27 Ağustos 2011 Cumartesi

Öylesine Bir Trip

Üç önceki akşam yemeğinde; "Yarın Vezirköprü, Durağan, Boyabat üzerinden Sinop-Gerze istikametine gideceğim." diyen amca/dayının, yani küçük kardeşin "İsterseniz siz de gelin," tonundaki davetkar sesine iki sırık "Okeydir." deyince, doğal olarak "davete" icabet ettim. Elbette benim gidebilmemin bir ön koşulu var: Araçta benim dışımda birilerinin olması... Bunun sebebi de kardeşin trafikteki kural dışı hareketlerine "kibarca" müdahale etmem ve çıkan tartışmaları da yine aynı "nezaketle, hiç laf sokmadan, karşıyı tahrik etmeden" uslubunca sürdürebilmem!

Yemekte malum kişi "Sabah en geç 7,5'da hareket, ona göre!" diyerek ultimatomu verince, masadaki herkesi geren bir durum hasıl oldu.

Bugüne kadar 3'ten önce yatağa girmeleri mümkün olmamış.. hazır kahvaltı masasına onları çağırmakla görevlendirilen ufaklıkların gelip gitmelerine "Tamam ya!" diyerek yanıt verip her seferinde uyumaya devam etmiş... Olaya müdahil olmak zorunda kalan büyüklerin: "Şuramıza kadar gelen öfkemiz hazır gelmişken geri göndermek olmaz" diyerek üzerlerine bir kova su dökmenin hafifliğini hissetmeye meylettiği her anda Çavuş'un-ki bu kişi anne/hala oluyor- son derece nazik, 9 şiddetindeki bağırtısıyla en erken 11'de uyanabilen iki sırığın nasıl kalkabileceği idi. Ancak sabah, şaşılacak bir biçimde zamanında kalkıp hazır olmalarıyla birlikte, amca/ dayı tarafından oluşturulması muhtemel terör de otomatik olarak ortadan kalkmış oldu.

Daha önceki yazılarda sıklıkla vurguladığım gibi ısı anlayışı mevsim normallerinden oldukça farklı olan kardeşin klima ayarlarına sessiz kalmak zorunda kalacağımızdan, kalın giyeceklerimizi de yanımıza alarak yola koyulduk. Daha ilk mola noktamıza varamadan da kışlıkları giydik. Bu esnada arkadaki sırıklardan gelen "Keşke botlarımızı da alsaymışız" serzenişlerine yürekten katıldım. "Olsun! Dışarı çıkınca ısınırız" tesellileri de ancak kısa bir süre için yeterli olabildi. Erken kalkmanın yorgunluğu üzerine çöken Alp'e Mussano'dan uyarı geldi: "Uyuma oğlum ölürsün!" Bu dakikadan yemek yemeyi planladığımız ilk mola yerine kadar iki kuzen sürekli birbirlerini kollamaya başladılar. Allaha şükür ki bu güzel yaz sabahında arabanın içindeki iklimsel koşullara yenik düşmeden, sağ salim -vazgeçilmez- mola yerimize vardık. Hayalleri akşamdan kurulmuştu ve umut olmadan yaşanamazdı!



Burası bizim üç kuşaktır geldiğimiz bir menemenci. Onlardan aldığımız tereyağlarına rağmen henüz aynı tadı yakalayamadık, o derece bir lezzet yani. En son gittiğimizde ortak kararımız lezzetin sırrının ocaktan geldiği idi. Şimdi eve propanlı ocak alma fikrini hayata geçirmek üzereyiz. İşin sırrının burada olduğu kanaatindeyiz, deneyip göreceğiz. Üç kuşaktır devam eden mekanın dış cephesinde büyük harflerle yer alan, biraz da öteki dükkanlara nispet yapar bir edayla göze sokulmuş, kendine özgü bir de "atasözü" var: "İyi yaparsan altın, kötü yaparsan nal toplarsın!"

Ankara'dan gelirken solda, Samsun'dan giderken sağda olan Çakallı'daki bu menemencinin adı İnanç Kardeşler, namı-diğer Muhtarın Yeri... Biz dört kişi, iki kişilik iki tava, kola ve çay söyledik. Domates, salatalık, zeytin ve turşudan oluşan tabaktan istemedik. Üzerinin cilasını da iki sırığın duyurmalarına rağmen yapmadık; süreçte devam edecek ve an itibariyle karar oluşturamadığımız Sinop Mantısı-Pizza ikilemi yüzünden. Cila kavurmalı yumurta oluyor ki, maaile gittiğimizde olayı brunch'a çevirip finali et ile yaptığımızı belirtmeden geçmiyeyim. Olur a, yolunuz bu taraflara düşerse boş geçmeyin.

Yazı Vezirköprü, Sinop hattıyla devam edecek; bir dondurmadan söz edeceğim ki sormayın gitsin! Benim gözümde konumu itibariyle dünyanın en güzel kütüphanesi ile de tanışacaksınız. Ve pizzasıyla ünlü bir mekanla...

devamı için buradan lütfen...



22 Ağustos 2011 Pazartesi

Dün Gece


Ayaklarımızı sarkıtarak, akıp giden zamana fotoğraflar çektik...

Yaramaz çocukların evden izinsiz telaşıyla ama zamana kayıtsız neşesiyle dondurmalar yedik...

Biz tam beş kişiydik: Karadut-böğürtlenli magnum, beyaz çikolatalı magnum, antepfıstıklı magnum, çilekli lungo, orman meyveli twister...

18 Ağustos 2011 Perşembe

Viyana'nın Surları

1850'li yıllarda, şu günlerde maalesef dahili ve harici bedhahları olan şanlı Türk ordusunun tehdidi ortadan kalkınca, şehir düzenlemesi kapsamında tamamen yıkılmış. Yerini bugünkü Ring caddesi almış. Sur içinde kalan 1. bölge ise benim de gerçekleştirdiğim üzere günümüzde turistlerin bir numaralı gezi alanı. O surlar bir zamanlar çeşitli nedenlerle aşılamadı belki; ancak günümüzde çeşitli nedenlerle kentte yaşamakta olan 200.000'e yakın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı mevcut.

Tur otobüsümüz Viyana'ya cumartesi sabahı saat 10.30 gibi girdiğinde, gözüme çarpan ilk şey düzenli, temiz ve sakin caddelerdi. Trafik problemi diye bir şey söz konusu bile değil. Bisiklet kullanımı yoğun, insanlar saray bahçelerinde dahi spor yapabiliyor. Bir nevi Viyana Maratonu koşmak mümkün. Tam bu sırada tur rehberimiz, Viyana'nın 2010 yılında kazandığı "en yaşanılabilir kent" ünvanından bahsediyor. Viyana, 2009'da da Zürih'in önünde yaşam kalitesi en yüksek şehir seçilmiş. Bir çok devin önünde, son iki yıldır dünyanın en kaliteli şehri yani..


Viyana aslında tarih boyunca yaşam standartı ve kültür seviyesi en yüksek kentlerden biriymiş. Burada biri ünlü Fransız Kraliçesi Marie Antoinette olmak üzere tam 16 çocuk dünyaya getiren ve Habsburg hanedanının devleti bizzat yöneten tek kadın hükümdarı olan Maria Theresia'ya özel tebrikler göndermek gerekiyor.



Prag'a ve Viyana'ya kadın eli değdiği, ince işlenmiş mimari yapılarla zaten dikkatimi çekmişti. O el bu hatuna aitmiş, şansıma Prag'da uzun yıllar Türkiye'de yaşamış bir Çek diplomat hanım (Kendisiyle AB üzerine yaptığımız sohbet de son derece keyifliydi), Viyana'da da uzun yıllardır Avusturya'da yaşamakta olan Türk bir işadamı rehberim olunca birçok bilgi edinmem mümkün oldu. Maria Theresia kültürel ve sanatsal birçok atılıma imza atmış. Karşılığını da adına dikilen heykeller ve çizilen portrelerle fazlasıyla almış. İsmi gerek Prag gerek Viyana'da birçok yerde karşınıza çıkmakta..



Viyana 2 milyona yakın nüfusa sahip, şehir merkezi 23 bölgeye bölünmüş. Avusturya başkentinin bir numaralı simgesi Stephen Katedrali'nin merkezinde yer aldığı 1. Bölge, yani eski suriçi (Innere Stadt) şehrin yüzyıllardır kalbinin attığı merkezi.. Çevresini saran Ring caddesi üzerinde adını çok kereler duyduğum ve önünde resim çekinme şerefine nail olduğum ünlü Opera binası, belediye, parlamento ve borsa binası gibi önemli yapılar bulunmakta. 

Viyana hem modern, hem de tarihi bir şehir. Dünyanın en önemli çok uluslu şirketlerinin merkezleri de burada, Habsburglardan miras kalan şaşalı tarihi yapılar da..

İlk durak Schönbrunn Sarayı. Habsburg'un bir tanecik imparatoriçesi Maria Theresia'nın yaptırdığı Avusturya'nın Versailles'ı, görkemli bahçesiyle göz kamaştırıyor. Bahçenin dört bir tarafını sarmalayan heykellerde öyle. Theresia bu sarayda ne aşklar yaşamış, sarayda ne entrikalar dönmüş duvarların bir dili olsa da anlatsa keşke!

Bir diğer saray Belveder. O da etkileyici bir mimariye, heykellerle donatılmış süs havuzlarına ve tabi ki koşu parkurlarına sahip. Çimlere basmak tabi ki yasak. Ancak ona da çözümümüz var. Çimlerde yuvarlanan birini görürseniz, o muhtemelen bizden biridir. Sevgiyle yaklaşın. Sonuçta çimlere basmak yasak, yuvarlanmak değil!


Prater kentin eğlence alanı. Simgesi çoğumuzun bildiği o ünlü dönme dolap. Halkımız boş zamanlarında bu geniş dinlenme-gezi alanına akın ediyor.

Norveç Başbakanı: "Breivik'inki gibi eylemlere cevabımız daha fazla demokrasi ve daha fazla şeffaflık olacak" derken bunun bize ne kadar uzak bir ifade olduğunu düşünmüştüm. Bizde böylesine cani bir eyleme karşı bu kadar sağduyulu kalabilmek ne kadar na mümkünse, devletin kurumlarında çalışan insanların da günün birinde bizden biri olduklarını hatırlamaları o kadar na mümkün gözüküyor.

Viyana'yı gezdiğim sıralarda Belediye Binası'nın önünde dev bir konser alanı kuruluyor, Parlamento'nun merdivenlerinde ise bir Bollywood filmi çekiliyordu. Avrupa'da çoğu yerde başkanlık saraylarının bile halka açık olduğunu gördüm. Beni karşılamadıkları için Avusturya ve Çek Cumhuriyeti başkanlarına kırgınım; ama rehber beni tufaya düşürmediyse kendileri normal şartlarda sık sık evlerinin balkonuna çıkıp halkla selamlaşıyorlarmış. Duyduğuma göre bu sırada öyle 100 araçlı konvoy, jammerlar, hava desteği falan da olmuyormuş.

-Lazanya yapan yer var mı?

-İyi bir kebapçı var mı?

Restoran konusunda tura katılan bazı Türk öğrencilerden rehbere yönelen bu soruları duyunca afalladım. Rehber de bozulmuş olacak ki, bizi biraz erken terketti. Viyana'da schnitzel yenir kardeşim, o da Figlmüller'de yenir! Yolunuz düşerse mutlaka uğrayın. Katedralin hemen arka sokağında iki adet şubesi var. Kime sorsanız gösterir! Türk'e rastlama konusunda da 1/10 şansınız mevcut nasılsa. Yolu her şekilde bulursunuz yani. Ama masanıza tatlı, tombul bir Germen garson amca tarafından getirilmekte olan kocaman bir tabak schnitzele ilk başta bilemeyip benim gibi mısır ekmeği muamelesi yapmayın sakın! Salata ve bira siparişiyle süslediğiniz entel duruşunuzda kaymalar yaşanmasın sonra..

Kebap ve Lazanya konusunda yardımcı olamayacağım. Fakat aynı zamanda lezzetli kahveler tadabileceğiniz şık cafeleriyle de ünlü olan Viyana'da bu iş için size bir yer önerebilirim. Freud başta olmak üzere, bugün isimleri Ring üzerindeki duvarlara sığmayacak ölçüde fazla olan birçok aydının yaşamları sırasında bir araya gelip keyifli sohbetlere imza attığı Cafe Landtman bu iş için benim önerim. Caddenin karşısındaki tiyatroya zamanında alttan bir tünelle ulaşılabildiği söylendi tarafıma. Ne kadar doğru bilemiyorum; ancak kahveler o derece kültür kokuyor yani.

Bir rivayete göre Viyana kahveyle Osmanlı sayesinde tanışmış. 2. Viyana Kuşatması'nın başarısızlığa uğraması sonucu şehrin yakınlarında kurulan kamplar terkedilip geri çekilirken, ardımızda bırakdığımız kahveyi elin Batılısı bulmuş, üzerinde düşünmüş, uğraşmış, Latte'ler, Espresso'lar, Mocha'lar, Cappuccino'lar üretmiş ve günümüzde bir nevi tereciye tere satmaya başlamış. Bu hikayeye göre Starbucks tamamen bizim sayemizde zengin yani. Hammaddeyi veren de biziz, mamulü alan da.

Viyana'yı gezen biri olarak Mozart'tan bahsetmemek olmazdı. Ancak canım Mozart günümüzde çikolata paketlerini süslemekte. Heykelinden önce, bir hediyelik eşya mağazasının önündeki sırıtan Mozart reklamıyla karşılaşmam psikolojimi bozmadı değil.

Hediyelik eşya fiyatları (biblolar, shot bardakları, magnetler vs.) 10-20 Euro civarında. Yemekle beraber Viyana'da bir günde harcadığım para 50 Euro'yu aştı sanırım. Zloti'yle yaşamaya alıştıktan sonra hazmı pek kolay olmadı benim için.

Viyana'yı anlamak, keyifli sosyal yaşamının tadına varabilmek için uzun bir süre yaşamak lazım sanırım. Oradaki erasmusları kıskanmıyor değilim.





İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP