17 Ağustos 2008 Pazar

Taksi Şoförü... Nam-ı Diğer Taxi Driver


Taksi Şoförü'nü yeniden izlemek hoş oldu!..

Geçmişin değerleri; delikanlılık, mahallelilik, arkadaş dayanışmaları, ülke için idealist başkaldırıların olduğu anti Amerikan günlerde izleyince, işte kapitalizmin yozluğu üzerine ''Amerikanca'' bir sistem eleştirisi sahiplenmesiyle kabul gören film: Bugünden bakınca, özellikle seksen darbesinden sonra tüm eski değerlerin rafa kalktığı, paranın bir (amaç) değer halini aldığı, ahlakının kirlendiği bir dönemde kirli paranın toplumun her katmanında nasıl bir yozluğa yol açtığını, komşularla ekmeği paylaşırken paranın satın aldıklarıyla itibarlanıp birbirimize hava atmaya başladığımız süreçlere de tanık olunca! Aslında kapitalizmin beşiğinden bir çok filmin: ''Bize benzemeyin aklınızı başınıza alın!'' diye bas bas bağırmış olduğunu düşündüm. Bizim kaybedenlerimizin anti Amerikan başkaldırılarının önüne yerli işbirlikçilerle setler çekip darağaçları kurduklarının niyelerini bir kez daha düşündüm.

Travis, her filmdeki olağan kahramanlardan biri gibi gelirken, farklı bir birikmişlikle bakınca; sisteme karşı durabilmenin bağımsız olmak ve özgürleşebilmekle mümkün olduğunun bir simgesiydi artık benim için.

Birileri kasalarını daha da şişirsin diye ülkemize ihraç edilen değerlerin nasıl olumsuz sonuçlar yaratan yemler olduğunu bir kez daha gördüm filmi izlerken... Yeteri parası olmayan, sosyal devlet olgusunu rafa kaldıran, kalkınmasını ve ekonomisinin işlerliğini üretime dönük olmayan sıcak para üzerine kuran, katmanlar arasında uçurumlar yaratan bir ülkede; sermayenin, reklamlarla insanların algılarına girerek tüketim eğilimlerini belirlemesi, tv ve yazılı basını da ellerine geçirerek parlattıkları hayatlarla, ona ulaşmaya çalışan yoksulluk kıskacındaki insanların nereye yöneleceklerinin ve yapılanın bir iş gibi olağanlaşabileceğinin yıllar önceden ve Amerika'dan anlatımıdır Taksi Şöförü. (Filmi izleyenlerin ya da yeni izleyecek olanların kızın Travis'le yaptığı konuşmadaki duruşuna ve savunduklarına, ailesinin sosyal ve ekonomik durumuna özellikle dikkat etmelerini öneririm. Ne kadar tanıdık gelecektir.)

Fazla söze gerek yok! Uyuşturucu kullanımının ülkemizde kaç yaşa indiğini istatistikler bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor. Küçük kızların nelerle uğraştığını, nelere özendirildirilip nerelere sürüklendiğini etrafımıza bakınca görebiliyoruz. Ve ne yazık ki! Bir kısım aile için artık olağan kazanç kapısı halini almış bir durum bu. Farketmek için çok uzağa gitmeye gerek yok, sadece son bir haftadaki haberlere bakınca her şey apaçık görünüyor.

Film nasıl mı? Daha geçenlerde bir kamu kurumunun asansöründe tanık olduğum telefon konuşmasındaki hayvanın, karşıdan (satıcıdan) gelen sesle gözlerinin nasıl salyalı parladığının, bu ışıltının arkadaşıyla paylaşımındaki; ''öğrenci bi manitaymış lan hemen işimizi halledip gidelim,'' cümlesinin tahribatı silinmemişken yüreğimden, filmi boşverin gitsin!


Tür : Macera / Dram
Yönetmen : Martin Scorsese
Senaryo : Paul Schrader
Görüntü Yönetmeni : Michael Chapman
Yapım : 1976, ABD , 113 dk.

Oyuncular

Robert De Niro (Travis Bickle) , Jodie Foster (Iris) , Albert Brooks (Tom) , Harvey Keitel (Sport) , Leonard Harris (Charles Palantine) , Peter Boyle (Wizard) , Cybill Shepherd (Betsy)

15 Ağustos 2008 Cuma

Johnny Guitar... Şarkısı Efsane Bir Film...


Çok evvel zaman önce küçücük bir çocukken sesini radyoya entegre ederek dinlediğimiz pikapta çalan kırkbeşlikten kulaklarıma dolan bir şarkı dinlemiş, bir hayal yaratmıştım. Henüz filmin varlığından haberim yoktu. Hayalleri boyundan büyük, merakları tavana vurmuş küçücük bir yaştaydım. Hayata antenleri açılmış, kalabalık bir ailenin yeni kuşağından bir ilk olmanın keyfinde yıllarımdı. Gerçekleşmeyi bekleyen hayallerin hayaliydim. Evin (genç) büyüklerinden kulak arası duyuyordum filmi. Ama ben şarkıyla izlemiştim zaten herşeyi... Henüz sözleri anlayacak bir yabancı dil bilgim yoktu, ama Love Story'li yılardı. Aklımda ''love'' ne demek '' I love you'' ne demekin izleri vardı. Zaten Peggy Lee de şarkıyı söylemiyor, aklınıza sahneler çiziyordu.

Hakkında dönem dergilerinde çıkan; bu film tuhaf, histerik, western filmleri tarihinde hiç görülmemiş, tüm verileri altüst eden ve ters çevirerek kullanan bir yapıt yorumlarından haberdar değildim henüz... Sonraki yıllarda, adımı kulağıma güzel fısıldayacak birini aramamın sıradan bir beklenti olduğunu sanırken, bir gün o, 15 16 lı yaşların arkadaş arası bir siyasi tartışma ortamında en şıkıştığı anda, en sığınmış, en yardım ister, en ondan yana olmamı bekleyen sesle adımı söylediğinde, zaman durmuştu. Biraz daha büyüyünce, filmle ilgili olarak ''Freudcu western'' tanımlamasını ve üzerine doktora tezleri yapıldığını okuduğumda tatlı bir özleyişle gülmüştüm.

Film bir westernin olmazsa olmazları: Bar, kavga, silah, banka soygunu, adam asma gibi klişeleri içinde barındırır. Ama roler değişmiştir! Kadın karakterler baskın, ihtiraslı, etkili ve silahlıdır. Adamsa gitar taşımaktadır. Damgayı basan ve hatırlanan replik ‘‘Unuttuğun kaç erkek oldu ? / Senin hatırladığın kadınlar kadar’’ ise de; benim için ''play the guitar, play it again, my Johnny'', ''What if you go, what if you stay?I love you'' deyişteki my johhny ve l love you'daki sese yüklenmiş ifade ediştir.

Johnny guitar büyük bir duygu fırtınasıdır. Bu Peggy Lee'nin ruhunuzun her teline dokunan olağan üstü şarkı söyleyişindeki, gerçekten ve derinden seven kadının varlığıdır. "Lie to me. Tell me all these years you've waited " ("Yalan söyle bana. Yıllar boyunca beklediğini söyle bana...") diyen cümlelerin geçtiği diyalogdaki aşkın da aynı zamanda...

Şarkıyı mutlaka dinleyin. Ve filmi (rastlarsanız) izleyin. Eğer yanılmıyorsam, ölmeden önce izlenmesi gereken filmler listesinde başlarda... Ben gözü açık gitmeyeceğim. Yarın ne olacağı belli olmaz, siz elinizi çabuk tutun.

12 Ağustos 2008 Salı

Alejandro González Iñárritu...Her filmine asıl damgayı basan adam!..


Inarritu'nun kendine özel, kimselere benzemeyen anlatımı ile özgün yönetmenlerin en başında geleni olduğunu kendi adıma rahatlıkla söyleyebilirim.

Bir Inarritu filminde tek bir öykü izlediğinizi zannederken, aslında pek çok kısa film tadında farklı öykülerin birbirleriyle ilişkilendirilerek, bir potada büyük bir lezzetle ve olağanlıkla birleştirildiğine tanıklık ediyorsunuz.

Ve her Inarritu filminden çıktığınızda, kocaman bir dünyanın içindeki her bir farklı karakterin öyküsünü ayrı ayrı düşünürken, onların duyguları ve yaşadıkları üzerine sanki yaşamınız bir köşesindenmişler gibi sahici üzüntüler ve sevinçler duyarken buluyorsunuz kendinizi...

Ve herşey insana dair olduğu için; perdede akan her görüntü,kendi duygularınız, yaşadıklarınız ve tanıklık ettiklerinizle birlikte sizi daha da zenginleştiriyor.

Ve sanki her bir filmde oyuncuların adları ne olursa olsun,o adların hiç bir zaman filmin bütünlüğünün önüne geçemediğini,sokaktan çevrilmiş insanların yarattığı karakterlerin bile o ünlü oyuncuların büyük oyunculuklarıyla eş değer ölçüde içinizi acıtan ya da sevindiren bir sahicilikte olduğunu görüyorsunuz.

Ve Inarritu'nun kamerasının başka kimselere benzemeyen bir tarzda, ve ince bir fırlamalıkla sizi öykülerin içinde son derece vurucu ve gelenekselin dışında açılarla dolaştırdığına tanıklık ediyorsunuz. Ve onun filmlerinin çok eğlenerek,hiç oyuncu kaprisi barındırmadan, çok takım ve büyük bir coşkuyla ortaya konmuş kollektif ürünler olduğunu seziyorsunuz.

Her seferinde tüm bunları başaran; ve her filmine asıl damgayı basan adamın Alejandro González Iñárritu olduğunu biliyorsunuz.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP