Önceki yazıda sözünü ettiğim ve bayıldığım bir yazarın, bayıldığım kitabını bitirince, bir süre kararsızlık yaşıyorum. Aklımın uyarıcı, bir önceki kitabın tadından kaynaklı olarak da kışkırtıcı sorusu şu: "Sıkı bir kitapla mı devam etsen, yoksa, kısa ve çabuk bitirilecek, gerçek hayatla bağının Korona normal koşullarında süreceği, işe güce engel olmayacak hafifçe biriyle mi?"
Aslında sıradaki kitabım bir tuğla olarak nitelenebilir! Üstelik elime ulaştığı anda ön okumasını da yapmıştım. Hatta bu durumu kitabı almama vesile olan Sevgili *EKMEKÇİKIZ'ın yorumundaki "Kitapların arasındaki sarı renkli tuğla için kolaylıklar dilerim, umarım kulağım çınlarken güzel sözler duyarım." cümlelerine yazdığım " ...bir kere bu tuğla kısa bölümlerden oluşuyor, istersem
bir bölümü okur bırakırım, roman gibi bütünlük yitirme endişesi yok:
sonra üslup kafa dengi, sonra bir edebiyatçı gözünden bir gezi... Üstelik gezgin hem kafadengi hem de tatlı dilli... daha ne
olsun di mi ama..." yanıtıyla da okumaya istekli olduğumun altını çizmiştim.
Sonra, önceki akşam, ona başlarsam belki şu yeni gelen kitaplardan merak ettiğim ve tanımadığım yazarlara ait olanları kenarda öylece bırakırım endişesi de yaşayınca, vicdanım olaya el koydu. Önce, adından kaynaklı olarak daha umutlu olduğumu aldım raftan, bir giriş de yapıyorum.
I ıııhh...
Çok direndim... yürümedi!
Bir üslup denemesiydi, yazarlık heyecanı vardı, gençti ama iddiası beklentimi karşılamadı.
Onu bırakıyorum ve yine benzer özelliklere sahip ve tanımadığım bir başka yazarın 150 sayfalık kitabına başlıyorum.
İlk andan itibaren etkileniyorum. Mevzu ilginç, üslup da... Gerçi içimden bir ukala hemen kafayı çıkarıyor ve aklımı çelmek, kışkırtmak için elinden geleni ardına koymuyor...
Ama?!
"Belki haklısın, epey önce okuduğum, dolayısıyla yanılabileceğim kitaplarla mevzu ve anlatım olarak yakın ama bence bir taklit ve öykünme, o gibi olma hali değil bu. Haklı mıyım, onu da bilmiyorum açıkçası. İhsan Oktay Anar'ın sıkı okuyucuları daha iyi değerlendirebilir bu durumu," diyerek yanıtlıyorum onu.
Aslında adına bakınca, müzikle alakalı olabileceğini düşünmüştüm. Viyana Nokta, nedense böyle bir çağrışım yapmıştı. Bu bir hayal kırıklığı yaşatmadı ki ilk satırlardan itibaren üsluba, mizaha ve akıcılığa bayılmıştım. Eğlenceli bir Viyana, eğlenceli bir Kuşatma hikayesi; sıkmadan, güle oynaya devam ediyordu. Üstelik kısacık bölümleriyle neşeli ve kolay bir okuma sağlıyordu. Yazarın diğer kitaplarına bakınmaya başlamıştım. Üstelik 152 sayfa ve 43 bölümlük hali ile kitap benim sıralama mantığıma da uygundu. Sıkı bir kitabın ardından gelecek sağlam ve tuğla sayılabilecek bir okuma öncesinde lokmalık, hoş bir ara sıcaktı yani!..
Fakat bir süre sonra... Sona yaklaştıkça... Çok hevesle başladığım, coşkuyla devam ettiğim kitap sanki yazarın barutu bitmiş, yorgun düşmüş de artık zorlamayla, illaki belli bir sayfada bitirmek arzusu ile uzatılıp, tamamlanmaya çalışılıyormuş hissi vermeye başladı; esprilerdeki düzey düşüyor, baştaki özen şaşıyor, üslup sanki biraz sululaşıyor, dolayısıyla da okuma hevesim zorlanmaya başlıyordu...
Henüz bitirmedim. 135.sayfa ve 38.bölümün başındayım. Elim belki bir daha gitmez diye korktum. Tanımadığım bir yazar Süreyyya Evren. Güzel bir kitaptı, diyerek bitirmek arzusundayım onu. Finişe çok az var. Boşluklarla birlikte 17 sayfacık. Son düzlükteyim yani. O ve ben nasıl bir performans göstereceğiz bilmiyorum. Önerilmiş kitap Portekiz'e Yolculuk'sa manzaraya paralel masamın üzerinden bana bakıyor ki virüsünü çoktan bulaştırmıştı. Her şey bu gece belli olacak. İçimdeki kışkırtıcıya boyun eğmeyeceğim ve ona rağmen bitireceğim belki Viyana Nokta'yı. Sonra hakkında iyice bir düşüneceğim.
Bir sonuç bildirgesi yazar mıyım?
İşte bundan da emin değilim!
*EKMEKÇİKIZ
Kasım 2024.
2 saat önce