20 Ağustos 2024 Salı

2010'da Vallahi Yazmışım

Günışığında Fenerimin Vurduğu Yerlere Bakasım Geldi




Yüzüne bakıldığında; ideolojik öfkelerini, peşin hükümlü görüşlerini, düz ve saplantılı amaçlarını görmenin mümkün olduğu... Sabit ve ideolojik önyargılarının dışına çıkamayan dar bir dünya görüşüne sahip, adalet sisteminin tüm kurumlarıyla ideolojik hesaplaşma niyeti aşikar, kavgacı, faşizan duruşlu, yüzü gülmez, militan tavırlı birini adalet bakanı yaparsanız, ortaya çıkan tablo hiç de sürpriz olmaz.

Bir de:

Sürekli hukukun üstünlüğünden söz edip, batı standartlarını tüm kurum ve kurallarıyla ülkemize getireceğiz denilirken...

Gözlemciler tarafından, HSYK'daki müsteşarın varlığı bile yargının siyasallaşması olarak değerlendirilip kuruldan alınması konusunda ülkemiz aleyhine rapor yazılırken...

Karara umursuz bir tavırla bakarak ve müsteşarın varlığıyla yetinmeyip, yargı mensupları tarafından seçilen üyeleri de meclise seçtirme uğraşı içinde olunurken...

Lehinize olanlarla, hasım gördükleriniz aleyhine çıkan kararlarda, ve başta ergenekon olmak üzere işinize gelen her durumda hukukun üstünlüğüne vurgu yapıp, davanın işleyişini ve insan hakları ihlallerini eleştirenleri, yargının bağımsızlığı vurgusunu yaparak hukuka saygıya davet ederken...

Sıklıkla ve altını çizerek, 'Türkiye bir hukuk devletidir' cümlesini, kendi tavırlarınızı eleştirenlere ve hak aramak için eylem yapanlara karşı sloganlaştırıp göze sokarken...

Şu anki tabloya, 'bu bir yargı darbesidir deyip' yargının siyasallaştığı vurgusu yapılmasının; karşıdan bakıldığındaki görünüşü ne olabilir ki?


Ne yazık ki bu ülkede; mevcut anti demokratik durumlardan (seçim barajı dahil) yararlanıp iktidara gelenler kendi durumlarını daha da pekiştirmek için, daha önce eleştirdikleri her yetkiyi daha da artırarak kullanıyor.

Ne yazık ki yine bu ülkede, barajın üstünde kalıp meclise girmiş her siyasi parti, muhalefette bile olsa, barajı aşamayanlar sayesinde milletvekili sayısını artırdığından dolayı barajın rakip ekarte ettiren durumundan memnunluk duyuyor.

Ve ne yazıktır ki; her siyasal parti bir gün o barajın imkanlarını kullanarak tek başına iktidar olmanın hayaliyle yaşıyor. Tıpkı YÖK sisteminin cumhurbaşkanına verdiği yetkiler kendi düşünceleri doğrultusunda kullanıldığında sessiz kalanların, o yetki bir başkasına geçtiğinde bağırıyor olmaları gibi...

Tüm bu siyasal işleyişe baktığımda, ülkenin durumunu bir gerçelik olarak kabul ediyor, bir eleştiriyi yaparken de tek başına iktidarı suçlamak açıkcası vicdanıma ters geliyor.

Türkiye'ye şöyle bir baktığımda; ruhunda ve iç işleyişinde demokrasi anlayışı ve örneği olmayan, demokrasiyi, demokratlığı içselleştirememiş, oturdukları koltuklardan bir türlü kalkamayan parti liderleri ve sivil toplum yöneticelerine sahip bir ülke görüyorum.

Futbol kulüpleri dahil, sivil resmi tüm kurumların başındaki insanların kendilerini peygamber yetkileriyle donattığı, ağızlarından çıkanların kullar tarafından itiraz edilip tartışılamadığı bir statüler ülkesi burası.

Evlerimizin içinde çocuklarımıza; otoritelerimize karşı söz söyleme hakkı tanıdığımız, kendi yanlışlarımızı kabul ederek onların fikirlerini de değerli saydığımız, onları kendi iradeleri olan bireyler olarak görüp en azından görüşlerine değer vererek tartıştığımız günler geldiğinde; gündemimizi fazlasıyla meşgul eden bu çağdışı kavgaların hiçbiri de olmayacak sanırım.

Benim umudum var.

Görsel La Loba'nın 'step by step' adlı fotoğrafıdır.

17 Ağustos 2024 Cumartesi

Gerçekti Şimdi Hayal Oldu-1

2018 Eylül veya Ekim

La Mahzen-Arkas Bağları



Nereden Nereye...


Masaya bir miktar zeytinyağının ortasına yerleştirilmiş zeytin ezmesi ve kızarmış ekmekler geliyor; yanlarında zeytinyağı şişesi ile... O ana kadar sırrımız olarak sakladığımız tercihlerimizin sonucunda bir karara varıyoruz. Genelde yemeklerde tek üzümden yapılmış şarapları tercih eden ama bunda da olmazsa olmazı olmayan, üstelik de sürprizleri seven ben enn sevdiğim kadının önerisi ile, veriyorum siparişi.

"Bir şişe Consensus 2014 lütfen."

75'lik ve 150'lik* olmak üzere iki seçenek var aslında, bunun altını çiziyor Fatih.

"75'lik olsun lütfen."

"Bir şarküteri tabağı lütfen."

"Bir ithal peynir tabağı lütfen."

"Bir de zeytinyağlı tabağı lütfen."

Salata, seçtiklerimize bakınca benim için elzem değil. Lakin Fatih de ıspanak salatalarını özellikle öneriyor. Ispanak salatası ile ilgili hiç bir deneyimi olmayan, üstelik her tür ıspanak yemeğine bayılmasına rağmen bu yaşına kadar hiç çığ ıspanak yememiş ben, karşımdaki güzel mi güzel gurmenin pırıltılı gözlerindeki ışıltıyı görüyorum.

"O halde bir de ıspanak salatası lütfen."


İçinde grisineler de olan peynir çeşitleri ve şarküteri ürünleri birleşiminden oluşan tabak iyi bir eşlikçi şaraba ve hoş... Mevsim sebzelerinden ve dört çeşitten oluşan zeytinyağlılar da hem diri ve pırıl pırıl hem de sunuldukları tabak itibari ile masada bir kalabalığa sebep olmadıkları gibi çok da lezzetliler... Üstelik bir ova bu coğrafya, doğal olarak da otlar ve sebzeler civar pazarlardan... ve tazecik. Yöreye özgü bir yeşillik olan Cibes'in limon ve zeytinyağlı halini de bir adım öne çıkararak altını çizmem gerek. Ispanak salatası ise bambaşka bir dünya. Tek kelime ile muhteşem. Ispanağın daha koyu tadı, muhtemeldir ki çok az şeker ile hafifçe haşlanmış buğday, kiraz domatesler ve hurma ile dengelenmiş, ve bu dengeye de serin nar taneleri muhteşem bir nüans katmışlar. Sanki her biri kendi tadını ayrı ayrı hissettirirken aynı zamanda kimliklerini yok etmeden ahenkli bir müzik yaratıp, çıtır çıtır bir lezzetle dokunuyorlar damaklarımıza...

Ne yazık ki çaresiz olduğum anlardan birindeyim. Birinci şişe biterken, günü, güneşten devralacağını bildiren ilk ışıklarını dağın ardında hissettirince, dün son dördünde olan ay; gelenin ne olduğunu kestirebiliyoruz doğal olarak. Ve geceye ışıklarını bırakarak geçen trenler... Uzak sohbetleri gecenin serinliğine katılmış evler... şarabı oluşturan üzümlerin yetiştiği bağlardan evrene yayılmış; bağ bozumlarının her zaman genç ortamında, sesi duyulamayan ama tene değen sevdaların haykırışları... katılınca dolunaylı geceye, elden başka bir şey gelemiyor.


"Bir şişe daha Consensus 2014 lütfen"

"Bir de beğendili Mahzen köfte lütfen"

Çok ama çok güzel baharatlanmış, damak kıpırdatırken şaraba da yol açan, karabiber tadının hissedildiği küçük, yuvarlak köfteler çok da yakışarak katılıyorlar masaya.. Beğendiyse pek âlâ. Her şey yolunda. Ay, gece, müzik, şahane bir şarap, seyrine, renklerine, gözlerine, gülüşüne ve sohbetine doyum olmayan bir kadın, lezzetli bir mekân ve renk ahenk yiyecekler... Daha ne olsun! Hımmmmm bir de tatlı olsun.

"Bir bal kabaklı krem brüle lütfen."

Kahvelerle final yaptığımız, çok güzel, huzurlu, lezzetli ve seratonin yüklü 5,5 saat geçirdiğimiz güzel gece için, servis ücreti de dahil olmasına rağmen 440TL artı, fazlası ile hak edilmiş bahşiş ödüyoruz.

Yazının tamamı ise burada.

12 Ağustos 2024 Pazartesi

Angaralı Yarim *

Seninle yine senden ve kelimelerinden gözümü alamadığım enfess bir akşamın günün ruhları dürtükleyen saatlerinde, yıllar yıllar önce ilk kez birlikte gittiğimiz Hut'da defalarca kurduğumuz enfes masa, yine muhteşem ötesi bir sohbet, yine bir yandan sana hayranlıkla bakan gözlerim...

Ve yine gülümseyen ve gülümseten sözcüklerimle, ve yine 15'lik çocuk halimle aklıma ne gelir dilime ne düşer umrum olmayan sohbet ve tüm bu mutlu, yine unutulmaz akşamın sonundaki otobüs durağında, son vedalaşma anındaki tadı bohçalayıp gönlüme koymamın ardından bildiğin üzere enn kardeşle ve gecenin sabaha yakın bi vaktinde, saat üçte derken geç uyanan ben yüzünden yarım saat rötarla düştük yollara.

Bilirsin ki direksiyonda uçak pilotlarına nal toplatacak bir küçük kardeş, aleminin kralı benim diyen bir üç harfli sayesinde hamdolsun daha gün ışımaya yüz tutmuşken vardık Angara'ya. Senin kokun gözlerimde tüterken, hayaller de kurdum daha kuzenin ve enn sevdiğimiz gelinimizin evine varmadan. Kendimi bir anda neden sorusu ile içli dışlı bulurken tam o sırada, Angara'da bir rakı masasında gördüm ikimizi. Bu anı çoookkkkk sevdim. Yine de varsın o da eksik kalsın dedim, belki de yanıldım, yaptık da ben unuttum; ve o sırada kuzen ve enn sevdiğimiz gelinimizin evine varmış olduk. Sonra enfes bir kahvaltı sofrası ve o sırada içimde el çırpan afacanların magazin tadındaki gözlemleri ve ne akşamdı ama tadındaki güzel, çok şirin dedikoduları hâlâ çın çın ediyordu yüreğimde.

Ve ben sanki aradan aylar geçmiş gibi yine özledim seni. Yüzüm gülümsedi... ki o sırada hafıza geçmişten çok güzel anların fotolarını bir bir akıtıyordu zihnime. İşte bi tanem, halim böyle, içimse utangaç bir genç gibi saklıyordu sözcüklerini yine de.

Bu nasıl bir şey şaşıyorum. Üstelik ben, birlikte olduğu insana, özellikle geçmişte kolaylıkla selam çakıp elvada diyebilen ben, acaba neden koca yılları bile senle geçen bir günmüş gibi duyumsuyorum ve neden sana hâlâ, henüz aradan iki gün bile geçmemişken bu kadar açım?

Sakın kimse bana sen çokk aşıksın falan demesin. İşi de arabeske bağlamasın. Ben hayatımdaki kadının, yani senin o kadar farkındayım ki, ayrıca hiç de aptal olmadığımı, hadi diyelim ki körkütük aşık olduğumu bir tez olarak ortaya koysak bile kör gözüne parmak şeklinde bir başdönmüşlük içinde olamayacağımı sadece enn yakın çevrem değil beni tanıyan dünya alem de bilir. Ve kısacası, bir kez daha... İyi ki benimlesin. Kıymetinin fazlası ile farkındayım... Ve seni bir iki günlerde bile çok özlüyor, ve çok ama çooookkkkk seviyorum.

Ve biliyorum ki, hani Angara, masa rakı falan dedim ya ben, o cin gibi zekânla o mesajı aldın zaten sen.;))


Ve bu masanın kurulduğu akşam, akıp giden sohbet, gözlerindeki pırıltı, ve son kucaklaşma anındaki lezzet için bir kez daha şükran sana.


*



Ankara uykudayken giriyoruz şehre. Navigasyon görevini layıkıyla yapıyor ve evdeyiz. Hane halkını uyandırmadan kuzen kapıyı açıyor. Kısa bir sohbet, sonrasında bir yandan sohbet bir yandan kahvaltı hazırlığı. Kankam sese uyandı elbette, ilkokul üçüncü sınıfta bir cin kendisi, aynı zamanda bir asker, komutanı da elbette benim. Disiplinli bir şekilde selamlaşıp günaydınlaştık ve sonra gülüşüp öpüştük. İlerliyen saatlerde de hane halkının diğerleri uyandı. Aramıza gençler katıldı, akşam olunca onlar mekânlara takıldı. Biz önce halayı ziyaret ettik ve bu süreç içinde ise hastaneye bayıldık. Adeta bir özel hastanedeydik sanki, temizlik fazlası ile dikkatimizi çekti. Ziyaret saatlerindeki disiplin çok iyiydi lakin bize işlemedi.


Bir refakatçisi vardı halamın ki kendisinden bu yazıda söz edeceğim. Bize ise ziyaret saatleri aslında genelde de pek işlemezdi. Çünkü içimizde hiç büyümeyen çocuk cinler vardı, yaptığımız ahlak dışı bir tutum olsa da bundan keyif almadığımız da söylenemezdi.

Önce halam için getirdiklerimizi üç poşet çantaya böldük. Sonra belirli aralıklarla güvenlik görevlisinin olduğu kapıya yürüdük.

Gayet soğukkanlı bir şekilde refakatçiyim dedik, ve kalıbımıza bakan görevli bunlar efendi insanlar yalan söylemezler düşüncesiyle her üçümüze de sorgusuz sualsiz kapıyı açtı.

Sonra üçümüz dakika aralıklı olarak halamın odasında toplaştık.

O sırada bir hanımefendi ile tanıştık, tokalaştık ki gerçek refakatçiydi O.

Öncelikle üzerinde yattığı açılır kanape üzerindeki kitaplar dikkatimi çekti, sonra o sigara molası için odayı terk etti. Biz arkasından dedikodu yaptık; elbette olumlu anlamda, çünkü hepimiz- mesleklerimizin sağladığı gözlem olanakları sayesinde- iyi kötü ayrımını yapma konusunda gerçekten yetenekliydik.

Hanımefendi dönünce sohbet genişledi. Siyasetten başladık, gündemlerden çıktık, geçmiş yıllara uzadık, sosyalizm konuştuk, fraksiyoner ayrışmalar konusunda fikir birliğine vardık ve eleştirdik.

Ben sezmiştim ama ufacık bir yanılmam olmuş yine de; ben Çerkes olduğunu düşünürken Alevi olduğunu öğrendim halamdan. Elbette bunun konusu hiç olmadı, hiçbir zaman da olmazdı zaten.

Bir sonraki gün ziyaretimizi yasal sürelere uyarak yaptık, gece yola çıkacaktık ki öncesinede IKEA'yı talan etmemiz gerekiyordu, elbette atıştırmak da... Lakin fark ettim ki artık IKEA mutfağının benim için bir anlamı yok. Ben bir hiçbir şeye benzemeyen sosisli yedim. Diğerlerimi tıkındıktan sonra da alınması gerekenler alındı.

Sonra tabii ki Fenerium. Kankam, aynı zamanda askerim için Fenerbahçe forması mutlaktı, şansımıza onun bedeni bir tane vardı ve görevli biraz emekle arayıp bularak getirdi. Şort ve futbol ayakkabısı onun ölçüsüne uyacak olanlardan kalmamış, internette de yok ve onları da bizim Fenerium'da varsa alıp göndermek planımız içinde.

Kardeşim de mankenleri çatlacak güzellikteki kızımız için bir bilgisayar kalemi desem doğru ifade mi bilmiyorum, ondan aldı ve artık eve dönüyoruz derken şimdilerde taze memur olan koruyucu annelikten öte evin çocuğu ve sadece evin değil geniş ailemizin çocuğu olan Semih ile birlikte kahvaltı yapıldı. Artık kendi evinde yaşayan Semih'in nevresim takımının eskidiği öğrenildi, o alındı, ona benim ve kardeşim tarafından teslim edildi ki aslında anne, yani bi tanecik gelinden öte kardeşimiz tarafından alınmıştı ama bu teslimatı artık bir devlet memuru olarak gurur yapacağı öngörüsüyle teslimat annenin önerisiyle tarafımdan yapıldı; öpüldü, sen hepimizin çocuğusunun altı bir kez daha çizildi, yüzündeki gülümseme ve sarılmanın tadı çıkarıldı.... falan derken, akşam yemeğinin ardından yola çıkma vakti geldi ancak IKEA'ya bir kez daha uğramak gerekti..

Ve sonrasında, enfes bir yol akşamında üç harfli yolun hakkını verirken, gecenin içine akılan limit üstü hızla şehrimize gelindi ki takvim yeni gün tarihini atalı henüz yarım saat olmuştu.

Şimdi tarihi belli olmayan bir zamanda ata topraklarına bir yolculuk planımız var kuzenlerle.

Bekleyip göreceğiz?

*Başlıktaki ifade Ankara'ya doğru yola çıkma kararımızla birlikte plansızca yüreğimden dilime düşmüş, ve süreç boyunca  her halde, içten akarak kullanılmıştır, bu süreece özgüdür. Enn Sevdiğim Kadın, bakidir.

30 Temmuz 2024 Salı

Dün Akşamüstü

22 Ocakbaşı'nda buluşmak üzere sözleşiyoruz. Duş, traş işlerini halledip kotumu çekiyor, polo yaka tişörtümü giyip evden çıkıyorum. Buluşma saati 17:30. Zamanı öneren ben ama verilen saatten önce mekâna gelen ve arayan da ben, çünkü kararlaştırılan saati unutmuş durumdayım. Gerçi çok önemli bir şaşma değil ama şaşırmışım işte. O ara telefonlaşıyoruz ve daha önce kanka ve kardeşlerle oturduğumuz masa konusunda mutabakata varıyoruz. Hemen o masaya geçiyorum. Mekân şimdilik sakin, saat 17:30 olsa da gündüz rakısı kategorisine selam çakabiliriz. Yaklaşık 10 gün olmuş uzak kalalı ki mekâna ikinci gelişimiz. Hem kızdım hem geldim yani.


Servis açtırmıyorum, enn sevdiğim kadını bekliyorum. Ve biraz sonra bahçe kapısından içeri süzülüyor. Üzerinde enfes, beyaz ve mavi tonlarına sahip bir elbise var. Dekoltesi hımmm dedirtiyor. Âlâ bir seyir alanı bana. Öpüşüyoruz ve karşılıklı oturuyoruz. Meze tepsisi geliyor, seçimi ona bırakıyorum. Dört çeşit meze masada ve hepsi de yaz tadında. O halde gelsin 50'lik Yeni Rakı. Aslında ufaktan mı başlasaydık diyesim var ama işi battı balık yan gidere bağlıyorum. İkimiz için de evlerimiz güzergâhına uygun bir noktadayız.

Üstelik adeta bir seyir terasındayım. Keyifli bir akşam, sohbet başını alıp gidiyor ve muhtemelen 5 saati aşacağız. Bu kez geri dönüş için sıkıntı yok. Olsa mıydı acaba?


Nerelerden girip nerelerden çıkıyoruz konulara. Eski ve artık olmayan çok kıymetli lokantalarımızın üzerlerinden geçerek zamana bir çalım atıyoruz. O Yunan Adaları'na gidecek, pasaportu yeşil, benimse işlemler gözümde büyüyor ki bu konuyu hiç açmıyoruz, gerçi Zafer sen gelmeden vizeyi hallederiz demişti ama henüz bir ses yok. Bir terslik olmazsa ben Çanakkale'ye selam çakma fikrindeyim, bunu onun adalar dönüşüne denk getirmeyi planlıyorum. Bunların hiçbirini masada konuşmuyoruz. Fakat söz konusu İstanbul olunca tam anlamıyla damardan giriyoruz. Kalacağımız yer cepte, iki farklı yer tercihimiz de olabilir, gerçi daha zaman var ve bu süreçte bir netliğe de varabiliriz sanki.


Sanırım 5 saati yine geçiyoruz, mezelerin ve 50'liğin dibi görülmek üzere, sallantı olabilir mi, sanırım olmaz. O halde rot ayarına da gerek yok. Ödemeyi yaptık ve dışarıdayız, muhabbet hâlâ süper. Bir sarmaş, bir dolaş, bir sallanış yürüyoruz. Mekânlar yükünü almış kordon boyu canlı, biz şimdi coğrafyanın o bölümünden ve müzik seslerinden sıyrılıyoruz. İlk hedef otobüs durağı da eylemlerimize bakınca bir yandan hoşluklarına seviniyor bir yandan otobüsü kaçırma endişesi bünyeyi meraklandırıyor. Bir de muzırlıklar var tabii ki, 16'lık çocuklara nal toplatırlar. Güle oynaya, öpe sarıla durağa vardık, o halde tadını çıkarmaya devam... Bizden başka kimse yok, ne güzel, bunu değerlendiririz! Otobüs geliyor ama sanki bizim durakta olduğumuzu biliyormuş da bize zaman vermek için epeyi geç geliyor, benim dönüşüm zaten yürümelik, şimdi ayrılık vakti, bir kez daha sarıldık öpüştük vedalaştık el sallaştık, gidince ara beni dedik.

Sahilden yürüyorum. Ortalık hâlâ canlı, mekânlardan dışarı sarkan müzik sesleri. Kumsala atılmış açılır kapanır sandalyeler, gündemin sıkıntılarından nefes almakta olan insan kalabalıkları ve gece hâlâ canlı. Keyifli yürüyorum. Gecenin bıraktığı izlere gülümsüyorum. Tadı damağımda ve anlar zihnim sinemasının projeksiyonu ile perdeme akıyor; keyiften bir kez daha ölüyor, muzırlıklara tepetaklak gülüyorum. Ve ben bu kadını sanki her geçen gün üzerine koyarak seviyorum, şu an akşamdan, geceden ve otobüs durağından fotoğraf kareleri geçiyor zihnimin beyaz perdesinden. Eve iyice yaklaşıyorum, yüzümde enfes bir gülümseme yine ve güzel kadın izleri, aklıma Nazan Öncel'in enfes şarkısı düşüyor, onu bir bölümünü eve kadar bir dua gibi tekrarlayarak yürüyorum...


29 Temmuz 2024 Pazartesi

Kıskanılası Bir Yaz Akşamı-2

Yazının içeriği yazanın geçmişle kurduğu bağ ve bundan hoşnut olduğu kişisel, eski moda, duygusal ve gelenekçi tavrı üzerindendir...

*

Ve sonra blogundaki yorumuma cevap kısmında gördüğüm "Siz arabadan indikten sonra Arya, ilk anda şaşırmıştım ama düşününce keşke bizimle gelseydi gerçekten Ankara'ya, gidene dek sohbet ederdik" dedi, cümlesi fazlası ile gülümsetiyor beni..." sözcükleri ile sonlanmıştı yazının birinci bölümü.

Sonrasında sayılı gün çabuk geçer önermesi gerçekliğini bir kez daha gösteriyor ve biz kardeşlerimiz ve kankamızla onların seyahat dönüşlerinde bir kez daha buluşuyoruz.

Elbette bir rakı masası!

Onlar arkadaşlarının önerdiği bir ciğerciden söz ediyorlar, ben ilk seferde anlamıyorum ama sonra çok nadir gittiğim ve çok uzun zamandır da gitmediğim ve gitmeyeceğim -alkolsüz ve kebapçı- mekânı hatırlıyor, bunu enn sevdiğim kadınla paylaşıyorken de o başka bir yeri öneriyor. Garip ki bu da bilmediğim, aslında komşusu mekân favorilerimizden olmasına rağmen görmediğim, daha doğrusu dikkatimi hiç çekmemiş bir yer. 22 Ocakbaşı.

An itibariyle enn sevdiğim kadının lojmanı ile benim ev arasında bir nokta, aynı zamanda kardeşlerimizin oteline de yürüme mesafesinde ve denizin kıyısında.
 
Bana uyar.

Durumu kardeşlere de bildiriyorum.

Sonuçta buluşuyoruz, kardeşler ve kankam önce varmışlar doğal olarak. Benden az sonra da enn sevdiğim kadın geliyor. Hoş geldiniz sarılıp öpüşmeleri... ve donansın o halde masa...

O arada masayla ilgili ve ekranları takip eden garsonu ekran başındayken masadan kalkıp yakalıyorum, altını çize çize benim dışımda kimseden ödeme almayacaksın diyorum. O kızkardeşi kastederek hanımefendinin tembihlediğini söylüyor, bense diyorum ki onlar bizim kardeşlerimiz, dolayısı ile ben ne diyorsam o.

Görünüşte mutabıkız.

Mekân çok hoş. Meze repartuarı geniş. Bizim listemizde bir yer verebilir, tekrar gelebiliriz mekâna diye aklımdan geçiriyorum.

Ortam, dolayısı ile bizim masa çok keyifli, kankam benim sağ yanımda ve kendi dünyasında; sohbet tavan, sofra güzel, mevzular derin, ve her şey yolunda...

Saatler içinde ve kelimelerimiz akarken bir 50'lik ve bir 35'lik devrilmiş vaziyette. Zaman şiir gibi akmış. Akşamın serini henüz kendini göstermemiş, keyiflerimiz tavanda, sohbet tadından yenmemiş. Onlar sabah yola gidecekler ve ben kasanın önündeyim. Hesapta ödemeyi yapacağım! Hesap ödendi diyor şahıs. Keyfim kaçıyor ama bunu masaya çaktırmayacağım elbette... Ben sana ne dedim diyorum, o da diyor ki çok ısrar ettiler.

Çıkıyoruz mekândan, dünyam ters dönmüş durumda. Çocuklara teşekkür ettik mi diye soruyorum enn sevdiğim kadına çünkü durum kafama takılmış ve mekânın ipini de çekmiş vaziyetteyim. Öncesinde onlara otelin köşesinde sarılıp öpüşüp iyi yolculuklar diliyoruz ve kankam, adı muhteşem Arya, çok kelam edemesek de masada, o kendi dünyasında takılsa da sarılıp vedalaştığımız an muhteşem. Aramızda şahane bir duygu köprüsü var ve bunun kelimelere ihtiyacı yok.

Şimdi trenin durağındayız. Son tren gelecek.

Ve dönüş treni yok.

Enn sevdiğim kadını trene bindirip ben geri döneceğim. O ara görünüyor tren ve duruyor. Bir el beni çekiyor. Son tren!

Dönerim diyorum, olmazsa kardeşi ararım alır beni diyorum. Ancak elimdeki kelepçeyi sökemiyorum. Sabaha kadar uyumuyorum, o uyuyor. B.'de uyumuyor. Benedic yani. Benim kafa hâlâ son anda. Sabah oluyor. Karşımda mini kot şortu ve enfes bacakları ile enfes bir kadın, birazdan işe gidecek. Kapıdayım. İçgüdülerimi ve içtenliğimi kontrol edebilme şansım yok. Hayatımın en güzel vedalaşma anlarından biri daha. Ayaklarım yerden kesik bir süre ve sonunda yere basıyorlar ve uçar adımlarla istasyondayım.

Lakin garsonun yaptığını, ona yapılan baskılara rağmen silebilmiş değilim. Bir yazı yazmak içimden gelmiyor bir türlü, sert olacağını biliyorum. Taa ki dün bu hissiyatımı enn sevdiğim kadınla paylaşana ve ondan aldığım geri dönüşe kadar.

Biraz eski kafalı mıyım yoksa ben, diye düşünüyor ve çocukluk yıllarımın gözlemlerimle bana kattıklarına, mekânlarına, işletmecilik anlayışlarına, kolalı beyaz peçetelerine bir kez daha iyi ki diyorum.

Ve gerçekten ama gerçekten çok keyifli, sohbetli o masa için kardeşlerimize çok teşekkür ediyor, bi tanecik kankamın da yanaklarından öpüyorum.

Görecek günler var daha:)

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP