5 Mayıs 2016 Perşembe

Nasıl olsa yine bir gün döneriz bu yollardan geri...*

Beyaz...

06/02/2016

Tren 7.45'te. Çantalarımızın son kontrollerini yapıyoruz; yolluk hazır, şarap yerinde. "Kahvaltı için sıcak poğaçalar çıkmış mıdır acaba?"  Bir koşu asansöre ve direk kahvaltıya hazırlanan restoran katına... Poğaça yok, lakin su böreği var. Fırındalar... "10 dakika sonra hazır." dedi genç usta. Biraz kuru pasta alalım. Bir kaç dilim ekmek alalım. Yumurta alalım. Bizim peynirler daha âlâ, geçelim. Eritme alalım. Bunları gravyer bilirdik eskiden di mi? Karper... Ne Fransız gelirdi sofralarımıza. Pek de zengin dururdu masada. Çok da lezzetliydi ama!.. Meğerse Kars'taymış fabrikası. Hoş bir çocukluk anısı. Benim Kars'ım.

Börekler hazır. Misss... Dışarısı ayaz. Dumanı üstünde. Kars Kalesi yine şahane. Sokaklar ıssız. Güneş saklı. Kattaki garson çok tatlı. Börekler dinlendi ve şimdi dilimleniyor. Görüntüleri muhteşem, peynirleri neredeyse krema. Hadi bakalım çantaya.   

"Ellerine sağlık ustam, muhteşemler."   

"Çok teşekkürler, her şey için."


Önce bir taksi bulmamız gerek. Resepsiyon yine eksik, standart taksici arandı; uzakta olduğu ve gelemeyeceği haberi alındı. Ötesi yok. Resepsiyonda kim olsa sonuç değişmiyor. Bu otelin bu hizmeti çok zayıf. Kristal'in öteki köşesinde bir taksi var. Gördüm. Mesafe yakın. Lobinin sıcağındayız ve camın ötesi buzul. Hava donmuş sanki. Zaman da... Işıklar hazır ve duman makinesinden bir sis gönderildi. "Motor," dedi yönetmen. Adımlarımız hızlı. Buzlardansa tık çıkmıyor.

Muzaffer Abi'nin tarihi dediği, Orhan Pamuk romanının kahramanlarından Yeşilyurt Lokantasının önünden bir kez daha geçiyoruz. Merakımız artık o bizim! Gizemini koruyor. Kristal'e takılıyor gözüm birden. Kapının iç tarafında, ışıksız mekandan dışarıya bakan kıpırtısız adam muhteşem. Göz göze geliyoruz. Bir sonraki sahne onun mu acaba?  Bir roman kahramanı bu. Bir sürü karakter geçiyor gözlerimin içinden. Bu çok özgün. Kesinlikle!

Hafızamdaki en uygun ile eşlemeye çalışıyorum. Taba rengi volanlı maksi paltosu, boğazlı gri kazağı, koyu kahve deri yeleği, deri çizmeleri ve de şapkası ile sabahın o saatini soğuğun yarattığı pusa bürünmüş havayla bir araya getirince muhteşem bir final karakteri.

"Bizden önce biri kapmasa taksiyi..." Endişeli ve hızlıyız. "Ohhhh çok şükür!" Kaptık. Şoföre bakınıyoruz. "Bir kahvede mi acaba?" Sol tarafta yok. Issızlık hükmünü devam ettiriyor. Kars henüz uykuda. Geldiğimiz yöne dönüyoruz. Uzun volanlı paltosunun kanatları yaratılan rüzgarla havalanıyor, sis bulutunun içinden çıkıyor. Başı göklerde yürüyor az önce camın arkasında hayal gibi duran adam. Binalar yaratılmış siste kayıplar. Bu Saga'nın erkeği! Malmö emniyetinden Saga'nın. Mimiksiz ama ifade yüklü çizgileri keskin bir yüz. Dik, uzun ve kararlı adımlar. Yere değmiyorlar. Tüm duvarları ve bedenleri delip geçen bir bakış. Yaşsız bir karakter. Zamansız da.. Muhtemeldir ki Lenin devrimi yaparken en yanında olanlardan biri. Hala aynı palto, aynı çizme ve aynı şapka. Proleter bıyıklarındaki sarkıtlar kadim.

"Günaydın."

"Günaydın."

"İstasyona gideceğiz.. ne kadar?"

"15 Lira."

İtirazımız yok. Bindik. Laf olsun diye sormuştum zaten.

"Yolculuk nereye?" "Samsun'a ama önce Ankara tabii ki." Abinin gözleri parladı, bir sıcak kapladı arabanın içini, kadim buzlar çözüldü. "Askerliğimi Samsun'da yaptım. Sahra Sıhhıye'de. İhtilal zamanıydı. Dışarı pek çıkamazdık." "Olsun manzara muhteşemdir ama. Özellikle Subay Gazinosundan. Bilir misin orası eskiden Amerikan radarıydı. O yüzden konforlu bir birliktir diğerlerine göre."

Aynı yaştayız ama abi kadim. Görevli geldiğimizde aynı mekanı aynı anda solumuşuz yıllar önce, ne tesadüf. O günkü görevde, üst rütbeli birine şahane bir kafa tutma hikayemiz var ki kaç kişiye ballandırdığım meçhul. Nöbetçi amiriydi binbaşı. Anlatmaya bayılırım da zaten çok uzayacak bu yazı. Abi binbaşısına tapıyor, üzmeyelim kendisini.


Sıcak uykulardaki caddelerden geçip istasyona varıyoruz. Abiyle vedalaştık. Güzel adam. İsmini sormadım. Cismi daha manalı çünkü. Epey vaktimiz var. Çantalar şurada dursun, ben gidip trenin bir fotosunu çekeyim. Motorlar çalışıyor, son kontroller yapılmış. Makinistler hazır, selamlaştık. Sabahın eşsiz soğuğunu hissederek karların kıtırtısı eşliğinde yürümek zevkli. Gar binası her ne kadar devlete iş yapan mütahit anlayışının ürünü olsa da artık kabulümüz. O halde de seviyoruz kendisini.  Günaydınlaşıyoruz demiryolcularla. İbrahim abi, kondüktörümüz, henüz tanışmadım. Trene giderken "Hadi." demiş, el atmış çantalarımıza, taşımışlar birlikte en bayıldığım yol arkadaşımla. Oysa ben onu bizim vagonun önünde sigarasını tüttürürken gördüğümde hamle yapmıştım çantaların olduğu yere. Göremeyince çantaları, üzülmüştüm tek başına taşıdı diye. Rahatlıyorum. Serkisoff kardeşliği! Zincirinin ucu deri yeleğinin üst düğmesinde takılı, yeleğinin sağ cebine yerleştirdiği Serkisoff'unu mesleki onuru olarak gururla taşıyan Kahraman dedem. Demir yolu aşkımın, her biri altın masallar niteliğindeki yolculuklarımın baş kahramanı adam. Küçük Ağa. Rahat uyu.


Hoşça kalın kornası çaldı, usulca kımıldadı tren. Gittikçe hızlanırken akıyor Kars'ın veda görüntüleri. Her şehirde olduğu gibi; inşaat.. inşaat.. inşaat... Yeni kalkınma göstergemiz. Rabbim sonumuzu hayır etsin. Çabuk bitiyor şehir. Artık alabildiğine beyaz. Uzak köyler, donmuş su havzaları, ağaçlar ve muhteşem gökyüzü. Düzlükler.. düzlükler...


Tam da burada, gelirken başımıza gelen bir şeyden söz etmem gerek. Yazmazsam tarih şapşallığımı affetmez. Kompartımanın kapısını açık bırakıyorum ben. "Cam kenarı feda olsun." demişim bir kere. İki yanı da görebiliyorum öte yandan. Aslında fotoğraf için avantajlı bir durum. Bir ara, Erzincan'a gelirken ve nispeten daha ova bir noktada, trenin sağ tarafında müthiş bir kar fırtınası olduğunu görüyorum. Belli bir noktadan sonra başladı. Uçuşan karlar muhteşem. Gelin görün ki sol tarafta tık yok. Güneş pırıl pırıl. Hava berrak.. hava sakin. Görüş alanı alabildiğine. Tren sanki hattı belirlemiş. Olağanüstü bir doğa olayına tanıklık ediyorum. Yalnız değilim ama. İki yanı aynı anda fotoğraflamaya çalışıyorum. Başarmak zor. İki foto ile kolaj yapmak mümkün. Yazıya koyacağım. Bunun heyecanı süper. Havam batsın.


Sonra uyanıyorum. Ampul birden yanıyor. Kars'a vardığımızda hala uyanmayanlar var. Muhteşem bir doğa olayının tanığıydılar! Trenin bir yanında şahane bir kar fırtınası varken diğer yanında güneş ve sakin bir hava. Sadece bizim çocukları uyandırdım, Ani Çıldır güzergahında konuyu açtıkları zaman. Lokomotifin önündeki küreyiciden savrulan karlardı bunlar. Rüzgar tersteydi ve trenin sağına nasip olmuştu bu yapay fırtına. Çok güzeldi ama! Çoooooookkk.


Güzergah insanları güzel. İçli dışlılar trenle. Mesela bu abi; göz göze geldik bir an. Fotoğraf çekiyorum o ara. "Ben ben.." diye muzipçe vurdu bağrına, anlaştık. Çektim pozunu. Gülüştük. El sallaştık. Şahaneydi.


Yazının devamı...

Doğu Ekspresi ve Kars. Nedir, nasıl bilet alınır, tren ve yolculuk nasıldır için buradan lütfen.

*Başlık ve üç yazıda kullanılan, Beyaz... Uykusuz... Uzakta... Cemal Süreya'nın Kars adlı şiirindendir.

Fotoğraflar Nikon L23 ile...

27 Nisan 2016 Çarşamba

Kars Peynirleri ve Yeme İçme

Rötarsız sayılabilecek bir zamanda Kars'a varan Doğu Ekspresinden inip, otele sırt çantalarımızı bırakır bırakmaz Kars lezzetlerinin peşine düşüyoruz. Kars'a gidince ve konu yemek olunca aklınıza ilk ne gelir? Tabii ki kaz, di mi? Çünkü televizyonlardan ve okuduğunuz tüm Kars yazılarından etkilendiniz, bizim gibi. O zaman ilk akşam Vedat Milor'un izinden gidiyoruz. İstikamet Kaz Evi.

Otelden çıktık ve rastladığımız ilk kişiye sorduk. Takım elbiseli genç bir adam. İlgiyle tarif etti. Kolay. Atatürk Caddesinde ilk kez yürüyoruz. Faik Bey Caddesiyle kesişme noktasından sağa döndük ve bir kez daha sorduk. Emniyet Müdürlüğünün önündeyiz, tamam.. şimdi karşıya geçme zamanı.  Ara caddeye giriyoruz. İşte Kaz Evi. Mekan sakin. Kalabalık olur diye umuyorduk oysa. Az önce birileri kalktı ve bizim dışımızda "bizim çocuklar" var. Henüz tanışmadık.

İş yeri sahibi hanımefendi, Kars yemeklerini evlerden çıkarıp bir lokantaya taşıyan ilk kişi. Aynı zamanda dernek başkanı. Bir hanım ağa tavrı da var sanki. Yabancı olduğunuz da hemen anlaşılıyor zaten. Bilgilendiriyor. Konuşkan.


Kaz eti ve hangel ile başlamak niyetindeyiz. Kaz için menüde iki seçenek var: Kaz suyunda pişirilmiş ve tatlandırılmış ve de lezzetli bulgur pilavının üzerine didilmiş, görece daha yağsız, ağırlıkla göğüs etli olan porsiyon 30 TL...  60 TL olan ise daha yağlı kısımlardan, kemikleriyle bütün servis ediliyor ve biraz daha büyük bir porsiyon. Aslında kaz etinin bizim açımızdan ekstra bir anlamı yok. Sadece Kars'a gelip de kaz eti yemezsek eksik kalırız sanki. Bir de kıyaslama arzusu. Kaz tiridi geleneksel yemeği olan bir şehirdeniz sonuçta. O nedenle küçük olanı tercih ettik. Hangelse farklı geliyor. Soğanlar tam karamelize olmadan ama o tadı hissettiren bir eşikte bırakılmış, içsiz mantı hamuru tam kıvamında ve lezzetli. Soğan, yoğurt, hamur ve yağ birleşmesi, üzerindeki baharatlarla birlikte güzel. Çok beğendik. Yeni bir mantı tadı bu. Fiyatı 10 TL. İki kişi için, eğer tadım yapılacaksa yeterli bir seçim. Sundukları ekmekler, salata ve turşu da var sonuçta...

Tat alma da sonuçta görece bir durum. Biz muhteşemdi diye ifade edemesek de kazı, dışarı çıktığımızda  bizim çocuklar -üç kişi büyük porsiyon yemişlerdi- çok beğendiklerini söylediler. Hatta muhteşem dediler. Bunun da altını çizmek gerek.


Ertesi günkü tercihimiz Hanımeli. Kaz evinden dönerken dış görünüşüne bayılmıştık. Orada olma arzusu yaratıyor insanda. Ön izlemenin artısı ile mekandayız. Hanımefendi konuşkan, mekan kalabalık. Sıcak, hareketli, büyükçe ve görülebilen mutfakta kolektif bir çalışma var. Birleştirilmiş masalarda kalabalık bir grup, orta yaşlı ve neşeli. Kadınlı erkekli. O rakı mı? Evet rakı!


Masanın akademisyenlerden oluştuğu kanaatindeyiz. Muhtemelen bir tür çalıştay var üniversitede, dolayısı ile misafirler de... Kars yemeklerini tattırmadan olmaz!

Bir de akordeon var mekanda, asılı! Kaz eti istemedik. İfade ediş şeklimizden sonuçlar çıkardı sanki mekanın sahibesi. Anladık ki dertliler. Bazı mekanların Kars kazı yerine başka yerlerden (Tokat gibi) kaz getirttiklerinden söz etti. Dondurulmuş kaz kullandıklarının altını çizdi. Kazın aslında mevsimlik olduğunu vurguladı. Yağlanması  için soğuğa ihtiyacı olduğunu ve artan ziyaretçi sayısı ile doğru orantılı üretim yapılamadığını belirtti. Bunu Tuncay Bey'den de duyacağız daha sonra. Bizim için sorun değil. Zira bu akşam piti ile tanışma fikrindeyiz ve dün bayıldığımız hangeli bir de burada test edeceğiz.


Masaya önce, ikram kısmından, kuru üzümlü, neredeyse tuzsuz ve yağsız, Yasmin pirincinden pilav ve turşu geliyor. Pirinçler İran'danmış. Ekmekleri güzel. Üzümlü pilav ilginç. Ve piti!.. Konuyu çalışmıştım ama hanımefendi "Servisinizi ben yapacağım." diyor.. Benim için de bilgilerimi test etme fırsatı. Önce incecik lavaşları tabağa -eliyle-doğradı, sonra incik etini çatal yardımı ile lavaşların üzerine dağıttı ve onların üzerine de yemeğin suyunu gezdirdikten sonra nohutları döktü. İlk lokma.. ve olağanüstü bir tat. Ölmelik. Elbette ki safran* başrolde.


Mekanın bir özelliği de mutfaktaki kadınların hepsinin ev kadını olması, bir tür kooperatif oluşmuş burada. Kendi yemeklerini satıyorlar. Hanımeli'nin daha sıcak gelmesinin nedenlerinden biri de belki bu. Bize denk gelmedi ama -belki de ilerleyen saatte olmuştur-  hanımefendinin eşi akordeon çalıyormuş aynı zamanda. Rakı konusunda ise topa hiç girmedik. O grubun kendilerinin getirmiş olduğu fikrindeyiz.

Hangelse yine yaptı yapacağını; yassı makarna kalınlığındaki küçük kare hamurlar, üzerlerindeki karemelize soğanlar ve yoğurtla ve elbette baharatlarla muhteşemdiler.

  Atalay'ın Yeri'nden, "Sarı Sazan her balık gibi kesinlikle rakıyı çağırıyor. Göl de... Hani şöyle öğleden biraz sonra oturup akşam üzeri kalkmalık bi keyif için her şey var burada. Sarı Sazanlar çok kere okuduğunuz gibi kızgın ve bol yağda kızartılıyor. Balığın bol, çeşitli ve olması gerektiği kadar yağlandığı ve muhteşem pişirildiği bi deniz şehrinden gelmiş insan bilmişliği yapıp da sazan tipi göl balıklarına burun kıvırma ukalalığında bulunmayacağım. Zaten Sarı Sazan da buna izin vermiyor. Lezzetli, özgün pişirilmiş. Porsiyonlar bol, yanında salata ve turşu. Çatal bıçakla girişmeyin ama! Elle yemesi güzel. Bana kalkan balığını çağrıştırdı mesela.  Tadını çıkarmak gerek. Keyifli iş Atalay'ın Yerinde göle bakarak balık yemek." cümleleriyle bahsetmiştim zaten.

Kılıçoğlu Pastanesi'nin önce dışına sonra da içine bayılıyoruz. Ama içeri girip de tiramusuya dokunduktan sonra tüm hayallerimiz yıkılıyor. Pasta dolabındaki ürün genişliğini görünce uyanmıştık zaten. Sonuç itibari ile fabrika boyutunda ve Erzurum'daki merkezde hazırlanıyormuş ürünler. Bir -soğuk-zincir pastane hikayesi daha. Yine de oturmak keyifli. İki kahve eşliğinde sohbet ve dışarıdaki karın tadını çıkarmak güzel. Limonatadan söz etmiştim daha önceki yazılardan birinde; taze sıkılmış limonsuyu tatlandırılmıştı, her ne kadar su ile yapılan klasik limontayı tercih ediyorsak da güzeldi. İlginç geldi. İkinci gidişimizde yediğimiz keşkül ve cheesecake ise seri imalat kurbanıydılar ve  hiç güzel değillerdi.



Ve..ve..ve!  Kristal Yemek ve Döner Salonu: Şahane bir esnaf lokantası. Kelimenin tam anlamıyla bayıldığımız mekan. Emindik ve yanılmadık.

Dersini çalışmış, önceki akşam Hanımeli'nde sunumu izlemiş biri olarak kendimden emin bir edayla kimseye elletmeden piti servisini ben yapıyorum; herkesin bildiği ve her yerde olduğu gibi.


Fakat gelin görün ki Talip'e beğendiremedim bunu. İlk onlar yapmışlar pitiyi, bundan 60 yıl önce. Mucidi** onlarmış. Diğerleri sonradan türemiş. Çamur etmişim lavaşları.

İlk lokma... Gurmeler gibi.. hissedelim bakalım. Söylenebilecek tek şey muhteşem bir lezzet olduğu. En güzeli bu. Kesinlikle! Diğer pitinin içindeki incik bütündü. Burada parçalanmış halde ve etler kemiklerle birlikte. Bu da iliklerinin suya karışması demek. Turistik mekanlarda, belki de müşteri tercihleri nedeni ile kullanılmayan kuyruk yağı, kemiğin suyu, eriyen ilikler, domates, biber, patates ve safranının birleşmiş hallerinin ortaya çıkardığı kolektif tat olağanüstü. Nohutlar sanki aynı tornadan çıkmış. İriler ve çok şahane bir kıvamda pişmişler. Olağanüstü bir yemek keyfi. Ötesi yok.

Ardından döner sipariş ediyoruz. Güzel ama olağanüstü değil! Belki de pitinin etkisi ile kimbilir? Bunu söylüyoruz açıkça. Gerekçelerini ise haklı buluyoruz. Yine deneyeceğiz ama, tam öğle vaktinde. Kesme aşı üzerine konuşuyorduk sohbet esnasında. O gün yapmışlar meğerse, teklif ediyorlar. "Doyduk, yarın yeriz." diyoruz. Yarın menüde olmayacağını söylüyor Tuncay Bey. İkram ediyorlar. "Tadımlık olsun." diyoruz. Olağanüstü bir lezzet daha. Rastgelirseniz, yarım porsiyon olmak koşulu ile açılışı onunla yapın. Kesinlikle burada tadın ayrıca.


Ertesi gün bir kez daha Kristal'deyiz, tam öğle vakti. Otelden çıkarken burayı önerdiğimiz çift gelmişler dün akşam. Daha kapıdan girer girmez söylüyorlar. Gururlular. Bu kez emir komuta Talip'te. Yufka kadar ince lavaşları tabağa eliyle doğradı. E ben de öyle yaptım. Suyu yufkaların üzerine döktü ve orada kesti. Havalı havalı uzaklaştı. Usul önce yemeğin suyu ile ıslanmış incecik lavaşları yemekmiş, ardından kalan yemek tabağa dökülüp yenirmiş, lavaşlar "çamur olmasın" diye.  İkiye bölündük bu kez. Ben yemeğin suyu ile beslenmiş lavaşlarla birlikte diğer malzemeyi yemeyi daha çok sevdim. En bayıldığım yol arkadaşımsa önce ıslanmış lavaşların yendiği şeklini. Her ne şekil olursa olsun, buradaki pitinin üzerine piti ta-nı-mı-yor-uz.


Ve döner... Dün kaçınılmaz bir biçimde ve işlerin nispeten düşük olduğu bir döneme denk geldiğimiz için  beklemenin etkisiyle yağını nispeten kaybetmişti. Bugünse muh-te-şemdi. Çok iyi dönercilere sahip iki farklı şehrin iki insanı olarak, ba-yıl-dık. Kesinlikle Kristal'e uğrayın. Üstelik çayları porselen altlıklarla ikram ediyorlar. Porsiyonları bol fiyatları uygun. Döner dahil etli yemeklerinin porsiyonu 15 TL idi. Birer porsiyon söylediğinizde iki kişi rahatlıkla doyarsınız. Olmadı bir daha söylersiniz. Piti ritüeli konusunda ise karar sizin!


Peynirlerimizi hemen Kristal'in karşısındaki Büyük Zavotlar'dan almaya karar vermiştik daha önce.  Fabrikanın satış mağazası. Eve döndüğümüzde, eski kaşarın kenarından geçmeyenlerin elinden zor aldık peynirleri. Gravyerleri muhteşemdi. Çeçil de nispeten tuzlu olmasına rağmen diğerlerinden aşağı kalmadı. Ailenin tüm fertlerinden 10 üzerinden 10 almayı başardı peynirler. Ama mezelik diye satılan baharatlı gravyer bir rüyaydı sanki. İnternet üzerinden satışları var, fakat mezelik denilen özel gravyer için telefon açmak gerek sanırım. Sitelerinde görünmüyor çünkü. Gravyer için bir tavsiyem de şu olur: Dolapta saklarsanız, çıkarıp küpler halinde doğradıktan sonra oda sıcaklığında bir süre bekletin. Doğal yağının açığa çıktığını ve peynirin yumuşadığını göreceksiniz.



Serinin devamı için buradan lütfen

 Doğu Ekspresi ve Kars. Nedir, nasıl bilet alınır, tren ve yolculuk nasıldır için buradan lütfen.


 *Ayırd etmek çok zor da olsa tüm mekanlarda muhtemelen zerdeçal kullanılıyor, safranın fiyatından kaynaklı olarak.. Bu bir lezzet kaybına sebep olmuyor. Zerdeçal da Hint safranı sonuçta.
  
**Bozbaş denilen geleneksel yemeğin farklı  yorumu.




23 Nisan 2016 Cumartesi

Sen kaç yüzyıldır burada bakkalsın be Vahit Abi

05/02/2016

Eski bankanın karşısındaki eski iki binadan biri Orman'la ilgili sandığım bir kurumun. Yanından geçip sağa dönüyoruz. Sabah kuşları kar yüklü ağaçların üstünde, cadde sessiz. Bir an binanın arka yüzü dikkatimizi çekiyor ve hiç de yabancı gelmiyor desenler. Burası Kar's Otel. Durmuştuk aslında üzerinde, cezbedici de gelmişti. Olabilirdi de. Ama biraz da hissiyat tercihimizi kesinleştirmişti. Fotoğraflarının aksine daha silik geldi o an. Pişmanlık yaşamadık. Yazın nasıl olur acaba? Konumu da güzel!


Yola devam. İnsana burada yaşasaydım bu okulda okurdum dedirten İsmet Paşa İlköğretim Okulu. Her okulun olduğu yerde bir bakkal amca da olmalı di mi ama? Lakin biz Kars sürecinin en keyifli anlarından birini yaşayacağımızdan henüz habersiziz. Öyle odaklanmışız ki  Yusufpaşa Camisi'ne ve  onu sanki bir tabloda tamamlasın diye dibine yerleştirilmiş içinden ağaç çıkıyor sanılası eve... Onu göremiyoruz. Aslında gördüm!


Soğuk susatıyor, ağzımız kurudu. Vaha dedikleri bu olmalı.  Kesinlikle bir rüya. Henüz sabahın erkeni ve sanki kırpıştırmak gerek gözleri. Olamaz. Ama oldu! Yalnız cami ve ev birlikte çok hoş. Çekmeden bırakılmaz. Onların hemen yanında ise "işte budur" dedirten ev. Mavileri asla kaçırmayan, mavi aşkı tavanda birisinin deklanşöründen olmalı kesinlikle. Önce bakkala mı girsek acaba?

Hiç bir müzede, hiç bir objenin önünde olmadığımız kadar vitrininde kalıyoruz. Ne garip ki Karadeniz'in ücra bir köşesindeki de bu da mavi.* Eski bakkalların hepsinde mutlaka mavi var mıdır ki?


Bir masalın kapısını aralayıp da içine girer gibi giriyoruz dükkâna. Kapının hemen yanındaki sobanın başında ısınan bir genç adam var. Üzerindeki montun ambleminden anlaşılıyor ki dışarıdaki araç onun.  Abiyi sevdiği belli. Sobanın üzerinde çay.

Abi çok kibar, ayağa kalktı.

"Bir su lütfen."

İki de meyve suyu alıyorum raftan. Çocukluk gibi. Muhteşem bi an. Daha çok şey almak geliyor içimizden. Bütün paramızı buraya döksek mutlu olacağız gibi. O an duruyorum. İki duygu bir arada.  İnayet kısmına fren yaptırıyorum. An'a yakışmadı.

 "Ne  kadar?"

Şu an hatırlamıyorum ama şaşırtıcı gelecek kadar düşük bir fiyat. 2.25'di, hatırladım. Bir liraları veriyorum ve küsurat için bozuk arıyoruz. İstemiyor. "Misafirsiniz," diyor. Almamakta ısrarcı. Masasının üzerine bırakıyoruz.

 

"Adın ne abi.?"

"Vahit."

"Abi sakın bu dükkânı bozma, sakın ama."

Gülümsüyor. Niyet etmiş gibi. Sanki sonra vazgeçmiş. İlgi odağı olduğunun farkında. "Fotoğrafını çekebilir miyiz?" diye soruyoruz. Kabul ediyor, alışkın sanki. "Bir yazıda kullanacağım ama! Yayımlayacağım."   Havasını atıyor: "Turuncu Dergisi çekti, dergiyi göndereceklerdi güya. TRT çekim yaptı, uğrayan çok oluyor." Amblemli montu olan genci de çağırdı yanına "Gel, sen de çık." dedi, poz verirken. Çekingen geldi diğeri, biraz utangaç. Ama istekli de. Şöhret olmanın dayanılmaz sevinci.

Raflar rengârenk. Bilmediğim markada kekler, bisküviler, çikolatalar, meyve suları. Acaba lokum ile açık bisküvi de var mıydı?


Üzerinde bulunduğumuz Gazi Ahmet Muhtar Paşa Caddesi'nin Şehit Hulusi Aytekin Caddesi ile kesişme noktasındaki Tuncay Güvensoy tarafından restore ettirilmiş, sırf boyalarının yeniliğinden kaynaklı olarak caddenin tamamında ayrık otu gibi kalan ve bu nedenle şefkatimiz eksik evin önündeyiz. Kaleden çıkıp da yürüdüğümüz gün çekmediğimiz fotoğraflarını çekiyoruz. Bir kaç yıl daha geçtikten sonra, biraz eskiyince boyaları sanki, caddeye ait olacak yeniden. Sırtımızı yasladığımız duvarın ardındaki ev ise hayal kurdurmalık. Meyve suyumu bitirdim. Susuzluğumu artırmaktan öte bir işe yaramadı.

  
"Vahit Abi'de yapmalıydık kahvaltıyı." Aynı anda çıkıyor kelimeler ağzımızdan. Gramla kahvaltılıklar almalıydık ondan. Ekmek dolabından da bir ekmek. Sobanın üzerinde kızartmalıydık ekmek dilimlerini. O dilimlerin üzerinde olmalıydı yağ ile reçel. Mutlaka helva olmalıydı gazete kağıdından sofranın üzerinde. Sobanın üstündeki demli çayla çıkarmalıydık sabahın keyfini.

Ukdelerimizin en acı vereni bu. Neler konuşurduk oysa... ne anılar dinlerdik ondan. Kaç mezun öğrenci ziyaret ediyordu onu mesela. Kaç kişinin anılarından yazıya dökülmüştür kim bilir. Hiç karşılaştık mı kaldırımın bir kenarında mesela. Mahallemiz aynı sonuçta!


Günün neredeyse tamamında Vahit Abi var. İnsan bir Kars belgeseli çekse ve o belgeselin içinde ötekilerden tümüyle farklı, daha sıcak, daha sempatik olarak kesinlikle öne çıkar Vahit Abi. O belki de bu ülkenin tüm eski eserleri ve geleneğinin var olan örneklerinin en değerlilerinden biri. O bir bakkal amca yahu! Daha ne olsun! Üstelik de şehrin görece sessiz ve zamanın durduğu bir bölgesinde en önemli kültür simgelerinden biri olarak kanlı canlı var. Ahhh bir de sömestir tatilinde olmamalıydık ki... Görebilseydik keşke zilin ardından dükkâna doluşan  derse yetişme telaşındaki çocukların aceleci seslerindeki "Vahit Abi Vahit Abi," nidalarını...


Otelin bol çeşitli, güzel manzaralı salonunun gerçek bir kahvaltı zevki yaşatan tadına rağmen, içimizdeki tokluğun verdiği pişmanlık arş-ı âlâda. An itibari ile Kars'ta yapılacaklar listemizin en başında Vahit Abi'de  kahvaltı var. Belki de ondan alınacak domates, salatalık, peynir, zeytin, karpuz ve yaz helvası eşliğinde bir öğlen yemeği... Mavi pencereli evin bahçe duvarının üzerinde oturarak olmalı kesinlikle.


İyi ki Çocuk Kütüphanesi yapılmış güzel binayı da geçtikten sonra; tatlı yokuşun üst kısmında, Kafkas Haber Ajansı'nın ofisi ile karşılaşmak şahane. Aşinayız birbirimize. Bir yazımdan (Göğceli Cami) isim vererek yapılmış bir alıntının kullanıldığı, bu konu üzerinde araştırma yapan, Kafkas Üniversitesi'nden bir akademisyenin makalesini yayımlamışlardı, eski sayılarından birinde. Tesadüfen görmüştüm nette. Uğrasak mı? İstiyoruz, demli bir sabah çayı ve sohbet güzel olabilir. Ne yazık ki henüz açan olmamış ofisi. Yalnız, yolunuz düşerse Kars'a, kesinlikle yerel gazetelerden almalısınız. Çok pişmanız... Eksiğiz.

Kapının önündeki polis kulübesini ve keyifli sohbetin dibine vurmuş, ince belli bardaklardaki çaylarının tadını çıkaran misafir polisleri görünce,  "Fotoğraf çekebilir miyiz?" diye soruyorum. Yüzlerindeki ifade muhteşem bir şaşkınlık. "Tabii ki." deyip sohbetlerine devam ediyorlar. Valilik sanmıştım da! Oysa Ticaret Odasıymış. Valilikse üç fotoğraf yukarıdaki sarkıtlarına dikkat edilesi Baltık  tarzı mimarisi ve geniş alanı ile göz dolduran sarı renkli bina. Bu paragrafın üstündeki ise üzerine pek de espri yaptığımız, tabelasındaki ifadeye bayıldığımız, Bakü tecrübeli yol arkadaşımın  gözlemleri üzerinden -güzel- nedenini kavradığım  Azərbaycan Respublikasının Qarsdakı Baş Konsulluğu. Hemen yanındaki güzel bina ise önündeki kaldırımsızlıkla güzel Halk Sağlığı Müdürlüğü.

Hemen önündeki bozulmuş asfaltın kenarında kalan, çakılla karışık toprağın üzerinde oluşmuş cam gibi buzların altından kıvrılarak akan minicik ırmakları izlemek çok keyifli. Ne kadar kaldık, kaç poz fotoğraf çektik bilmiyorum. Yusufpaşa Mahallesi, dolayısı ile Ordu Caddesinin tamamı, Faik Bey Caddesi ile birleştiği noktaya kadar kesinlikle zamanın dışından bir alan. En güzel golü ise en esprili mekân seçtiğimiz "adıgüzel" bir kafe atıyor.


Tam karşısındaki binanın önünde uzun kalıyoruz, bayıldık. Terk edilmiş, tüm ayrıntıları, o ayrıntılardaki incelikli işçilik muhteşem. Etrafa bakınıyoruz bir yandan. Plan yapıyoruz. "Yardımcı olabilirim." diyor genç adam.  Kars'ın acemisi sandı bizi. Marşı basıyor ama bir türlü çalışmıyor araba. Şık bir pick-up'ı var. Üst model. Güçlü bir araba. Bir arkadaşı ile uğraşıyorlar, uzun süredir. Teşekkür ediyoruz, yardım önerisi için. Arabanın sorununun teşhisi ve çözümü ise bende var. İşim bu benim. Hava sert, mevsim kış. Kesinlikle çok yardımsever şehrin halkı, neredeyse sorduğunuz yere elinizden tutup götürecek derece.


Bir kez daha Faik Bey Caddesi'ndeyiz. Karabağ Oteli'nden, Büyük Migros'un önünden, peynir alışverişini ondan yapmadığımız ama  her gün gördüğümüz, caddenin köşesindeki direkte asılı "Tarihi Zavotlar" reklam tabelasından sola, Atatürk Caddesi'ne dönüyoruz. Serka'nın önünden bilmem kaçıncı kere geçiyoruz. Kesinlikle güzel bina. Her akşam vitrininde kaldığımız tükkândan alışveriş yapma günü. Yarın sabah Kars'a veda. Bu şirin tükkana girdiğimiz an bilgisayarın başındaki üçüz olmaları muhtemel ama kardeş oldukları kesin gözlüklü çocuklara bayılıyoruz.  Alışveriş. "Tükkân" sahibesi ile sohbet. İç taraftaki beklenmedik kafe'sine bayım bayım bayılma derken... Oteldeyiz. Tekrar çıkacağız otelden ama! Migros Jet'den şarabımızı, peynirleri kargoya verdirdiğimiz peynirciden de yolluklarımızı almak üzere... Neredeyse 10 kilometrenin altında kalacaktık bugün ilk kez. Neredeyse!


Yazının devamı

 Doğu Ekspresi ve Kars. Nedir, nasıl bilet alınır, tren ve yolculuk nasıldır için buradan lütfen.

 *Karadeniz'in ücra bir köşesindeki bakkal yazıdaki 7.fotoğraf, görmek isterseniz, buradan lütfen

Fotoğraflar Nikon L23 ile..


İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP