13 Ekim 2008 Pazartesi

Münih...



Film ele aldığı konu ve onu işleyişi bakımından nerden baktığınıza bağlı olarak (tam da Orhan babanın sende haklısın şarkısındaki gibi:) farklı analizler ve tartışmalar yapabileceğiniz derinlikte bir ''terörizm'' sorgulamasına olanak veriyor.

Ama sonuçta tüm tartışmalarınızın gelip dayandığı bir nokta var ki; o da, şiddet şiddeti doğurur tezini doğrularcasına, filmin sonundaki toplantıda ajanların dilinden dökülen ''her öldürdüğümüz Filistinlinin yerine altı yeni Filistinli çıkıyor'' sözlerinde gizli.

Film: Terörizmle mücadelenin aslında siyasal ve sosyal anlamda ne kadar zor, çaresiz ve uyguladığı yöntemler itibariyle tartışılabilir olduğunun özetidir.

Filme kuramsal anlamda ve taraf olmadan baktığınızda, tarihin en önemli eylemlerinden birini kendi haklılığına dayandırarak yapan bir grup (Filistinliler), ön yargılı bir operasyonla tarihin en büyük fiyaskolarından birini gerçekleştirerek gereksiz yere kan döken ve yaptığını meşru kabul eden büyük bir devlet(Almanya), diğer yanda yine kendi doğruları üzerinden kendi haklılığına dayandırarak bir tür fedailer mangası oluşturup illegal ve modern toplumun adalet kurallarının ötesinde bir biçimde insan avı yapan bir başka devlet(İsrail)...

Bunlardan hangisi niteliği açısından kuramsal anlamda terörizm tanımının dışındadır?

Film tam da bu durumları önümüze seriyor ve soruyor. Ve bizi düşündürtüyor... Ve film -her öldürdüğümüz Filistinlinin yerine altısı çıkıyor- gözlemini yapan, ama gözünü kırpmadan da adam öldürebilen eşi hamile ''kahramanımızla'' birlikte, bütün tarafların insan olma vasıflarının yaptıkları işle çelişen duygularını da bize yansıtmayı başarıyor.

Siyasal sorgulamalarınızı bir yana bırakıp, taraf olmadan sadece bir film gibi baktığınızda: Klasik, illegalde birbirini yok etme savaşları veren ajan temalı filmlerin, incelikli ve zeki tadını fazlasıyla veriyor.

Çok küçük yaşlardan beri Filistin İsrail sürecini özel bir ilgiyle izleyen biri olarak, konu üzerine çekilmiş tüm filmleri izledim. Belki de en tarafsız sayılabilecek(!) ve işlediği konu(terörizm) üzerine en çok düşündürten filmlerden biri Münih düşüncesindeyim...

İzlenmeden önce ya da izledikten sonra; özelde Münih olayı, genelde de Ortadoğunun bu sorunu üzerine bir şeyler okunursa, filmin değeri çok daha iyi anlaşılabilir.

Bütün bunlar beni ilgilendirmez ben film izlerim diyorsanız da izleyin. Çünkü, çok heyecanlı ve kaliteli aksiyonları olan bir görsellik abidesidir aynı zamanda, kendinizi 70 lere ışınlamış olursunuz...

12 Ekim 2008 Pazar

Çit...Ruhları Tok İnsanlar Diyarı;''Aborjinler''


Yüzyıllardan yirmincinin ortasına yaklaşan zamana dair yaşanmış bir dramdır "Çit".

Güneydoğu Asya'dan kopup gelmiş,yaşamları boyunca hareket halinde,avlanırken mızrak, balıkları için kano kullanmış dilsiz topluluk... Dilsiz, fakat birikimlerini şarkılarına sıralayıp aktarmış Avusturalya Aborjinleri...

Eşsiz coğrafyalarında zalim ulusları barındıran ülkeler:Oldum olası nefret ettiğim ve edeceğim insanlarıyla namı diğer kolonyalistler ...Avrupalıların bu yeni ve yaşanılası toprakları keşfi; her nedense geç kalmış!..Ve sanki bu gecikmenin hıncıymışçasına tarih kendini tekrarlamıştı...

Takvimlerden hangisiyse ismi lazım değil,rakamlar 1800 ü gösterdiği vakit ;Avusturalya toprakları yabancılarıyla tanışır ...

Sudan ve topraktan doğar aborjinler. Kemerleri, tokaları, süs eşyaları olmadan, boyalı vücut kısımlarını da düşünmezsek; pek örtünmezler.Kaya pigmentlerinin eldesidir boyaları...İlkel fırçaları ve parmaklarıdır araçları.

Her şey için bir şarkıları ,gelenekleri ve erdemleri vardır; dinlerinde rüyaları ...

Beyaz adamlar ülkeye sadece sömürü hırslarını yüklenerek gelmediler;yanlarında o vakte kadar o topraklarda görülmemiş hastalıkları da getirdiler.Ve soykırım her yönüyle aralıksız sürdü…sürdü…sürdü...

Beyaz adamlar ehlileştirmeye çalıştıkları yerlilerden kültürlerini almaya, kendi kültürlerini dayatmaya ve uygulamaya koyuldular.Dinlerini aldılar ellerinden, doğalarını aldılar.Yaşamlarına kast ettiler.Avuç kadar siyah insan kendi vatanlarında ,kalabalığın ortasında, görünmez oldular.

Çit:Bu yaşam dayatmasında, su ve toprak insanlarının ellerinden alınan çocukların hikayesi…

Çit aslında soykırımın ince tarafı, analarından koparılan yavruların nasılda” insana” benzetilmeye çalışıldıklarının göstergesi!..Kilometreceler uzayıp giden tavşan geçirmez çitlerinin, güneşin alnındaki aç üç küçücük bedenin hikayesi.

Çit önce değiştirilen,sonra da beyaz adamlara satılan çocukların dramı.

Çit ellerinde dua etmekten başka yapacak bir şeyi olmayan kabilelerin sonu bekleyişi.

Size bir aborjin duası; HER ŞEY YETERLİ OLSUN!.

Seni ayakta tutmaya yetecek kadar;
Güzelliklerle dolu bir yaşam sürmeni dilerim.
Aydınlık bir bakış açısına sahip olmana
Yetecek kadar; güneş diliyorum.
Güneşi daha çok sevmene
Yetecek kadar; yağmur diliyorum.
Ruhunu canlı tutmaya yetecek kadar;
Mutluluk diliyorum.
Yaşamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş
Gibi algılanmasına yetecek kadar; acı diliyorum.
İsteklerini tatmin etmeye yetecek kadar;
Kazanç diliyorum.
Sahip olduğun her şeyi taktir etmene
Yetecek kadar;kayıp diliyorum.
Son 'Elveda'yı atlatmana yetecek kadar;
'Merhaba' diliyorum.

İşin trajikomik tarafı:Elindekiyle yetinen bir toplulukla, asla yetinmeyen gözü ve ruhu aç topluluk karşı karşıya.

İşte tezat, işte tarih...

La Paragas Pazar Sineması Sunar:):J'attendrai Le Suivant... (Sonrakini Bekleyeceğim...)

La Paragas Pazar Keyfi...;)

11 Ekim 2008 Cumartesi

Cumartesi Klibi...

Hepsi Buradalar


Yanıbaşımdaymış gibi
Toplanın bir bir
Kavgamız sürüp gidecektir
Fabrikada, tarlada yani
Sokakta ve güherçile madeninde
Kırmızı ve yeşil bakırın ağzında,
Korkunç dehlizinde kömürün
Kavgamız her yerde sürecektir, kardeşler!
Ve ölülerimize adadığımız,
Kanımızla ıslanmış bu bayraklar
Yüreğimizde sonsuz bir ilkbahar yaprağı gibi
Serpilip gelişecektir!

Pablo Neruda



Resim:Stephan Morris

10 Ekim 2008 Cuma

Gün...


Bazen, ay dolunay olduğunda, yanından, bir uçak geçer; ışıklarını gecenin yakışıklı laciverdine bırakarak...

O uçağın içini düşünür,
düşlerim...

Sonra,

Günün erken bir saatine uyanırım... Keyifli bir uykunun rüya bölümlerine yerleşmiş hoşlukların tebessümüyle yakalarım kendimi, yatağın sıcağında ...

Sonra yatağın sıcaklığına yaslanıp, bütün perdeleri açılmış odadan, ta karşı dağlara kadar; uyanmamış evlerin ışıklarına, o evlerde bütün sorunları yok olmuş sıcak uykulara, yıldız dolu güzel gecenin güne dönüşündeki sakin, yeni doğmuş bebek kokulu aydınlanmaya bakar, horozların uzak seslerine kulak olurum.

Ve dışarıda; sıcak bir odadan sokağa çıkmış anne ya da baba kucağındaki çocuğun suratında hissettiği şefkatli soğuk, harika bir yeşillik vardır; yağmurun, cam altlarındaki fotoğraflar gibi parlattığı...

Gecenin ikinci yarısında yağmış yağmurun buram buram kokusu, sarılı morlu sonbahar çiçeklerinin üzerindeki damlalar, nar ağacının utangaç meyvaları, ceviz ağacındaki dev sesli, minicik bedenli koronun gevezelikleriyle bezenmiş güzel(yani süper)) bir gün başlar...

Bir an inip, denizin, arada dalgaların ayaklarıma değmesine izin verecek kadar yakınından yürümeyi düşünürüm...

Sonra biraz ilerideki, açık mekanını kış için naylonlu pencereleri olan çadırla kapatan kafede; henüz ocağa konmuş çaydan ilk bardağı içmek isterim. Hatta yanına bir sigara eklim diye düşünürüm bazen...

Sonra şöyle derim; derin yazarlar gibi poz takınıp suratıma, uzak denizlere bakim derin hayallerle; derinlerden çıkardığı anıları giz(em) yapmış adam pozlarında...

Tabi ki bunu göze alamam...

Niyesini sorarsam; şöyle bir cevap veririm:

O güzel gecenin dışarısına bir yağmur eşlik eder incecikten...
O yağmurun sicim sicim sesleri, kuşların sesleri, Chopin'in müziği; içimi açar,ruhumu besler...

Ve bu huzur bana; arkana yaslan, kafanı ellerine yasla, geriye doğru at kendini, hayatın bu güzel anı için derin derin nefesler al, ve güzel bir kadının gönderilmemiş mektubundaki altı kalın çizgilerle çizilmiş cümlelerinin niyelerini düşün der...

Elimde kahve kokusu,

düşler,

düşünür(d)üm.

Umurum(da) olduğu için...

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP