18 Eylül 2008 Perşembe

Günü Katık Edeceğim Dedim Bir Kere:))



Müthiş bir sonyaz ...

Keyifli bir sabah yolculuğundayım; geçmişe ve bugüne...

Karşıda, en bi müthişinden müthiş bi yeşil; otlar, ağaçlar...

Tam yanımda, meyvelerini camdan buyur eden; önce yeşil, sonra iri, sonra tan sabahı kızıl, sonra kankarası kırmızı olacak eriklerin ağacı...

O ağaca çarpıp içeri dolan denizin kokusunu taşıyan rüzgar...

Karşıdan selam veren ağaçların dibinde güneşe yüz vermiş böğürtlenlerin diken diken aralığından kafa kaldırmış, inadına tek başına ve inadına hırçın bi fuşya...

Şu an Joan Baez söylüyor; parkaların sıcağında bir kış akşamı ürpertisinde ve ürkek bir solmuşlukta klişe sözcüklerin yankılandığı küf kokulu bir izbede...

Gökyüzü en bi deniz kadar mavi...

Slyvia Plath üzerinden düşünüyorum... Farkedilme ve umursanma üzerine... Ruhların düştüğü, cephelerin sertleştiği, sanmaların tavan yaptığı hallere yani...

Damağımda bir sigaranın dumanı...

Derin yerlerin kilitlerini açıyor, Joan Baez'ın sesinden rüzgarın kokusuna uçuşan her nota.

Moskova sokaklarında, Leningrad soğuğunda ırmak boyunda,
ve eski bir kentin ırmak kenarında...

Bir duvar üstünden ayaklarımı sallandırmış, havaya üflüyorum.

Yanımda şöyle biri olsaydı yalnızlığında; derin uykulara sığınmışlığın gün batımındaki evlerinin akşam yemeğindeki huzuruna ve dağların ihtişamlı yalnızlığına bakarak...

Ve güneşin önce yakın ağaçların, sonra dağların ardından yok oluşunu izleyerek...

Elimde kahve kokusu...
Günü katık ederek kendime; sessizliğin gevezeliğindeki akşamın hayalini kuruyorum.
.......



.......

Bu gece, yıldızların o sonsuz incelikte ışıkları altında,
Ağaçlarla çiçekler serin kokularını serperlerken havaya.
Aralarında yürüdüm, hiçbiri farkıma varmadan.
Uykuya dalmadan düşünürüm de bazen
Ben de onlar gibiyim aslında –
Düşüncelerim bulanır sonra.
Uzanıp yatmak, daha doğal geliyor bana.
Sınırı olmayan sohbet yürürlüğe girdiği zaman, gökle aramızda.
Ve son kez uzanıp yattığımda bir gün ben asıl o zaman yararlı olacağım:
O gün ağaçlar bana bir kez olsun dokunabilecek ve benimle ilgilenecek vakti olacak çiçeklerin

Slyvia Plath
(Boyunayım adlı şiirinden bir bölüm)


Resim: Zerrin Tekindor'un bir tablosu...
Fotoğraf:Benim şehrimin...
Güne katık etme sözüde vili'den alıntıdır:))

Tetiklendim:))



Hayal kırıklıklarım yoktur mesela....
Bir şeyi yaşarken ona çok hayaller yüklemem...
Hayallerim vardır elbette...Ama duygularımın hayalleri yoktur...Onlar karşılıklarını bulduklarında hep akıp gitmiştir.



fotoğraf,sanatçı Ali Kabaş'a aittir.
http://www.alikabas.com/

17 Eylül 2008 Çarşamba

Hiç Bitmeyen Mutlu Bir Şarkı


Sinema; anne babayla gidilen, çocuk yılların serin ve yıldızlı yaz gecelerinin tahta masalı yazlık sinemalarında çekirdek çıtlatılan, soğumaya fırsat bulamamış gazozlarla ''kabuklu kuruyemiş yemeyin'' yasaklarına inat, parmak aralarında öfelenen fıstıkların ağızda bıraktığı tuz tadıysa...

Sokakta bulunmuş film parçalarını tahtadan yapılmış çocukca makaralarda, önlerine bir büyüteç arkasına bir ışık koyup sokağın duvarlarına tebeşirle afişler yaparak, sarı defter sayfalarından biletlerle odunluğun karanlığında mahalleli mahalleli izlemekse...

Bayram harçlıklarının bayramlıkların cebinden iki film birdenli ''10.30'' matinelerinde sinema gişelerine seyriyse...

Karanlık salonda bir gerilim filmine nefesi tutulmuş insanları tıfıl bir fırlamalıkla, en arka koltuktan tahta koridora bırakılmış kola şişesinin yuvarlanırken çıkardığı tıkırtıyla hoplatmaksa... Okuldan tüyülmüş bir filmden çıkmış evinize giderken, bütün yürüyüşünüzü, evde yemek yiyişinizi, yatışınızı, dağın başında yaktığı ateşte fasulyesini pişirip kahvesini içen kovboya döndürmekse...

Dışarıda lapa lapa kar yağarken, bir sinema salonunda birbirinizin sıcağına sarılmış, filmin her karesinin kendi ruhunuzda açtığı ufuklara teslim, aynı patlamış mısırı aynı kola ile pay etmekse... Soğuğun sizi hala sinema koltuğunda kalmış sıcaklıktan uyandırmasına izin vermeden, yine de üşümüş ve sokulgan adımlarla gittiğiniz kafelerde memleket üzerine bilmiş bilmiş tahliller yaparken; aslında aşkla sevdiğiniz, bunu her ikinizinde bildiği ama söyleyemediği sınırda sevgililerin, zamanı durdurmak isteyen nefes nefese sohbetleriyse...

Biraz daha büyüyünce; kafeler yerine, gecenin geç bir vaktinde aynı üşümüş ve sokulgan adımlarla, bu kez şehrin çocuk uykusundaki sokaklarında yine birbirinin sıcağına sarılarak eve gitmek; gecenin dilsiz aydınlığında, birbirinin notalarına dokunarak yaratılan müziğin ve şarabın eşliğinde geceyi gündüze döndürmek ise...

Bir an gelir farkedersiniz ki, bir zamanlar siz de bir oğulsunuzdur. Bir gün, sıcak bir el elinizde, karanlık bir sinemada tarifsiz duygularla bir ilk film izlemişsinizdir. Sonra, yıllar yıllar sonra, bir oğulun ellerinin sıcağı ve sığınmışlığı avuçlarınızdadır. Yan koltukta, karanlığın tedirginliğinde, o mekandan çıkma arzusuyla perdedekilerin renkliliği arasında sıkışmış bir kalbin attığını farkedersiniz. Yüreğinizde sıcacık bir şefkatle yüzünüze hüzünlü bir tebessüm çöker. ''Cinema Paradiso'' budur işte!.. Hiç bitmeyen mutlu bir şarkı.

Bugün, cüzdanıma yer etmiş notları ayıklarken elime iki kişilik bir bilet geldi; Konakplex, salon 2 , 7.sıra, yer no 7 ve 8... Üzerine 22.04.2006 Vahşi Doğa diye tarih atılmış... Bu, küçük oğulun sinemada ilk film izleyişinin bileti... Şimdi! Sadece aradan geçen iki yıl sonra; o çocuğun, kendi beğenilerini oluşturan bir kimlik olarak, kendi insiyatifiyle bir sinema sitesinde profil oluşturup kendi filmlerine yorumlar yapıyor olmasından daha başarılı ne olabilir ki? Bir baba için...

12 Eylül 2008 Cuma

Yüzyılın Deneyi!..Umutlar,Beklentiler,Yaygaralar...


Bu aralar dünya gündemini meşgul eden en önemli konulardan biri Fransa-İsviçre sınırında 25 km çapındaki bir alanda olup bitenler.Yani Big Bang(Büyük Patlama)diğer adıyla yüzyılın deneyi..

Bu konuda televizyonda,internette,orda burda duyduğumuz en yaygın kavramlar:CERN,Büyük Hadron Çarpıştırıcısı,Dan Brown(Melekler ve Şeytanlar),karadelik ve zamanda kırılma...Takip ettiğim ve anladığım kadarıyla deneyi ana hatlarıyla açıklamaya çalışacağım.

Önce deneyi gerçekleştiren kurum olan ve merkezi İsviçre'nin Cenevre kentinde bulunan Cern'den(açılımı fransızca:Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire-Türkçesi Nükleer Araştırmalar için Avrupa Konseyi) başlayalım.Dünyanın en büyük parçacık fiziği labaratuvarı olan bu merkez 1954'te Sovyetler Birliği ve A.B.D'nin fizik ve teknoloji alanındaki gelişimine karşı koyabilmek amacıyla 12 Avrupa ülkesi tarafından kurulmuş.Günümüzde ise 20 asil ve aralarında Türkiye'nin de(Ama Suudi Arabistan'ın da!!)bulunduğu 8 gözlemci üyesi var.10 binden fazla bilim adamı çalışıyor.Cern yüzyılın deneyine 14 yılda hazırlandı ve 10 yıla varması beklenen proje için tam 6.2 milyar euro'luk bir bütçe ayırdı.Bu para nereden geliyor diyebilirsiniz,hemen açıklayalım:Cern'e katılımcı ülkeler her yıl belli bir miktar aidat ödemek zorunda..Bu aidat milli gelir üzerinden hesaplanıyor.Örnek vermek gerekirse Cern'e tam üye olursak bize düşen yıllık pay 15-20 milyon dolar civarında olacak.

Üyeliğimizden söz açılmışken,bu konuda ilk adımı ancak bu yıl 14 Nisan'da gözlemci üye olarak attık.Gözlemci üye olmanın aslında pek bir avantajı yok.Adı üstünde "gözlemci" olarak sadece deneylere belli sayıda bilim adamınızı yollayabiliyor, ve asıl işi katılımcı ülkelerden bilim adamlarının yaptığı deneyleri ancak gözlemleyip, not tutabiliyorsunuz.Tam üyelik için aranan şartların başlıcalarıysa(telaşlanmayın Avrupa Birliği kadar oyalayıcı değiller)20 katılımcı üyenin onayını almak, ve az önce belirttiğim yıllık aidatı ödemek.Asil üye olduğumuzda ise kazanacaklarımız çok daha fazla gibi gözüküyor.Bilim adamlarımız yüksek teknolojili labaratuvarlarda deneylere katılabilecek,kararlarda etkin rol oynayabilecek, ve belki de içlerinden bazıları yeni teknolojiler üretecek.İçerideki yavan tartışmaları bırakıp(yok senin suyun zehirli yok cumhurbaşkanı Ermenistan'a nasıl gider vs.)biraz bu konuda yoğunlaşsak; çok daha yararlı olacak gibi görünüyor bana.

Gelelim deneyin taslağına...Yüzyılın deneyinde amaçlanan,yerin 100 metre altında açılan 27 kilometrelik yuvarlak bir tünelde,zıt yönlerden gönderilen iki ayrı proton demetini, ışık hızının %99.99999..'u gibi bir hızla çarpıştırarak, evrenin oluşumuna neden olduğu öne sürülen Big Bang'in bir anlamda minyatürünü yaratmak.Bu sayede doğacak enkazdan yararlanılarak, büyük patlamadan bir kaç saniye sonraki şartlar oluşturulacak, ve maddenin kütlesinin nereden geldiği,maddenin anti maddeye karşı nasıl galip geldiği(evrenin %75'i gerçek maddeden oluşurken,anti madde oranı yalnızca %25)ve evrende daha fazla boyut olabilir mi gibi sorulara cevap bulunmaya çalışılacak.Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'nı yazının bu bölümünde devreye sokabiliriz.Çünkü az önce bahsettiğimiz çarpışmayı yaratacak olan,süper iletken mıknatıslarıyla bu çarpıştırıcı olacak.Zıt yönde ilerleyen proton demetlerinin yollarını kesiştirerek çarpışmayı gerçekleştirecek.Deney sırasında tüneldeki sıcaklık mutlak sıfır olan -271 derece olacak.Bunun sebebi ise büyük çarpıştıma işlemi sırasında güneşin 100 katı büyüklüğünde bir ısının ortaya çıkacak olması.

Deneye karşı çıkanlar ve savlarına gelecek olursak:Başta Melekler ve Şeytanlar'ın yazarı Dan Brown geliyor.(Açık söylemek gerekirse popüler kültürle aram pek iyi olmadığından kitabı okumadım)Brown kitabında,çarpışma sırasında çıkabilecek herhangi bir aksilik halinde Dünya'yı içine çekebilecek büyüklükte bir karadeliğin oluşabileceğinden bahsediyor.Cern'li uzmanlara göre karadelik hatta karadelikler oluşacak; fakat bunlar mikroskobik boyutlarda olacak ve varlıkları sadece mikro saniyeler sürecek,daha sonra kendiliklerinden yok olacaklar.Dünya'yı içine çekebilecek büyüklükte bir karadelik oluşması için deneyde kullanılacak enerjinin trilyon katı büyüklükte bir enerjinin açığa çıkması gerekiyor.

Bir başka uyarı da Rus ve Avusturyalı bilimadamlarından geldi.Einstein'ın ünlü E=mc2 denklemine göre bu deney, uzayda ve zamanda bir kırılma yaratabilir. Böylece bir zaman koridoru açılarak zamanda yolculuk bile yapılabileceği iddia ediliyor.Tabi bunu tehlike mi yoksa umut olarak mı görmeliyiz; orasını kendi hesabımda çözemedim.

İşin mizah bölümüne gelecek olursak bu konuda internette,deneyle ilgili haberlerin altındaki yorumları okumanızı tavsiye ederim.Deneyin başladığı gün(henüz sadece küçük denemeler başladı,büyük çarpışma 21 Ekim'de)yani 10 Eylül günü,tesadüf üzeri meydana gelen 6.1'lik Basra depremini deneye bağlayanlardan,"Göz göre göre Dünya'nın sonunu getiriyorlar"diyenlere;hatta biraz daha abartıp:"Bugün bizim şehrin üstünde acaip bulutlar dolaşıyor.Müthiş rüzgar çıktı.Ben sizi uyarayım hiç hayırlı olmadı bu iş!"şeklinde yaygara koparanlara bile rastlamak mümkün.Ancak endişelenmeyin(!)en umutsuz anlarda bile Superman'ler bizi kurtarıyor..

"Endişelenmeyin kıyameti ancak Allah yaratabilir!Kur'an'da insanın bu güce sahip olduğu yazmıyor."deyip, bizi yatıştıranlar da yok değil,hani!Kur'an da yazmasa yandık yani!

Bazılarına içimden"Ulan en basitinden yolda yürürken yere tükürürsünüz,elinizdeki çöpü çöp kovasına atmazsınız,ağaçları kazır,dalları koparırsınız.Şimdi mi aklınıza geldi dünyanın güzelliği,şimdi mi sardı dünya'yı kaybetme korkusu?"diye sormak gelsede, gittikçe Recep İvedik'leşen toplumumuzda bu çabamın yankılanıp bana geri döneceğini bildiğimden; ya da, belki de asıl korkumuz tatlı canımız olduğundan, şimdilik sessiz kalıyorum.

Yeni şeyler denemeden, yeni şeyler öğrenemezsiniz diye bir söz var.Bu sözün yolundan giderek ve aramızdaki bilim adamlarındansa gerçek bilimadamlarının endişelerini göz önüne alarak, deneyin sonunu merakla bekliyorum.Eğer facebook'la ilgileneniniz varsa,facebook'un yalnızca laklak yeri değil, aynı zamanda her konuda bilgi edinebileceğiniz sosyal bir ortam olduğunu (tıpkı Cern'in bulduğu ve facebook'un da içinde yer aldığı www(world wide web) gibi) ve Cern'le ilgili gruplara üye olarak yüzyılın deneyi hakkında da bilgi edinebileceğinizi(zaten biliyor olsanızda)tekrar hatırlatmak isterim.Herhangi bir aksilik çıkmadan,insanlık adına yararlı bir deney olması ümidiyle :)....

11 Eylül 2008 Perşembe

Into The Wild...''Yaşamak'' İçin Ölmek Bu Olsa Gerek!..


Hollywood'un asi çocuğundan(Sean Penn) sinemaya uyarlanan gerçek bir yol hikayesi…

Alaska: Yani bir şekilde varılası nokta, yani özgürlüğe ancak mutlak sıfatı yanına yapışınca “özgürlük” olarak bakan zihnin, limitsiz coğrafyada arınmış bedeninin konuk olacağı mekân.

Bu mekân için verilen uğraşta, sadece onun sahip olabildiği imrendirici bir yaşam görüşü. Görüş ki; tüm engelleyici ve yönlendirici hedelerden uzakta tek başına şekillenmiş, temelinde sadece “güç” ve “özgürlük” ögelerinin yattığı anlayış...

'Amerika’nın en sağlam üniversitelerinde bir genç beyin saplantısıyla mı?' başladık filme derseniz; yanıldığınızın farkına varmakta geç kalmazsanız. Bir üniversite öğrencisinin hayalleri değildir; ya da bu kalabalık, bu gürültülü yaşayıştan kaçışı... En barizi, "basit" bir kaçış hikayesi değildir bu... 25 binlik bir meblağın bağışıyla başlar. Sonra külüstüre atlar. Geri kalan parasından geride kalan da; bir ufak kül birikintisidir.

Düşünürsünüz, düşündürür!

Meteliği kalmamış bir adam ne yapar? Hem de geri dönüş için çok geçken...

Oysa para; sadece paradır!.

Toz toz yollar, sırtında bir kaç parça eşya... Özgürlüğü; uçsuz, sakin ve çoğu kez acımasız, fakat her şeye rağmen yaşanılası doğada arar… Keşke ve belki ile başlayan tüm cümleleri katleder... Aşkı dahi fethetmiştir o. Burnuna en natürel havayı çeker. Gencecik bedeninde el değmemiş rüzgarları hisseder. Kimsenin hürriyeti değildir; lakin, hiç kimse de değildir sanırım!.

"Yaşamak için ölmek bu olsa gerek"...

Bu kişisel kaçış hikayesinde, omuzların üzerindeki o kafadaki iyimserlikle, mutlulukla ve inanılması güç cesaretle gurur duymamak imkansız.

Tam 122 gün!.

Dahilinde geride bırakılan aile bireyleri arasındaki yaklaşıma dikkat edersiniz!.. Acı ve kaybedilen; aradaki bağları bir bir işler. Ve onarır!.

Uzun süredir traş görmemiş çehreye, kirli ve dalgalı saçlara, her seferinde biraz daha bollaşan pantolona hiç bu kadar dikkatli bakmamıştım.

Ya sonra?

Beyaz derinin altındaki fırlamaya hazır elmacık kemiklerinin ve mavi gözlerin, yine o özgür mavilikle sonlandığı ana yutkunamamak yok mudur?:(

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP