16 Haziran 2009 Salı

Az Önce E-Postama Düştü...

Hikayeyi; ''Gülüşü Muzur Ruhu Huysuz ve Tatlı Kadın'' göndermiş, ben çok güldüm paylaşmak istedim... Akşama kendi kendini imha edecek yazı, günlük yani; yetişen okuyor.:)

Küçük kasabanın birinde, bir caminin tam karşısında arazisi olan adam, arazisi üzerine bir genelev inşa etmeye başlamış. İmam ve cemaat buna şiddetle itiraz etmişler, ancak mal sahibinin kendi arazisi üzerine nasıl bir iş yeri açacağına da yasal olarak karşı çıkamamışlar. Tüm cemaatin tek yapabildiği şey, imamın öncülüğünde bu genelev için hergün beddua etmekten öteye geçememiş.

İnşaat ilerlemiş ve açılışına birkaç gün kala her nasılsa şiddetli bir yıldırım düşmesi sonucu genelev yerle bir olmuş.

Caminin cemaati bu olaydan duydukları büyük memnuniyeti saklamaya gerek görmemişler, ancak genelev sahibi adam, cami imamının ve cemaatin direk veya indirek olarak bu hasardan sorumlu oldukları iddası ile camiye karşı tazminat davası açmış.

Cami imamı ve cemaat, savcılığa verdikleri savunmalarında bu konuda herhangi bir şekilde sorumlu tutulmalarına şiddetle itiraz etmişler, bu olayın kendi dualarından dolayı meydana gelmiş olabileceği iddiasını da kabul etmemişler.

Gerekli tüm belgeler tamamlanıp mahkeme günü geldiğinde, hakim dosyayı dikkatle incelemiş ve taraflara dönüp:

"Bu konuda nasıl bir hüküm verebileceğimi bilmiyorum," demiş. "Ancak dosyadaki tutanaklara bakarsak ortada tuhaf bir durum var. Taraflardan birisi duanın gücüne inanan bir genelev sahibi, diğeri ise duanın gücüne kesinlikle inanmayan bir imam ve cemaati...!"

14 Haziran 2009 Pazar

Embryo...Evvel Zaman Önceki Bir Konser Gelince Akla!..


Geçen gün gazetede, dünya turunda olan bir gösteri grubuyla ilgili bir haber okuyunca, aklıma, çok yıllar önce dünya turundaki konserler dizisinin bir ayağında, henüz kuruluş aşamasındaki üniversitenin vakfı yararına kentimize gelen Alman pop caz grubu Embryo geldi. Bu haberin Embryo'yu aklıma getirmesinin sebebi haberdeki gösteri grubunun da sahnede aynı ambiyansı yaratmış olmasıydı.

Vakfın başkanı hanımefendi, aynı zamanda İngilizce dersleri de aldığım yazlık komşumuz bir kadındı ve bu şehir, şu an ülkenin en önemli üniversitelerinden birine sahip olmasını bu kişiye borçludur. Henüz lisenin ortalarında olan bana da bu konserle ilgili olarak, okulda satmam için 22 bilet vermişti ve bu sinema salonunun bir sırasının tümü demekti. Biletleri satmam zor olmadı, kendi arkadaş grubum yetmişti.

Kızlı erkekli konserde, bir yazımda '' kiminin bir konser salonunda bütün sıcaklığı ile omuzuma düşen baştaki içten, saf romantizmini sevdim'' diye söz ettiğim kız özellikle benim yamacıma denk getirilmişti, arkadaşların gıyabımda kurguladıkları bir hâl olarak. Ve gecenin geç bir vaktinde onu eve bırakma görevi de bana yüklenmişti. Bundan şikayetçi olmuş muydum? Tabii ki hayır. Uzun bir süre kalabalık bir grup halinde yürüdüğümüz konser çıkışında, o gün ve bugün hâlâ şehrin en güzel kadınlarından olan kişinin önerisiyle kapı zillerine basa basa yürümüştük; hem de camlara çıkıp bas bas bağıranları en masum cümlelerle başka kişilere yönlendirerek...

Konser, hayatımızda izlediğimiz ilk yabancı grup konseriydi. Ve siyasetin kanlı bıçaklı günlerinde aksi gibi karşıt görüşlü grupların hakimiyetindeki bir bölgedeydi konserin sahnelendiği sinema salonu... Ama gerekli önlemler fazlasıyla alındığı için, hiç giremediğimiz bu bölgede herhangi bir kazaya da uğramamıştık.

Konserin ve grubun ilginç yanı şuydu: Her konser verdikleri sahneye kocaman bir tuval açıyorlardı ki nerdeyse bir sinema perdesi kadardı bu... Ve ona, gruba dahil bir ressam  ilk konserle başladıkları, yerel izler taşıyan bir resmi çiziyordu. Hindistan'da bitecek konser dizisi sonunda o tablo da tamamlanmış olacaktı. Biz konserin son ayaklarından birine denk geldiğimiz için resmin önemli bir bölümünü görme şansına sahip olmuştuk. Grubun bir diğer ilginç özelliği de konser verdikleri ülkenin bilinen bir enstrümanına yer vermeleriydi, sahne performanslarında... Türkiye'de ud'du bu... Ve o romantik sahne ud'un şahane tınıları esnasında oluşmuştu.

Girişte sözü edilen gazete haberi de, habere konu gösteri grubunun yine her performans esnasında sahneye kurdukları kocaman perdeye yaptıkları resme İstanbul gösterilerinde de devam ettikleri üzerineydi ve haber aklıma bu anıları getirdi. Anılar tetiklenince bana da oturup grubu aramak düştü. Ve bir albümlerini buldum. O gün çaldıkları şarkıya da ulaştım. Ve internet sen ne büyük bir keşifsin, ta yılların ötesinde kalmış anıları sahipsiz bırakmıyorsun teşekkürler deyip, icat edenlere şükranlarımı sunarken; şarkıyı da, akıp giden zamana bırakmak istedim.

İşte o günkü konserin açılış parçası:

13 Haziran 2009 Cumartesi

Kayıp Kimlik...

Bir Kimlik Bulundu, Kimlik Bilgilerinde Şunlar Yazıyordu:

Yaşadığı yer :
Medeni durum :
Meslek :
Eğitim:
Uyruğu:
Dini:
Cinsiyet :
Doğum tarihi :
Boy ve Kilo :
Saç rengi :
Göz rengi :

Bir de şunlar:

Hayatın işleyişi, renkleri, oyuncuları üzerine düşünen ve eğlenen...

Kitaplar, filmler ve müzik üzerinden insan ilişkilerini, duyarlılıklarını, çelişkilerini konuşmayı... Yakındaki gölün kıyısında kaya mezarlarının olduğu yere yayılıp kitap okumayı... Akşam üstü o gölün kıyısındaki içkisiz aile lokantasında kiremitte kaşarlı alabalık yemeyi... Yakın bir köyde, iki kardeşin küçücük lokantasında, kendi yetiştirdikleri kuzulardan yaptıkları tandırların suyuna ekmek banmayı... Kar yağarken, trenle eski kente gitmeyi... Depeche Mode' dan  I Feel You, Rolling Stones' dan Angie, Madrugada' dan  Stories from the street'i; Omara Portuonda ve Buena Vista Social Club' dan her şeyi, Rahmaninof''tan 2 numaralı piyano konçertosunu, Müslüm Baba'dan son albüm Aşk Tesadüfleri Sever'i, Juliet' den Avolon'u, Yann Tiersen'den Le moulin ve ´Sur le fil´i... İş için gittiği taşranın teneke saksılardan çiçek, evlerden yemek kokuları yayılan ara sokaklarında gezmeyi... Çiçek pasajında birayı, İnci'de profetorolü, uzun minareli camisi olan benzinlikteki büfede dünyanın en iyi soğutulmuş kolasını... Sinemada kola içip patlamış mısır yemeyi... Üç saniye çizgisinin sol dibinden şut atmayı... Arabada 5. vitesi... Dağbaşında dumanı... Kitap ve CD'leri çocukluğunda kendi başına ilk plağını aldığı dükkandan almayı... Küçük limanların balıkçı barınaklarındaki küçük lokantalarında gün batarken rakı balığa... Konser, sinema, tiyatro ya da iyi bir akşam yemeği sonrasında iyi müzik çalınan sessiz barlara gitmeyi seven... Kimliğin içine üç küçük yalan, bir ipucu yerleştiren... Adam gibi adam olmakla, seviyeli birlikteliklerin nemenem bir şey olduğunu bir türlü çözemeyen... Hayatın sınırlarında gezinirken, aynı zamanda derinliklerini sorgulayan bir bakışla, sosyolojisine ve ironisine de göz atan birisi...

Derinlikli, duyarlılıklar ve yaşanmışlıklar içeren bir olmuşlukla, doğumla ölüm arasındaki, adına yaşam denen zaman diliminde bir şeyler yaşadım (ve yaşıyorum) ne âlâ diyebilen... Hayata nanik yapıp göz kırpabilen... Üç küçük yalan bir ipucundaki ironiye zeka pırıltılarıyla tebessüm eden... En uzun dostluk romanını bir ıslıkta bulabilen... Bilmiyorum diyebilen bilemediğinde ve çok normal olan bilemeyişi... Farkında, genel geçer her şey üzerine konuşabilen, tek dereden su getiren, kelimeleri insan olan birisi...

Hangisi ?

Görsel:Videlec.org

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP