20 Şubat 2011 Pazar

Varşova'da Bir Türk Lokantası


Varşova'da ilk günleriniz yol yordam bilmediğiniz için zor geçebilir. İngilizceniz pek iyi değilse, ya da derdinizi anlatacak kadar İngilizceniz olmasına rağmen, İngilizce bilmeyen Lehlerle bir türlü anlaşamıyorsanız mutlaka uğramanız gereken adres Centrum'da Emilii Plater Caddesi'nde yer alan Türk Restoranı olmalı. Stadı bilenler için söylüyorum: Palace of Culture'ın yanındaki büyük parkın karşı çaprazı yani.. Hemen yanında da Intercontinental Hotel bulunmakta..

Polonyalılar, onlarla yapacağınız birebir konuşmalardan da öğrenebileceğiniz üzere, kebaplarımızı çok sevdiğinden, hemen her semtte bir kebapçıya rastlamanız olası; ancak birçoğunu araplar başta olmak üzere diğer müslümanlar işletmekte. O kadar ki Bengladeş usulü türk döneri yediğimiz bile oldu!

Her neyse.. Bizim gururumuzu kurtaran kebapçılardan biri işte burası. Mercimek çorbasından, tas kebabına; iskenderden dönere her türlü damak tadı özleminizi, dil problemi olmadığından kazıklanma endişesi de taşımadan dindirebileceğiniz bir yer. Genç çalışanları gece hayatı, kalacak yer ve ulaşım gibi çeşitli konularda size yardımcı olacaklardır.

19 Şubat 2011 Cumartesi

Varşova'da Uyanmak



Bir hafta gecikmeli bir yazı oluyor; ancak gerek kaldığımız yerde yaşadığımız bazı problemler (özellikle İngilizce bilen biri bulma konusunda yaşadığımız zorluklar), gerekse çevreyi çok hızlı keşfetme isteğim zamanında yazı eklemeye yönelik daha önce yaptığım planları baltaladı. Aslında yazacak çok fazla şey biriktirdim ve muhtemelen hepsini tek bir posta sığdıramayacağım. Kaldığımız hostelde 3-4 gündür yaşadığımız internet problemi nedeniyle, bu yazıyı ilk gün gördüklerimle sınırlayıp pratik bilgilere yarından itibaren daha sık yer vereceğim.

Varşova'daki ilk sabahımız muhtemelen Polonyalıların aralarında "Yazdan kalma bir gün!" şeklinde konuştuğu kadar güzeldi. Entresan; ama beklentilerimizin aksine görünürde kar falan yoktu, hava 5 dereceydi ve bu sayede ilk günden bayağı bir yer gezme fırsatı bulduk.

Varşova'nın kalbinin attığı yer "Centrum", Palace of Culture'ın etrafını oluşturuyor. Çevresinde açlık, parasızlık, kalacak yer gibi hemen her türlü ihtiyacınızı giderebileceğiniz barlar, restaurantlar, bankalar ve oteller mevcut. Her tarafı "Turkish Kebab" levhalı lokantaların çevrelemiş olması sizi ilk başta Varşova'da olduğunuza inandırmaya yetmeyebilir. Ancak Palace of Culture'ın ihtişamı sizi kesinlikle ikna edecektir.

İlk gün için karnınızı özellikle domuz etine karşıysanız kebapla ya da McDonald's, KFC ya da Burger King'de doyurabilirsiniz. Bizim tercihimiz KFC oldu. Menü isimleri bizdekilerden biraz farklı olmakla birlikte, Big Box menü 18 zloty karşılığında sizi 1 gün boyunca tok tutmaya yetecektir.
Nowy Swiat:

Centrum'un Wisla tarafına doğru 2 sokak gerisinde kalan Nowy Swiat, onu dümdüz arşınlamanız halinde sizi doğruca Old Town'a, (Stare Miasto ve Nowe Miasto'nun oluşturduğu bölge) götürecektir. Nowy Swiat'ı arka sokaklara bağlayan pasajları kullanarak çeşitli barlar keşfedebilirsiniz. Ancak caddenin üzerindeki mekanlarda fiyatlar Polonya standartlarına göre biraz tuzlu. Sipariş vermeden önce menü listesini iyice kolaçan etmeniz yararınıza..

Nowy Swiat ve onu takip eden Krakowskie üzerinde birçok heykel, katedral, kilise ile Varşova Üniversitesi ve Başkanlık Sarayı bulunuyor.

12 Şubat 2011 Cumartesi

Varşova'ya Giderken..

Varşova Uçağının Kalkışından Bir Gün Önce:

Doğmaya denizi aydınlatarak başlayan güneşle birlikte uyanıyorum. İstanbul uçağım sabah saat 9'da çünkü. Bu kadar erken kalkmaya pek alışık olmayan bünyem için pek sevindirici bir olay değil açıkcası.

Annemi ve kardeşimi son kez koklayıp, şehrimin doğup büyüdüğüm sahiline son bir selam çaktıktan sonra babamla birlikte havaalanına doğru yola koyuluyoruz. Henüz pek bir heyecan yok, en azından Varşova'yla ilgili olan kısım konusunda. Çünkü ilk kez uçağa binecek olmanın yarattığı tedirginlik, bilinçaltımda daha egemen konumda.

Bu tedirginlik yüzünden havaalanı tuvaletinde unutulan bir telefonu daha sonra pişman olacağım bir hareketle danışmaya teslim etmeden uçağımın yolunu tutuyorum. Uçağa binmeden önce salonda beklerken gördüğüm son şey, otomatik kapının camından dışarıya bakan anne ve çocuğun hareketleri. Kapının açılmasıyla küçük çocuk büyük bir tehdit altına giriyor; kapı tam suratına çarpmak üzereyken, olabilecekleri daha önceden tahmin edemeyen annenin kuvvetli refleksleri son anda imdada yetişiyor. Ancak anne bu tecrübeye rağmen kapının önünden -biraz daha uzaklaşmakla birlikte- tam olarak ayrılmamakta ısrarlı..


THY-Lufthansa ortaklığı Sun Express'in Samsun-İstanbul uçağına binerken bizi güleryüzlü hostesleri karşılıyor. Bu stresimi azaltan ilk aşama. Artık koltuklarımıza kurulup havalanma zamanı..

Güzel bir havada gerçekleşen sorunsuz bir uçuşun ardından Sabiha Gökçen'e iniyoruz. Yolu yarıladığımızda tüm yolculara güven veren bir konuşma yapan kaptan pilotumuz yine iş başında. İlk uçuşum olmasına rağmen mükemmel bir iniş yaptığını düşündüğüm için onu alkışlayasım geliyor. Eski zamanlarda olsa alkışlardım!..

Sabiha Gökçen ve Atatürk'ün resimlerinin süslediği koridorlardan geçip bavullarımızı alıyoruz. Sırada Polonya için Avrupa'ya ilk adımı atmak var. Havaş'ın Taksim otobüsüyle kişi başı 13 lira ödeyerek boğazın karşı yakasına geçiyoruz. Küçüklüğümden bu yana çok uzun zamandır gelmediğim İstanbul'un o bilindik, kelimelere dökülmeyen mükemmelliği karşısında başka zaman donakalabilecekken, onu yalnızca bir geçiş noktası olarak kullanacak olmam biraz içimi burkuyor. Yine önümde 24 saatlik bir zaman dilimi var ve elimden geldiğince tadını çıkarıyorum. Uzun zamandır görüşülemeyen akrabalarla yenen keyifli bir akşam yemeği ve her yazımızı Atakum sahilinde geçirdiğimiz kuzenle bu kez Yeşilköy sahilinde yapılan kısa süreli bir kaçamak. Güzel bir barda önümüze konan lezzetli aperatifler ve yaza kadar bir daha birlikte tadamayacağımız son bira yudumları.. Gün boyu gezdiğimiz son model bir Mercedes'te cabası.. Tatlı tesadüfler bana mükemmel bir veda programı sunuyor.

Varşova Uçağı:

Atatürk Havalimanı Dış Hatlar'a halam, eniştem, kuzenler ve tabii ki Mercedes'le vedalaştıktan sonra B Kapısından babamla birlikte giriş yapıyoruz. Sırada Erasmus arkadaşlarımı beklemek var. İkisi check-in açılmadan önce havaalanına varıyor. Fırsattan istifade İstanbul kaçamağı yapan diğer ikisini ise, Ayasofya'nın kapısından çevirip acele etmeleri konusunda uyarıyoruz. Yurtdışı çıkış harcını ödeyip devletimizden son kazığı yedikten sonra saat 15.30'da, uçuş saatinden 2 saat önce check-in açılıyor. Biz üçümüz check-in'e girip yanyana yerlerimizi seçiyoruz. 20.6 kilo gelerek sınırı 600 gram aşan büyük bavulum uçağın yolunu benden önce tutuyor. El bagajım ise 10 kilo civarı ve olması gereken sınırın 2 katı. Onu tartıya koymuyorum. Güleryüzlü LOT çalışanı dönüp bakmıyor bile. Bunlara ilaveten omuzdan askılı, içine cüzdanım, fotoğraf makinam, cep telefonum, kalınca üç kitap, bir takım evraklar, pasaport ve olası bir hastalık için sağlık ocağında aile hekimime yazdırdığım soğuk algınlığı, ağrı kesici ve grip ilaçları* doldurulmuş küçük bir çanta ve elbette yine içine bere, atkı, eldiven ve ufak tefek evraklar yerleştirilmiş laptop çantam da var. Bagaj konusunda stres yapacak birşey yok yani..

Yarım saat sonra gelen diğer iki erasmusçumuz da check-in'ini yaptırdıktan sonra dış hatlarda biraz daha oturup, salona gidiniz yazısını okuyunca artık ayrılık vakti geliyor. Bizi havaalanına uğurlamaya gelenlerle son kez vedalaşıp pasaport kontrolüne giriyoruz. Çıkışımızı yaptırıp, Free Shop'ta biraz oyalandıktan sonra 202 nolu kapının yolunu tutuyoruz. Kapıdaki son kontrollerin ardından botlarım dahil hiçbir şeyi unutmadığıma emin oluyorum ve sıra Varşova'ya ayak basmadan önceki son aşamaya geliyor: 2.5 saatlik bir uçak yolculuğuna..

Varşova'yla İlk Karşılaşma:

Varşova'yla ilk karşılaşmam havadan gece ışıkları altındaki güzel görüntüsü. Şehrin ışıkları Wisla'nın üzerine yansıyor. Ancak Polonyalı pilot Sun Express'in Türk pilotu kadar güzel bir iniş yapmayı başaramıyor. Biraz sarsılıyoruz. Hislerimde yanılmamışım. İlk uçuşumun hatrına olmalı, Türk pilot bizi gerçekten güzel indirmiş.

Uçaktan inince "Non-Schengen" yazan kısımdan pasaport ve vize kontrolüne giriyoruz. Bizim gruptan ayrı başka iki Türk erasmus öğrencisi ilk İngilizce deneyimlerinden başarısızlıkla ayrılıyorlar. Polonyalı memur onlara geliş nedenlerini soruyor ve belgelerini istiyor. Sonunda çeşitli yardımlarla kabul kağıtlarını pasaportlarının yanına koyup, ayakta beklemekten dolayı arka sıralarda baş göstermeye başlayan sızlanmaları dindiriyorlar.

Varşova Chopin Havalimanı'nın, Atatürk Havalimanı'nın ancak yarısı büyüklüğünde olduğu gözüme çarpıyor.

Pasaport ve vize kontrolünden geçip, havaalanının döviz bürosunda kazık yeme pahasına Zloty edinmek için mecburen 20'şer Euro çevirttikten sonra, bizi havaalanının çıkışında karşılamak için bekleyen misafir üniversitenin Erasmus koordinatörü Iwona'nın yanına gidiyoruz. Daha önce Facebook'tan birbirimizi ekleyip konuştuğumuz için birbirimizi tanımak pek sorun olmuyor. Minibüse atlayıp bizim için ayarladıkları hostelin yolunu tutuyoruz.

Okulumuz ve kalacağımız hostel şehrin biraz dışında. Bu yüzden Varşova'yla karadan ilk karşılaşmamız otoyollardan ibaret ve havadaki kadar görkemli değil. Yapı olarak yalnızca Avrupa Şampiyonası için hazırlanan yeni stadını görebiliyoruz. Yolda sorduğumuz tüm sorulara Iwona güleryüzle cevap veriyor. Ancak Türk misafirperverliği tabiki yok. Açmıyız, susuzmuyuz sormak yok! Bizi Hostel'a bırakıp ödeme koşullarını anlattıktan sonra basıp gidiyor.

Resepsiyonda çalışan kızdan yakındaki marketlerin akşam 8'de kapandığını öğrenince kısa süreli bir şok geçiriyoruz. Saat 9 ve ertesi sabaha kadar yalnızca lobideki kahve makinasına talimiz. Karşılıklı odalara yerleştikten sonra biraz laklak edip, tıpkı Amerikan filmlerindeki klasik motellere benzeyen hostelimızı keşfe çıkıyoruz. Kapıda pitbulluyla birlikte bekleyen bekçi ısrarla bize Lehçe birşeyler anlatıyor; ancak tabi ki anlaşamıyoruz. Hostel'ın çevresinde biraz turlayıp gece karanlığı el verdikçe keşfe çıkıyoruz. Etrafımız ağaçlık ve sakin bir yer.. Çevrede oturanların evleri müstakil ve hemen her evin bahçesinde bize havlayan bir köpek var. Şehrin bu yakasında anlaşılan hayat biraz erken bitiyor ve çaresiz uyumak üzere odalarımıza dönüyoruz.

*İlaçlar reçetesi yanınızda olmak koşuluyla doğal hakkınız. Kimse açıp da bakmıyor ama işinizi şansa bırakmayın reçetenizi yanınıza alın.

Sonraki Bölüm: Varşova'da Uyanmak

27 Ocak 2011 Perşembe

Bilette Record Locator Olayı!

Elinizde, bir seyahat acentasından biletiniz diye size verilen, uçuş bilgilerinizi içeren antetsiz bir beyaz kağıt var.

Ucuza maledeyim diye düşünüp, tarihleriniz de kesin olduğu için erkenden aldınız, o gün için belki de üzerinde durmadınız ama bir an geldiğinde; bir üçkağıda getirilmiş olabilir miyim ya da bir yanlış giriş yüzünden tam uçağa binecekken başıma bir iş gelebilir mi diye endişelendiniz... içinize bir şüphe düştü ve an itibariyle bilet olduğunu düşündüğünüz belge kağıt parçasından öte bir anlam taşımamaya başladı sizin için...

Siz de şüphelerinizi gidermek, içinizi ferahlatmak amacıyla havayolunun sitesine girip Booking Number yazan yere "muhtemelen budur" diyerek, elinizdeki kağıtta yazılı olan Record Locator sözcüklerinin karşısına denk gelen ve muhtemelen harflerden oluşan karakterleri girdiniz. Name yazan kısma da tıpkı elinizdeki kağıtta yazılı olduğu şekliyle soyadınızı yazdınız. Hadi bakalım bul dediniz ve beklemeye başladınız. Fakat o da ne?

Ekrandaki yanıt endişelerinizi diken diken edip, vücudunuzun kimyasını bozdu. Çünkü; "böyle bir kayıt yok" ibaresiyle yüz yüze geldiniz. Sonra kağıt üzerindeki tüm rakamları bir bir girerek defalarca denediniz. Ne yapsanız ne etseniz de bozulmuş kimyanızın ateşini düşürüp içinizi rahatlatacak sonuca bir türlü ulaşamadınız. Başka çareler aramaya, bu konuda bir deneyim var mıdır acaba diye Google'da sözcükleri taratmaya, onun yardımıyla bu konudaki bilgilere ulaşmaya çalıştınız. Emin olun bu yazı yazılana kadar Record Locator ya da "elimdeki biletimsinin numaralarını giriyorum ama bir sonuç alamıyorumla" ilgili bir bilgi yoktu. Deneyle sabittir:))

Aslında son derece soğukkanlı ve telaşsız olan ben geçen gün kendim için uçak bileti alırken ve doğal olarak sistem kimlik numarası sorunca, bir anda acaba Mussano'nun biletini alırken kimlik numarasını yanlış söylemiş olabilir miyim endişesine kapıldım. Kesinlikle yanlış söylediğime karar verdim. Hatta bileti verecek görevli kadına cüzdanımdan kendi kimliğimi çıkararak numaraları söylediğim sahne geldi gözümün önüne. Doğal olarak oğul için endişelendim. Elimdeki a4 çıktıdaki bilgilerden yola çıkarak bileti havayolunun sitesinden kontrol etmek istedim. Ne yapsam ne etsem, hangi numarayı girsem kapı duvardı. Bileti direk havayolunun sitesinden aldığımızda elimizde e- bilet oluyordu ve doğal olarak bu bir soruna sebebiyet vermiyordu. Ki masanın üzerinde kendi bilgisayarımdan kendi ellerimle aldığım üç bilet vardı. Onlar gayet sağlıklı duruyorlardı.

Özellikle daha küçük ve burada merkezleri olmayan yabancı havayolu şirketlerinin biletlerini seyahat acentalarından almak zorunda kaldığınızdan, elinize düz bir çıktı veriliyor. Muhtemeldir ki derdinize çare ararken bu yazıya ulaştınız ve elinizde bu türden bir belge var.

Şimdi durum şu: Seyahat acentalarının, bilgisayar sistemi üzerinde ortak bir çalışma alanları var. Biletleri o sistem üzerinden alıyorlar. Dolayısıyla sizin elinizdeki belgede yazılı olan Record Locator karşılığına denk gelen numara o sisteme ait ve siz ulaşamıyorsunuz.

Yapmanız gereken, bileti aldığınız seyahat acentasından -bir telefonla- biletinizin ait olduğu havayolu şirketindeki pnr kodunuzu istemek. Onunla sisteme girdiğinizde bilgilerinize kolayca ulaşıyorsunuz ve içiniz rahat ediyor. Genelde endişeli biri iseniz ve illa da biletimi havayolu şirketinin sitesinde görmek istiyorum diy0rsanız benim tavsiyem; özellikle seyahat acentaları üzerinden yaptığınız yurt dışı bilet alışlarınızda, biletinize ait pnr numarasını verilen çıktıya yazdırmanız.

Ha benimki bir endişeli hal yanılsamasıymış. Kimlik numarası zaten sorulmamış, doğal olarak ben de söylememişim.:)) İnsan kendi için telaşsız olsa da çocuklar söz konusu olduğunda başka biri oluyor zannımca...

19 Ocak 2011 Çarşamba

Asansör Meselesi

Bugün yaygın olarak kullanılan asansörler, hidrolik ve ipli olmak üzere ikiye ayrılır. Çok katlı bir binada kullanılan tipik halatlı asansörü kabaca ele alalım. Yöntem basittir. Kabin çelik halatlara, halatlar da apartmanların üst katındaki asansör dairesinde makaraya, makara elektrik motoruna bağlıdır. Motor bir yöne döndüğünde makara asansörü kaldırır, diğer bir yöne döndüğünde asansörü indirir. Makara motor ve kontrol sistemi asansörün omurgasıdır. Ayrıca kabini kaldıran halatlar bir karşı ağırlığa bağlıdır. Asansörün yüzde kırkının dolması dahilinde karşı ağırlık ile kabin dengeye gelir. Dengenin amacı enerjiyi korumaktır. Denge halindeki bir sistemi herhangi bir yönde bozmak için daha az kuvvet gerekir. Ayrıca rehber yaylar hareket halindeki kabinin ve karşı ağırlıkların ileri geri sallanmasını engeller. Bu sistem dahilinde, bir apartmana asansör sistemini döşeyebilirim. Elbette ilerde…

Her neyse...

Demek istediğim; işleyişin belki farkında belki bihaber bizim, asansör kullanırken çektiğimiz çile. Bir binanın katları arasındaki yolcuğunuzu kolaylaştıran bu icadın herkes için ayrı bir anlam teşkil ettiğini hadi saklamayalım birbirimizden.

Asansörü olmadığı için bir binada daire bile tutmayabilirsiniz. Asansör bozulduğunda merdivenlerle pek bir haşır neşir oluşun verdiği sıkıntı küçümsenecek değildir.

Çoğu zaman sizin bulunduğunuz katta değildir kabin. Kabini çağırdığınız birkaç dakikalık zaman diliminin içinde önce, kat kapısının ortalanarak üst kısmına yerleştirilmiş 4-5….8 kişiliktir yazısını görür, ve kabinin dolu olmaması ihtimalini düşünürsünüz. Bu bekleme süresinin ne kadar gereksiz ve zaman kaybı olduğunu beyniniz çokça kez dile getirir. Eğer katta yalnız siz asansör bekliyorsanız yapacak çok şey yoktur. Elinizdeki poşetlerin ağırlığından şikayetçi olup, onları yere bırakabilirsiniz. Elinizde bir evrak varsa kontrol edebilir, hiç olmadı elleriniz boşsa burnunuzu kurcalayıp, çıkan pisliği kapıya yapıştırabilirsiniz.

Asansörün birkaç dakika sonra geldiğini varsayalım, iki ihtimal vardır: Birincisi sizin için yer yoktur; asansörde olması gerektiğinden hep bir fazla kişi bulunur ama sizin için yer yoktur, kapı açılır ve kabin içindekiler meraklı gözlerle size bakıp ceketinizi, ayakkabılarınızı, küpelerinizi veya pantolonunuzu o kısacık anda inceleyiverir. Bunun için de iki ihtimal vardır: Sizin katınızda bir iki kişi inmezse kapı kapanır ve o dayanılmaz birkaç dakikalık bekleme süresi yeniden başlar, diğeri ise kapı açılıp bir iki kişi indiğinde, sizin için kabinin en lüx kısmı yani süiti hazır demektir. Çünkü kalabalık bir asansörde en önde olmak hep daha iyidir. İnsanlara kıçınızı döner ve sizinle muhatap bile değilim bakışını atarsınız. Aynı zamanda ineceğiniz kata geldiğinizde rahatlıkla hareket edebilirsiniz. İner, arkanızdaki sümsüklere bakmadan koridor boyunca ilerlersiniz, ama eğer yanlış katta indiyseniz ve kapı kapanmadan asansöre yetişmek zorundaysanız; bunu fark ettiğinizi hiç kimseye çaktırmayın ve kesinlikle yapmayın derim.

En başa dönelim; bir apartmandasınız, asansörü beklediniz ve geldi. Bindiniz ve içeride bir sürtükle birliktesiniz, o dokunmatik ekran telefonuyla uğraşıyordur, muhtemel olarak sevgilisinin sevişelim mi, yiyişelim mi gibi sorularına karşılık bulmakla meşguldür. Telefonla meşgul değilse, bluzunu düzeltiyordur ya da çantasında bir şeyler arıyordur. Siz, o, orda yokmuş gibi davranamazsınız. Bir bayansanız ilk yapacağınız şey yüzünün güzelliğine bakmaktır, değilse önemi yoktur, ama güzelse kendinizi onunla kıyaslayacak onlarca şey bulabilirsiniz. Saçları sarı ama kesinlikle boya. Ayakkabıları güzel ama çakma vb. Bir erkekseniz önce kilosuna ardından yüzünün güzelliğine odaklanabilirsiniz. O an içinde aklınızdan hatunu nasıl götürebilirim, ya da gideri var bunun gibisinden pek çok şey de kurabilirsiniz. Her ne olursanız olun yapılacak en önemli şey sizin ona baktığınızı fark etmemesidir. O da sizi elbette kesecektir, yaşınız ne olursa olsun 2 metrekarelik bir alanda onun özel sahasına girmiş biri elbette dikkatini çekecektir.

Asansör yolculuğu boyunca elinizde telefonunuz ya da benzeri meşguliyet verecek bir şeyiniz yoksa etrafa bakınır, kendinizi aynada izler ve kabindeki ışıklandırmanın yüzünüzü ne kadar çirkin gösterdiğini düşünürsünüz. Çünkü ışıklandırma üsttendir, bu şekilde yüze vuran bir ışık demeti ne var ne yoksa açığa çıkarır.

Asansörde aşık bile olabilir insan. Gerçi bu bir kız yurdu için ne kadar doğrudur bilinmese de, bir apartman asansöründe veya yüksek bir iş hanının kabinindeyseniz içeri giren adam/kadın sizin aşkınız olabilir. Asansör aşkları varacağınız kata ne kadar uzakta olduğunuzla doğru orantılıdır.

Asansörde sevişilebilir de... Eğer azgın iki gençseniz ve etrafta sinema dışında öpüşüp koklaşacak hiçbir yer yoksa, güvenlik sistemi basit, ucuz veya devre dışı bir binanın asansörü bu iş için en ideal yerdir.

Asansör de hasta olabilirsiniz. Eğer bir panik atak hastası iseniz veya kapalı alan korkunuz varsa, yine de bunu göze alarak merdiven çıkma derdi var diye bindiyseniz, ani bir biçimde kabinin düşme ya da kat arasında kalma ihtimallerini aklınızda çoğaltabilir, kan ter içinde kalabilir, yolculuğun bir an önce hayırlısıyla bitmesi için Fatiha suresini hatırınıza getirmeye uğraşabilirsiniz . Süreci yarıda kesip inebilme olasılığınız da vardır.

Asansör bir işkencedir. Bir asalak ile aynı kabini paylaşmak zorundaysanız o an kendi ayakkabılarınıza bakmaktan başka çareniz yoktur; size iyi akşamlar diyen bir tanıdığa, cevap vermekten başka seçeneğiniz de yoktur. Ya da kapıdan girdiğinizde içerdekilerin tanıdık olup olmadıklarını sezmeniz, onların pahalı ya da bir süpermarketten alınmış parfüm kokularını koklamanız gerekmektedir; en kötü ihtimalle ter koklarsınız. Asansör ömürden çalar. Asansör stres yapar. Asansör seslidir. Asansör düşündürür. Asansör yuva yıkar( o kadar da değil)
Asansör eğlencelidir.:)

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP