Vapur kalkmak üzere, gözlerim restoranlarda. Bir başka gelişte hedefe koyduğumuz bir de restoran var; görüş alanımızda olmayanlardan. Ahşap köprü çekilmek üzere. Son yolcular telaşla biniyorlar ve bir kısmı hızlı adımlarla üst kata çıkıyor. O ara gözlerim bir genç kıza kitleniyor. Yirmilerin başında ya da eşiğinde. O an zamandan kopuyorum. Nefesim kesiliyor. İçinde bulunduğum andan çıkarılıp tecrit edilmiş başka bir ânın içine düşüyorum sanki. Kalbim nasıl atıyor. Halime şaşmak bile aklıma gelmiyor. Olasılıklar sıfır. Beynimde bir kesinlik. "Çıldırdın mı sen?" diyecek durumda değilim. Ona kilit gözlerim; zihnim, dilim, ruhum, zaman...
Bir sorum var, cesaretim de var ama bütün duyargalarım stop etmiş durumda. Korkunç bir heyecanın esiriyim. Dünya yok. Tüm kalelerim zapt olmuş. Odağım sadece O. Kalbim panik halinde fakat zihnim başka bir zamanda. Fiziksel değilse de titriyor içim. Kazık gibi adam, neler yaşamış adam artık tümüyle kontrol dışı. İçinden çıkılmak istenen bir rüyanın içinden çıkmak gerektiğini fark ediyor ama bir türlü uyanıp da o zulümden kurtaramıyorum kendimi. Bir çıksam eminim ki en çok kendim kendime şaşacağım ama kendimi bulup da dokunabilirsem kendime.
Dilimde kocaman bir asma kilit. Enn Sevdiğim Kadın belki bir şey söylüyor, anlatıyor, belki bir yanıt veriyorum ama sanki... sanki ânımda var, ama sanki yok.
O kız vapura adımını attığı anda beynim bir karar verdi. Keskin bir kesinlikle. Önümden geçti ve biraz ileriye oturdu. Bakıyorum. Kalbim örse vurulan çekiç gibi. Küt.. Küt... Küt...
Ah bir kendim olabilsem.
Her şey elimden gitti. Komuta merkezim dağıldı ve tüm duyargalarım bağımsızca eziyet ediyorlar bana. Hepsi çok emin.
Aslında ben de...
Dik duruşlu, güzel gözlü, kendinden emin halli, ruhunu açığa çıkaran çizgileri incelikli bu kız kesinlikle... kesinlikle O'nun. Zamanı Belli Olmayan Bir Günde Üzerine Yazılacak Kız'ın. Kalbimdeki çarpıntı bir izin verse... şu kontrol edemediğim komuta merkezimi bir ele geçirsem, soracağım. Arada niyetleniyor, sonra vazgeçiyorum. Arada bir çaktırmadan bakıyorum. Her seferinde izler buluyorum. O ara bir mimik yakalıyor. Hoop zamanda uçuyor, bir sinema salonunda bir koltuğa düşüyor, dönüp yan koltukta oturan ama beni göremeyen kızla kıyaslıyor, tamam diyor, vapurdaki bedenime geri dönüyorum. Poşetten iki pasta çıkarıyor O. Birini arkadaşına veriyor. Isırıyor. Ben ne oluyoruz diyemeden kendimi bir pastanede buluyorum. Karşımda oturan ama beni göremeyen kıza bakıyorum. Kırılan pastanın düşecek parçasına yaptığı hamle...
Ahhh...
Evet evet aynı!
Artık Kadıköy'deyiz, inmek için ayaklanıyor insanlar. Önümden geçiyor. Bağcıkları kendi kafalarına göre takılan botları, saç kesimi, rengi, yüz hatları, yürekli ve bağımsız adımları, müdanasız bakışında gömülü romantizm aynı. O! Peki onca yıl sonra benim halim ne? Ne bu halim benim?
"Söyle bakalım Buraneros," diyorum.
Ahh ben bir bana dönebilsem bir yanıt olacağım da, o an bir gelse.
Yanaşıyor vapur iskeleye, beni görmeden önümden geçiyor, arkadaşıyla birlikte tahta köprünün üzerinden yürüyorlar şimdi. Gözlerim bir süre onla birlikte yürüyor, sonra ayrılıyor. Ben nihayet bana dönüyorum. Hayat kaldığı yerden akıyor. Enn Sevdiğim Kadın'a sarılıyorum. Nedense bu ânı O'na -şu yazıya kadar- anlatmıyorum. Bir keşkem yok, bir pişmanlık yok, cevap yok, suç yok, duygular vapurda kaldı.
Her şey bir vapur yolculuğu sırasında anıları önüme bırakan denizin, o kızın ve rüzgârın yüzünden.
Garip.
Epeyi Epeyi Geçmişte Bir An
Çıkmadığım teneffüslerin birinde sınıfta sohbet ediyorken, tuvalete yazılmış bir slogan yüzünden; hiçbir siyasete, hiçbir ideolojiye öykünmeyen, hiçbir şeyi taklit etmeyen, duyguları derin, kuyruğu dik Zamanı Belli Olmayan Bir Günde Üzerine Yazılacak Kız'ı, kızlar tuvalette sıkıştırmışlar, diye bir haber geldi. Sıradan fırlayıp tuvalete çıkan merdivenleri uçar adım giderken bilinçaltım biliyordu çetenin başını; ya da yine geleceğe bırakılacak bi sahne olsun diye karşılaşmak istediğim oydu... Kapıdan hışımla girdiğimde, dumana boğulmuş kızlar tuvaletinde, Zamanı Belli Olmayan Bir Günde Üzerine Yazılacak Kız'la, kendisiyle aynı adı taşıyan sıra arkadaşı sadece sigara içmek için kaldıkları tuvalette, duvara yazılmış sosyal emperyalizm* içerikli, Halkın Kurtuluşu imzalı bir sloganın hesabını vermek zorunda bırakılıyorlardı. Zamanı Olmayan Zamansız Bir Yerindensin Ömürümün Neyleyim Ben arkasındaki iki arkadaşıyla elleri belinde bir kıyamet koparıyordu, tuvaletin orta yerinde... Sonra başta bizim sınıftan xx olmak üzere benim oraya geldiğimi gören onların fraksiyonun erkekleri de doldu oraya... Benim yanıma bir tek sıra arkadaşım geldi.
Aslında o gün orada başka kimsenin fark etmediği duyguların savaşı yapılıyordu. Herkesi donduran bir öfkenin rüzgarıyla bas bas bağırıyorduk, boynuzlarını bilemiş iki keçi gibi... Çok hakim olduğumuz literatürün bütün klişelerini mitralyöz mermileri gibi saplıyorduk birbirimize; delik deşik olup oluk oluk kanlar aksın diye... Kimse bilemedi bizi ayırırken kavganın aslını... Sen Zamanı Olmayan Zamansız Bir Yerindensin Ömrümün kıpkırmızı ve kan ter içindeki yüzüyle, bu ideolojik tartışmanın hırsından ağlıyormuş gibi giderken kuyruğunu dik tutma gayretinde; ben kantinin en ücrasında, üst kata çıkan dip merdivenin boşluğunda ağlıyordum. Aradaydım. Yaşamımın sonraki hiç bir döneminde bir kez bile tekrarı olmayacak şekilde hem de.