Sevgili Momentos'a teşekkürlerimle...
O bahsetmese, altını çizerek önermese, hayatımın enn keyifli akşamlarından birini, ondan alacağım hazzı bilemeyecek ve hep bir eksik kalacaktım. Kesin.
Olağanüstü keyifli bir seyirdi.
Onunla yetinilmeyip ayrıca taçlandırılarak çoğaltılmayı da hak ediyordu.
Sinemanın sayfasına girdiğim andan itibaren nedense 16 seansı ilgimi çekmişti. Büyülenmiştim sanki. İradem dışı bir gücün çekim alanındaydım ve henüz bunun farkında değildim. Seçeceğim koltuk belliydi. 6. salon, D sırası ve 3 numaralı koltuk. Bir konuda daha dikkatim çekilmişti ki o da filmin müzikleriydi. Elbette bilgileri veren kişi müzik anlamında seçiciydi ve güvenilirdi lakin yine de gerçek olan yaşanan an ve o andaki ruh haliydi. O nedenle müzik kısmını çok önemsemedim. Tilda Swinton vardı ama film Başka Sinema'nın değildi ve normal koşullarda kesinlikle gitmezdim çünkü yakın durduğum bir tarz değildi fantastik filmler. Önce afişine baktım fakat hakkında hiç bir yazı okumadım ve bu kez karar vermemdeki etken içgdülerim değildi.
Geçen akşam eksik bıraktığım üzere, gerçi daha sonra başka bir mekanda olsa da keyifle yemiştim ama sinema keyfi üzeri olmadığı için sayılmayacağından- Mado'da dondurma yemekti.
Üzerimi değişip, işi erken kapatıp çıkıyorum evden. İstasyondayım ve bir iki dakika içinde geliyor tren. Hava kapalı, serin, yağmur geldi gelecek. Tedbirliyim. AVM'ye varınca ve epey süre olunca sanayiye geçsem eski bir arkadaşımla iki lafın belini kırsak diye düşünüyorum. Yoksa Migros'un şirin lokantasında bir şeyler mi atıştırsam? Sonuçta Migros'tan geçen filmde aldığım mini torbada ve minik ölçüdeki tam buğdaylı bisküvilerden alıyor, yanına mini mini, çıtır çıtır, tuzlu ve susamlı simitçiklerden mini bir paket ekliyor, bir de çikolata ve Pepsi Max ile alışverişi sonlandırıyorum. Şimdi en üst katta ve gişenin önündeyim.
"D-3 lütfen"
Bilet fiyatı ufakça bir sıçratıyor. Filmin Başka Sinema'nın olmadığını anlıyorum. Ve sonra da 6 numaralı salonda değil de salon 1'de olduğunu ki bu bir ilk... Ülke bu günleri de gördü diyerek de bilet fiyatını şuraya not düşüyorum: 44 TL.
Şimdi terastayım. 1 numaralı salon an itibariyle bana en yakın olan. Açıkta bir sürü tanker var fakat benim yanımda fotoğraf makinesi yok. Trende çantaya atmadığımı fark etmiştim. Elime zorla tıkıştırılmış cep telefonu ben varım ya diye dürtüyor. Ona hep soğuk davranmış olmama toz kondurmayarak yine de istekli davranmıyorum, lakin o benim farkımda ve daha olgun bir tutum içinde; üstelik fotoğrafları istediğimi fark etti. İlk adımı hiç gurur yapmadan o atıyor. Bu yakınlaşma çabası da sanki buzları çözecek. Çekiyorum bir kaç poz. Teras keyfim şahane, trenler, limandaki gemiler, önümdeki sıra sıra gemiler, kapalı hava, kısmen soğuk ve Pepsi Max'im ve atıştırmalıklarımla şahane bir an.
Ve salondayım. Büyük sürpriz çünkü 6 numaralı salondan daha büyük bir alan, koltuklarda hoş bir kırmızı, arkaya doğru diklik daha az ve daha geniş ve ruh ısıtıcı bir salon. Ve benim için kapatılmış. Havalanıyorum elbette, sonuçta blogger aleminin bir ferdiyim, özel bir muameleyi -içinde olduğum topluluk adına- hak ediyorum. Reklamlar, fragmanlar falan derken film başlıyor. Açılış sahnesindeki uçağın iniş anı çok görkemli, kamera yerleştirmeleri ve açılarından etkileniyorum. Salonun akustiği ise olağanüstü. Asıl Adı Tom Holkenborg olan Junkie XL ya da JXL takma adını kullanan Hollandalı elektronik müzik sanatçısı ile de film sayesinde tanışmış oluyorum ki bir kazancım da O. Müziklerse ölüp bitmelik ki sonda söyleyeceğimi baştan söylersem; perdede filmin son yazısı kaybolana kadar koltuğumda çakılı vaziyette ve müziğin büyüsünde yok olarak kalıyorum. Temizlik için salona giren abla bile bu ne iş diye şaşkın şaşkın koltuğuna çakılmış vaziyetteki bana bakıyor.
Film büyüleyici ve kulak kesilesi çünkü çok hoş, entelektüel besin düzeyinde felsefi sohbetler içeriyor. Görsel efektleri şaşırtıcı ve enfes. İçinde İstanbul var. Elbette tanıdık mekânlar. Zerrin Tekindor bence olmuş. Kösem Sultan. Film fantastik bir yetişkin masalı lakin besleyici. Harem var ki bayağı bayağı ters köşe bir zevk. Cenk yapıyoruz. Saraylarımızın muhteşem entrikaları var ve tüm bunlara ince bir kara mizahla dokunuşlar da... Lakin masalımsı, rüya tadında, bazen meraklandıran, bazen çocukluk masallarından izlerin içine yollayan, aşkı kutsayan, vesaire vesaire güzelliklerle insanı şaşırtan, içine alıp hiç bir saniyede dışına kaçma fırsatı vermeyen, rengarenk, duygulu, şahane ve ötesi bir filmle enfes bir sinema keyfini ve nadir bir eğlenceyi (bana) yaşatan, seyirlik bir filmdi der ve noktayı koyarım.
Üç Bin Yıllık Bekleyiş, çeşm-i bülbül içine hapsedilen bir Cin (Idris Elba) ile pozitif bilimle uğraşan bir akademisyenin (Tilda) rastlaşması. Kesişen yollar ve zaman sıçramalı anlatılarla ortaya çıkan bir şenlik. Özgürlüğüne kavuşmak isteyen Cin ve ikna çabaları. Aşk. Üç dileğin yerine getirilmesi noktasında -bence pek tatlı bir neden ve rüşvet teklifi. Zamana yayılmış gerçekleşmeler. Ve bu süreçlerin tamamında bir masalı yaşarmışçasına kendini dev perdedeki öykünün içinde hisseden bir seyirci.
Vee salonun enfes ses düzeninde, insanı içine çekip bırakmayan, filmin akışı ile senkronize enfes müzikler!
Avustralyalı yönetmen George Miller'dan oyunbaz, bazen kafa karıştırıcı, çarpıcı, gerçekliği sorgulatmayan, bizim tarihimizden masallar, belki biraz ürkütücü sahneler ve karakterler... Ece Yüksel ve Burcu Gölgedar'dan iz bırakan, Türkçe konuşmalı akılda kalıcı hoş performanslar... Muhteşem kostümler ve isimler perdede akarken kendini enfes müziğe kaptırmış, salonu terk edemeyen, bu tavrıyla ışıklar yanmışken salona temizlik için girmiş ablayı da şaşırtan bir izleyici. Üstelik ve tekrar edersem kader salonu onun için kapatmış, tek.
Kapıdan çıkıyorum ama filmden henüz çıkabilmiş değilim, son kare müthiş. Dijital efektlerin sahicilik hissi veren ve bildiği halde insanı gerçeklikten soyutlamayan başarısını düşünüyorum. Ve çok keyifli bu film akşamını taçlandırmak istiyorum lakin isteksiz bir yanım da var. Ah filmi konuşacak biri olsaydı diyorum. Buz gibi bir beyaz açtırıp ya da bira ve eşlikçileri ile şişenin ve kelimelerin dibini bulmak vardı ve kesindi. Kendime döner ısmarlıyor, keyfini çıkarıyor ve eve geliyorum. Enn Sevdiğim Kadın telefonda, filmi ona ballandırıyorum.
Ve sonuç itibariyle bu tür filmlere uzak duran bu kul der ki: Eğer masalları seviyorsanız, fantastik filmler sizin için sorun değilse; bu şahıs sevdi ki filmi... siz kesin seversiniz.
16 Kasım Cumartesi
1 saat önce