kendi genel başkanken matematik hesabını başka türlü yapan malum kişi, genel seçimlerdeki olası sonuçlar üzerine kendisi ile ilgili yaptığım tahminler konusunda beni yine yanıltmayarak buyurdu: '' Ben genel başkanken oylarımız anketlerde % 29 du."

Bir seçimle realize olmamış olsa da, eğer doğru ise bu yükseliş, İstanbul'da yerel seçim sürecinde esen Kılıçdaroğlu rüzgarıyla mı, yoksa Baykal'ın şahsına duyulan güvenden dolayı mıydı acaba? Yerel seçimde alınan oyun % 23 olduğunu da küçük bir not olarak düşelim bu arada... İstikrarlı büyüme adına!
(Parti için zararlı gördüğüm iki isim Deniz Baykal ve Gürsel Tekin ile ilgili olarak, kardeşle, selam eşliğinde haklılığımı onaylayan bir mesaj yollayan Niyazi Abiye de selamlar:))

15.Haziran 2011 itibariyle durum:
Kronik kurultaycı zat-ı muhterem, birilerinin büyük emekler ortaya koyarak aldıkları sonucun üzerine konmayı, her seçim döneminde toplumda popülaritesi olan isimleri öne atıp onların sırtından oy devşirmeyi alışkanlık haline getirmiş, bu partiyi baraj altına düşürerek meclis dışında bırakan tek genel başkan olduğunu unutmuş "ebedi genel başkan": Yıllar önce, yeni bir yönetim kadrosu ve yenilenmeyle tirajını 100 binin üzerine taşıyan Cumhuriyet Gazetesinde patırtı çıkaran bazı kroniklerin yarattığı terör nedeniyle oluşan kopmaların ardından, satın almaktan vazgeçmem sonucu, tüm sanayi sitesinde zaten 2 adet satılan gazeteyi kastederek yaptığım "Cumhuriyet % 50 tiraj kaybetti" esprimin gerçeği bir matematik hesap içinde...

Sanırım kendisi; korkuları derin, direnişi içselleştirememiş, siyasi mücadeleden uzak, umudunu oy'unun gücünden ziyade başta militarizm olmak üzere başka güçlerin müdahalelerinden alan, sıkıştığında onlardan medet uman, kronik korkular yüzünden hazırcı, sırf bu nedenlerle CHP'den vazgeçmeyen, dolayısıyla bu argümanlarla kolayca korkutulabilen insanlardan ibaret sanıyor CHP seçmenini. Gerçi onun büyümek gibi bir derdi de yok ya! Küçük olsun onun olsun. Sonuç itibariyle hatırlatmak isterim ki CHP; yaklaşık 9 yıldır iktidarda olan ve beğenilsin beğenilmesin hizmet üreten siyasi bir rakibin karşısında son 35 yıldaki en yüksek oyunu aldı. Geçmişin çok parlak olduğunu sananlara duyurulur.

Ve sanıyor.. ve umuyorum ki Kılıçdaroğlu; aday listelerinde gösteremediği cesareti şimdi gösterip, gerektiğinde kurultay kılıcını çekerek malum kişi ve yandaşlarını ebediyete kadar susturacak, ve gerektiğinde müthiş bir savaşçı olduğunu ortaya koyacak.

"Pragmatist" Gürsel Tekin'in partiyi sağa açan akıldaneliklerinden vazgeçerek sol kimliğini öne çıkaracak...

Geçmişin yardakçı, tembel, emirkulu teşkilatını elden geçirecek.

İşte o zaman, gelecek daha parlak ve umutlu olacak.

11 Haziran 2011 Cumartesi

Oyumla Barıştım!

Bundan 2,5 yıl önceki yerel seçimlerde mutsuzluğumu ifade eden, "Oyumu mu kullandım, yoksa birileri beni mi kullandı?" başlıklı, kendimle hasbihal eden bir yazı yazmıştım. Oysa yarın sandığa giderken, daha ziyade oyumu atarken, fena halde mutlu olacağım. Evet, uzun yıllar sonra bir seçime, tıpkı eski günlerdeki heyecanla katılıyorum.

Seçim gecesi planlarımı günler öncesinden ve biranöncenin telaşlarıyla, kıpır kıpır bir keyifle yapmaktayım.

Uğruna Fenerbahçe maçlarından bile vazgeçebilen ben yarın gece, Behzat'ımı ve arkadaşlarını yalnız bırakacağım. Bu kez biralarımı alıp, üstelik de çeşit yaparak, uzun bir aradan sonra, seçim gecesi yayınlarının keyfini çıkaracağım.

Mussano'nun Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan olduğunda yazdığı "Salakça Bir Mutluluk" başlıklı muhteşem yazısının altına yorum yazan sevgili Ateş Böceği'nin bana yönelik olarak kurduğu; "Bu konuyla ilgili fikirlerinizi şahsen çok merak etmekteyim" cümlesindeki isteğini yerine getirmemiştim ve bunu özellikle yapmış, bekleyip görmeyi tercih etmiştim.

Sıkı bir Baykal ve onun yönetim zihniyeti karşıtı olan, bu konuda da pekçok yazı yazan, onun gittiği gün ülkede ve partide çok şeyin değişeceğine sürekli vurgu yapan benim bu değişimle ilgili olarak , özellikle Kılıçdaroğlu ile ilgili, başlangıçta çekincelerim vardı. Hakkında benden daha derin ve olumlu kanaatler oluşturan Mussano'nun aksine; sınıfın orta sıralarında oturan, harıl harıl ders çalışan, iyi notlar alan, bunların dışında özellikle iletişim kurmak konusunda sorunları olan, sessiz ve asosyal öğrenci gibi görmüştüm kendisini.. iyi niyetinden ve çalışkanlığından asla şüphem yoktu. Televizyon ekranlarında belgelerle dövüp siyaset dışını atmayı başardığı siyasetçilere karşı gösterdiği başarılarını da, işini iyi yapan bir devlet müfettişi çerçevesinde değerlendirmiştim. Bizim şehirde referandum sürecindeki ilk mitingini izlediğimde açıkcası yetersiz bulmuştum kendisini. Yani o partinin liderinde olmasını istediğim "karizmayı" ve savaşçılığı kendisinde görememiştim.

Fakat süreç içinde, hiç gürültü patırdı çıkarmadan usul usul tasviye ettiği kişilerin ve siyaset tarzının yerine koyduklarına bakınca, koyduklarından kendi popülaritesini öne çıkarmaya heveslileri de farkettikçe sessizleştirmeyi başarınca, ve muhteşem ekipler oluşturup şahane bir kampanyanın vitrininde çok başarılı bir meydan konuşmacısı haline gelince, CHP siyaset kavgasını ortaya koyduğu projelerle yapmaya başlayınca, yavaş yavaş kitlelerle kurduğu diyaloğun sıcaklığını gözledikçe, gösterdiği adayların bazılarıyla ilgili itirazlarım ve çekincelerim olmasını rağmen tamam dedim.

Ve şimdi görüyorum ki; malum kişi döneminde hiç olamadığı kadar coşkulu ve inançlı CHP seçmeni... Ve ben gibi; "o adama " onun siyaset uslubuna kızgın insanlar müthiş keyiflenmişler... Ve çok uzun zaman sonra gençler, kadınlar kocaman bir heyecan ve coşkuyla heryerde, her platformda parti için çalışıyorlar... O malum kişi için yazdığım "Asıl Suçlu" başlıkla yazıda olması gerekenler şeklinde sıraladığım bir çok şeyin yapıldığını görüyorum artık. Partinin internet sitesine giren mavi renk ve sitenin modern hali, aslında çok güzel anlatıyor herşeyi; geçmişine saygılı ama çağı yakalamış ve gözünü ileriye dikmiş, önü açılmış çok sayıda potansiyel lider adayına sahip, şikayet etmektense neyi eksik yaptık diyebilen ve gerçek anlamda sosyal demokrat olma yolunda ilerleyen bir parti artık CHP...

Hep savunduğum, "Türkiye seçmeni her zaman cezayı keser ve bir seçenek arar, onu bulamazsa kötüler içinden iyiye yönelir" tezimle doğru orantılı olarak bugüne kadar, ne yazık ki CHP kendi sempatizanları noktasında bile kendini bir seçenek yapmayı başaramamıştı. Şimdi, özellikle Kılıçdaroğlu'nun şahsına gösterilen ilgiyle birlikte, artık seçmen gözünde önemli bir seçenek CHP. Seçim sonundaki oy oranının benim için hiç bir önemi yok! Çünkü artık Türkiye'nin geleceğinde güçlü ve doğru siyaset üreten, iktidarı telaşlandırıp küfürbaz yapan bir CHP var. Bütün fraksiyoner farklılıklarımıza rağmen biraraya gelerek peşinden koştuğumuz, destek verdiğimiz partinin geri döndüğünün fazlasıyla farkındayım. Ve ben seçim sandığına; kısa pantolonlu militan çocukların, kendi solculuklarından daha geri görseler bile katkı vermekten zevk duydukları, seçim gecelerini bayram yerine çevirdikleri partiyle yeniden kucaklaşmaya başladıklarını hissederek gidiyorum.

Müthiş sevinçli ve heyecanlıyım. Uzun bir aradan sonra sonra ilk kez yarın, oyumu büyük bir zevkle, seve seve kullanacağım.

Ve uzun zaman sonra yarın akşam, şahane bir "TV'de seçim gecesi" keyfi yapacağım.

Nihayet.

17 Mayıs 2011 Salı

Bugün Var Yarın Yok!



Yaşamın tezat anları ne kadar da rastgelinesi bir haldir. Mussano ailenin yeni kuşağının ilk çocuğu olarak dünyaya geldiğinde bizim odada koca bir aile şakırdarken, yan odadaki doğumun ölü olduğu haberi sus pus etmişti hepimizi... kendi sevincimizi bırakıp oradaki hüznü paylaşmıştık. Bugün Tırtıl'ların maçını izlerken, sınıflarındaki kızların, takımları yenik duruma düşse dahi yerini hüzne terketmeyen neşeli ve ponpon tezahüratlarına tebessüm ettik. Maçın ardından pür neşe okula dönerken, Kadıköy'ün alt kısmında girdiğimiz ara sokaklardan birinde, yıkılsın da yerine apartman yapılsın diye ölümüne terkedilmiş bu evi ve insan zulmune inat bir şefkatle şakıyan çiçekleri gördük. Ve biz bu anı, Tırtıl'ın kendine ait ilk makinası Nikon L 23 ile ölümsüzleştirdik.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Prag

Sanırım Prag, şimdiye dek hayatımda gördüğüm en güzel şehirdi. Bunun dışında Prag'ı övmek için herhangi bir sözcük kullanmayacağım; çünkü ne Prag'ın buna ihtiyacı var, ne de bu benim haddime..

Avrupa'nın hemen her şehrinde bir Old Town vardır. Şehirler belli bir planlamaya göre kurulur. Eskiyen tarihi binalar paldır küldür yıkılıp, yerine gökdelenler dikilmez. Eski doku korunup, belirli bir plan çerçevesinde başka bölgelere yeni modern binalar dikilir. Hatta Polonyalılar gibi bazı psikopatlık derecesinde ülkesini seven özverili halklar, tamamen yıkılan eski tarihi yapılarını, bıkmadan usanmadan çalışıp orjinaline sadık kalarak yeniden inşa etmeyi başarmışlardır. Bunun örneklerini 2. Dünya Savaşı'nda Almanların hışmına uğramış hemen her Orta ve Doğu Avrupa ülkesinde görebilirsiniz.


Ancak Prag farklı işte.. Sokaklarında yürürken, istisnasız her köşede bir tarih, bir estetik harikasına rastlıyorsunuz. Prag'da dolaşmak, boyutlar arasında gezinti yapmak gibi. 11.yy'dan başlayarak her devri anlatan bir mimarlık harikası görmek mümkün.


Hitler'in bile dokunmaya kıyamadığı... Habsburg imparatoru 4. Charles'ın, Maria Theresa'nın yarattığı... Vitava Nehri'nin romantizmini arttırdığı... Neredeyse tamamı Unesco tarafından korunan "Altın Şehir" Prag; Charles Bridge'yle, saat kuleleriyle, kiliseleriyle, şatolarıyla ve tabi ki Kafka'sıyla bir günde gezilemeyecek kadar önemli bir şehir.





Daha iyisini gezene kadar en iyisi bu!

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Gdansk'ta Bir Ucube

Ne şanslıyız ki bizi ucubelerden koruyacak kültür zenginliğine ve sanat bilincine sahip; evlatlarına, onların bilinçlerine ve kültür değerlerine karşı derin sorumluluklar duyan; algılarına kir bulaşmasına asla izin vermeyen bir başbakan babamız var, şükürler olsun! Bu yaban elde, onun emsalsiz değerini birkez daha farketmeme olanak yaratan bir tanıklık yaşadım geçenlerde...

Gdansk halkının yıllardır, işe, okula, bakkala-çakkala giderken görmek zorunda bırakıldıkları bu ucube, 2. Dünya Savaşı'nda Almanlarla yaşadıkları savaşın anısına dikilmiş.

Üstelik bu ülkenin beceriksiz yöneticileri, 2.Dünya Savaşında hazır yerle bir olmuş şehirleri, "kentsel dönüşüm" adı verilmiş bir proje ile alışveriş merkezleri ve "tower" larla donatıp bir kısım vatandaşlarını zengin etmek yerine, tüm çanak çömlekleri de toparlayarak eski haline getirmişler.
Sonuç itibariyle ben, sanat yoksunu sorumsuz ve çağdışı başbakanları ve belediye başkanları yüzünden yıllardır bir ucubeye bakmak, onunla yaşamak zorunda kalan Polonya halkını görünce; göremediklerimizi gören bir başbakan babası olan ülkem adına çok sevindim! Üstelik onun henüz el atılmamış çılgın projeleri var.

Daha ne olsun!

5 Mayıs 2011 Perşembe

Erasmus'ta Para Yönetimi

Bu yazı üzerinden geçen zamanı göz önüne alınca, bankaların işbirliği ve ortaklıkları değişmiş olabilir, o nedenle bilgileri bahsi geçen bankalardan kontrol edin!


Polonya'da banka kullanımının, para transferlerinin en güzel yolunu, Frengistan'a Ayak Basmadan Önce Yapılması Gerekenler başlıklı yazıda işi kolaylaştırıcı faktörlerden söz ederken, hazırlık sürecinde benden daha hevesli olduğunu vurguladığım babamın araştırmaları sonucu bulduk. Daha önce Polonya'da Erasmus yapmış öğrencilerin internete aktardıkları deneyimleri arasında en akla yatkın olarak beliren tercih Bank Pekao Sa'ydı.
Bank Pekao Sa, Polonya'nın önemli bankalarından biri ve bizimle göbek bağı var. Yapı Kredi bankasının İtalyan ortağı Unicredit'in Polonya'daki anlaşmalı bankası... Bu nedenle Polonya'daki tüm Bank Pekao Sa bankamatiklerinden (sadece Varşova'da 100'den fazla var), Yapı Kredi hesap kartınızla hiçbir komisyon ücreti ödemeden, o günkü kur üzerinden zloti olarak paranızı çekebiliyorsunuz. Buna ek olarak yazının sonunda verdiğim linkten ulaşabileceğiniz kısımda yazılı olan 18 Avrupa ülkesindeki anlaşmalı bankaların bankamatiklerinden de yine, hiçbir komisyon ödemeden ve bulunduğunuz ülkenin para birimi üzerinden paranızı çekebiliyorsunuz. Burada bir önemli ayrıntının altını çizmem gerekiyor: Polonyada bulunduğum şu süre içinde 1 TL'nin 1 Zloti karşısındaki değeri 1.65 ile 1.85 arasında gidip geldi. Bu nedenle kur farkından dolayı ufak da olsa kayıplara uğramamak adına Bank Pekao Sa'nın şu linkini not etmenizi öneririm. Paranızı çekmeden önce söz konusu linkteki listeden TL'nin alış (kupno) kısmına bakarak, kurun yukarıda olduğu günleri tercih ederseniz kazançlı çıkarsınız. Kur eğer aşağıda ise ve an itibariyle acil paraya ihtiyacınız varsa, sadece o miktarı çekip, kalan miktar için bir iki gün sabretmeniz yararınıza olur. Sakın paniklemeyin, çünkü kur bir iki gün içinde yukarı doğru halloluyor. Tabii ki tüm bunlardan yararlanmanız için henüz Türkiye'deyken yapmanız gereken bazı şeyler var. İsterseniz bu konuda kendi serüvenimi anlatarak bir pratik üzerinden bilgilendireyim sizi...

Üniversiteye başladığım yıl , adıma şehrimizin Yapı Kredi şubesinden bir hesap açmıştık ... Bu hesabı internete açtırdığım gibi, doğal olarak yurt dışında da geçerli olan bankamatik kartımı edinmiştim. Eğer an itibariyle Yapı Kredi bankasında bir hesabınız yoksa, Polonya'da rahat etmek için internet bankacılığını da kullanabileceğiniz bir hesap açtırın derim ben. İkinci olarak, siz yurt dışındayken yurt içinde para işlerinizi halledecek bir merkez üs organize etmelisiniz. Benim üssüm; kendisi Bağ-Kur emeklisi olduğu için, emekli maaşının yattığı Halkbank'ta açılmış, masraf anlamında pekçok avantaja sahip gülen emekli hesabı olan babamdı; elbette üssünüzün babanız olması zorunlu değil, dilediğiniz bankada hesabı olan, Eft ve bir çok işlem için masraf ödemeyecek, kolay iletişim kurabileceğiniz, internet bankacılığını kullanabilen herhangi bir yakınınız ya da arkadaşınız da olabilir. Daha sonra babam, aynı bankadan internet üzerinden bir de euro hesabı açtı. Bunları şunun için özellikle anlatıyorum: Tanıştığım bir çok arkadaşımın ve forumlarda rastladığım pek çok öğrencinin paralarını, hibelerini sırf masraf ödememek adına büyük de bir risk alarak yurt dışına yanlarında götürdüklerini görüyorum. Bir kısmının paralarını swift işlemleri ile aktarmaya çalıştıklarını, Polonya'da hesap açmayı düşündüklerini okuyorum. Daha Türkiye'deyken okudukları şehirlerdeki bankalara yatan hibelerini yanlarına alarak kendi bulundukları şehire götürdüklerini gözlemliyorum. Benim anlatacaklarım paranızın başına gelebilecek çalınma, kaybolma, bir anda eline fazla miktarda para geçen öğrenci içgüdüsüyle, “Nasılsa para çok!” deyip gaza gelerek parayı 1-2 ayda çarçur etme, dolayısıyla daha en baştan moralinizi dibe vurdurabilme olasılığı olan riskleri ortadan kaldıracak en güvenli, en masrafsız ve de en işlevsel yolları içermektedir.

Benim hibem, daha önce kredi başvurusu yapıp bir hesap ve banka kartı sahibi olduğumdan üniversitemin şehrindeki Ziraat Bankası Euro hesabıma yatırılmıştı. Param bankada huzur içinde uyurken, ben de cebimde olmasının, dolayısıyla başına bir şey gelmesinin risklerinden uzak bir şekilde otobüsün koltuğuna kafamı koyup huzur içinde şehrime gelmiştim. Evime geldikten bir kaç gün sonra Ziraat Bankası'na giderek döviz işlemleri düğmesine basıp sıra numaramı aldım. Bankada sıra bekleyen onca kalabalığı gördüğümde, uzun süre ayakta dikilecek olmanın baskısı üzerime çöktü çökecekken, daha oturmaya fırsat bulamadan Western Union yazan gişenin tabelasında sıra numaram yandı. Görevli memura hesap cüzdanım ve kimliğimi vermemin ardından 16 TL gibi beklediğimin aksine son derece cuzi miktardaki masraf parasını takdim ederek, okul tarafından yatırılmış hibemin tamamını Euro olarak çektim. Paramı en emniyetli cebime koyarak, bu kez babamın hesabının olduğu Halkbank şubesinin yolunu tuttum ve hibemi babamın euro hesabına yatırdım.

Yurt dışına çıkmadan önce öğrenim kredimin yattığı Ziraat Bankası kartımı da babama bıraktım. Aile efradının verdiği eurolardan ihtiyacım kadarını yanıma aldım ki Polonya dışında gezeceğim Euro ülkelerindeki nakit ihtiyacımı karşılasınlar ...

Şimdi bu organizasyonu nasıl kullandığımıza gelelim: Güzel bir aileye doğmuş şanslı bir çocuk olduğum için aile fertlerinden de harçlıklar gelir. Bu paralar babamın hesabında toparlanır. Babam da bu paraları, benden gelen isteğe göre (hostel ücretimi yatıracağım, tura katılacağım, geziye çıkacağım vs. durumlarda) oturduğu yerden hiç masraf ödemeden ve TL olarak benim Yapı Kredi Bankası hesabıma Eft yapar. Ben de Polonya'da herhangi bir Bank Pekao Sa bankamatiğinden Yapı Kredi kartımla ihtiyacım kadarını Zloti olarak çekerim. Burada diğer bankalara göre önemli farkı vurgulayan bir not vermem gerek: Buradaki bankamatiklerden hesabınızda ne kadar para olduğunu göremiyorsunuz. Fakat Yapı Kredi şöyle bir güzellik sunuyor size... Yurt dışındayken, özellikle Polonya'dayken internet bankacılığını kullandığınızda telefonunuza gelen şifre mesajından dolayı sizi kontör harcamak zorunda bırakmıyor, masrafı tek taraflı karşılıyor. (Polonya'dan hat almış olmama karşın Turkcell hattımı da yurtdışına açtırıp yanımda getirmiştim. İnternet bankacılığını kullanacağım zaman sim kartları değişiyorum. (Ancak, Vodafone ve Avea'da da aynı kolaylığın sağlanıp sağlanmadığı konusunda herhangi bir bilgim yok) Dolayısıyla siz kendi bilgisayarınızdan istediğiniz zaman ve sms ücreti ödemeden hesabınıza girip neyiniz var neyiniz yok görebiliyorsunuz.

Bizim sistemin şöyle bir güzelliği daha var: Hani benim hibem babamın euro hesabında ya! Ben ne zaman babama (psikolojik uyanıklık yapıp)hibemden şu kadar miktar gönder desem, (o durumu çakmış olsa da) bir türlü benim "alınterim" parama kıyamıyor ve kendinden yolluyor. Misal ben diyorum ki ona: Öğrenim kredimi çektiğinde kredi kartıma şu kadar para yatır, kalanı da benim hesabıma yolla . O yine de hibeme dokundurtmuyor ve kredimi tam olarak yollayıp kredi kartı ekstramı da kapatıyor! Dolayısıyla hibemi okul bittikten sonraki son 1.5 aylık dönemde interrailimde harcamam için tutuyor. Haa ben de işin cılkını çıkarıyor, son derece hesapsız ve sorumsuz para harcıyorum sanılsın istemem açıkcası:)) Biz anlıyoruz biribirimizi babamla deyip noktayı koyuyorum:))

Yani demem o ki, önerdiğim yolu izlemenin; hem pratikte faydası var, hem de ebeveyn üzerinde söz ettiğim türden bir psikolojik etki yaratması, dolayısıyla dokunulmamış hibenizin sizin kullanımıza amade bir şekilde kalması gibi şahane bir bonusu var. Tabii ki ebeveyninizin sizden daha hevesli ve planlı olması gerek.:))

Yoğun sorular üzerine yazıya ek: Bu yazıdaki yöntemin temel mantığı; başlangıçta da belirtildiği üzere parayı daha planlı, kontrollü ve zamana yayarak kullanmak, hızla tüketip de sonunda sıkıntılı bir süreç yaşamamak. Ben kendime güveniyorum diyenler başkası üzerinden üs hesap oluşturmadan YKB'de (internete açık) bir de Euro hesabı açabilirler ve hibelerini bu hesaba yatırabilirler. Süreç içinde ihtiyaçları olduğunda, ihtiyaçlarının karşılığı kadar Euro'yu internet üzerinden TL' ye çevirdiklerinde para otomatik olarak kartlarının bağlı olduğu hesaba geçer ve bu parayı istedikleri Bank Pekao Sa bankamatiğinden çekebilirler. (Not: Halihazırda internete açık bir YKB hesabı olanlar internet üzerinden de Euro hesabı açabilirler.)


Şimdi son kez, masrafsız ve kolay para kullanımı için bizim başvurduğumuz metodda yapmamız gerekenleri tekrarlarsak:


1. Yapı Kredi bankasında bir hesap sahibi oluyoruz. Bu hesabımızı internet bankacılığına açtırıyoruz. Yurt dışında da kullanabildiğimiz bankamatik kartımızı ve varsa acil durumlar için kredi kartımızı yanımıza alıyoruz.

2. Ülkede bizim işlerimizi yapacak mümkünse Eft için masraf ödemeyecek türden bir hesabı olan bir yakınımızın hesabını merkez üs yapıyoruz.

3. Öğrenim kredisi ya da burs alıyorsak, bunlara ait bankamatik kartımızı üs hesabın sahibine bırakıyoruz. (Ziraat Bankası kartınızı isterseniz yanınızda getirip “Cash for You” yazan bankamatiklerden de komisyonsuz nakit çekebilirsiniz. Ama paranızı çarçur edebilme riskine binaen yanınızda getirmemenizi öneririm)

4. Hibemizin; eğer takviye paralar gelecek yerimiz yok ise, 350 euro kadarını yanımıza alıyoruz ki kalacağımız yerin parasını gittiğimizde ödeyelim. Kalan parayı da üs hesaba yatırıyoruz.

Üs hesabın sahibinin yapacakları:

1. Bize ait, eşden dostan gelen, öğrenim kredisi ve benzer tüm paraları kendi hesabına yatırıyor; ve bizim istediğimiz miktarları bizim YKB hesabımıza istediğimiz günde oturduğu yerden eft yapıyor.

2. Eğer başka imkanlarımız yok da mecburen hibemizden kullanacaksak parayı, o istediğimiz kadarını (mesela haftalıklar halinde) TL'ye çeviriyor ve hesabımıza eft yapıyor.

Dolayısıyla bu metodu kullandığımızda hiçbir şekilde banka masrafı ödemeksizin paramızı emniyetli, planlı ve çarçur etmeden kullanmış oluyoruz. Paramız euro'da kaldığından dolayı da kullanmadığımız kısımların kur artışlarından yararlanmış oluyoruz.

18 Ülkede YKB kartınızla yararlanabileceğiniz bankaların listesi:
http://www.yapikredi.com.tr/tr-TR/en_yakin_ykb/dunyada_atm.aspx

1 Mayıs 2011 Pazar

Değişik Duygular..

Konferans sonrası durağımız Gdynia'ydı. Kaderin ağlarını örmesi sonucu, 2 yaz önce Rotary Exchange vasıtasıyla 1 hafta bizde kalmış olan Filip'le haberleştim, Gdynia'ya geleceğimi söyledim ve o da bizi evine davet etti. Türk misafirperverliğinin en güzel örneklerini sunmuştuk kendisine, biraz da bunun yarattığı kibirle yola koyulduk. Sanki Polonyalılar misafire karşı bizim kadar ilgili olabilirler miydi ki?

Gece 11'de Gdynia Glowna tren istasyonuna indik. Filip ile annesi bizi karşıladı ve arabayla evlerinin yolunu tuttuk. Gdynia'nın göbeğinde deniz manzaralı son derece şık bir dairede bulduk kendimizi.. Evin direği baba ve şirin kedileriyle de tanıştıktan sonra ilk şoku yaşadık. Polonya'da asıl ana öğün lunch olmasına rağmen, bu geç saatte bizim için sofra kurulmuştu. Hem de ne sofra! Annesinin yaptığı yemekler gerçekten müthişti. Paprika dedikleri içi yoğurtlu soslu bir kırmızı biber yemeği, özel soslu bir tavuk ve çeşitli mezeler..

Burada çok fazla detaya girmek istemiyorum. Yalnızca Avrupalı bir ailenin evinde kalmanın nasıl bir duygu olduğunu, aramızdaki benzerlikleri farkettikçe neler hissettiğimi kısaca anlatmaya çalışacağım. Sonuçta bu benim hayatımda önemli bir ilkti ve açıkçası geldiğimden beri Avrupa hakkında her an biraz daha kırılmakta olan, az sayıdaki önyargılarımı, daha doğrusu Avrupa ile aramdaki çekince duvarlarını da un ufak etti.

Kaldığımız apartman dairesi konumu ve lükslüğü açısından muhtemelen tüm Gdynia'nın en gözde evlerinden birisiydi. Ailenin maddi durumunu ve yaşayış tarzını rahatlıkla bizim yüksek orta sınıf ailelerimizle karşılaştırabiliriz. Hem anne, hem de baba ticaret sektöründe yönetici olarak çalışıyor ve iyi seviyede İngilizce biliyor. O kadar ki 2 gün boyunca aramızda geçen muhabbetlerden sonra, İngilizcemin bir kademe daha atladığını hissettim. Zaten bu konuda aramızdaki geyik, bizim üniversitenin Varşova'daki okulla anlaşmasını feshedip bu evle anlaşma yapması gerektiği yönündeydi.

Kaldığımız süre boyunca her anlamda çok iyi ağırlandık. Bunda esas oğlanın bizimle geçirdiği günler boyunca, hem bizim üzerimizden Türk aile formatı hem de genel olarak Türkiye hakkında edindiği olumlu izlenimlerin payı büyüktü şüphesiz. O kadar ki gece barda iki tek attıktan sonra içini dökmeye başladı ve bana Türkiye'yi unutamadığını, ülkemizde geçirdiği süre boyunca “İşte yaşamak istediğim yer burası” diye düşündüğünü söyledi. En çok etkilendiği şeyler kalabalık, birbirine bağlı aileler ve samimiyetimizdi. Bireyselliğin ve çıkar ilişkilerinin giderek hakim olduğu küreselleşen dünyada az bulunan bir özellik şüphesiz, ki bu anlamda ona hak veriyorum. Benim Türkiye'de tereddüt yaşadığım çoğu konuda kendimi Avrupa'da geliştirmem gibi, o da bizden bazı şeyleri almış. Filip ayrıca tam bir Atatürk hayranı ve odasında onun posteri asılı. Zaten bu yaz askeri okula kaydolup subaylık yolunda ilk adımı atacak.

Gdynia, Gdansk ve Sopot turunu Filip ve babasıyla beraber yaptık. Tur için önceden internetten tarihi yerlerle ilgili araştırma yapıldı ve alınan bilgi içerikli çıktılar eşliğinde bir gezi programı hazırlandı. Zaten Avrupalılarla aramızdaki en önemli farklardan biri plan-program olayı. En ufak bir işi bile tam olması gerektiği gibi, hakkını vererek yapıyorlar. Tek başımıza gezmeye kalksak bu kadar yeri 1 günde gezmemiz imkansıza yakındı, bu açıdan da çok şanslıyız.

Aramızda İngilizce konuşmasak, ciddi anlamda bir Türk arkadaşımın evine yatıya gitmişim gibi hissedecektim. Hatta bizde arkadaşınızın evine kalmaya gittiğinizde çoğu zaman anne-babaya karşı yanlış bir davranışınız olmasın diye kendinizi sıkarsınız. Ona bile hiç gerek duymadım.

Anne birbirinden güzel yemekler yaptı, baba bizle lafladı, espriler yaptı ve arkadaşım bizi gece dışarı çıkarıp muhabbet etmemiz için kız arkadaşlarıyla tanıştırdı.

Şam'daki aileler nasıldır bilmiyorum; ama bundan iyisi Şam'da kayısı olurdu herhalde!

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP