2 Ocak 2023 Pazartesi

Güzeldi Be!

Kardeşle alışverişe çıkıyoruz. Şef bu yıl hindiyi boş veriyor, kuzu kolda karar kılıyor ve onu üçe böldürüyor. Tüm bu eylemlerden önce enn sevdiğim kadına uğruyor, yeni yıllaşıyor ve de hediyeleşiyoruz.

Hava çok güzel, tropikal coğrafyada yeni yıl!


Niyetimde viski içmek var ve içi şirin şekerlemelerle dolu ve ellerimize az önce enn sevdiğim kadın tarafından tutuşturulan geyikli, karlı ve çam ağaçlı minik bardakları kullanmayı düşünüyorum.

Özellikle yılın ikinci yarısında gösterdiğim yüksek performansdan kaynaklı olarak sağlam bir bilanço ile kapatınca 2022'yi, bu gece benim gecem havasındayım. 


Evdeyim ve küçük kardeş arıyor; vakti saati tamam araması bu. Geliyoruz, diyorum. Kapıdan giriyoruz ki kokular miss, şef yine döktürmüş; 3 saatte fırında pişmiş kuzu kol fırından çıkmış ama fırın kabının üzerindeki folyo yırtılmış olsa da yağlı kağıt duruyor. Sanırım şef son dokunuş olarak onu dinlendiriyor.

Uzun bir yazlık sinemalar muhabbeti yapıyoruz Mussano'yla, pek çok anı anlatıyorum ki bunları aslında eskiden oldukları yerleri fotoğraflayarak yazmam da lazım.

Mussano yemekten biraz sonra eve çıkıyor.

Bir süre sonra da kardeş az uyuyacağım diyerek yatak odasına çekiliyor ama dönmeyeceği kesin.

Şimdi salon bana kalmış durumda ve konseptim eski televizyon yılları, TV 8'de O Ses Türkiye açık..


Binanın en sevdiğim dairesindeyim, dibi bahçe, açık mutfaklı salonun televizyonun karşısındaki kanepesine yerleşiyor, viskimi, Schweppes mandalinamı, suyumu ve çerez tabağımı da sehpanın üzerine konuşlandırıyorum. Tüy gibi hafifim ve olağanüstü bir keyif bünyeye hakim. Saatler saatleri kovalıyor, normalde izlemediğim programı uyumlu buluyorum anla ve hoşuma gidiyor. O kadar keyifli bir zaman ki hiç bitsin istemiyorum. Uzun aralıklarla kalkıyor, boşalmış bardağıma iki parmak Jack Daniel's koyuyor, iki buz atıyor ve televizyonun karşısına kuruluyorum. Gece boyunca sadece eksilenleri tamamlamak için kalkıp mutfak tarafına geçiyor, o kısa süreli anların dışındaki tüm zamanı kanepede geçiriyorum. Ve inanılmaz bir huzurla akıp geçiyor saatler, en iyi yılbaşı gecelerinden biri olma payesini alması mutlak.


Saat tam 00:00 olunca elbette tek tuş ve Enn Sevdiğim Kadın ki telefon açılmıyor, yaklaşık bir haftadır süren bir gripal durum var ve yatmış olacağını düşünüyor ve kısa bir çaldırmanın ardından kapatıyorum telefonu. Kapatmamla da o arıyor.

Kurulmuş bir cümlem yok.

Dilimden dökülenler net, çok yürekten ve kısa... ve beni bile şaşırtıyorlar, ancak kopup gelen o şiirsel sıralamayı şu an hatırlamıyorum ama özü şuydu:

Sürekli aklımda ve kalbimde olduğun için çok mutluyum, seni seviyorum, iyi yıllar.


Sonra MTV'ye geçiyor, son kez ki sanırım dördüncü, bardağa iki parmak jack koyup iki de buz ekliyor, bunu zamana yayıyor, son yudumun ardından aslında devam edecek keyifte ve potansiyelde olsam da boşları bulaşık makinesine koyuyor ve kardeşi uyandırmadan kendi daireme çıkmak üzere asansöre biniyorum.

Elbette şıp diye uyumuyorum, dünya alem, daha çok da bizim alem ne durumda diye bloglara bir göz atıyor, biraz kitap okuyor, sonra da tüm ayartma çabalarına rağmen şeytana uymuyorum ve uyuyorum.

27 Aralık 2022 Salı

La Paragas Yılın Sinema Gecesini İftiharla Sunar

Hevesli aynı zamanda da pek heyecanlıyım. Tıpkı kreması müthiş bir pastanın son lokmasını bekletmek gibi akşamı zor ediyorum. Afişle aramızda müthiş bir iletişim var. Her zamanki gibi filmle ilgili tek bir yorum cümlesi dahi okumuyorum. Ve film öncesi için ritüellerim hazır. Aslında film çıkışı kutlama tadında yaşamak istesem de onları; filmin süresi nedeniyle çıkışımdan en fazla beş dakika sonra, kapanma anonsunun yapılacağını biliyorum. Ve AVM'nin yılbaşı için abartısız bir zarafetle hazırlanmış haline bayılıyorum ki kuzeyli havası baskın ve etkileyici. Dev çam ağacı ise pek yakışıklı. Yani mutluyum, trende de ayaklarım yerden kesikti, şimdi, şu an AVM'de dolaşırken de.

O halde önce biletimi almalıyım!

"D-3 lütfen..."

Avatar rüzgarının ardından yeniden salon 6'da olmak yılın son filmine çok yakışıyor. Aslında salonu kapatmış olmalılar ve sanki La Paragas'ın sinema yazarı için özel bir gösterim bu!


Elbette yazarımız bu zarif davranış karşısında üzerine düşeni yapıyor ve spot yazıda belirtildiği üzere bu kez Cookshop'un dış kısmındaki soluk alan masalardan birine oturuyor. Bu onun tercihi. Ancak yine okurlar spot yazıdan hatırlayacaklardır ki Mangolia olsa da masada, yine bir eksikti o masa. Çünkü yazarımız bir önceki yazıda kurduğu ve spot'a da alıntılanmış cümlelerinde şu ifadeleri kullanmıştı:

"Yürüyen merdivenlerde ve en üst kattayım. Cookshop romantik ışıklandırmasıyla ve boş masalarıyla aşağı kattan bana bakıyor. Yalnız... ve yalnızlığına bir ortak arıyor. Sert bir Amerikano ve Magnolia düşlüyorum."



**

Siyah kıyafetini siyah türbanıyla tamamlamış, sıcak ve gülen bir yüzle genç kız yanaşıyor masama, bu zarif ve abartısız tavrıyla ortam o kadar güzelleşiyor ki anlatılır gibi değil, doğal olarak o sıcaklık andaki tebessümle birlikte kelimelere de yansıyor.

"Bir nutellalı Magnolia lütfen."

"Amerikano'yu karton bardakta mı veriyorsunuz?"

"Hayır, fincanla"

"Bir de Amerikano lütfen"


Vaktim var, usul usul, tadına vara vara ve yudum yudum keyfini çıkarıyorum ânın. Olağanüstü bir hafiflik var üzerimde, şekersiz kahvem istediğim sertlikte. Milan Kundera'nın bayıldığım kitabının adına bir gönderme yapmanın tam yeridir. Bu bir yeni yıl ve yeni beklentiler sevinci midir bilmiyorum ama var olduğumu dayanılmaz bir hoşluk içinde hissediyorum. Yeni yılı karşılarken iş bazında da çok verimli geçen 2022 yılını ise sevgiyle sarıp sarmalıyor, kendisine teşekkürlerimi şimdiden sunuyorum. Filme çok az süre kaldığını fark ediyorum, tatlı ve kahveyle geçirdiğim çok hoş zamanın ardından; ödeme için içeri geçiyor, dönüşümde gülümseyen genç garsonuma teşekkür ediyor ve yeni yılını kutluyorum. Yürüyen merdivenler, sinema katı, sinemanın yürüyen merdivenleri ve koltuğumdayım.

Çok kısa fakat enfes, karlı bir açılış sahnesi; bir küçük çocuk ağaçların arasından, yaprakların üzerinden kısmen karlı bir yamacı iniyor.

Müjde gibi!..

Başlaması ile belki de bir dakikayı bulmayan sürede bitmesi bir oluyor sahnenin, şaşırtıyor ve siyah zemin üzerinde jenerik akmaya başlıyor ve sonra sahne kaldığı yerden devam ediyor.

Küçük oyuncu Rudi'ye yani gerçek adıyla Mark Blenyes'e dikkat ve de annesine de (Macrina Bârlădeanu-Ana)! Ayrıca ekmek fabrikasının patroniçesi Orsolyo Moldovan- Mrs Dénes'e ve de bir odun karakteri çok başarı ile canlandıran Marin Grigore- Matthias'a...

Romanya'nın Transilvanya bölgesinde çok şirin bir köydeyiz. Halkı çok şeker. Kozmopolit bir nüfus ve filmin adında simgeleşen Romence, Macarca ve Almanca olmak üzere üç farklı dilden ve kökenden insanları var. Bir de ekmek fabrikası var ki çapına bakınca köye fazla; biri patroniçe olmak üzere iki çok tatlı kadın tarafından yönetiliyor ve filmin ana karakterlerinden ikisiler; hedefleri büyük.


Üç yabancı'yı fabrikada işe alıyorlar, film genelde iş gücü ve onun göçü üzerine de düşünceler, daha doğrusu durumlar ve eleştiriler ortaya koyuyor. Seyirci çoktan oralı oldu, benimsedi ve sevdi. Her şey yolundayken köy halkında eleştirel ve yabancı düşmanlığı içeren tavırlar gelişiyor.

Filmin ana temalarından biri de bu diyebiliriz!

Film 16+ ibaresi taşıyor, diyaloglar -sadece seks sonrası çıplak bir anda- edepsiz ancak şimdiki çocuklara bakınca gerek var mıydı ki sorusunu da akla getiriyor!..

Ancak iki kişilik çıplak andaki diyaloglar enteresan ve kadın karakter Judith State -Csilla pek hoş; birikimli ve bağımsız haraket edebilme kabiliyeti yüksek ve tutarlı bir genç kadın. Duruma hakim! Filmin etkili karakterlerinden, çello çalıyor, dört dil konuşabiliyor, sıcaklıkla sert ve tavizsiz bir tavır arasında kolay ve bilinçli bir geçişkenliği var ve gerçek bir güç gösterisine sahip. Gerçekten de o performansı filmin zirvelerinden biridir ve elbette Macar Dansı hem onun çellosuyla hem de köyün yerel grubuyla filmin bir anına damgayı vuruyor.

Kilisede başlayan sonra başka bir mekâna, muhtemel ki köyün toplantı salonuna taşınan ve yabancı karşıtları ile karşıt olmayanlar arasında hedefi yabancılar olan bir tartışma var ki enfes; yaklaşık 15-20 dakika sürüyor ve akış, oyunculuk ve oyuncu yönetimi muhteşem.

Çok keyif alarak ve soluksuz izlediğim, düşündüğüm, fikirlerimi gözden geçirdiğim ama bizim kızlardan taraf olduğum bir süreç yaşıyorum film boyunca ve net bir karar olarak diyorum ki: Cristian Mungiu enfes bir film yapmış. Oyuncu seçimleri ve yönetimleri muhteşem, sımsıcak. Bir film izlemediğimi, bizzat kitleye dahil olup yaşadığımı rahatlıkla söyleyebilirim.

Ve final jeneriğindeki müzikler!.. Bu kez son notaya kadar koltuğumda çakılı kalıyorum. Filmin tadı damaklarımdan sızıyordu zaten... Doğa muhteşemdi, izlediğim küçücük bir köyde kocaman ve ilginç karakterlere sahip, doğal, kasılmayan ama bence görkemli bir filmdi. jenerik akarken çalan ilk şarkı ki yabancı gelmeyecek, aşağıda, diğeri bir Romen şarkısıydı ki nasılsa bulurum diye düşünmüştüm. Gördüm ki IMDb'de de bile müzikle ilgili tek bir veri yok. Bir muhabir olarak anladım ki yanımda kalem kağıt da taşımalıyım!

Ve son sözümüz odur ki:

Laparagas.blogspot.com'un bu yılın en iyi filmi ödülü:

Goes to R.M.N.




23 Aralık 2022 Cuma

Ukde İdi

18 Aralık...

Bir sinema akşamının ve enfes bir filmin tadı damaktayken...


 


*
........

Yürüyen merdivenlerde ve en üst kattayım. Cookshop romantik ışıklandırmasıyla ve boş masalarıyla aşağı kattan bana bakıyor.

Yalnız...

ve yalnızlığına bir ortak arıyor.

Sert bir Americano ve Magnolia düşlüyorum.

O ara bir anonsu duyuyorum.

AVM kapanıyor.

Gözlerim bir umut Cookshop'un tekbaşılığında.

Yürüyen merdivenler duruyor, ışıklar birbir sönüyor.


***

Bir kaç gün sonra...



Yeni Film,  Magnolia,


ve sert bir Americano ise pek yakında!


20 Aralık 2022 Salı

Bir Claire Denis Resitali: Öğle Güneşinde Yıldızlar

Bu filmi mutlaka izlemem gerekiyor çünkü güçlü referanslarım var ve köklerini tümüyle benden alıyor. Kısa süre önce izlediğim Juliette Binoche'lu Bıçağın İki Yüzü ve ona yazdığım yazıda kazıyarak kullandığım " Ama... ahh o filmin müzikleri işte!" cümlem...

Ve dahası...


“Kitaptaki gibi ben de aşka, yiyip bitiren ve kör eden bir cinsel çekime dönüşen tesadüfi bir karşılaşmayı anlatmak istedim; tıpkı kitaptaki gibi filmde de ülkeyi sarsan şiddet yalnızca uzaktan görülebiliyor,”

diyor, Claire Denis.

Daha ne desin?!

Bu altını çizmişliğine rağmen film sonrası göz attığım pek iddialı yazılarda tümüyle ideolojik referanslarla filmin yerden yere vurulduğunu okuyorum.

Ve tabii ki ahh biz solcular demekten kendimi bir kez daha alamıyorum. Tabii ki derin ideolojik birikimimizi ben neymişim abi tadıyla göze sokmamız gerekiyor!

Oysa ben filmi ilk andan itibaren bu gözle okumuyorum. Claire'in de böyle bir derdi yok zaten. O aşkı ve onun yancısı cinselliği öne çıkardığı, referansı olan romanın istediği bölümlerini aldığı, romandaki zamanı evirdiği ve onları pandeminin koşulları ile beslediği, elinin hamuruyla yoğurduğu, olayın siyasal boyutunu fon olarak kullandığı, aranırsa kusurları da olan ve bence şahane bir duygu filmi ortaya koyuyor...

Ama gel de sen bunu bazı insanlara anlat!

Onun, Claire'in yani, bu filmdeki meselesi aşk! Önce bunu içselleştirelim, sonra istersek macera ile soslanmış filmi anlayalım, sonra da gerek görürsek ve böyle bir ihtiyaç varsa filmi o dağlara taşlara yazılası entelektüel birikimimizle kendimizi yora yora tartışalım.

Ama buna gerek var mı?


Yok demiş ki Claire, Nikaragua devrimini -kendi- ya da okumadığım ve dolayısı ile aslını bilmediğim romandaki bakış açısıyla yerleştirmiş ve içinde farklı görüşlerin, farklı bakış açılarının olduğu bir öykü yaratıp, onu akıcı bir maceraya evirip fon yaparken aslında -bence- heyecanı aksiyonla diri tuttuğu ama özünde bir aşk filmi yapmış.

İyi ki de yapmış, ellerine sağlık.

Laf aramızda salonda benim dışımda bir kişi daha vardı ama sanırım bir fikri yoktu ve beklentileri farklıydı; filmde hayal ettiklerini başı dışında pek bulamadığı için de arada çıktı.

Nikaragua sanarak izlediğimiz coğrafya ise aslında Panama'ymış ki bunun da zorunluluktan kaynaklı olduğunu düşünerek hiç bir sakınca görmedim; zaten Nikaragua sanarak izlemiş, Sandinistaları sıradanlaştırdığı için de kızmıştım Claire'e! Elbette devrimi yapanlarla şimdikilerin hiç bir alakalarının olmadığını bilerek ve geçmişin, o güzel yılların romantizmini derinlerimde hissederek. Ama özlemeyerek!

Ve bir Claire Denis filminin, o kadın duyarlılığının bu filmde de kullanıldığı, Tindersticks elinden çıkmış müzikleri!

Al sana romantizmin dibi...

Aksiyonlar içeren bir kaçış, rastlanılan bir yabancı. Muhteşem, çarpıcı, şaşırtıcı, sürpriz bir final sahnesi.

CIA usulü ters köşelere hoş geldik...

Geldik de o hoş duyguları hangi köşeye atalım?

Tropik yağmurlar... Yeşilliklerin üzerinde pırıl pırıl damlalar... Metruk bir binada uyku.

Sevdiğine yorgan olmak.

Söz yok.

Doğa, yağmur damlaları ve enfes üstü bir final parçası; muhteşem bir yorumla! Belli bir yaşın üstündeki herkesin anılarında yer bulduğu kesin; bir klasik, olmazsa olmaz bir dans müziği... La Cumbarsita. Ve muhteşem performansı ile üzerine kurulmuş filmi alıp götüren Margaret Qualley, yani Trish; muhteşem oyunculuğu ve muhteşem bir karakter yaratımı ile...

Ve Nikaragualı Yüzbaşı!

Bir veda ânı.

Aşk tek kelime etmeden bu kadar mı güzel anlatılır Yüzbaşım!

O ânı şefkatsiz bırakmayan bir duruş ve tek bir cümle, Trish'den.

Yakışır ki filmin finaline çok yakışıyor.

Bir kez daha jeneriğin son cümlesi geçene kadar koltuğumda kalıyorum. Işıklar yanmıyor, jenerik akarken karanlığa enfes bir müzik eşlik ediyor. Ve ışıklar son derece yumuşak bir edayla salonu aydınlatmaya başlıyor. Sırt çantam yerini alıyor. Usul adımlarla çıkıyorum, bagajım dolu. Yürüyen merdivenlerde ve en üst kattayım. Cookshop romantik ışıklandırmasıyla ve boş masalarıyla aşağı kattan bana bakıyor. Yalnız... ve yalnızlığına bir ortak arıyor. Sert bir Americano ve Magnolia düşlüyorum.

Kimbilir, belki geçmişin izlerinde dolaşırım...

O ara bir anonsu duyuyorum.

AVM kapanıyor.

Gözlerim bir umut Cookshop'un tekbaşılığında. Yürüyen merdivenler duruyor, ışıklar birbir sönüyor.

Bir kadın sesi adımı söylüyor. Sese dönmeye fırsatı anca bulmuşken kolları boynuma dolanıyor. Bir kaç metre ötemizde yere atılmış alışveriş torbaları. Bir genç kız ve oğlan gülüyorlar. Çocuklarım diyor, 19 yaş tazeliği ile. Aradan geçen 40 yıl... Şimdi zaman sıfır. Çocuklarıyla tanıştırıyor. Görüşelim diyor, İstanbul'da yaşıyor.

Vapurdaki kız aklıma geliyor.*

Şimdi üst geçitteyim.

Ve şimdi trende...






*Kadıköy Vapuru'nda Bir An

18 Aralık 2022 Pazar

Kurak Günler Ama Hiç De Kurak Olmayan Bir Film

Bir ikilemdeyim.

Film vizyona girdiğinden beri...

Aslında bir çifte kavrulmuş planım var ancak iki film birdenin diğer filmi bir türlü vizyona girmiyor. Bir başka filmin afişi asılıyor ki o da canıma minnet; kesin görmem gerek; ancak çifte kavrulmuş yapmam zor. Çünkü bu kez ve ilk kez, ve muhtemelen Avatar: Suyun Yolu yüzünden iki Başka Sinema filmi, aralarındaki mesafe epeyi uzak olan iki ayrı AVM'de.

Enn Sevdiğim Kadın telefonda. Çok hoş bir sohbet. Cıvıl cıvıl. Sinema fikrimden ve iki filmin ayrı yerde olması nedeniyle birini tercih edecek olduğumdan söz ediyorum. O ise Kurak Günler'i mutlaka izlemem gerektiğini söylüyor. Ben yönetmeni tanımıyorum ama o diğer filmlerini de izlemiş, ısrarla filmi görmem gerektiğini söylerken ipuçları da vermiyor.

Ona canım feda, dün sabah 11 seansı için hazırlanıyorum. AVM bana yakın, trenle 5 durak sonra. Sabah saat dokuzbuçuk civarı kahvaltımı Sembol'de su böreği çay şeklinde yapıyorum ve trendeyim. Fotoğraf makinesi almadığımı fark ediyorum. Şimdi AVM'nin giriş merdivenlerindeyim ve merdiven basamaklarının iki yanında kocaman saksılarda pembe beyaz şeklinde sıralanmış çok hoş çiçekler yılbaşı geliyor mesajı veriyorlar.

Eksik fotoğraflar haneme bir çentik daha.

Güvenlikçi genç kızla günaydınlaşıyoruz ve klasik sinema alışverişi için Migros'a giriyorum ancak dolapta Max yok ve onun yerine Zero alıyorum. Terastayım. Vaktim olsa David People'da olacaktım. Tüm bunlardan önce biletimi almak için gişenin önündeyim.

Genç adam yaş indirimli bilet uyarım sonrasında kimliğimi görmek ihtiyacı duyuyor. Buna sevinmeli miyim? Ona ufak bir ders vermekle yetiniyorum. Tavrın hoş olmadığının altını onu üzmeyecek şekilde, gülümseyerek hatta göstermiyor muyum diyerek çiziyor ve nedenlerini tek tek anlatıyorum! Antrakta promosyon mısırımı alırken sözlerimi kulağına küpe yaptığını anlıyorum. Çünkü kimlik sormasının ardından ben senin patronun olsam diye başlamıştım...


Film muhteşem ve son derece akıcı, kamera açıları sert, yer yer havadan çekimler ve aksiyonel bir açılış sahnesi ile başlıyor ve beni benden alıyor. Mekân seçimlerine ve özellikle seçilen kasabaya bayılıyorum. Oyuncu Selahattin Paşalı'yı tanımıyorum, yönetmen ve senarist Emin Alper'i tanımıyorum. Kasabaya atanmış genç ve yeni bir savcı, Emre. Siyaset üzerine kurulmuş bir film ancak bu hissi koyulaştırmadan insan hikâyeleri ve memleket halleri üzerinden yürüyor. İdealist savcı tongaya fena basıyor ve farkında değil. Kumpasın âlâsı! Oyunculukları ve filmin ritmini çok beğeniyorum. Fakat yönetmen! "Abi bu nasıl bir beceridir?" diye sormak istiyorum; iki nedenle. Çünkü filme bir giriyorum ki hep oradayım, yani filmin içinde. Koltuğumun boşluğuna sanki perdeden bakıyorum. Öyküye öyle kapılmışım. Sanki tek kamera açısı ile çekilmiş bir film bu. Hiç bir geçişi fark edemiyorum, nefes alışım bile adeta filmin kontrolünde; o derece akıcı ve yakaladığı izleyiciyi içine çeken, merakı diri tutan ve onu dışarı hiç bir koşulda bırakmayan, sürükleyen bir hikâye ve kurgu.  Bunları Enn Sevdiğim Kadın'la paylaşıyorum akşam. O da aynı şeyi söylüyor ve bunun tek bir sahnede bozulduğunun altını çiziyor ki ben onun da farkında değilim.


Filmde bir yerel gazete ve doğal olarak da gazeteci var. Güvensem mi güvenmesem mi ikilemindeyim film boyunca. Savcım da benden farklı değil. Film polisiye tadında bir güç savaşı olsa da başlangıçta bunu pek hissettirmeyen insan hikâyeleri sanki. Hiç bir şekilde popülizmin kaymağını ekmeğine sürmüyor, dolayısıyla bunu izleyiciye de ikram etmiyor. Doğal bir akış içinde bir gerçeklik olarak yaşatıyor. Taraf olmaksa izleyenin dünyaya ve siyasete bakışıyla ve kendini konumlandırdığı yerle ilgili. Ben tüm film boyunca hep insan odaklı izledim; çünkü ötesi bildiğimiz ve ülkemiz açısından olağan işlerdi; lakin yine de sürüklendim ve taraf oldum.

Ve filmin final sahnelerinde nefesim kesiliyor. Figürasyonun özellikle kalabalık sahnelerdeki yönetimini çok takdir ediyorum.

Pekmez rolündeki Eylül Ersöz'ün oyunculuğuna bayıldım. Görüntü yönetimi yukarıda altını çizdiğim gibi beni benden aldı ki görüntü yönetmeni Christos Karamanis'i ayrıca alkışlamak isterim. Hakim hanımda Selin Yeninci bir Türkiye gerçeğinin altını çizerken rolünde çok başarılıydı. Bense bilet indirimim artı her bilet alana verilen ve %20 indirim sağalayan Baydöner promosyonumla, güzel havanın ve çok başarılı bulmasam da yediğim dönerin, daha çok da anın ve gittikçe kalabalıklaşan AVM'deki hareketin tadını çıkarıyordum.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP