Kafamda sıralamışken anlatacaklarımı ve hazırlanmışken serinin 6.yazısına, çok değerli bir hanımefendiden çok şık bir mektup aldım. Elektronik ortamdan da gelmiş olsa, mail demeye dilim varmayacak kadar zarif ve incelikliydi üslup. Heyecanlandım. Tersi zaten mümkün olamazdı. Sadece ben için değil, şu alemde eli kalem tutan herkes için.
Şehir sinemasında bir film izlemek planlıydı. Severim küçük ölçekli bir şehri ya da kasabayı oralı gibi yaşamayı. Ama bu kez, üstelik de neredeyse her lokantasında kitaplık olan, kültür geçmişi derin, çok eski yıllarda dahi tiyatro salonu ve sinemalara sahip Kars olunca konu; mutlaktı sinemayı teneffüs etmek. Hatta hangi seansa gideceğimizi bile kurmuştuk yola çıkmadan. Bilgilerse olağanüstüydü. Üstelik de birinci ağızdan. İyi haber yakalamış gazeteci heyecanı ile baktığımda bütün detayları ile paylaşmak, ilk yazan ben olmak arzusu fena halde çekiştiriyordu paçalarımı. Ama öte yandan da hikâyenin muhteşemliği ile doğru orantılı olarak bir kuyumcu titizliğindeydi hassasiyetim. Hikâye çok sağlamdı, etkileyici idi. Ama aynı oranda da özel. Karşılıklı bir kaç mektup sonunda nerede durmam gerektiği netleşti kafamda.
Gramofon
04/02/2016
Ritüelim yüzünden bıçkın garson Talip'in ince ayarına maruz kaldığım, her lokmasına bayım bayım bayıldığımız pitiyi yiyoruz. Ardından gözümüze kestirdiğimiz dönerle devam edeceğiz. Fakat henüz Kars'ın en güzel kesme aşını tadacağımızdan haberimiz yok. Dün akşam Hanımeli'nde sunumu bize bırakmayan hanımefendinin ritüeli de benimle aynıydı. Gelin görün ki "O lavaşları şimdi çamur ettin sen." diyen Talip de 60 yıllık geleneğin devam ettiği lokantanın bıçkınıydı. Bir derse daha ihtiyacım varmış demek ki. Her yiğidin yoğurt yiyişi farklı, deyişi bir kez daha haklılığını ispat etti. Bu yeme içme meselesine ve ritüel konusuna bir başka yazıda döneceğiz nasılsa. Ama en güzel kesme aşının da burada olduğunun altını şimdiden çizmem gerek.
Çaylarımızı içerken sinema sitelerinden birine girip hangi seansta hangi film var göz atıyoruz. 17.30 uygun, mutabığız. Net üzerinden bilet alma imkânımızın olmadığını görüyoruz. O zaman yürümeye devam. Çaylar bitti. Tuncay Bey'le sohbet güzel. Bir anlamda komşuyuz. Belki ben küçükken ve Kars'a gitmişken aynı sokakta top oynadık.
Yukarıdaki ev mi? Kars gezginlerinin en beğendiği ve benimsediği ev. Kimin olduğuna, nasıl restore edildiğine rastladınız çok kere. Biz de beğendik ama derinden etkilenmedik. İçinde olmayı çok istediğimiz mekânlara bacadan da olsa girdik. Evin sahiplerinin anahtarı bıraktığı arkadaşları Tuncay Bey'in, istersek içini görebileceğimiz önerisine ise teşekkür ettik.
Şimdi, tam da yazının burasında bir hikâye kurmaya karar verdim ve bir adam tasavur ediyorum. Misal Osmanlı saraylarına dayansın soyu. Şimdi bu da nereden çıktı demeyin ama! Üstelik de Gürcü olsun. Bir de kadın tasavur etmeliyim. O da olsun Çerkez. Bu iki gencin ailelerini onlar daha doğmamışken bir şekilde İstanbul'dan Erzurum'a yollayalım. Hikâyemizin baş kahramanı gramofon, bunu asla unutmayacağız. Şimdi, zamanı biraz ileri saralım. Rus Ermenisi çetelerin baskınlarından söz edelim. Misal bunlar erkekleri öldürüyor olsun. Kadını ve kız kardeşlerini tacizlerden halılara sararak saklayıp korutalım. Tüm bu karmaşadan çıkartmak için bu iki farklı aileyi, çocuklarını da yanlarına alarak Kars'a taşıtalım. Bir zaman sonra bu iki ailenin çocuklarını küçük yaşta da olsalar evlendirelim. Onların da çocukları olsun. Ağırlıkla erkek. Bu erkeklerden biri de esas oğlan olsun misal. Ayrıca yakışıklı ve sportmen de olsun. Bir de romantik. Unutmayalım ki şu an daha çocuk. Biraz daha zaman geçince, Konya'dan bir Ağır Ceza Hakimini ki Atatürk'ün "Arkadaşlar! Gidip, dağlara bakınız, eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiç bir güç ve kuvvet asla bizi yenemez." dediği Sarıkeçililer soyundan olsun. Onu da Kars'a tayin edelim. Onların da kız çocukları olsun mesala. Alımlı, zarif ve narin. Bu da esas kızımız olsun derim ben. İlerleyen zamanda, kurduğum hikâyenin içinde bir büyük aşk da olsa, iyi olur der misiniz? Duyamadım!
Lokantadan çıktık, otelin karşı köşesinden kıvrıldık. Atatürk Caddesi'nden bilmem kaçıncı kere yukarı doğru yürüyoruz. Buzlara dikkat. Magnetler ve Kars'a dair hediyelik eşyalar almak niyeti ile her seferinde küçük vitrininde kaldığımız, içine girdiğimiz son gün, görünen ebadıyla hiç de uyuşmayan, tahmin ötesi kafe'sine bayılacağımız "tükkânın" önünden geçtik. Serka, Migros derken Atatürk Caddesi'nin Faik Bey Caddesi ile kesişme noktasından sola dönüyoruz. Heyecanlıyız. Hem de çok. Üstelik sinemayla aramızda muhteşem bir bağ kurulucağını henüz bilmiyoruz. Küçük bir uğraştan sonra, bingo. Bulduk!
Sinemadan fena etkileniyoruz, tasavurumuzun fersah fersah ötesinde. Olağanüstü bir şefkat, ışıltılı bir duygu, hayranlık ve sevimlilik ifadelerimiz taze simit kokulu. Bir masal mekândayız. Kesinlikle bir hikâyesi olmalı. Bunu derinden hissediyoruz. Bir müziği var. Nereden geliyor bilmiyoruz ama duyuyoruz. Bu bir tango. Gişedeki Cahit Abi şahane bir adam. Yazılmamış bir Yusuf Atılgan romanından çıkıp da gelmiş gibi. Zamanın dışından. Mutlaka fotoğrafını çekmeliyiz. Gizlice ve doğal olmalı. Bir türlü uygun açıyı bulamıyoruz. Bulduğumuzda ise sonucu beğenmiyoruz. Onu anlatmayan bir kare. Seçtiğimiz film sitede yazılanın aksine 19.30'da. Sinemanın kafeteryası sevimli, şirin ve sıcak. Çağırıyor. Duvarlara asılmış esprili menülerdeki sinema biletleri indirimli. Şirin bir uygulama. Bize hoş geldi. Lakin karnımız tok. Yaşasın! Bir ukdemiz daha oldu.
Aslında bir de bar var, hemen sinemanın kapısından önce, sağdaki kapıdan girilip de üst kata çıkıldığında. Barın kapı camındaki, ilk anda anlamadığım, en bayıldığım yol arkadaşım anlatınca farkına varıp da anladığım "Akraba, damsız giremez!" yazısı tebessüm ettirici. Bir de sinemanın üst resimdeki hizmeti var ki o da şahaneler ötesi. Barı akla yazdık ama! Kısmetse çıkışta. Biletler cepte. Bu kadim sinemada kredi kartı ile ödeme olmamalıydı. Olmadı. 17 km. yol yürüdüğümüz bir gün. Biraz dinlensek iyi olacak. O zaman film saatine kadar otel.
1.adamı biraz daha geliştirip, karakteri zenginleştirip beslemeliyiz diye düşünüyorum. Erzurum'dan Kars'a geldiler kısmı cepte. Bu Bay'a ticaret yaptıralım mesela, ithalat-ihracat. Düşünelim bakalım neler yapabilir. Hımmmmm... Rusya'dan ithalat yapsın, demir çelik olsun bu. Buna mukabil de oraya canlı hayvan satsın. Bu işlerde çok başarılı olsun. Bu çalışmaları ve şehire hizmetleri nedeni ile devletimiz onu ödüllendirsin. Evler versin. O da, kendisi de kirada oturmasına rağmen bu evleri yoksullara pay etsin. Hatta biraz daha ileri gidelim, abartmış olur muyuz bilmiyorum ama Anıtlar Yüksek Kurulu kendi bünyesine katana kadar Ani'nin tapusu da onda olsun. Hatta hikâyemizin bütününe baktığımızda yakın bir zaman sayılacak tarihe kadar, mesela 40 kadar yıl önceye dek emlak vergileri ödenmiş olsun. Hadi gelin bir de sinema açtıralım kendisine. Ne dersiniz? Bir de gramofon koyalım mı içine? Sene de olsun 1930'ların sonu gibi. Ya da başı.... ya da daha öncesi. Ya da biraz sonrası.