akıp giden zamana fotoğraflar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
akıp giden zamana fotoğraflar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Nisan 2012 Pazartesi

Taşhan'da Fısıltılar

- Geçenlerde bir kadın dolanıyor buralarda. Anladım ve dışarı çıkıp "Girebilirsiniz" dedim. Elinde bir kağıt var ve onunla arayıp bulmuş burayı, çekinerek girdi içeri, sonra bir kaç fotoğraf çekmek istediğini söyledi. Çay ikram ettim ve sohbet ettik. Ben şu köşede doğdum dedim. Nasıl yani diye sordu. Babam buradaydı, abilerim buradaydı, e ben de buradayım, benim çocuklarım da burada nereden baksanız yüz yıl dedim.


-Bak bunlar da girmek istiyorlar ama çekindiler ve kesinlikle buralı değiller.

-Eğer bu arastada olmasaydı babalarımız sence biz bilir miydik? Düşünsene burası sanki bize ait özel bir mülk gibiydi. Hiç bir yabancının giremediği, şehirlinin bilemediği korunaklı, dışarıya kapalı bir oyun alanıydı bizim için. 

Bir kaç kahveci değişti bu handa ama bu çayın lezzeti sanki hiç değişmedi biliyor musun. En çok da bundan korkuyorum. Hep bizim olmuş, keyfini sadece bizim çıkardığımız, onca haylaz anının içinde saklı olduğu bu alanı başkalarıyla paylaşmak fikri biraz da tadımı kaçırıyor aslında... Çünkü biliyorum ki artık burası bize anlattıklarının dışında şeyler söyleyen bir han olacak. Başka insanlarla da tanışacak. Bizim buranın tadını çıkarmış sanşlılar olarak özel olma halimiz de ortadan kalkacak.
 
Kıskandın:))

Yok olum ben safımı seçtim; ne olursa olsun "Saathane bizimdir bizim kalacak" diyesim  yok.:))




Aslında belki de uzun yıllar sonra başkaları tarafından ortaya çıkarılacak, tarihi bir buluntu muamelesi yapılacak ve ortalığı bir süre sarsacak  şahane bir haylazlık ürünüyle ilgili de çok şey konuşuldu ama malesef yazılmayacak. Vasiyet edildi ki ben ölürsem..... 

- Ne garip değil mi, şehri gezmeye gelenlerin elinde bir bilgi var, buraya geliyorlar ama ancak içlerinden bir kaç tanesi biraz cesaret bulabilirse, etrafta kendisini fark eden bir göz olursa ve o kişi destek verirse içine girebiliyor. Şehirli ise bi haber...


- Burada öğretmenleri tarafından gezmeye getirilmiş bir tane bile öğrenci grubuna rastlamamış olmamız ilginç değil mi?


-Taşhanın tarihsel değeri olan bir han olduğunu içindekiler bile fark etmedi hiçbir zaman. Burası alalede bir işyeri olarak görüldü ve hoyratça kullanıldı. Bölge özellikle parekende tüketicinin girmediği bir alan olduğu için belki de, şehirliyle bağı tümüyle koptu.

-Şu, ağırlıkla yıkım içeren proje beni acıtıyor evet.. ama bir yandan da bu karşı duruştaki çıkarcılık düşündürtüyor insanı... Eğer geçmişte verilen fırsat devam ettirilse, şu camlarına afiş asmışlardan hangileri dikmeyecekti 5 katlı binaları... Madem ki bu kadar değerliydi buranın dokusu, neden o fırsatları bulup da binaları dikenlere karşı durulmadı. Neden sadece kendilerinin çıkarları doğrultusunda istediklerini yaparken, bölgenin dokusunu bozacak eklemeleri pervasızca hayata geçirirken kayıtsızdılar? Burayı sadece kendilerine ait bir yer olarak gördüler. Kentten koparılmış olmasına sessiz kaldılar. Hep o Amerikalı profösör sayesinde farkına vardığım Göğceli Camisi gelir aklıma. Geçenlerde bir daha gittim, yeni fotoğraflar çekmek için ve hala yangına karşı ciddi bir tedbir alınmamış olduğunu gördüm. İşte tüm bu çelişkiler, bu çıkarsal bakışlar, sahip çıkmama bize, bu ülkeye ait ve birileri, başkaları tarafından tahrip edilmiş bir alanı ortaya çıkarmaya, başka insanlarla tanıştırmaya kalktığında, insan kaçınılmaz bir şekilde iki arada bir derede de kalıyor. Kimsenin derdi buranın halkla kucaklaşması, hayata kazandırılması değil, küçük bir azınlığın ticari çıkarcılığının başka bir duruş altına saklanmış ve o çıkarcılığa farklı duyarlılıkları olan insanların tepkisini katma hali. Bu samimiyetsizlik kötü.
-Evet?
-Ne evet
-Baştaki soru
- Yani aslında senin de dediğin gibi, bir yandan etraf yıkılsın, meydan ve sokakların bu hali değişsin istemiyorum. Öte yandan da sen getirmesen belki de yaşamım boyunca buranın içinde ne var bilmeyecektim, benden sonrakiler de ve bu şansa sahip olmayan arkadaşlarım da... Ortalık temizlenip bu binalar ortaya çıkınca,  bu bölgeye gelmeyen insanlar da mutlaka gelecektir, hatta pek çoğu "Allah Allah bu han da nereden çıktı, burada böyle birşey mi varmış?" diyecektir. Öğretmenler müzelere götürdükleri öğrencileri buraya da getireceklerdir. Herşeye rağmen keşke vakti zamanında sahip çıkılsaymış ve hep aslı gibi kalsaymış da diyorum, özellikle burayı gördükten sonra?


Saathane Meydanından Fısıltılar

29 Mart 2012 Perşembe

Saathane Meydanında Fısıltılar

-Kelle yemeyi reddedip de hamburgere takıldığın için pişman olacaksın. Çünkü kent tarihinde mutlak yeri olması gereken ve görebileceğin en küçük yeme-içme yerlerinden birini görme  şansını kaçırdın. Tabii ki ben de üzerine bir yazı hayallerimi ertelemek zorunda kaldım.


Tırtıl, sen ve ben bu alanı, ara sokaklarını bu haliyle sevdik ve bunun değiştirilecek olması belki biraz da üzüyor bizi. Şu dükkanların camlarında asılı olan afişlerde yazılı olanlara baktığımızda çoğu insan gibi biz de  sadece restore edilmesi gerektiğini düşünüyorduk di mi?

-Evet ve ben hala öyle düşünüyorum.

-Çünkü bizim gördüğümüz bu ve sanki burası tüm zamanlarını böyle yaşamış gibi hissediyoruz. Tıpkı yeni halini ilk görecek nesillerin ileride birileri tarafından değiştirilmek istendiğinde verecekleri tepki gibi. Bizden önceki halini bilenler bugünkü, bizim öyle sevip benimsediğimiz halini görseler ne diyeceklerini bilmediğimiz gibi .

Geçenlerde bir gün Samsun Kalesinin -ki bir çokları böyle bir şeyin varlığından bile haberdar değildir- son taşlarının yanına koyulmuş, tarihçesiyle ilgili bir yazı okudum. Orada tarif edilen alanı, o haliyle gözümün önüne getirdim ve çok hayıflandım.

Sonra şu soruyu sordum kendime: Kentin dokusunun bozulmasına göz yumup, bu meydanda hiç olmaması gereken binaların yapımına izin verip, çok önemli tarihi yapıların, şehir insanı tarafından bile fark edilmez hale getirilmesine fırsat verenler mi suçlu, yoksa bu kirlenmişlik içinden o yapıları ışığa çıkarıp da kente katmak çabası içinde olanlar mı? Bu sorunun cevabını seni götüreceğim bir yeri gördükten sonra vermeni istiyorum.


Biliyor musun ben ilk midye dolmamı da bu meydanda yedim. Babamla bir pazar günü dolaşırken bir sokak satıcısından almıştık... o dolmadan sonra yıllarca bu şehirde midye dolması olmadı... ancak İstanbul'a gitmelerimizde yiyebiliyordum. Ben annemin yaptığı zeytinyağlı biber dolmalarına limon sıkıp onları midye dolması niyetiyle yerdim.

-Bak burası eskiden Çarşı Karakoluydu. Pek namlı bir yerdi. Sokakta ara sıra düdük çalarak dolaşan  gece bekçilerini gördüğümüzde aklımıza burası gelirdi. Dayı dediğimiz bir akrabamız burada görev yapmıştı ve bir pazar günü babamla çay içmeye gelmiştik, ortada bir soba vardı ve onun etrafında oturmuştuk. Tabii ki ben paşa çayı içiyordum. Bilir misin paşa çayı nedir?

-Hayır
- Hiç içmedin mi?
-İçmedim.
- İçtin aslında.

-Eskiden babamla pazar günleri gezerken arkadaşlarının yanına uğrardık, ki ben en çok İzmir Otelinine gitmeyi severdim, orada taşlamacı dükkanları vardı. Oraya bir gün  özellikle gitmemiz lazım. Atatürk de gitmiş çünkü... Neyse işte o gidişlerde  çocuklara Paşa diye hitap ederlerdi dolayısıyla soru paşa ne içersin ya da paşa ne içer şeklinde gelirdi. Tercihin sıcak bir şeyse ki bu çay ya da oralet olurdu. Ona bir miktar soğuk su ilave edilirdi. İşte o çayın adıydı paşa çayı.

-Haaaa!:))
-Aslında restore edilip, bu dükkanların yerine farklı ürünler satan dükkanlar gelse, kafeler falan, olabilir sanki!
-Sence Büyük Caminin bu haliyle verdiği fotoğraf mı daha güzel, bu binaların yıkılmış olmasıyla oluşacak gezi alanından görünüşü mü daha güzel olur.

-Ben buradan verdiği fotoğrafı sevdim valla...

-Ne yalan söylim ben de...
-Nereye kadar yıkılacak buralar.?

-Caminin önünden, alt caddeye kadar hepsi yıkılacak dendi,
sonra buraların yıkılacağı, şuraların da ikinci etapta yıkılacağı gibi bir söylenti çıktı.

-Oğlum fotoğrafın çekiliyo..
-Ne güzel işte, 100 yıl sonra birileri bu fotoğraflara baktıklarında sen de olacaksın, belki torunlarının torunları a aa bu bizim büyük dedemiz diye sevinecekler.:))
-Şu tuvaletin bi işleticisi vardı tıpkı Oliwer Twist'deki adama benzerdi. Çok huysuz ve ürkütücü bir adamdı. Şehrin en pis kokan tuvaletiydi ve mecburen mağazaya geldiğimizde burayı kullanmak zorunda kalırdık. Tıpkı şu anki gibi kokusu taa sokağa taşardı ve ben o adamın içerde oturabiliyor olmasından yola çıkarak onun bir çizgi film kahramanı olduğuna daha çok inanırdım.
-Gel seni biriyle daha tanıştıracağım.  Şu soldaki kepenkleri çekili olan dükkan sanayiye taşınmadan önceki mağazaydı bizim. Sokakta kaldırım vardı ve 10 vitesli bisikletimi ki senin 24 vitesli bisikletine 10 basardı, öyle havası vardı, o kaldırıma park ettiğimde herkes başına üşüşürdü. Peugeot marka bir yarış bisikletiydi. Şehirde iki tane vardı.


-Abi nasılsın?

-Tırtıl bak  bu şehrin görebileceğin en güzel adamlarından biridir bu abi, şehire gelen ilk Murat 124'ü, ki Gökçe idi bayisi, bu abi almıştı. Ben de o arabaya bakar, küçüklüğünden yola çıkarak kullanabileceğimi düşünür, kullanırken kendimi hayal eder, babamın da ondan almasını isterdim. Kocaman Amerikan arabalarının yanındaki haliydi bu duyguyu veren tabii ki...

Abi ısrarla bir şeyler ikram etmek ister. Duygulanmıştır. Küçücük bir çocukken onu kahramanlarından biri yapan bir babanın, küçük oğluyla onu tanıştırıyor olmasındandır tüm bunlar.

Vedalaşırken "hakkını helal et" der, gözünde sıralanmış damlalarla. "Bizim ne hakkımız olabilir ki sende" denmek istense de kelimeler boğazda düğümlenip kalmıştır.

Bu bugün ikinci kez duydukları bir ifadedir ki bir tanesi bir vasiyet de içermektedir.


-Taş Hanı, defalarca buradan geçmiş olmamıza rağmen hiç fark etmiş miydin? İçinin böyle olabileceğini hayal etmiş miydin?

-Hayır

-Aslında yalnız değilsin biliyor musun bu şehirdeki pek çok insan da bilmiyor. Eğer çocukluğum bu arastada geçmese, mağaza bu caddede olmasa benim de belki hiç haberim olmayacaktı.

-Şimdi baştaki soru ile ilgili cevabın ne?

5 Şubat 2012 Pazar

Zamanın Bedeni



...bol dumanlı, uzak bakışlı...


...kalabalık müzik içinde gülen düş...


...yazılmamış şarkının kokusu..


...kış güneşi sancılar çekerken güne...


...bankın kalabalığı...



kelimeler buradan...
hatta buradan da
Şarkı Müslüm Gürses- Artakalan (ü.d.k.v.e.t.k)
fotoğraflar Nikon L 23 ile sabahın erkeninde...

30 Ocak 2012 Pazartesi

İncecikten...




...dokunulmasın


uyanılmış oda


...bebek aydınlığın üstü...


.... hala temizlik kokulu ...


tazelik kokan soğuk


Çıtırtılı soba


saflık



Birsen Tezer Konseri?


hımmmmm!!!




kelimeler buradan

 *Birsen Tezer'in Cihan adlı albümünden...
*Fotoğraflar Nikon L23 ile.. .

6 Ocak 2012 Cuma

Sanat Sokağı


 ...bir filmin her karesinin açtığı ufuklara teslim,
Yoksa çalan şarkı mıdır, tetik tetik vuran...
akıl çeperlerine takılmış duyguların kavga dövüşü
... üşümüş ve sokulgan adımlarla çocuk uykusundaki sokaklarda...
Meyhane köşelerinde,
kum üzerinde,
şiirler okunmuş ağaçların gölgesinde,
yaz esintilerinin yosun kokularında,
alkole bulanmışlığın gecelerinde
"gözlerime kilitlenmiş gözleri özlemek istiyorum." diyor, iç ses...
...
Öteki de "sus!.."


*resim altı cümleler buradan

27 Aralık 2011 Salı

Sokağın Fısıltısı

Bir bayram arifesiydi ve dışarıda serseri bir bahar vardı. Karşıdaki sigara fabrikasından, makinelerin ahenkli sesleriyle işçi kadınların mahalleli konuşmaları geliyordu.
... Bayram alışverişine çıkmış insanların coşkulu telaşları; sokağa yayılmış satıcıların çağırtkan bağırışlarıyla, arabaların motor seslerine karışıyor, iki taraflı yüksek binaların daracık bir vadi yarattığı küçük caddede, alabildiğine neşe yankılanıyordu.
Havanın keyfiyle martılar, denizin kokusunu yanlarına almış, hastanenin bahçesinden çatısına, oradan karşıdaki Tekel binasına uçan, tütün kokusuna sarhoş güvercinleri ziyarete gelmişlerdi.
....açık kumral, parlak, kulaklarının üstünden içe doğru taranmış, yürüdükçe havalanan, özenle taranmış saçlarıyla sanki birazdan haberleri sunacak spiker makyajındaki sade şıklığını, iyi haberin yüzde yaratığı tebessümle sevdi. Güven dolu adımlarla, göğsünü gere gere yürüyüşünü,  sindire sindire ve kalbine kazıyarak izledi.
Olağanüstü bir kadın kokusuyla aydınlandı ortalık... Zaman akmayı bırakıp, kare kare bu anın fotoğraflarını çekti.


*Bir romanımsının ötesinden berisinden rastgelesinden...

*1 ve 2. resim Samsun'un Fransızlar tarafından kurulmuş eski sigara fabrikası; AVM olmak üzere düzenleniyor.
3. ve 4. resim eski Askeri Hastane; şu an Belediye Konservatuarı ve Kültür Merkezi olarak kullanılıyor.

24 Aralık 2011 Cumartesi

Yağmurlu Bir Gündü

SON DURUM* - 24 Aralık Cumartesi, 14:50

Sıcaklık: 7°C  Nem: %81  Basınç: 1012 hPa

Görüş: 10 km  Rüzgar 26 km/sa

 Kaybetmiştik onu ...
Sanmıştık ve üzülmüştük...
Ellerimizi yağmura tutturup...
Koşturduk.
*Pizza yiyemedik
Paçanga Böreği yiyemedik.
Bira içemedik...

Yine de çok sevindik.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP