28 Ekim 2011 Cuma

Behzat Ç. - Seni Kalbime Gömdüm

"Bazen geçmişten eksilen bir binanın önünden geçmeyi sevmem, anılarımda yer etmiş eskinin bir lokantası yıkıldığında veya yer değiştirdiğinde yeni yerine gitmem, yaşadığım tadı severim, bozulsun istemem."

"Behzat Ç. benim vazgeçilmezimdir. Hani derler ya iki elim kanda olsa... Tam anlamıyla o derece de bir izleyicisiyimdir. Bütün bir haftanın, kafa içi sohbetlerin en şahane dağıtıcısıdır. Müthiş eğlenir, bazen kahkahalarla güler ve rengarenk bir keyif alırım ondan."

"Her bölümünde farklı bir olay ve karakterlere de yer veren, ama bütününde ana kahramanlarının öykülerini de sürdüren sağlam bir metne dayanması, görüntü anlamında 80'li yılların film renklerini ve kamera açılarını kullanıyor olması, film jeneriği tadındaki girişi beni ona bağlayan en önemli etkenlerdir."

"Sağlam müziği, keyifli diyalogları, oyuncuların başarıyla canlandırdıkları kendine münhasır karakterlerinin yanısıra... İçine kasmayan türden bir mizah yerleştirilmiş, parodisel bir abartıyla lezzetlendirilmiş, şahane göndermeleri de olan, tümüyle insan kokan masalımsı tadı nedeniyle benim için olmazsa olmaz bir dizi olmuştur Behzat Ç."

Bütün bu cümleleri değişik zamanlarda kurmuş olan, hatta uğruna Fenerbahçe maçlarından bile vazgeçebilen ben; film e-postama düştüğü günden beri müthiş bir ikilem içindeydim.

Hayatın içinde tecrübe ederek doğruluğuna çok kere tanık olduğum önemli sözlerden biri şu olmuştur: Taş yerinde ağırdır.

Ne zaman ücralarda keşfedip de müdavimi olduğum(uz) bir mekan sahibi: "Abi burayı daha işlek bir yere taşıyıp büyütmek istiyorum." dese, "Aman ha!" derim. Bilirim ki birbirlerinin kulağına üfleyen, dolayısıyla mekanın müşteri sayısını çoğaltan kalibresi yüksek müdavimler yüzünden bu hevese kapılır dükkan sahibi. Bilmez ki her geçen gün sayıları artarak dükkanın müdavimi olan bu kişiler, gittiği yeni yerde büyük olasılıkla olmayacaklardır; belki sayıca daha çok, ama kalibresi farklı farklı yeni müşterileri olacaktır, o da çizgisinden büyük olasılıkla şaşacaktır.

İşte bu türden nedenlerle, filmi yapmanın altındaki -bence- tüccar bakış yüzünden, kaygılıydım. Filmin zorlamalar içereceğini, bir takım klişelere başvuracağını, ona sahip çıkan sadık izleyicisinin yarattığı popülariteyi paraya tahvil etmek isteyeceğini, bu yüzden de çok daha geniş kitlelerin hoşuna gidecek popüler tadları içinde barındıracağını, mizahı incelikten uzaklaştırıp "abartacağını" ve hatta İvedikleştireceğini düşünüyordum. Hatta bundan emindim.

Sezonu; dünya dizi tarihinin belki de en ters köşe, en çarpıcı, tüm sevenlerini şaşkın ve ağızları bi karış açık bırakmış olağanüstü bir finalle bitirmiş ve sevdiğim dizinin, bende bıraktığı tadın silinmesini istemiyordum. Bu yüzden kararsızdım. Ama merakıma yenik düştüm.

Uzun lafın kısaları:

Bu filmde güldüm mü? Arada sırada güldüm; hatta kahkahalarla.

Filmden tat aldım mı? Sadece dizideki ekibin bir arada olduğu sahnelerde...

Cansu Dere'yi ve filme yerleştirilmiş bazı karakterleri yadırgayıp yabancıladım mı? Evet... ve dizideki bazı karakterleri de gözlerim aradı.

Özellikle Behzat'ın kızıyla ilgili halüsinasyonları abartılı mıydı? Evet.

İzlerken neden bu filmi 'böyle' yaptılar deyip sıklıkla tadım kaçtı mı? Evet

Erdal Beşikçioğlu'na verilen Altın Portakal'ın, dizisinin etkisi ve algılarda ettiği yerle ilgili olduğunu düşündüm mü? Düşündüm.

