3 Ağustos 2023 Perşembe

Tertipçilik Ve Marifetli Telsiz


16+

Rahatsızlık Verebilecek İfadeler İçerir!



Kim bilir belki bir gün Şafak Sayarken'lerden birinin içinde, mesela telsizin antenini açıp onu kişiye yönelterek ve telsizin ayarıyla oynayarak ona bir dedektör işlevi yüklediğimizi,

hışırdattığımızı,

ve o sesin bir adlandırma için sonuç ürettiğini...

Ve -bazı- herkese, biz dahil komik geldiğini,

ama hayat olgunlaştırınca da bunun aslında hiç komik olmadığını;

olgun yaşımın etiği ile ve tüm çıplaklığı ile yazarım, demiştim;

bir kaç gün önceki film yazımda...

Evet o gün ve hâlâ insanlara karşı ön yargısız,

cinsiyet ayrımcılığı yapmayan,

siyasal düşünceleri ve etnik kimlikleri nedeniyle insanları ayrıştıramayan,

cinsel tercihleri ile hiç ilgilenmeyen karakterlerimize rağmen, bugünden baktığımızda yine de yaptığımız şakanın eşşek şakası olduğunu, farkında olmadığımız birilerini incittiğini ve gülüp eğlendiğimiz olayın yanlış olduğunu kabul ediyorum;

sonrasında hiç kimseye aynı yanlışı yapmamış olduğumuzun, fazlasıyla üzüldüğümüzün, ve benzer şakayı sözlü olarak yapanlara da hadlerini bildirdiğimizin altını çizerek...

Sanılmasın ki filmde* yaşananlar sadece o ülkede. Aksine dünyanın tüm ordularında var olan bir gerçeklik!



*


Yıl 1981

Aksiyonlu ve eğlenceli günün mesai bitiminde araçlarımızı park ediyor, geceye akmak için uygun saati bekliyor ve akıyoruz. Dönüşte de aynı koğuşta kaldığımız ama orduevinin askerleri olan alt  tertiplerle sohbet ediyoruz, üst tertibimiz bir grup da hiç hoşlanmadığım bir tabirle karı-kız muhabettinde...

Dersiniz alemi silip süpürmüşler.

Biz yatma hazırlığındayız. Apo duramadı, Cemal kulakları dikmiş vaziyette daha alt tertip askerlere, hatta acemilere ve tugayda neşeli bir akşamüstünde biraz da gülelim mahiyetinde -geçmişte yaptığımız- bir uygulamayı bu kez kakara kikiricilere karşı orduevinde hayata geçirecek. Tertipcilik yapan ama bize de onların alt tertibi olmamıza rağmen güçleri yetmeyen, gücü yeteceğini sanan rütbedekileri de binbir ihbarla üzerimize salacak potansiyelde olan homofobik gruba da ders verme fırsatı aynı zamanda bu.

Şımarıklık had safhada, çünkü kendilerini  ne kadar saklamaya çalışsalar da artık farkındayız ki asker ocağında da gay arkadaşlar var ve söz konusu grup arasında onlarla ilgili bir geyik çevriliyor.

Bizim ekip yatmaktan vazgeçti, tabancaları zaten bellerinde lakin otomatik tüfeklerini de aldılar ve olay mahallindeler,

geyiğin geyiğini yapacağız.

Cemal telsizini ayarlıyor.

Ve diyor ki "Arkadaşlar şu an bir emir aldım ve kontrol yapacağım."

Telsiz belirli insanlarda var. Bir numaranın aracında mesela... Cemal de 1 numaranın şoförü, bende var, Apo bir numaranın koruması ve Cemal ile aynı telsizi kullanıyorlar.  Şu an yapılacak eyleminse bir amacı var, daha önce özellikle taze askerlere gay'misin kontrolünü şaka mahiyetinde de olsa yapmamalıydık ama yaptık, gülüp eğlendik de...

Ama sonrasında da durup bir düşündük!

Bu kez amaç konu üzerinde kimsenin bundan öte spekülasyon yapma cesareti gösterememesini sağlamanın yanı sıra tertipcilik dayanışmasını orduevinde sonlandırmak ve cinsiyetçi yaklaşımları utanç ve korku baskısının ardına süpürmek.

Bu konuda bir demirperde örme fikrindeyiz.

Kakara kikiricilerin önündeyiz,

Cemal telsizin antenini uzattı,

frekans düzenleme düğmesi iki parmağının arasında, "Sıraya geçin İbne kontrolü yapacağım," derken, ibne vurgusunu argodaki aşağılama/küfür yerine özellikle kullanıyor,

kişilere antenin ucunu değdiriyor ve o sırada düğmeyle hafifçe oynuyor ve bir hışırtı çıkıyor telsizden, cihaz tespit etti, kişi ibne.

Masumiyet grubundan biri olduğunda telsiz ayarı kıvamında çevrildiği için hışırtı yok, kişi rahatladı,

çünkü ibne değil.

Bu test o akşam çok kişi üzerinde tekrarlanıyor ve genellikle baskı yaratan grubun ibne oldukları açığa çıkarken, diğer çocukların (gay olanlar dahil) tamamının ibne olmadığı, aksine insan oldukları anlaşılıyor.

O biraz önce kakara kikiri yapan suratları görmek gerek... Telsizlerin elbette o tespiti yapamayacağını bilen usta askerler var içlerinde,

ama bu dünyadaki en berbat durum nedir diye düşünürsek de şüyuu vukuundan beter bir noktada olmaktır!

Bizden sonra bu korumacılığın, yetiştirip görev teslimi yaptığımız yeni askerler tarafından da uzun bir süre sürdürüldüğünü biliyorum. Cezalandırmalar söz konusu olduğunda da artık cinsel tercihlerin konu edilmediğini de... Sonrasında askerliğini bitirenlerden çok miktarda teşekkür mektubu da aldık ki özellikle aynı karavanayı yiyip aynı nöbetleri tutan, belki de aynı savaşta, aynı vatan için ölecek bazılarının ötekileştirme çabaları ve tavırları ve aşşağılamaları; asıl acı veren tarafıydı olayın.

40 yıl önceki dedektör görevini üstlenen telsizlerimizin bir fotoğraflarını aradım nette, bulamadım, tarih olmuşlar. Sonra askerlik fotoğraflarımızın içinde telsizler ve silahlarımızla bir fotoğrafımızı buldum, kesip biçmeye üşendim.

O hışırtıyı ise amacından ve sonucundan kaynaklı olarak bugün bile kimselerin duymak istemeyeceğinden adım gibi eminim. Bulaşıcı olabilir!

Yazının özüne gelirsek, benzer durumlar yokmuş gibi görülse de inkâr edilemez biçimde var, biliniyor ve aynı filmdeki örnekler gibi, olaylar -sayıca çok olmasalar da- ne yazık ki homofobik erler tarafından diğerlerine yaşatılıyor!


Bu yazıyı tetikleyen söz konusu filmse Teftiş

31 Temmuz 2023 Pazartesi

Hayat Artık Kendi Senaryosunu Dayatan Bir Film

Tren istasyonda ve görüş alanımda lâkin karşıya geçemiyorum; bana kırmızı yanıyor. Oysa geçebilirim çünkü kavşağın öte yanındaki ışıklar da araçlara kırmızı. İnsanlar geçiyorlar ama bazı insanlar da küçüklere kötü örnek olmamak için bekliyorlar. Bazılarının sabır taşını çatlatan trafik ışığı yeşile dönüyor. Şimdi geçebilirim ancak tren kaçtı. Bunun az önce ışıkta kurala uygunca bekleyen kişiye bir maliyeti var. Hayal ettiklerinde büyük bir ihtimalle revizyon yapacak.

Biraz önce ışıklardan karşıya geçtiği noktanın birkaç metre ötesinde, ışıklarda yeşili beklerken yukarıdan gelerek sola kıvrılan ve önünden geçen gri, steyşın vagon BMW rengiyle dikkatini çekmişti. İstasyonda beklerken fark ediyor ki iki motosikletli polis tarafından durdurulmuş. Önce arabayı kendisi gibi ilginç bulduklarını ya da bir tanışıklıkları olduğunu düşünüyor. Zaman aktıkça polislerin ciddi bir arama içinde olduklarını fark ediyor: İki genç polis arabanın akla gelebilecek her yerinde bir şey arıyorlar. İzleyici coğrafyadan ve sahildeki mekânlardan kaynaklı olarak bunun uyuşturucu olduğunu düşünüyor. Polisler aradıkları her noktayı tekrar tekrar arıyorlar. İzleyici artık bir ihbar olduğu konusunda ısrarcı ve bu üç harflileri çok iyi tanıdığı için eğer varsa -malın- nereye saklanmış olabileceğini tahmin ediyor; ve ısrarla aracın bagajı ve içini ve aynı yerleri tekrar tekrar, taban paspaslarının altları dahil ve didik didik arayan polislerin çabasının nafile olduğunu anlıyor ve rapor verdiklerinde ustalarının da onlara "Tecrübe işte," diyerek caka satacaklarını da öngörüyor.

Şimdi trende ve maskesi kolunda; tren kalabalık ama oturacak bir boş yer var. Oturunca maskeye gerek görmüyor. Aslında oyalanmalarından kaynaklı olarak tam turnikeye yaklaşmışken bazı film öncesi ritüellerini gerçekleştiremeyeceğini düşünerek sinemadan vazgeçmişti; çünkü markete uğrayıp su bile alamamıştı. O tereddütlerle turnikeye yanaştı, samkartı okuttu, geçti, ama o an dahi pişmanlığı geçmedi; geri dönmeyi bile düşündü lâkin paraya da yazık, dedi. İzlemekte olduğu polisiye durumdaki aksiyon bir kaç saniye içinde onu da revize edip sinema candır noktasına getirdi.

An itibariyle eksik olan sadece su.

Yolculuk keyifli, yaz kıvamında, günün ruhları dürtükleyen saatleri; pişmanlıklar istasyonda kaldı ama saat de geleneksel sinema alışverişinin olamayacağını söylüyor. Fakat tren sürücüsü genç hanım, hakkını teslim etmek gerekir ki, hızlı.

AVM'ye girdiğimde hesabıma göre 23 dakikam var. Klasik alışveriş için Migros'a bakıyorum. Durum elverişli değil ve geçen haftaki -sayıca az olsa da- bilet kuyruğundan kaynaklı olarak endişeliyim. Yürüyen merdivenleri de adımlayarak hızla sinema katına ulaşmaya çalışıyorum ve sürpriz. Gişe önünde Allah'ın kulu yok.

Gişedeki genç adam sıkıntıdan patlıyor.

Oysa saat henüz 19'a varmadı.

Biletimi alıyorum, üst kata çıkıp bir tur atıyorum, bazı salonlarda film oynuyor, yani bugün bomboş değil ama toplasam 100 kişiyi bulamam yine de...

Bu arada 19:05'de sandığım filmin 19:15'de olduğunu fark ediyorum ve hızla Migros'a, yani en alt kata dönmeye karar veriyorum. Hızlıyım lâkin Migros yine kalabalık, kuyruklar bana filme yetişemeyeceğimi söylüyorlar.

Ve bir suyum bile yok.

O arada ilk kez merak ediyorum ve sinemanın büfesindeki fiyat listesine bakıyorum. Usturuplu bir oha çıkıyor içimden:

Kola 60 TL!

Maden suyu ondan aşağı kalır mı, o da 40 TL.

Canım Migros'um!

Bu akşam süreden kaynaklı olarak gerçekleşmese de film öncesi alışveriş; güncel kola fiyatları ile Migros, yine de insanın kendini zengin hissetmesini sağlıyor.

Salonda üç kişiyiz. Türkiyeli biri hariç diğer iki kişi işçi, gurbetçi ve "zengin"; paraları pul değil. Öyle olmadıklarını da antrakta gösteriyorlar; dışarı çıkan bir tanesi iki kola, bir kaç gofret türü şey ve iki kova mısırla dönünce...

Basit bir hesapla sadece kolalara toplamda 4 euro verdi abi, mısırlara da diyelim ki o kadar, hadi diyelim bir o kadar da ıvır zıvıra...

Sakin olalım dostlar, bizim de hiç değilse marketlerimiz var! Hem kola ve diğer türevleri sağlığa zararlı!

Çok şükür ki finansal yöntemlerle bizi engelleyip dolayısı ile sağlığımızı kollayan, üstelik kişiye özel yazlık kışlık saraylar yaptırıp, uçaklar alan bir devletimiz var.

Acırım ABD başkanına, hani onlar nispeten daha zengin diye... Garibim Avrupalılardan söz etmeye bile gerek yok, tarifeli uçakla seyahat nelerine yetmiyor. Üstelik rastgeldiklerinde bizim bakanlarımız kıyak atıp kendi uçaklarına alıyor, önce onları gidecekleri ülkeye bırakıyor, sonra da kendi işlerinin olduğu yere uçabiliyorlar.

Varsın onların paraları pulları değerli olsun, biz Lozan'daki gizli maddeden bir kurtulalım, gösteririz günlerini... Diye düşünürken bir aydınlanma yaşıyorum. Evet ya bir bakanımız ve diğerleri önce duymazdan gelmiş, hiç ses etmemiş, Lozan'lı cümleye ihtiyaç bitince de yok öyle bir şey demişlerdi.

Şimdi ben buralara nereden geldim diye düşünebilirsiniz! Hiç mevzum değildi ama o gözü kör olasıca PTT, az önce pasaportumu teslim etti. Yatırdığım harcı ve cüzdan parasını hatırladım! Eskiden o paraya neler neler alırdım diye düşünemedim bile...


Film ilginç, yurt Kolombiya. Çocuklar ve ormanlar içinde bir merkez. Suça bulaşmış çocuklar başrolde. Sonuçta el mahkum; burası Kolombiya! Balta girmemiş ormanlar. İlk kez bir filmini izlediğim yönetmen Andrés Ramírez Pulido'nun tarzına bayılıyorum.

Oyuncu yönetimi ve aksiyon sahneleri muhteşem.

Elbette filmin müzikleri; ahh Latinler, dedirtiyor bir kez daha...

Kapanış jeneriği akarken kendimden geçmişim, müzik olağanüstü keyif veriyor, temizlik için abla salona girmiş, üst sıraları halletmiş ve yerde kova içinde "sopa" ile benim dünyaya dönüp salonu terk etmemi bekliyormuş ki müzik bitip son isim geçip de kalkınca fark ediyorum ve duruma gülüp kendisinden özür diliyorum.

Filmde ve başrollerden birinde kendince bir yöntemle grup terapisi yapan, ilginç tezleri olan bir abi var; o da güvenlik görevlisi. Film 2022 Cannes Film Festivali Eleştirmenler Haftası’nın en önemli iki ödülü olan En İyi Film ve En İyi Senaryo ödülünü kazanmış. Güçlü bir sinemasever filmi lâkin filmseverler ne düşünür emin değilim. O nedenle tavsiyeci de değilim?! Her ne kadar şahsım çok keyif almış, alamadığı kolayı ve havuçlu kekleri bile unutmuş, son jenerik esnasında müziği ile beni koltuğuma çakmış olsa da Sürü!

Keyifle iniyorum yürüyen merdivenleri. Saat 21'i geçmiş. Migros'da yemek yemeyi düşünüyorum lâkin restoranın ışıkları sönük, yemekler bitmiş. Greyfurtlu ve gazlı bir içecek ve havuçlu keklerimi alıyorum. Tren istasyona girmemle görünüyor. Eve yürürken sahili tercih ediyorum.

Alabildiğine kalabalık.

Enfes bir yaz gecesi, insanlar zorlu bir ülkede, akşamın geç bir vaktinde, evden getirdikleri yiyecekleri, sandalyeleri ve masalarıyla bu zor günlerde keyiflerine elden geldiğince keyif katıyorlar.

Midye dolmalarının tanesi, boyutlarına göre 4 lira ile 6 lira arasında değişiyor. Bense torpilliyim, kendisi bir kaç metre ilerimde ve günde en az iki kere selamlaşıyoruz!

Bir top dondurma -ama enfes- belediyenin kafelerinde dahi 10 TL, tek top alırsanız ise 12 TL!

Topunun 25 kuruş olduğu, dondurmaya hiçbir çocuğun uzaktan bakmadığı o güzel yılları, sevgiyle anıyorum.


27 Temmuz 2023 Perşembe

Sert, Duygulu ve Düşündürücü

Geçen cumartesi.

Trendeyim.

Çarpıcı bir film olduğu hissiyatı ile pencereden akıp giden zamana bakıyor, anılarda dolaşıyor, güzel arkadaşlarımı, arkadaşlıklarımı, ilginç karakterleri, uçarılıklarımızı anıyor ve  hatta yarım bıraktığım Şafak Sayarken etiketli yazı serime daha sık yazarak devam etmeliyim diye düşünüyorum.

Zamanlamam müthiş.

Müthiş çünkü Migros'daki kasa önü kuyruklarına ve filme kalan süreye baktığımda klasik sinema alışverişini yapamayacağım.

Bunu çok dert etmiyorum; geçen haftaki sinema günüm için Paribu Cineverse tarafından gönderilen anketi yanıtlamamın bir ödülü olarak orta boy mısır hakkım var, ve kod telefonumda.

Göz yaşartıcı bir gün!

17.05 seansı ve iki gişe açık, ikisinin önünde de kuyruk var.

Boş gişelere alışmış ukalam bu durumdan memnun değil. Beklemek sıktı, boş salonlara alışmış beyimizi.

Oysa, öyle aman aman bir kalabalık da değil. İki kuyruğu toplasam, 40 kişi yok.

10 salon ve kırk kişi!

Biraz Barbie etkisi, biraz Nolan, biraz da gurbetçi vatandaşlarımız...

Ama şaşırtıcı olan salona girip D-3'üme oturduğumdaki sayı. Tam iki çift ile birlikte 6 kişiyiz.

Başka Sinema filmi ve 6 kişi!

Alkış...

Promosyon mısırımı çıkarıyorum sırt çantamdan.

Boru değil, mısır bu. Altın değerinde.

Misal gişe bölümünde ve salonun değişik yerlerinde festival afişleri var;  bilet ücretlerinin 50 TL olduğu ve vizyondan çıkmış ama yakın tarihli sıkı filmlerin gösterileceği, bence bu yoklukta son derece mantıklı,  bir yaratıcılıkla düzenlenmiş bir festival bu. Üstelik bu gösterimler için orta boy mısır da iskontolu ve 30 TL.

Hemen bir hesap yapıyorum ve "Yaşasın Başka Sinema!" diyorum. Hem güzel filmler izle, üstelik mısırı bedavaya al.

Muhasebem görev başında:

Bilet Başka Sinema için 70 TL.

Mısır'ı parayla satın aldığını düşün: izleyeceğin sinemaya özel festivalin filmi olmadığı için normal fiyat muhtemelen 40 TL. Düş sinema biletinden promosyonu; sinema bileti gelir 30 TL'ye.

E bundan iyisi de Şam'da kayısı...

Bu arada diğer filmlerde bilet fiyatlarının şimdilik 135. TL olduğunu da hatırlayalım!

Bu filmlere yönelik olarak "Bir de mısır alsam mı acaba?!" denebilir mi?


Film sert, bir o kadar da duygu yüklü. Ve bu duygular seç beğen al... Sonuçta askerlik. Eğitim şart.

Yönetmen Elegance Bratton bu dokunaklı filmi, kendi hayatından yola çıkarak yazmış. Bence çok da iyi yapmış. Sanılmasın ki filmde yaşananlar sadece o ülkede. Aksine dünyanın tüm ordularında var olan bir gerçeklik. Özellikle anne ve asker olmaya karar veren "evlat" arasındaki ilişki fazlası ile can yakıcı. Elbette istisnalar var ve azımsanmayacak kadar da çoklar; o anneleri yüreklerinden öperim. Ama bu anneyi de anlamak çok güç değil.

Ve bir taraf için çok ama çok zor bir durum bu ve film gerçeği hiç saklamadan, sansürlemeden tüm çıplaklığı ile sorguya açıyor ve her olasılığı örnekleyerek ortaya döküyor.

Ama altını çizdiği şahane bir nüans da var. Engellenmesi mümkün olmayan güdüler ve tercihler, yaşamın bir gerçeği.

Aslında kendi tanıklıklarımdan haraketle, çok somut benzerlikler içeren olayları bu yazıda yazmak istedim. Bir sürü şaklabanlığımızı da!! Vazgeçtim....

çünkü bu filmin duygusunu ve herkesin bildiği gerçeklikleri açık yüreklilikle ve radikal bir tutumla ortaya döküşünü, sertlikle duygusallığı bir araya getirişindeki nahifliği sulandırmak istemedim.

Kim bilir belki bir gün Şafak Sayarken'lerden birinin içinde, mesela telsizin antenini açıp onu kişiye yönelterek ve telsizin ayarıyla oynayarak ona bir dedektör işlevi yüklediğimizi,  hışırdattığımızı ve o sesin bir adlandırma için sonuç ürettiğini... ve -bazı- herkese, biz dahil komik geldiğini, ama hayat olgunlaştırınca da bunun aslında hiç komik olmadığını; olgun yaşımın etiği ile ve tüm çıplaklığıyla yazarım.


*
Yönetmen: Elegance Bratton.

Oyuncular: Jeremy Pope, Gabrielle Union, Bokeem Woodbine.

Ülke: A.B.D.

Dağıtım: Başka Sinema .

İthalat: Bir Film.

25 Temmuz 2023 Salı

Sıradan Ve Makul Olmadığın İçin...*

O yılların küçük çocukları da teşekkür eder!



*Lou Doillon'un törende kullandığı cümleden.


*Şarkının bir Murathan Mungan uyarlaması olan albümde, Müslüm Baba tarafından seslendirilmiş versiyonu ise linkten ulaşılacak yazının sonunda!

23 Temmuz 2023 Pazar

Müzik Ruhun Gıdasıdır... Peki RCA?!

Sevgili Momentos'un geleneksel ve hoş yayını Pazar Günü Müziği'nde bugün yayınladığı yazısında altını çizdiği bir şey var ki o özellikle plaklar çağına yetişmiş bir kuşak için önemli ve çok kıymetli; çünkü O -özellikle o yıllarda- sektörün en güçlü firması, bir dünya markası!

Ve çocuk heyecanlarımla, elbette havamı da atarak Momentos'un yazısının altına şu cümleleri de içeren yorumu yazıyorum:

"Yazındaki üç harfli vurgu tetikledi ve gün dahilinde konuyla ilgili kısa bir bilgi ile birlikte bazı fotoğraflar yayınlayabilirim Sevgili Momentos..."



*
İçimdeki minik gencin durması olanaksız; komuta onda ve sürekli dürtüklüyor yetişkin beni! Heyecanlarımız aynı yaşta, yıl 1973. Artık kiracı değil kendi evimizdeyiz. Yeni evde yepyeni, stereo bir de pikap var, Fransa'da çalışan bir yakınımız getirdi, parası peşin ödenmişti. Dual, güçlü bir marka. Ve 13 yaşımdaki ben bu kez finansmanı babadan sağlıyorum ve vitrinde görüp kafaya taktığım plağı koşa koşa alıyorum. Elbette ki Momentos'un altını özenle çizdiği RCA tarafından yayınlanmış, o yılların popüler, muhtemelen şimdilerde hatırlayan insan sayısını çok az olduğu İspanyol rock grubu Barrabas'ın bir albümü. Elbette kıpır kıpır yanım başka şarkılarıyla coşarken; ısrarla birini sevmeye, hatta aşık olmaya meyilli yanım romantik bir parçayı üst üste dinliyor ki yaş 16-17'yi bulunca, bir doğum gününde sekiz şarkılık o L.P'deki o şarkı, gün boyu, özellikle dans edilen kız için ve genel istekler üzerine üst üste çalınıyor.




Ve yıl 1977. Militan gençlik ayakta. Yaş 17! Büyüme duruyor, fikirler, tavırlar sürekli büyüyüp gelişse de 17'nin coşkusu hiç bitmiyor. Rakamlar durmuyor, fiziksel değişimler oluyor ama kalbe kazınmış hiçbir an 17'nin üzerine çıkamıyor. Rock daha seviliyor, metale sessiz kalınıyor, sol şarkılar revaç buluyor, klasik müziğe meyil var süreçleri içindeyken 1977 çıkışlı Sweet albümü -kendi paramla- alınıyor. Çünkü ilk 7 yaşımda gittiğim mağazamızda öğrenci vasfımla haftalık alırken, liseye başladığım yıldan itibaren artık bir çalışan, üstelik mali konularda sorumluluk verilmiş bir çocuk genç olarak haftalıklar halinde maaş alıyorum.

Ve babamın baş tacıyım, projelerimiz muhteşem. İstanbul bizi bekliyor sanki...


Hey Dergisi'nin sıkı takipçisiyim. İngiliz rock grubu Sweet'le orada rastlaşıyorum ve 1973'de çıkan 45'lik plakları Hell Raiser'ı 30 Mayıs 1974'de alıyorum. Çok hoşuma gidiyor ve arkadaşlığımızın başlangıcı oluyor, RCA çıkışlı bu 45'lik.


Lakin gönlümün unutulmazı ise 1977 RCA çıkışlı ve grupla aynı adı taşıyan albümlerindeki She Gimme Lovin' oluyor. Olağanüstü bir gün yaşıyorum O'nunla. Kelimeler şırıl şırıl... Lakin çok yakın tarihte blogda o güne ve O'na yönelik yazımın içinde aşağıdaki cümleleri de kullanıyorum ancak:

Erkek milleti işte?!!!

"İçgüdülerim sürekli ona doğru iteliyorlar beni. Önündeyim, öyle güzel gülümsüyorum ki. Dilimde çıt yok ama duruşum dayanılacak gibi değil. Fena bir etkinin altındayım. Elimi uzatıyorum. Çok tatlı gülümsüyor ve elini uzatıyor. Aman Allahım! Sanki bir anda herkes yok oluyor. Bütün sesler sustu ve sadece ikimiz varız. Kelimelerimiz insan ve bıcır bıcır. Sonra balkona çıkıyoruz. Liman ve denize bakıyor, konuştukça konuşuyoruz. O gitar çalıyor ve aynı zamanda resim yapıyor. Bir alt sınıfta ve bizim okulda, ben sabahçıyım o öğleci. Babası hakim. Durmaksızın konuşuyor, içeri geçince yan yana oturuyor, kalabalıktan kopuyor, kelimelerimizde yok oluyor, kristal avizelerin tavana yansıyan pırıltılarından dem vuruyoruz."

Ve popülaritemin sağladığı şımarıklığımla, sonrasında bir çuval inciri berbat ediyorum.






Bu yazıyı, dolayısı ile anılarımı bugünkü paylaşımı ile tetikleyen Sevgili Dostum Momentos'a...*

ve hayatıma kattıkları için RCA'ya teşekkürlerimle....



*Sevgili Momentos'un Pazar Günü Müziği

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP