25 Mayıs 2023 Perşembe

Gündüz Rakısı

20 Mayıs Cumartesi

İskele Kafe sezonu açmış. Oysa bir kaç hafta evvel ne kadar üzülmüştüm ve üzüntüm onun işlevini terk ettiği kanısıyla yokluk duygusunu yaşamam üzerineydi. Uzaktan bir yıkım halinde olduğunu fark etmiş, artık kafenin yerine balık tutkunlarının olta attıkları bir hizmet alanı oluşturulduğunu sanmış ve kızmış, durumu enn sevdiğim kadınla da paylaşmıştım. Bir kaç gün sonra yıkılan küçük ve mutfak özelliği taşıyan bölümünün yeniden inşa halinde olduğunu görmüş, ancak bunun da başka bir görevlendirme için olduğunu sanmıştım.

Taa ki bugün tüm ışıklarının yanıyor olduğunu görene kadar.

Evden başka bir amaçla çıkmış olsam da an itibariyle fikrim, hedefine İskele Kafe'yi yerleştiriyor. Göz temasımı kesmeden ona doğru yürüyorum. Meydandan sola dönüp yürüyüşüme devam ediyorum. Yaklaştıkça anlıyorum ki boşa kızmışım ve yiteceği için de boşa üzülmüşüm. Çünkü mutfak kısmında çalışanlar var; tuvaletler kısmı da tıpkı mutfak gibi yenilenmiş.

"Bir limonata lütfen!"

En uç masaya yürüyor ve konuşlanıyorum. Elimde enfes bir kitap var. Manzaram doyumsuz ancak paylaşılacak fotoğraf tercihimi farklı kullanmaya karar veriyorum. Limonata muhteşem, keyfim gıcır ve sonrasında akşama devamla kendimi iyice şımartma kararındayım.

Yaz kendini iyice hissettiriyor. Denizden gittikçe uzaklaşıyorum. Tavuklu nohutlu pilav arabası her zamanki saatinde aşçı kepli ve önlüklü sahibi ile mini parktaki standart yerine doğru gidiyor. Bir an gideceğim noktadan vazgeçip, pilava takılmayı düşünüyorum ama kısa sürede diğer tercihimin daha keyif verici olduğuna karar veriyorum;

ve şimdi sevdiğim pastane Afiyet'in verandasındayım.

Her birinden ikişer tane olmak kaydıyla dört çeşit kuru pasta seçiyorum ve bir de çay; fincanla diyorum ve daracık ve tek yönlü, elbette parke taşlı Lozan Caddesi'ni boydan boya göreceğim ve her zamanki, son masaya oturup kendi ada'mı yaratıyor ve kitabımı açıyorum.


21 Mayıs Pazar

Enn Sevdiğim Kadın'la neredeyse her akşam telefonla konuşsak da uzunca sayılacak bir süredir dipdibe olmamıştık. Dolayısı ile birlikte bir rakı masasında da buluşamamıştık. Dedi ki bir telefon konuşmasında "Öğle rakısı olsun bu."

Kabulümdür, dedim.

Bir an gözümde canlandı masa; özlemenin tadı had safhada. Heyecan fırından yeni çıkmış, dumanı üzerinde somun tadında.

Bir kez daha- ilk buluşmasına gidecek çocuk dünden razı ki bayılıyor bu telaşa.

Evden çıkıyor saat 13'e yaklaşırken. Tam bahçe kapısını açmak üzereyken güller arasındaki tomurcuk bir gül ile göz göze geliyor:

Muhteşem, pırıl pırıl ve kırmızının âlâsı.

Yeşil yaprakları enfes.

Usulca, incitmeden, üşendiği için mi yoksa heyecandan mı bahçe makasına gerek duymadan ve sapını çok uzun tutmadan narince, özenle ve düzgünce koparıyor onu ve sırt çantasına saklıyor. Hoplaya zıplaya, ilk buluşmasına giden çocuk tadını gram eksiltmeden, biraz da geç kaldım endişesiyle, en sevdikleri mekâna doğru coşkulu adımlarla yürüyor. Ve saat 13'ü geçirmeden mekândan içeri kıvrılıyor.

O'nun sırtı dönük. Sessizce yaklaşıyorum. O kadar güzel ki.. Sarıldık, öpüştük ve şimdi karşısındayım. Kelimeler içimden kopuyor, özlemenin tadı muhteşem. Bu kaçıncı kere ama yine de muhteşem bir ilk buluşma. Gülü uzatıyorum. Gözlerimi geri almaya hiç niyetim yok ki onların da ondan bana geri dönmek gibi bir niyetleri yok. Bu lezzetten çıkmaya ise niyetsiz mi niyetsizim.


O kadar yok olmuşum ki donatılmış masadan tek bir fotoğraf bile çekmek gelmiyor aklıma. Kelimeler cıvıl cıvıl. Gözlerim doya doya o güzelliğe bakıyor. Laf lafı açıyor. Tiflis burnumuzda tütüyor.

Söze Çanakkale de katılıyor.

İkimiz de iki şehirde de yaşayacağımızı hayal etmiyor, yaşayabiliyoruz diyoruz. Hani O oradaki Üniversite'ye nakil olabilse hemen yarın kamyonu yükleyebilecek gibiyiz. O kadar çok konuşuyoruz ki iki şehir üzerine. Ve bende de o kadar kazınmış ki yılların çok çok uzağında kalmış Savarona anılı Çanakkale;

her noktasını sanki dün oradaymış gibi, üstelik yıllar yıllar önce bir ilkokulluyken tanıdığım karakterlerinin resimlerini birebir çizecek kadar net akıtırken dilimden;

amcamların ev sahibinin gelini Pakize Suda'yı bile magazin basınını atlatırcasına döküyorum çocuk gözlerimden, masanın üzerine.

Orduevi tam karşımda, hafta sonu İstikâl Marşı için bandocular caddeye döndüler ve şu anda günün popüler şarkılarını çalarak geliyorlar sanki... Kordondan yürüyerek vardığım mini golf sahasının artık olmadığını öğreniyorum enn sevdiğim kadından. Mezelerin tadı damaklarımızda, saatler saatleri kovalamış ve bizim durasımız yok; kelimeler ardı ardına. O halde biten 35'liğin üzerine bir 20'lik daha... Bu akşam beyin yoktu ama diğerleri tam tekmil yerlerini almıştı masada. Arnavut ciğeri bu kez bir tık iri parçalar halinde ve ekstra baharat dokunuşlu haliyle bambaşka şarkılar söyledi damaklarımıza.

Onca saat su gibi akıp gitmişti yine,

bi cila da gerekliydi sanki!

"Bira lütfen."

13'de oturduğumuz masadan anca saat 22'ye yaklaşırken ve yeni bir rekor kırararak kalkabildik. Yakın istasyona gitmeyip yolu uzattık. Ara sokaklarından birine daldık ki evin ve park yerindekinin fotoğrafını çekmeden olmazdı;

ki sahibinin hikâyesini anlatmak da bana farzdı.

Anlattım.


Uzak istasyona doğru yürüyorduk, sular seller gibi konuşuyorduk. Engin'lerin evinin önünde durduk. Artık eskilerin yerini yenilerin aldığı mahallemizdeki, çocukluktan kalmış nadir -yazlık- evlerden biriydi kendisi.

Işıl ışıl ve kocaman mağazalardan birine girdik sonra, bakındık, eğlendik.

Yıllardır dikkatimi çeken ve bana çok yakın, sevimli ve henüz adım atmadığım ama her an atacağım butik ve minik pastanenin önünden de biraz önce geçtik.

Kelimeler bitmedi,

anılarımda yeri derin Meteoroloji Bölge Müdürlüğü'nün peşkeş çekilen muhteşem alanına yapılmakta olan AVM'yi eleştirdik.

Onunla temaslı yürümek, gecenin güzelliği, konser planları yapmanın ve hayatımın en güzel günü, akşamı, gecelerinden birinin muhteşem tadıyla ve hafiften leyla ama tenlerimizi hisseden adımlarla bizim istasyona vardık.

Tren gelene kadar dışarıda kaldık.

Güldük, konuştuk, sarıldık, vedalaştık ve o trene binerken ben trenin önümden geçişine kadar bekledim...

Ve hayatının en güzel masallarından birini yaşamış çocuk tadıyla

ve zıplayan adımlarla ve en afacan gülüşlerimle doğrudan sahile inerek,

denizin kıyısından eve doğru yöneldim.



Devamı, Türkiye Yüzyılı'nın İki Günü

16 yorum:

  1. Blogunuz çok güzel.. Sizi kendi sayfama da beklerim https://lensmar.com.tr/ :) İyi günler dilerimm..

    YanıtlaSil
  2. Daha önce aklıma gelmemişti, bu yazıyı okuduktan sonra İskele Cafe'yi googleladım, sanıyorum doğru adresi buldum. Belediyenin sayfasında adeta Karadeniz'in incisi havasında anlatılanları okudum. Doğrusu, o mekanın kaldırılması ihtimalinin neden canınızı sıktığını pek güzel anladım.
    Diyeceğim şu, yazıdaki neş'eye, coşkuya, mutluluğa maşallah Sevgili Okul Arkadaşım, planlarınız gerçek keyfiniz daim olsun. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim Sevgili Okul Arkadaşım. Aslında belediyemizin çok hoş tesisleri var. Önceki başkanlarımız döneminde pek çoğunda içki de vardı ki İstanbul'un emektar şehir hatları vapurlarından üst güvertesi restorana döndürülen, alt katı da kafeterya olan biri, demirlendiği yerde muhteşem akşamlar yaşatıyordu. Hakeza diğer alanlar da harikaydı, lakin son dönem gelen başkanla birlikte gemi bir özel işletmeciye geçti ki rezalet, diğerlerinden de içki kalktı:)

      Sil
  3. Öyle güzel anlatmışsın ki Sevgili Buraneros :) Tiflis dönüşü eşim beni bahçeden koparılmış kırmızı bir gül ile karşıladı. Paralel geçmiş hayatlarımız bir şekilde :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim Sevgili Kuyruksuzkedi, geceyi yaşatan, sohbeti uzun kılan ve dolayısı ile de bana olan biteni keyifle, yeniden yaşayarak anlattıran da önemli.:)

      Evet paralel geçmiş, gül ile karşılayan adamlar güzeldir. O gülün dili olsa da anlatsa süreci, o güzel adamın heyecanını falan sana:)

      Sil
  4. Çok güzeldi elinize sağlık, umarım böyle güzel günleriniz daha çok olur:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, benzer güzel günleri hepimiz için dilerim:)

      Sil
  5. Anlatışına bayıldımmm. Ne hoş birine böyle hissettirmek sonuna kadar yaşamak ne hoş...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, anlatıran da önemli; yazıdaki üslubu yaratan, ve kelimeleri kalıba sokan da O'nun varlığı:)

      Sil
  6. öğle rakısı candır, sevgiliyle içilen öğle rakısı daha da candır :) keyfiniz bol olsun Buraneroscum :)

    YanıtlaSil
  7. Kesinlikle Sevgili Şule:) Teşekkürler, cümlemizin keyfi bol olsun:)

    YanıtlaSil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP