Filme giden:
"Filmin görüntüleri gerçekten müthiş güzel, bir de ben Zonguldak'ı çok sevdiğim için ayrı bir güzel geldi bana...
Yine de kesinlikle Lovelet bu filme yakışan mekan...
Bu kadar şiirle dolu bir filmden çıkılacak yer Yeşilyurt'un fuayesi olmamalı!"
Filme gidecek olan:
Hayatımın en güzel akşamlarından biriydi, muhteşemdi, süperdi, öyleydi işte...
Kal vaziyette, aklımdan geçen binbir cümleye bakıp gülüyorum.
O kadar çok kelime geçiyor ki...
Öyle tatlı bir karmaşa ki
yaşadığım...
Hepsi de şu anki hissiyatımı ve akşama dönük duygularımı anlatabilmek için.
Ama! Sanki! Duyguları en güzel anlatan şey de bu anlatamama hali.
Filme gidecek olan filme gittikten sonra:
"Çok zevk alarak izlediğim filmlerden biri oldu kendisi; ilk yarının bazı bölümlerinde, "Ya! Şimdi bu klişeye ne gerek vardı, hastalığı bu kadar abartarak yoğun bir dram yaratıp izleyiciye oynamanın bir alemi var mıydı?" gibi entelektüel ukalalıklar resmi geçit yaptı tabii ki...
Ama
ikinci yarı, özellikle final bölümü tüm bu duygusuz bilmişlikleri silip attı, ben, ben oldum ve filme toplam kalite noktasında
pekiyi'yi verdim.
Kıvanç Tatlıtuğ'dan af dilemem lazım; hiç bir dizide ve filmde izlemediğim, kendisini sadece gazete haberlerinden
tanıyıp hakkında yargılar oluşturduğum, oyunculuk manasında adam yerine koymadığım şahsını çok beğendiğimi beyan ederek
kendisine saygılarımı sunuyorum. Ve ayrıca oyunculuk performansının onu, uluslararası alanda çok önemli bir çizgiye taşıyabileceğinin altını
çiziyorum.
Kostüm, mekan, kamera açıları, renk ve siyasi vurgular müthişti.
Yılmaz Erdoğan'ın da şiir yazan biri olması bu filme çok şey katmış... ayrıca kafamdaki Behçet Necatigil
imajıyla onu örtüştürememiş olsam da ilerleyen dakikalarda alıştım ve finalde hakkını teslim ettim.
Görüntü yönetmeni kesinlikle can; özellikle kameranın gemiden ayrılmaya başladığı ve finalden bir önceki sahne
muhteşemdi. Denizin kenarında ve kayaların üzerinde Suzan ile konuştukları sahnede yakın plan çekimlerde kameranın
bulunduğu yer ve açı, anın duygusunu çok güzel yansıtıyordu.
Çok diyaloğa gömmeden kısa ama vurucu şiirler ve cümlelerle bence derdini, ritm kaybetmeden anlatmayı başaran bir filmdi.
Çok güzel bir sinema günüydü kısacası...
Ama madene girmek için yüzlerini çamurla boyamaya başladıkları sahne beni çok gülümsetti;
insan sevgiye dair en çok şeyi, parmak uçları ve avuçlarıyla anlatabilir çünkü.
Haskahve'de sokak kısmında oturdum, bir pasta seçtim ki adı Latte Pastaymış; "Kreması fazladır!" diye uyardı çocuk beni. Sonuçta ben de güzelden anlayan biriyim ve fikrimden vazgeçmedim. Yanına da sütsüz bir filtre kahve söyledim, şeker ilave
etmedim. Sonuç itibariyle ikisine ayrı ayrı bayıldım, ve ikisini birbirine çok yakıştırdım." demiştim, bundan yaklaşık bir ay önce.
Sonra bu film üzerine uzun süre düşündüm, bir yazı
çıkaramadım, izlediğim andaki duygumdan uzaklaştım, bir uzman edasına büründüm ve eleştirel bakmaya başladım. Oysa hissiyatımı anlatırken; Halkevinin duvarının sıvası dahil döneme dair detayların başarılı bir şekilde
yansıtılmasını övmüştüm.
O günün koşullarında doğru gibi gözüken modernleştirme çabalarının aslında toplumun ayrışmasına, ve "modernleşen" kesimde yer alanların farklı bir sosyal ve ekonomik sınıf haline gelmesine neden oluşuna vurgu yapan sahneleri beğenmiştim.
Bu değişimi benimseyen "modern kesimin" aslında
süreç içinde yönetenler tarafından makbul görülmesiyle birlikte, kendini ayrıştırıp bir üst sınıfa haline getirmesinin diğer kesimler üzerinde oluşturduğu küçümseyici ve dışlayıcı
tavrın bugün geldiğimiz noktadaki ironisine gülümsemiş; Yılmaz Erdoğan'ı aslında filmin ana temasında fon gibi duran bu
vurgusundaki -eleştirel- bakışını, altını çizmeksizin ortaya koyma becerisinden dolayı takdir etmiştim.
Özellikle Mediha karakterine ve onu çok başarıyla oynayan Farah Zeynep Abdullah'a bayılmıştım.
Filmin açılışıyla birlikte akmaya başlayan siyah beyaz görüntüler esnasında, -yeni gözdem olan- sinemanın rahat koltuklarına gömülmüşken, en çok da Türk Sinemasının geldiği noktaya övgüler dizmiştim. Muhteşem bir açılıştı.
Belki de, hala akşamın üzerimde kalan
kokusu yüzünden filmi abarttığımı düşünerek yazamamıştım o gün bir
yazı. Ve bugün, o güne gidip filmi düşündüğümde; bu yazının, o günün ve filmin
hakkını veremediğini düşünüyorum.
Kasım 2024.
2 saat önce