Renkli Türkçe Sinemaskop
Cuma günü akşamüstü telefon çalıyor. Ekrandaki isim Ne Güzel Kadın. Galip Usta çevre yolu üstünde yeni bir yer açmış. Ne Güzel Ben, önce "Kim Galip Usta?" diye düşünüyor ama konuşmada bunu çaktırmıyor. Biraz sonra jeton dank ediyor; kim olduğunu anlıyor ve konuya tali yoldan çıkarak dahil oluyor. Pazar günü için anlaşıyorlar.
Gün cumartesi. Telefonundan Ne Güzel Kardeş'i tıklıyor. "Pazar günü Ne Güzel Kadın, Ne Güzel Ben ve Ne Güzel Sen, Galip Usta'nın yeni yerine gidelim mi?"
Saat 9.30'da aşağıda buluşacaklar ve saat 10'da da Ne Güzel Kadın'ı alacaklar.
Ve saatler ayarlanıyor.
Pazar sabah. Ne Güzel Kadın'ı arıyor. Giyiniyor ve bahçeye iniyor. Ne Güzel Kardeş'in salon camından içeri bakarken üç harflisinin motor sesini duyuyor. Biraz sonra telefonun tek tuşuna dokunuyor ve Ne Güzel Kadın'a "Şu an Peçko Fırın'ın önünden geçiyoruz," diyor.
Keyifli bir sohbet başlıyor. O sırada kulağı radyodaki şarkıya yapışıp kalıyor. Çok sevdiği bir şarkının bir yeniyetme tarafından yorumlanışına bayılıyor. Hemfikirler. Ekranda yazılı ismi anında aklına yazıyor. Ne Güzel Kardeş hariç, şu an geçmekte oldukları noktadan ötesine en son pandemiden önce geçtiler.* Laf lafı açıyor ve yıllar yıllar önce burada yaptıkları efsane bir futbol maçı konuşuluyor. Gülünüyor, peşi sıra dökülüyor başka anılar, karakterler...
Eski yerin duruyor olmasına seviniyorlar. İki yeğen orada. Galip Usta ise bu abartısız ama güzel dekore edilmiş, diğerine göre büyük, kasılmayan, bahçeli, sakin ve hoş mekânda.
Ne Güzel Kadın garsondan ön bilgileri aldı ve şimdi fırının başında Galip Usta ile sohbette. Sevdi burayı.
"Üç kavurmalı yumurtalı lütfen."
"Bir de ortaya kapalı kıymalı lütfen."
"Önden de küçük bir kahvaltılık ve üç çay lütfen."
Keyifle sohbet ediyorlar. Laf arasında ucundan ucundan kahvaltılıklara dokunuyorlar. Laf lafı açıyor, değişik mekânlara doğru uzuyor. O mekânların fiyat tavır ilişkisi üzerine hem şehir özelinde hem de ülkedekiler üzerine konuşuluyor; Ayaspaşa Rus Lokantası, İnciraltı Meyhanesi, La Mahzen, Barba Vasilis, 7 Mehmet, artık olmayan La Sera ve efsane Cumhuriyet Lokantası gibi akla gelen bir kaç mekân öne çıkarılıyor ve laf dönüp dolaşıp yeniden açılan Fischer'e geliyor. Ne Güzel Kadın menüde yazılı olanlarla masaya gelenlerin eksik olduğundan, eski Fischer olmadığından, fiyat sonuç ilişkisinin çok eleştirildiğinden söz ediyor.
Sonrasında geçmişten pide hikâyeleri saçılıyor ortaya. Laftan lafa raks ederek geçerlerken misss gibi pideler konuşlanıyor masaya.
Çaylar tazeleniyor.
İncecik ve çıtır hamurlarla kaliteli kavurma birlikteliği muhteşem. Sohbetse daldan dala. Eski pide günleri, şehrin eski halleri ve bugünü üzerine, araya renkli anıları da alarak keyifle yiyip içip gülüyorlar. Ne Güzel Kadın park yerindeki arabalardan esinle iyi ki benim arabayla gelmedik diyor, konu oradan gençlik başımda duman yıllardaki üç harfli maceralarına uzuyor. Çaylar bir kez daha tazeleniyor. Ruhlar fazlasıyla hoppa.
O halde kısa bir Çarşamba turu atabilirler. Ne Güzel Ben'se tam yeniden ana yola çıktıkları esnada "Neden tren buraya kadar uzatılmıyor ki?" diyor. Konu çünkü o anda Çarşamba'daki fakülteye geliyor. Oradan haraketle sohbet şehrin durumuna uzuyor, derken Ne Güzel Kardeş'in fikrine Organize Sanayi'ye girmek geliyor.
Ortalıkta Allah'ın kulu yok. Sanki tüm canlıların eriyip kül olduğu, o küllerin de yok olduğu gizemli bir coğrafyadaki üç insanlar. Bunu bir oyuna çevirmek, o oyunun başrol karakterleri olmak konusunda başarılı olduklarıysa bilinen bir gerçek. Çok eğleniyorlar. Dünyanın yok olmasından önceki evreden arkadaşları olan iki kardeşin fabrikasının önünde duruyorlar. İçeride model model Anadol ve Amerikan arabaları var. Bu kardeşlerden birinin en büyük keyfi uçmak, diğerininki de eski otomolleri yenileyip koleksiyona katmak. Ne Güzel Kadın ortama bayılmış durumda. O sırada 55 Model Chevrolet'nin fotoğrafını çeken Ne Güzel Ben, Ne Güzel Kardeş'e "Şu eski modellerin stoplarından ve direksiyon çemberlerinden Ne Güzel Kadın'a getirsene," diyor. Bitişik fabrika ise kuruyemişçi. Ne Güzel Ben'in çocukluk arkadaşı. Oradan sonra geri çıkışa doğru başka bir yoldan ilerlerken bir anda arka koltuktan bir ses geliyor.
"Durun!"
Bir şekerleme fabrikası, helvaları ile meşhur. Tanıdık insanlar. Keskin gözler çok hoş bir espri yakalamış. Sağ duvarda. Susam Sokağı levhası var. Ne Güzel Kadın iniyor ki Ne Güzel Ben anca uyandı duruma. Çekiyorlar fotoğrafları. Çok keyif alıyorlar ıssızlıktaki, insanları yok olmuş coğrafyadan. Yeniden asfalta çıkıyorlar. Pandemi nedeniyle gelemedikleri yerleri konuşuyorlarken balıkçı barınağının önünden geçiyorlar. İşte tam o sırada Ne Güzel Ben "Haftaya Barınak'da balık ısmarlim size," diyor.
Belediye Evleri adıyla anılan yerden geçerken Ne Güzel Ben buradaki evlerin güzelliğinden, genellikle Amerikan radarında çalışan Amerikalıların oturduklarından, sağ taraftaki dolgu sahasının dolmadan önce Romanların mahallesi olduğundan; kömürlü Çarşamba Treni'nn o mahalleninin dibinden geçtiğinden, yolun tek şeritli olduğundan, şu sanayi sitelerinin hiçbirinin olmadığından söz ederken; "En büyük keyfim bisikletimle sanki bir şehirden bir şehire gidiyormuşum tadıyla bu yolu kullanarak evden taa Belediye Evleri'ne gidip dönmekti," diyor.
Sonra mıntıklarına varıyorlar. Önce Migros'a uğruyorlar. Ne Güzel Kadın, Ne Güzel Ben için aldığı Oksijen'i ona uzatıyor. Ne Güzel Kardeş üst geçide kıvrılıyor. Sonra bir sağ daha yapıyor. Ne güzel günün sonunda Ne Güzel Kadın eve doğru yürürken, Ne Güzel Ben "Ne Kadar Şanslıyım Ben," diye düşünüyor.
*Özellikle benim kuşağımın klibe hiç göz atmadan sadece dinlemesini öneririm. Çünkü radyo sonrasında eve dönüp klibi izleyerek dinlediğimde yıkıma uğradım!
*Oysa ki sadece pide yiyeceğiz sanıyorduk...