Şehir güzel çok mekana sahip olmasına rağmen "Zevkten parmaklarımı yedim." dedirtecek ürün sunan ya da yaptığı herhangi bir yemeği "Budur!" dedirtecek noktaya çıkartabilen yeteri kadar lokantaya sahip değil. Gerçekten ülkenin farklı şehirlerindeki farklı mekanlarda öne çıkan lezzetlerle yarışabilecek, onların tadını silip kendi tadını damaklara kazıyabilecek, dolayısıyla kendine özel bir yer edinebilecek lokanta sayısı çok az. İşte bunlardan bir tanesi Lezzet.
Pek çok yeme içme meraklısı tarafından bilinen, yolu Samsun'a düşenlerin uğramadan geçmediği yerlerin önde gelenlerinden biri, bu küçük ve sevimli mekan. Onu özel yapan da, Tırtıl'ı bu lokantaya ilk götürdüğüm gün, lokantadan çıkıp da neredeyse 500 metre yürüdükten sonra kurduğu "Ne dönermiş be! Damağımda hala tadını, odunun kokusunu hissediyorum" cümlesinde -en gerçek ve en saf- tanımını bulan Lezzeti.
Etle buluşan odunun damaktaki kokusu, son derece lezzetli ve incecik lavaşın -özel istek üzerine- yağlanıp ocağın kenarında hafiçe kızartılmış çıtırlığı, yine isteğiniz üzerine -dönerci deyimiyle- tabağınızdaki kebabın alttan yağlanmış hali; tıpkı bitimi on numara, dengeli bir şarabın aklınıza kazınacak tadı gibi.
87 yıllık yerinden taşınacak bu lokantanın son gününde Tırtıl'la birlikte ve büyük bir keyifle yerken dönerlerimizi, burayı değerli kılan unsurlardan birinin ayran olduğu konusunda hemfikir olduk. Biz bir lokantanın kendi ayranını kendi yapıyor olmasını çok değerli buluruz. Tabii ki kendi ayranım diye marketlerde satılan fabrikasyon yoğurtlardan alıp yapanları değil.
Tarih kokan, pek çok anıyı barındıran fotoğrafların yeni mekana taşındıkları için boş bıraktıkları duvarın önündeki eski masalarda son kez yenilen dönerin bu son gününde, bir müşterinin servis edilen doğal ayranı geri gönderip de hazır ayranlardan istemesine acaip ayar olduk.
Perşembe/ Yalıköyde -külde demlediği çayı ile meşhur- Saçlı'nın; gelen çaya fazla şeker atmak isteyen ve adını duyduğu bu mekanı merak eden bir misafirimin önündeki çayı almasının ardından "Bal içeceksen yeri burası değil." demesinin -onun kendine has üslubunu bilmeyenler açısından ne kadar yanlış bulunursa bulunsun- özünde doğruluğu üzerine düşündüm. Bu tür, yaptıkları ürüne saygısı olan, ona kendi üsluplarını katan mekanların sırf ticari kaygılar ve müşteri memnuniyeti yüzünden ödünler vermesini, rekabeti başkalarına benzeyerek yapmalarını hiç bir zaman doğru bulmadım. Çünkü tüm yedikleri içtikleri, raf ömrüne endekslenmiş ürünlerden oluşan çocukların, gerçek tadlarla buluşabilmelerinin tek imkanının, geleneklerini koruyan bu tür yerler olduğuna inandım.
"Anılarımda yer etmiş eskinin bir lokantası yıkıldığında veya yer değiştirdiğinde yeni yerine gitmem, yaşadığım tadı severim, bozulsun istemem..." cümlelerinin altını yaşamı boyunca kalın kalın çizmiş ben ilk kez babamla geldiğim, sonra kendi çocuklarımı getirdiğim bu mekana onların da çocuklarını getirebilmesini çok isterdim.
Aynı gün yine 87 yıllık bir pastanede tatlı keyfi yaparken gördüğü şemsiye çikolatalardan alan Tırtıl'ın, onu yerken kurduğu cümleden daha güzel hiç bir şey anlatamaz, "eğitim şart" vurgusunun ne olduğunu: "Ben bir gün Belediye Başkanı olursam, kesinlikle bu güne kadar yediğim çikolata ve gofretlerden sattırmayacağım. Bütün raflara bunlardan koyduracağım."
Lezzet Lokantası, yine Saathane Meydanında, eski yerinin 15 metre uzağında daha büyük ve daha modern bir yere taşınıyor. Tabii ki onun dönerinden - tadını koruduğu sürece- vazgeçmeyeceğiz.
Çünkü: Büyükşehir Belediyesinin Saathane Meydanını yeniden düzenlenmek için oluşturduğu proje yüzünden 87 yıllık yerini kaybetmemek için hukuk savaşı veren şu anki kuşak; tarihsel geçmişlerini bir kenara bırakıp lokantalarından vazgeçen mirascılardan, mevcut yerlerini bankalara kiralayan lokanta sahiplerinden olmadıkları, bir geleneği ne olursa olsun devam ettirdikleri, tarihsel sorumluluklarının farkında oldukları için saygıyı fazlasıyla hak ediyorlar.
Ahtapot gezintisi
4 saat önce