Dizideki doğallık ve merak ettiren lezzetli akış filmde var mıydı? Bence yoktu. Hatta Behzat Ç.'nin o kendine has dokusu bozulmuş, sanki biraz da Snatch tarzı bir kurgu yapılmak istenmişti. ( İçimdeki ukala zaman zaman 'böyle bir esinlenme var' duygusuyla izledi de filmi.)

Filmi izlediğime pişman mıyım? Pişmanım. Ama çok kötü bir film olduğu için değil, kişisel nedenlerimden ve diziyle aramda oluşmuş bağ yüzünden.

Diziyle arama soğukluk girme ihtimali var mı? Var.

Dizideki üç kadınla olan gönül ilişkisinin her birindeki duygular makul, sahici, anlaşılabilir ve şık dururken, filmde yaşadığı duygusal durum şık mıydı, anlaşılabilir bulundu mu, yoksa gereksiz bir abartı mıydı? Kesinlikle abartıydı ve hiç de sempatik gelmedi.

Mekanda, ilişkiyle(Cansu Dere) kafa çekerlerken şarkı söyleyen kadının yerine Pelinsu Pir'i aradı mı gözlerim? Aradı.

En çok kimi beğendim? Hakan Borav'ın -canlandırdığı sıradışı karakterdeki- oyunculuğunu ve Harun'u; ki seyirciyi ve beni kahkaya boğan sahneler hep Harun'un olduklarıydı.

Keşke gitmeseydim dedim mi? Dedim.

Fakat herşeye rağmen, dizinin sadık bir izleyicisi değilseniz, izleyicisi ama yaşamla ilgili prensipleriniz benle benzeş değilse, gülüp iyi vakit geçirebileceğiniz bir film olduğunun altını çizerim; bu manada hakkını yemem.

Belki de film; daha önce uzak durduğunuz dizinin yeni takipçileri olarak, hayran listesine katılmanıza olanak yaratabilir.

25 Ekim 2011 Salı

Kendimi Sorumlu Hissettim

Bir genç olarak;

Ülkemi yönetenlere ilkokuldan başlayarak bana ne kadar önemli topraklarda yaşadığımı öğrettikleri için teşekkür ederim; ancak onlar 30 yıldır bu güzel toprakların kan gölüne dönmesine seyirci kalıyorlar.

Ülkemi yönetenlere beni alkol ve sigaradan korudukları için teşekkür ederim; ama onlar beni dayanıksız bir Yurtkur binasında iki gün önce öldürdüler.

Ülkemi yönetenlere bilim ve özgür düşüncenin yuvası olan üniversitelerin sayısını ve kontenjanlarını her geçen yıl arttırdıkları ve beni de üniversiteli yaptıkları için teşekkür ederim; ama onlar benim televizyonda ne izlediğimden, internette ne yaptığıma kadar elinden gelen her alanda sansür uygulayıp, hayatımı sınırlıyorlar.

Ülkemi yönetenlere bana üniversitede okuduğum süre boyunca burs-kredi bağladıkları için teşekkür ederim; ancak yine onlar parasız eğitim istediğim için beni hapse attılar.

Ülkemi yönetenlere insanlık dramına seyirci kalmayıp Somali'ye yardım kampanyaları düzenledikleri için herşeyden önce bir insan olarak teşekkür ederim; ama yine onlar 4 yıl önce Beyoğlu Karakolu'nda bir Nijeryalıyı öldürdüler.

Ülkemi yönetenlere Filistinli mahkumların serbest bırakılmasında rol oynadıkları için teşekkür ederim; ancak onlar yüzlerce kişiyi bir isimsiz ihbar mektubuyla ya da usulsüz bir telefon dinlemesi karşılığında haksız yere yıllardır hapiste tutuyorlar.

Ülkemi yönetenlere daha birçok konuda teşekkür edebilirim. Aklıma gelmeyenler için onlardan özür dilerim.

Haa! Son bir şey daha var:

Beni hibe vererek yurt dışına gönderdikleri, başka ülkelerdeki insanların nasıl barış, huzur, özgürlük ve adalet içinde yaşayabildiklerini görmemi sağladıkları için çok ama çok teşekkür ederim. Çünkü benim ülkemde bunların hiçbiri yok!

21 Ekim 2011 Cuma

Şehitler Ölür!



Şehit evine başsağlığı dilemeye gittiğinde "Bu herkese nasip olmaz." klişesini de içine koyduğu ve şehitlik mertebesine vurgu yaptığı 'şekerlemelerinden' teselli ve gurur çıkarttırmaya çalışan siyaset anlayışındaki yetkili kişi: Bu fotoğrafı, 'görebilesin', biraz da anlayabilesin diye gözüne sokarım. Bu fotoğraftaki ANA, bir mandadır. Büyük harflerle bir kez daha yazıyorum ki iyi anla MANDA.

ANA, şairin* şu dizelerindeki gibidir:

O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik

Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazmıştır:
Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler

Baba da şöyle:
Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor
Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:
Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım.


Hiç bir ana-baba yoktur ki evladını bu anlamda -siyasi- bir kirli savaş için ölüme, seve seve göndersin.

Her cenazede sokaklara dökülüp "Şehitler ölmez!" diye hamasetle bağıranlar ve dahi köşe yazılarında tabutların döndüğü evlerin neden hep yoksul olduğuna vurgu yaparak adalet duygusunu kaşıyan köşe yazarları: Bütün analar ve babalar yukarıdaki manda gibidir. Ellerinden gelse hep bu anı yaşamak isterler.

Gerçeği kabul edelim ki bu çocuklar gönüllü olmadıkları bir mesleğe mecburen katılıyorlar. Onlar, öleceklerini ve öldüreceklerini baştan kabul ettikleri bir mesleği, kendilerine sunulan seçenekler içinden gönüllü seçmiyorlar. Onlar, çözüm üretme makamlarında olan ama suçu başka yerlere atıp hayali düşmanlar yaratarak bahaneler üreten bir takım aklı evvellerin, siyasi rant peşinde koşanların, tuzu kuru yerlerde beyaz kefen giydik nutukları atanların, hepimizi seçim dönemlerinde hanelerine atılacak bir artı olarak görenlerin beceriksiz, yanlış, kaypak, yanar -döner siyasetlerinin bedelini ödüyorlar.

Bu çocuklar en masum ölümü yaşıyorlar. ÖLÜYORLAR.

Oysa biz; olayların sıcağında duygularımızı dışa vurup, iki slogan atıp üç yazı yazıp sonrasında anamızın kucağına dönüyoruz. Bir sonraki ölümlere kadar yokuz!

Olayların sıcağındayken, "Onların bize emaneti." diye saçlarını okşadığımız -bu ülkeye emanet-çocuklarının en temel ihtiyaçlarını karşılama konusunda herhangi bir eylemimiz var mı? Hangimiz okulların başlama döneminde bir defter, bir kitap, bir kalem, bir önlük, bir ayakkabı, bir pantolon alıp kapılarını çalıyoruz? Hangimiz mahallemizde yaşayan, olanakları kısıtlı bir şehit çocuğunun elinden tutup bir kitapçıya, sinemaya, bir spor müsabakasına ya da tiyatroya götürüp hayatla kucaklaşmasına zemin hazırlıyoruz?

Neredeyse her ilçede bir şekilde dernekleşmiş, dernek odalarında toplanarak birbirlerinin acılarından terapileri yapan anaların arasına yılda bir kere de olsa bir kutu pasta alıp hangimiz katılıyoruz, yanlarında olduğumuzu hissettiriyoruz? Bakın burada, nereye gideceği konusunda şüpheler duyacağınız bir bağıştan söz etmiyorum! Güvenilir, sıcak, paylaşan ve sorun çözebilecek davranışlardan, dokunmaktan söz ediyorum.

Evet, gerçek şu ki: Biz kendimize teselliler yaratıp büyük sözler eden ama pratikte hiç bir yararı olmayan, sorumluluk duygusu taşımayan, asıl sorgulanması ve hesap sorulması gereken "sorumlu" siyasi makamları sorgulamayan, o makamlardan hesap soramayan, işin eğrisini-doğrusunu insanlığıyla değil de siyasal duruşuna göre değerlendiren, 30 yıldır akan bu kandaki her ölüm sonrasında -aynı nakaratlarla- kolayca uyutulabilen ikiyüzlüleriz. Hep birlikte ÖLDÜRÜYORUZ.

*Dizeler Ece Ayhan'a aittir.
*Fotoğraf kısa bir süre önce kızılırmak deltasındaki kuş cennetinde, başka amaçla çekilmiş bir dizi fotoğraftan biridir. Tırtılın makinesi Nikon L23 ile çekilmiştir.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP