11 Nisan 2009 Cumartesi

''Alemlerin En Siberine Düştüm Bir Zamanlar'' Yazı Dizisi 5.Bölüm

Öncesi

Bir gece evvel entellektüel kadın doktor tarafından sepetlenen Şaşkın Ördek, ertesi akşamın ortalarına doğru yanına içine bol buz atılmış limon dilimli kolasını alıp, geçer ekranın karşısına... İşlerini bitirmiş, yemeğini yemiş bir şekilde aleme atar atmaz kapağı; kameralarını alemin bulvarına çevirip, "Akşam gezintisinde kimler var, kimler yok?" izlemeye başlar. Sonra, bulvarın en uç noktalarından birine konuşlanır ki burası yürüyüşü uzun bir volta şekline getirenlerin dönüş noktasıdır ve nispeten bulvarın ortalarına göre sakin olduğundan insanları tenhada yakalayıp, uzun konuşabilmenin avantajlı olduğu bir bölgedir.

Ufak ufak alemin mantığını kapmaya başlayan Şaşkın Ördek, artık, reel denen alemden elde ettiği kazanımları, tecrübeleri de usul usul kullanmaya başlamıştır. Ama algılaması ve niyetleri hâlâ saftır. Bu arada, bulvara henüz çıkmamışlar içinde arama yapmakta, yani alemin diğer mahallelerinin sokak aralarında dolaşmakta, oralardaki profillere de göz atmaktadır. Ve yine, satır araları derin bir profili gözüne kestirir. Kestirdiği profilin ışıkları yanmamaktadır. Belli ki o akşam, profilinde yoktur profilin sahibi. Şaşkın Ördek, profilden edindiği veriler doğrultusunda uygun bir mesaj yazıp profilin kapı aralığına sıkıştırır. Sonradan öğreneceği üzere, popüler bir üniversitemizde öğretim görevlisi olan bir kadındır profilin sahibi kişi.

Bu arada bulvar gittikçe artan bir şekilde kalabalıklaşmakta, kaldırım üzerinde çekirdek kabuklarının miktarı hızla artmaktadır. Dışarıdaysa, şiddetli bir yağmur ve yağmurla orantılı bir biçimde soğuk vardır ve fırtınaya dönmesi muhtemel rüzgar, gittikçe artan bir hızla esmektedir.

Sıcak evde, bulvara takılmış ve hülyalara dalmış Şaşkın Ördeğin ekranına bir mesajın ciklemesi düşer. ''Hayırdır inşallah!'' deyip, biraz da sevinçle açar mesajı... Memleketin nispeten muhafazakar ve çok erkek bir şehrinden gelen mesajda şunlar yazmaktadır: ''Umarım göbekli, şişko, tıknaz, çirkin ve çok esmer birisindir. Eğer öyleysen, keyifli bir gece ve geceler için senle herşeye varım, görüşelim.'' Şaşkın Ördek, şaşkın şaşkın mesajın rumuzunu tıklar, ''Nedir, kimdir bu ?'' diye... Açılan profilde durum aşikardır, profil oldukça zengin ve güzeldir. Hatta, profilin içeriğinde heyecan verici ve oldukça kışkırtıcı bir uç olma hali vardır. Görünüşte, cinsiyet yerinde erkek yazmanın ötesinde şaşırtıcı bir durum yoktur. Şaşkın Ördek, herhalde bir yanlışlık var saflığında devam eder okumaya profili ve anlar ki.. işin özü, mesaj bir travestiden gelmektedir. Yanıtsız bırakmaz mesajı Şaşkın Ördek; teşekkür eder ve şunları yazar: ''Ne yazık ki; göbekli, şişko, kısa boylu ve çok esmer değilim.''

O ara, biricik doktorumuz, en entellektüel kadınımız, arzı endam eder bulvarda... Kısa bir yürüyüşün ardından göz kırpar bizim ördeğe; en çapkınından ve en bilmişinden ... Ördek umursamaz bunu ve kaçanı oynamaya başlar. Gece ilerlemekte, dışarıdaki hava da iyice ve daha şiddetli yağmura, soğuğa ve rüzgara bürünmektedir. Dışarıdaki soğuğa inat sıcak, sakin ve sessiz evde, iyice kıvamlanmış kolasının keyfindeki Şaşkın Ördek birden, o klasik roman adlı kadının bulvarda dolaştığını farkeder. Bir anda kalp atışları hızlanır. Silinmişliğine üzüldüğü profili tıklar hemen, profil tüm gerçekliği ile durmaktadır, ya da yeniden yakmıştır yeşil köşkün lambalarını dalga saçlı kadın.

Sevinir çocuklar gibi... Sanki, yabancı bir şehirde kalabalık bir bulvarda yapayalnız, çaresiz turlarken ve öylesine bakınırken sağa sola, en tanıdık birine rastlamış gibi olur. Saat, gecenin ertesi güne devrileceği dakikalardadır.

Bu arada, doktor kadın sürekli göz kırparak kendini fark ettirme, "Onu alma, beni al" çabalarındadır. Ördek, bunun msn'ini aç anlamına geldiğini anlamıştır. Ama onun gözü o anda, sadece hayallerinde besleyip büyüttüğü, biçimlendirip vücut buldurduğu, gönlünün sultanı yapmaya niyetli olduğu klasik roman adlı asıl kadındadır.

Doktorumuz da işin kötüsü, çok ısrarcı bir biçimde kendini farkettirme telaşlarındadır; sürekli el kol sallamakta ve yazılı bir mesaj atamamanın çaresizliği içinde kıvranmaktadır. O esnada bir mesaj penceresi cikleyerek açılır, peşinden bir tane daha... Gözü, bulvarda permalı saçlarını savura savura yürüyen klasik roman adlı kadındayken, açar mesajlardan ilkini şaşkın ördek... ''İnşallah iyi birisinizdir. Üniverite öğrencisiyim, uzun zamandır ailemle görüşemiyorum. Acil görüşmem lazım ve kontore ihtiyacım var, yardımcı olur musun?'' türü, şimdi çok hatırlayamadığı bir mesajdır gelen... Bu yeni duruma da şaşıran Şaşkın Ördek, tüm iyi niyetiyle tıklar mesajın profilini, 25 yaşlarında bir fıstıktır resimdeki... Şöyle bir göz atar profile ve çek defterini çıkarır. Dersem de inanma okuyucu! ''Her ne kadar bu alemde ördekse de, kaçççın kurrrasıdır o !" ben çok iyi bilirim. Orayı, yani bu ihtiyaç sahibi, seksi ve güzel kızı umursamaz ve bulvarda salına salına yürüyen klasik roman adlı esas kadına mesaj yazmaya başlar.

O ara, daha önce cikleyen ikinci mesaj gelir aklına şaşkın ördeğin, yeni biri heyecanıyla açar onu da . Yazanlar şunlardır: ''Farketmez, o fiziğe uygun gerekli değişiklikleri yapabilirim fantazimde, sen al bu adresi ekle msn'ine, sevdim seni bir kere..'' Güler, bu muhafazakar özellikli kentimizin bu cesur erkeğine Şaşkın Ördek ve engeller onu... Bu arada, hayallerinin kadınına yazmakta olduğu "İyi akşamlar," diye başlayan mesajı tamamlar ve atar. Hemen bir yanıt gelir. Doktorumuz da kendini göze sokmak, kendini fark ettirmek için her türlü olanağı kullanarak sürekli çırpınmaktadır bu arada... Klasik roman adlı kadından gelen mesaj şudur: ''Şu an kendimle hesaplaşmaktayım, çok sarhoş ve kötüyüm. Artık burada değilim, e-posta adresim şu...''.

Şaşkın ördek panikler, aklı binbir sahne yazar kadının oradaki ve o andaki haline, iyi kalpli yüreği telaşlanır. Hemen şöyle bir mesaj atar en saf haliyle: ''Merak etmeyin! Siz gidene, ışığınız sönene kadar kadar, ben burada olacağım.''

to be continued... 6.Bölüm: Vay anam vay!..Neler oldu neler?;)

9 Nisan 2009 Perşembe

Çilek...Ananas...Lyambiko


Bacaklarımı uzatıp keyfime baksam, günün tüm yorgunluğunu, sıkıntılarımı üzerimden atsam arzularınız varsa an itibariyle. Bu blog, bir öneride bulunuyor; bu gece ya da istediğiniz herhangi bir gece için. Daha önce verdiğimiz ragla tarifinde olduğu gibi, yine hazırlanması son derece basit, içimi aynı oranda keyifli ve eğlenceli bir içki bu da.

Bir şarap, konyak ya da martini kadehine hiç olmadı limonata bardağına bolca buz, 3/1 oranında çilek likörü, 3/2 oranında ananas suyu koyup biraz karıştırarak oluşturacağınız bu içkinizi hazır ettikten sonra mumlarınızı yakıp, ışıklarınızı kapatıp, müzik setinize de sevdiğiniz bir CD'yi koyarsanız; ilk yudumdan ve ilk şarkıdan sonra gündelik hayatınızdan kopup, tropikal rüzgarların estiği bir denizin kıyısında yıldızlara yatmış bulabilirsiniz kendinizi.

Bu içkinin yanına kimin şarkılarını önerirsin ey blog derseniz de. Blog size, son albümü Saffronia'dan, ilk Nina Simone tarafından söylenmiş, bizlerin Santa Esmeralda'dan hatırlayacağımız Don't Let Me Be Misunderstood yorumunu şu an dinlediğiniz; Almanya doğumlu, Tanzanyalı müzisyen bir babanın kızı, caz dünyasının Afrika tınılı güzel sesi Lyambiko'yu önerir. Ve iyi eğlenceler diler.

Not: Önerilen karışım oranı damak zevkine göre deneme yanılma yoluyla ayarlanabilir. Ve istenirse bir miktar soda ya da gazoz ilave edilebilir.

Ne Ruhmuş Bu Ruh, Allah Korusun Demek Mi Lazım?

Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış "Biz Avrupa Birliği’ne (AB), önümüze koyduğu her şeyi kabul etme mantalitesi ile gitmiyoruz. AB’ye Davos ruhu ile gidiyoruz.'' demiş...

İlk kez Davos ruhu söylemini ortaya koyduğunda Turgut Özal, şimdi hatırlayamadığım biri tuz ruhu benzetmesi yapmıştı.

Davosu ve benzeri toplantıları içeriği ve yararı anlamında yorumlamak istemiyorum. Benim için bu tür toplantılarda sizin sergilediğiniz bağımsız, dik ve tutarlı duruş önemlidir. Ve özünde katılmaktan yanayımdır. Ama kendi sözlerinizi söylemek kaydıyla...

Bugün Egemen Bağış'ın sözlerinin ne anlama geldiğini; gördüklerim, tanıklıklarım ve kendi algılamam üzerinden düşündüm.

Düşündüklerimden kısa bir özeti de son günlerde tanık olduğum bir takım olaylar örneğinden yola çıkarak yazıya dökesim geldi.

Ne yapmıştık mesela çok yakın tarihlerden birinde; Bağış'ın öğündüğü ve şiar edindiği Davos ruhunu hayatımıza katan ''one minutes'' destanını eklemiştik tarihimize... Ve bir de halkın onurunu kurtarıp, sevinçten sokaklara döken bir kahramanımız olmuştu.

Ne olmuştu Bağış'ın simgeleştirdiği ruhun olduğu yerde kısaca bir hatırla bakalım dedim kendime. Önce bir sürü laf edilmişti bir devletin başına, içeriğinde çok doğru cümleler de olmak kaydıyla... Sonra bir modoratöre posta koyulmuştu. Onca bağırtı çağırtıdan sonra hemen bir basın toplantısı düzenlenmiş, aslında muhattap bir başka devletin başkanı hatta top yekün bir milletken, onca sözden çark edilmiş ve bütün öfkenin nedeni olarak modoratör gösterilmişti .

Toplantıda sergilenen tavrı, duruşu sürdürememek, söz konusu ülkeyle ilişkileri sözlerin şiddetiyle doğru orantılı düzeye çekememek de gözümüzün önündeki süreçte apaçık görülmüştü. O sözlerin neresindeyiz şimdiye hiç girmiyorum.

Mesela daha bir kaç gün önce Nato toplantısında çok haklı nedenler ve çekincelerle, şiddetle ve sert ifadelerle karşı çıkılan Rasmussen hemen ertesi gün ve bir takım sözler alındığı iddiasıyla bir anda Nato'nun genel sekreteri oluverdi. Verildiği söylenen sözlerin somut hallerini biz görebildik mi? Söylenenlere göre önümüzdeki süreçte görecekmişiz... Ben eminim göreceğimizden!

Fransa'nın bizim Avrupa Birliği ilişkilerimiz konusundaki tutumu ortadayken... Sarkozy, pervazsızca da olsa en azından tutarlı ve dik ifadelerle bize neden karşı olduğunu apaçık ortaya koyuyorken ve Rasmussen'in fikriyatını biliyorken, iki önemli konudaki veto hakkımızı hem Rasmussen'e hem de Fransaya karşı kullanma olanağımız da varken, kullanamamış olmamız nasıl bir babayiğitlik ve nasıl bir ruhtur ki; bütün bu dış politika zikzakları, tutarsızlıkları bu kadar örneklenesi ve övünülesi bir simge halinde göze sokulabilmektedir.

Ufuk Güldemir'in henüz Cumhuriyet Gazetesi Amerika muhabiriyken, Kanat Operasyonu adı altında bir yazı dizisi yayınlanmıştı gazete de; sonra kitabı da çıktı. Bence, hem uluslararası ilişkilerin insan ilişkilerinden ve algılamalarından ne derece farklı olduğunu, hem de dikta dönemlerinin ve benmerkezci bakışların ulusal çıkarlara verdiği zararları yakın tarihli somut bir durumdan anlamak adına; her Türkiye vatandaşının okuması gerekir diye düşündüğüm bu kitabı da, yeri gelmişken önermek isterim. Çünkü çok önemli tarihsel bir süreci ve kararı anlatan, çok önemli bir belgedir. Kanat Operasyonu denen olayın içeriği son yaşadıklarımızla işleyiş açısından bire bir örtüşmektedir. Orada da Kenan Evren, Amerikalı general Rogers' ın sözünü referans alıp güvenerek, Yunanistan'ın Nato askeri kanadına dönüşüne izin vermiştir. Sözler tutulmamış. Biz de en önemli kozunu elden çıkarmış, Yunanistanla ihtilafları konusunda çok daha dezavantajlı bir hale bürün(dürül)müşüzdür.

Uluslararası ilişkilerin enseye dokunmak, kola girmek, öpüşmek, küçük adlarla seslenmek, düğünlerde şahit yapmaktan ne kadar farklı bir şey olduğunu, kişilere, verilen sözlere değil de, somut belgelere hatta onlarında ötesinde somut sonuçlara dayalı olduğunu anlamak, öğrenmek için yeteri kadar yaşanmışlığı olan bir ülke vatandaşı olarak; Egemen Bağış'a akıl fikir için dua etmekten öte elimden bir şey gelmiyor şimdilik...

7 Nisan 2009 Salı

Yeni Amerikan Silgisi:Obama


Bugün kuştüyü yastıklar üzerinde bir hayatla kucak kucağayım, güneş bir başka parlıyor...

Kışın bütün kirleri kalktı; uçtu, gitti ve bitti... Gülüyorum...

Ağzım kulaklarımla enseye tokat bir samimiyet içinde. Mutluyum; hem de, ne mutlu Türküm demeden... Dünyalar benim !

Dün öyle güzel şeyler yaşadım, öyle mutlu anlara tanık oldum ki; ölsem gam yemem...

Aha buraya da notlarımı düşüyorum ki; torunlarımı göremezsem, dilimden anlatamazsam bugünleri; onlar okusunlar diye...

Ya yok böyle bir mutluluk, aha bu yaşa geldim ben görmedim. Gören varsa beri gelsin.

Dün mesela, emperyalizme karşı dünyanın en zorlu ulusal kurtuluş savaşlarından birini vermiş bir ulusun kanla kazanılmış özgürlüğünün ve bağımsızlığının simgesi bir mecliste, dünyanın en emperyalistinin başkanı ''Evet'' dedi ya! Hani Türkçe konuştu. Ben de müslümanım türünden bir şeyler söyledi. Yurtta sulh dünyada sulh dedi ya bir de... Ve ben de buna tanık oldum, birde üstüne üstlük yedim ya tüm bu samimiyeti, var mı bundan ötesi?

Meclisimizin değerli vekillerinin üzerlerine düşeni yerine getirip, asıl kimin vekili olduklarını gösterdikleri sahne göz yaşartıcıydı. Ufak bir kıskançlık ve kızgınlık içimde kayır kayır kaynasa da, her ne kadar benim gibi güzel öpememiş olsalar da; vekillerimizin o hayranlık dolu bakışları, o şarklı alkış kıyametleri bir nebze de olsa içime su serpti. O an benim damarlarımdaki asil kan dondu da... Onların ki donmadı doğal olarak.

Barack bizim başbakanı yanaklarından öpünce, hatta abi deyince ( bence demiştir kesin) ve hatta bizim başbakanımız da onun eline en olgun, en abi ve anlayışlı haliyle dokununca... Lan dedim kendime; de git sende, yıllarca bu adamlar bizi öptükçe ne diye bağırıyordun ki ...

Amerikan oligarşisinin; her ortalığı birbirine katıp, gerekli kaosları yaratıp, yeni düzenleri oturtup; bir de, bak orada batağa battılar, başarısız oldular imajları yaratıp, çekilir gibi yaparken; dünyada oluşmuş Anti Amerikan bakışları derleyip toparlayıp, sırt okşaya okşaya bekçilere yeni görevler yükleyip, bu yeni karakol görevlerini sen en arkadaşım ülkesin gazlarıyla verme tavrının yeni silicisi Barack Obama'yı ben sevdim valla! Hiç değilse, acıtmadan tatlı tatlı sevecek birisi... Bana öyle geldi;Baykal'a size allah uzun ömürler versin demesinden anladım.

6 Nisan 2009 Pazartesi

Az Önce Evlenme Programından...

Meşguliyetler arası bir yandan televizyondaki evlilik programına göz atıyorum. Bu, Fox TV'deki... Daha arabesk, daha baharatlı olduğu için, öteki programa göre daha farklı yelpazede insan manzaraları sunuyor. Bir de, çok sayıda insanı, fabrikasyon usulü evlendirmeyi övünç sayıyorlar ya! Sunucuları da birbirleriyle kombin giyiniyor.

Hatta bugün, bir yarıştırmacı(!) hatun kişi; ki, kendisi çok şükür herşeyi bilen bir dünya güzeli, hep birlikte Okan Bayülgen'e giydirdiler.

Ve hatta ''müslüman kanallardan'' bu programa terfi eden, Karagümrüğü yakan şair sunucumuz Beyülgen diyerek, çok damardan ve ince bir gönderme de yaptı.

Ve hatta kendilerinin yaptığının ne kadar ulvi bir görev olduğunu basbayağı yaldızlı cümlelerle anlattı, Okan'a giydirirken.(Sanırım Okan Bayülgen medya arkası yapmış bunları... )

Bir de öteki evlilik programından bir nedenle yollananlar var ki; bu program tarafından kapılıp, yeniden vitrine çıkarılıyorlar.

Şöhretler dünyamızın bu yeni starları, en evlenilesi adaylar olarak bu kez, bu programın en evlendirme programı olduğuna övgüler diziyorlar, yalakalık paçalardan akıyor.

Öteki tarafta da o programa ne övgü cümleleri kurduklarını sanki biz en evlendirme programlarının en sadık izleyicileri olarak bilmezmişiz gibi.

Lan diyesim geliyo bazen, ''biz kaçın kurrasıyız'' r'nin üstüne basa basa üstelik... Öteki programda da göz göze bakıp, diz dize oturmadık mı? Bize de mi lo lo...

Öteki programda ürkekliklerini atıp daha kendine güvenir oldukları, bir de bu program tarafında reyting artırıcı şöhret muammelesi gördükleri için iyice artmış egolarını izlemek acayip keyifli; ve hatta acayip neşeli. Ben seviyorum valla...

Az önce bir kadın çıktı mesela programda; uzun boylu, sarı saçlı, izleyicilerin ve sunucuların Müşerref Akay'dan başlayıp, Nurseli İdiz'e kadar uzarken arada adlarını sayamadığım, daha doğrusu hatırımda tutamadığım bir sürü ünlüye de benzettikleri; düğün, nişan organizasyonları işi yapan, yetişkin bir kız evladı olan ve hatta yaşını göstermediğini sanan, çıpçıtır, taptaze işletmeci bir kadın. Ki, krizden dolayı işlerine ara vermiş ve hazır boşluk yakalamışken de işlerden, şu evliliği aradan çıkarim demiş; zannımca...

Zaten kendini güzeller güzeli ilan ettiği duruşundan ve sözcüklerinin tonundan belli olan bu hanım abla, şöyle sıraladı isteklerini: Evi olan, uzun boylu, yanına yakışacak, adam gibi adam ve sevmeyi bilen biri... Ben ablaya güvenerek, bu tavrın, aslında kendini kurtarma eylemi olduğu düşüncemi fesatlığıma verdim.(ki genelde sonradan borçları falan olduğu çıkıyor ortaya)

Ama sevmeyi bilen kısmına takılan ve benim tüm engelleme çabalarıma rağmen durduramadığım içimdeki pis anarşist, bir sürü lafı yapıştırdı: ''Sen sevmekten ne anlıyon abla? Sen kendin sevmeyi bilion mu? Sevmek nasıl bir tarif senin için abla? İçinde neler olması gerikiyo? Mesela, para olsun mu herşeyden çok, he abla? Yoksa, hani işlerde kesatken, hani bende de bu güzellik varken mi dedin abla? Yoksa ben mi fesatım abla? Hani sevgi yakınlarda bir yerlerde yoktu da tv ekranından açık artırmaya mı çıktı abla? Gelecek taliplerin içinden en sevgi dolu olanı mı, yoksa en parası olanı mı seçecen abla? Bak bekliyoruz merakla..." diyerek daha da uzatacaktı ki işi, "yeter sus!" dedim, "duymaz abla" ...Du bakalım, izleyelim, sabırlı olalım, kadının günahını da almayalıma yattık sonunda, uzlaştık ve bekliyoruz adayları heyecanla... En az abla kadar, biz de meraktayız valla.

Servisin Notu: Güzellik kelimelerinin geçtiği yerlerde kastedilen bir fiziki eleştiri içermemektedir. Göze sokulmaya ve öne çıkarılmaya bir göndermedir. Yoksa her kadın güzeldir. Ve yazılarımızın tek bir cümlesinde bile yalana başvurulmadığı gibi, asla yağcılık yapılmamaktadır:))

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP