9 Nisan 2025 Çarşamba

BİR Günlüğü 16- PİLAVCI

Dün akşamüstü, hava, dolayısı ile yağmur, biz geliyoruz diyor. Soğuksa kar tadında... Al sana yaz arkası kış.

Dün yaz bugün kış.

İncecik yağmurluğumu montuma ekliyorum. Bu havaları seviyorum. Önce bir şeyler atıştırmam gerek. Fikrim ve bünye araştırma halindeler, bense soğuğun tadını çıkarıyorum. Sonuçta fikir ve bünye bir kaç seçenek içinden yeni açılan Pilavcı'da karar kılıyorlar. Bana uyar, merak da ediyordum, çünkü dışarıya yansıyan görüntüsü çok hoştu ve beni özellikle çağırıyordu.

Giriyorum kapıdan içeri,

genç, güleryüzlü ve konuşkan bir ses beni karşılıyor.

Mekân güzel düzenlenmiş, insanı boğmuyor, masa ve oturma düzenleri göze hoş geliyor. Mutfak alanı neredeyse oturma kısmıyla eşit hacimlere sahipler, kasa ve buzdolabı ile bölünmüşler,

dolayısı ile mekân insanı yormayan, aşçı dahil, tüm materyalleri görmeye olanak tanıyan, hoş, sevimli ve de kasılmayan bir görünüşte...

O kankalığa hazır da ben biraz daha tartmak istiyorum mekânı ve tavırları.

Tavuklu pilavı seçiyorum geniş menünün içinden, elbette turşu da istiyorum. Biraz sonra masama geliyor tabak, görüntü pek hoş, tavuk etleri ne güzel ki kuşbaşı doğranmış ve öyle pişirilmiş,

 küçük taneli bir pirinç pilavı,

taneler önce küçük görünse de gözüme, sonra alışıyorum. Pirinçler erimemiş, dişe gelir kıvamda... Ben önce biraz yadırgayıp eleştirmeye başlamıştım ki sonra dedim her aşçısının bir metodu vardır, oradan bak...

Baktım ve kabul ettim.

Turşular pek hoştu, aynı tabakta olmalarını da takdir ettim çünkü yerleştirme pek güzeldi. Keyifle yedim keyifle bitirdim...

Ve bir tek bile pirinç tanesi bırakmadım.

Çünkü küçükken ve biz özellikle pirinç pilavını bitirmeden kalkmaya teşebbüs ederken, babannem ve annem o kadar çocuğumuz olacağını söylerlerdi...

Elbette o yaşlarda ve bu çağlarda onca çocuğa bakmak zor.

Bir tane bile pirinç bırakmadan masadan kalktım ve kasaya yürüdüm. Tatlı kız kredi kartı silahımı çektiğimi fark etmişti... Posu uzattı ödememi yaptım. 180 TL. çok gelmedi, çünkü alıştırıldık ve hatta pilava 10 TL verdiğimiz günleri bile bir hokus pokus sonucunda unuttuk, unutturulduk.

Aşçıya ve genç kadına ve güleryüzlü genç adama teşekkür ettim, ve tam gidiyordum ki genç adamın elini uzattığını fark ettim, tokalaştık ve iyi akşamlar dileyip dışarı çıktım.

Gökyüzü hâlâ minik damlalar gönderiyordu bana...

Sanki bir mesajdı bu...

Bense enn sevdiğim kadını düşünüyordum, nedense hâlâ siyah elbisesiyle görüyordum O'nu...

Eve yaklaşmıştım,

o sırada fikrimden bir müdahale geldi. Beni Afiyet'e yönlendirmek istiyordu.

Saate baktım, gün henüz erkendi. Evin önünden geçtim, yürümeye devam ettim. Şimdi Afiyet'teyim,

yağmur hâlâ ıslatıcı değil.

Bir sup söyledim,

iki tane de elmalı minik rulo.


İkisi de çok güzeldi,

şekersiz, bir fincan çayla tadını çıkardım.

Yağmur hızlanmıştı, yağmurluğumun başlığını kafama geçirip boğaz kısmını da sıktım. Hoplaya zıplaya, keyfimle muhabbet ederek eve varmıştım ki midyecinin açamadığı büyük şemsiye ile uğraştığını gördüm,

selamlaştık,

şemsiyeye el attım ve birlikte lastiğin içindeki yuvasına oturttuk,

O teşekkür etti ben de iyi akşamlar ve hayırlı işler diledim.

Eve varmıştım,

kapıdan içeri girip yağmurluğu çıkardım ve astım,

çalışma masama geçip bilgisayarı açtım.

Enn sevdiğim kadını arasam diye düşünürken saate baktım, burnumda tütüyordu ki telefon çaldı.

Elbette O, enn sevdiğim...

Şahane konuştuk, şahane güldük

Rusça öğrenmeye karar vermiş,

Rusça dinlemeye bayılacağıma eminim...

Ve ben O'nun iflah olmaz hayranıydım, konuşma süresi boyunca O'na,

bir kaç kez daha bayıldım.


4 Nisan 2025 Cuma

BİR Günlüğü 15- SEMİH

Yıl 1980 öncesi... Mahallede top oynuyoruz, futbol; sokak arasında. Bazen de etrafımızdaki okullardan birinin bahçesindeki potalarda basketbol.

Cıvıl cıvıl çocuklarız.

Çok da gözükara...


Bizim apartmanın çatısına çıkıyor, enfes bir deniz manzarasını karşımıza alıyor, mehtaba şarkılar söylüyor, deniz esintili sohbetler ediyoruz.

Mevsimlerden yaz...

Fuar ışıl ışıl.


Ön tarafımızdaki yazlık sinemanın perdesini bizim çatıdan bütünüyle görebiliyoruz.

Vesselam keyifli çocuklarız...

Eylemci aynı zamanda...


Asılmış sinema afişlerini minik bir operasyonla asıldıkları panolardan geç vakit indiriyor, koleksiyonumuza ekliyor, yerlerine bizim afişleri asıyoruz. Bazı akşamlar fırını gözlüyor, gecenin yarısında çıkan sıcacık ekmeklerden alıyor, aralarına evden getirdiğimiz miss gibi tereyağlarını gömüyor ve çatımızın sunduğu enfes manzaralara yaslanarak, neşeli cümleler eşliğinde -birasız olmaz- zevkle ve evlerden gizlice götürüyoruz; diş fırçalarımız ve diş macunlarımız yanımızda!

Kız arkadaşlarımız var, futbol bile oynadığımız... yakın zamanda adını andığım tatlı kız da.

Vesselam keyifli bir mahallenin, şık bir caddenin keyifli çocuklarıyız.

Anket defterlerinin biri geliyor, biri gidiyor. Her şey çok güzel...

derken.

Günlerden bir gün Ünye'ye gitmekte olan bir minibüs durduruluyor. Arkadaşlarımızın en sakini, dört ablanın küçük kardeşi Semih silahlı askerleri görünce panikliyor...

O bir çocuk, biz gibi.

Ve minibüsten indirilen başka insanlara uyarak tarlaya doğru kaçıyor.

Askerler Semih'i kıskıvrak yakalıyorlar. O bir çocuk, 16'sında ya var ya yok... Biz gibi.

Korkudan ölüyor, ulaşabileceği kimse yok, bir temiz dayak atıyorlar, dipçikler insafsız, ağzından laf almaya çalışıyorlar, O sanki bir terörist; oysa bir çocuk. Konuşacak bir şeyi olsa konuşacak da... nasıl anlatacak Fidel'i Marx'ı, Lenin'i, Che'yi falan...

Sonra haber bir şekilde ulaşıyor, aileyle birlikte gidip alıyoruz Semih'i, pamuklara sarıyoruz.

Ve sonrasında bir ürkek Semih oluyor bu neşeli çocuk.

Aradan yıllar geçiyor, hepimizin askerlik vakti geliyor. Buraneros adlı genç askere gidiyor, arkası sağlam; çünkü bölüğüne amcasının ulaştığı, duruma anlayışlı, çok yetkili bir şahıs sayesinde yakına geliyor.

Oysa birliğini çok sevmişti ve eğitimli bir tank şöförüydü. Leopar'ların ilk sürücülerindendi... Ankara Mamak bu özel askerlerin eviydi artık... Lakin baba öldü haberi geldiğinde, gecenin bir yarısındayken, Buraneros gözyaşları içinde tankıyla vedalaşıyor.

Ve sonrasında Genelkurmay'dan çok tepede bir general ile amcanın görüşmesi sonucunda, özel izinle şehrine yakın bir birliğe geliyor.

Görev yerinden şehrine sıklıkla gidebiliyordu artık; Semih'le ilgileniyordu, diğer arkadaşları ile birlikte... Uykudan sıçramaları azalmaya başlamıştı Semih'in, sonra da yüzü gülmeye...

O gencecik kalpler başarmıştı, arkadaşlarını geri döndürmeyi...

Günlerden bir gün, karargâh katında nöbetteyken, kozmik bilgiler önündeyken, teleks çalışmaya başladı. Buraneros çıktıyı alırken duvarda asılı listeyi fark etti. Daha önce de yazmıştı, listedekilerin neredeyse tamamı liseden arkadaşlarıydı. Yeni mekânları işkencehanelerdi.

Semih sonrasında pek ayar tutmadı. Bazen normal Semih oluyor, sonra dalıp gidiyor ve bir sıçramayla da geri dönüyordu. Listenin başında Altan vardı, can arkadaşım; bir altında Raşit, can arkadaşım ve diğerleri.

Ben neredeydim şimdi. Sıkıyönetim savcılarının şoförleri olarak yanlarında...

Biri daha önceki yazılarımda da söz ettiğim gibi çok şeker bir savcı, ideolojik anlamda bir tavrı olmayan, temiz yüzlü, dürüst.

Diğeri tam anlamıyla faşist.

Kime düşmek istersin dense ve elimde olsa herkesi şeker savcıya yönlendirirdim kesin...

Burada bir kez daha devre kessem iyi olacak sanki...

Semih ufak tefek hasarlar da olsa, desteklerimizle birlikte yolunu buluyordu yavaş yavaş ve bayağı zorlayıcı ve uzun bir sürecin sonunda yine şen çocuklar olarak bir araya gelebilmiştik.

O kara günlere biralar açarak, o günleri, işkenceleri anlatarak güle oynaya uğruyoruz ara sıra.

Bize kulak kesilenlere de havamızı atmaktan geri durmuyoruz.

Ne olursa olsun acıya bal eylemek mümkünmüş!

Ülke tarihindeki yeri çok özel bir dönemden kesitler yazmak,

tanıklıklar ve anılar biriktirmiş olmak,

insana acılardan kaçış olarak pek de havalı gelebiliyormuş!

31 Mart 2025 Pazartesi

BİR Günlüğü 14- ENN


Sevdiğim Kadın,

dün telefon açtın ya bana...

Yine ayaklarım yerden kesildi.

Ses kulağımın dibine geldi,

ben de oraya...



Kenara çekildim sonra...



Etrafını saran çocuklardaki coşkuyu izledim.



Biliyor musun, oradaki mezarlığı severim ben,


daha önce de söylemişimdir,
muhtemelen.



Onun yamaca yaslanmış, ağaçlar arasına saklanmış haline,

bayılırım ben.


Ve elbete dağın tepesindeki bir gözeden çıkıp kasabanın orta yerinden yokuş aşağı tam gaz akan çağıl çağıl suyla ayak üstü sohbetlerimize de...



Ahşap köprüleri asla unutmam.



Birden düşündüm;

babadan devir mesleğin bana kazandırdıklarını...



Ben yeni yetme bir delikanlıyken,

ve iş peşinde koşarken,

mesela bir yaz gününde okullar tatilken,

yan yana geçmiş olmamız da muhtemel.



Sen yaz tatili için gelmiş bir kız çocuğu,

ben de yeni yetme bir delikanlıyken...



İki gündür zihnimde sen,
gözlerimdense bir film akıyor...
Her şey canlı...

 

günlük işlere dokunabiliyorum,

mesela bu yazıyı akordsuz yazabiliyorum,

ve garip bir şey var,

ben yine de seni siyah, parlak,

etek boyu dizlerinde elbisenle;



traktörün sürücü koltuğundan -bana-

gülerken, görüyorum.




Çocukların senle paylaştıkları anı kıskanıyorum,

gülüşlerine ve koşuşturmalarına, ölüyorum.



Ne çelişkiler içeren bir durum değil mi?



Kumrular tepemde, ben uzakta ve denize dalgınken,

kendimi yakalıyorum.



Bazen kendimi yazmaya başlamışken buluyorum.

Akan cümlelere şaşırıyorum.

 

Şimdi bir şarkı seçmeliyim, sözü olmayan.


O müzik seni anlatmalı bana...



Becerebilecek miyim hayal ettiğimi...



bilmiyorum.

İnadımsa elinden geleni ardına koymuyor,

biliyorum.

Ve bir kez daha altını çizmek istiyorum ki,

sen aradığındaki telefon konuşmamıza,

bayılmıştım,


bayıldımmm.


Velhasıl anladım ki ben...

yani ben...

ben yani...

seni gerçekten,

yürekten,

ama çok yürekten,


seviyorum.



29 Mart 2025 Cumartesi

BİR Günlüğü 13- BİRA

Dünkü yazı bir sürü an, anı ve manzara sunuyor bana...

Musluğu bozuk, dağ başındaki bir çeşmeden akarcasına kelimeler dolaşıyor zihnimde...


Ne kadar çok hikâye biriktirmiş olduğumu düşünürken,
zamanı istediğim anlara geri sarsam istiyorum.



Ve ömür diliyorum hayattan.



Çok değil,



varsa kalbini kırdıklarım,

onarmak istiyorum.




Hayatıma dokunmuş her avuca,
özel cümleler bırakmak istiyorum...



Bir koşu gidip bira alıyorum...

Ve bir paket yoğurtlu ve mevsim yeşillikli patates cips...

Ve Nazan Öncel'e başvuruyorum.



Sözleri iyi geliyor...



.

28 Mart 2025 Cuma

BİR Günlüğü 12- DÖKÜLMECE

Yıllar yıllar önceki bir sürece dair... Yıllar yıllar önce yazılmış... Ama gün yüzünü şimdi görmüş bir yazı...

**


Yaa, senin anlatım dilinin özel bir tadı var. Seni ilk tanıdığım günden beri bu tadı alıyorum, hissediyorum ama bir türlü tarif de edemiyorum...

Nahif, hüzün benzeri alışageldik ve tek sözcüklerle tanımlamak güç.

Bir gün bu dilin verdiği tadı, hissiyatı tarif edebilecek sözcükleri bulup cümleleri kurabilirsem; sanırım o zaman oturup derin tasvirleri olan bir roman da yazabilirim.

Güzeldi yani,

şansı kenara bırakıp ihtimalin tadını bilen ve seven biri için...

Sabah kurmayı düşündüğüm bir oyun ile bu yazının genel-anlamına gün boyu güldüğümü de belirtmeliyim.




Güzel sorular... da!

Şu meseledeki gibi sanki cevapları da:


Aynı kelimenin farklı karakterlerde ya da aynı karakterin farklı ruh hallerinde farklı anlamlar yüklenebilmesi hali...

Nüansları görmek lazım, doğru cevaplar için.

İyi bir sohbetin çok lezzetli bir konusu olabilir ama!

Not alim




de... kaç şişe şarap gerekir ki acep?

Düşünmeye değer.

Şişe sayısını yani...

Filmi izlemediğim için oradaki durum üzerine edecek bir lafım yok,



Çekilebilirim.



"Yenilmek," "daha iyi yenilmek," benzeri ifadeleri senden öğrendiğimi itiraf etmeliyim, çünkü en sıklıkla senin yazılarının içinde rastladım.

Aynı kelimenin farklı hallerdeki farklı anlamlarını öğrendiğim günden beri kastettiğini en iyi anladığım ifade edişlerden biri oldu bu,

teşekkürler.

Bir de  bir yoruma bıraktığım cümledeki gibi olmalı sanırım,

yaşamda zenginleşmenin doğru yolu...

Cevabın ancak yaşarken ve yaşatırken verilebileceği, hatta belki o zaman bile eksik kalacağı soru halleri olsa gerek bunlar,

öyle değil mi?





Şöyle demişti çocuk: "Yaşamayıp da pişman olacağıma, yaşayıp da pişman olayım," ki ben kastedilen pişmanlığı da genel tanımının ötesinde bir anlam ile olumlayarak alıyorum.

Amma yazdım yahu...

Sıksam suyunu çıkarırdım sanki.




Günün sözüydü benim için; yaşamayıp da pişman olacağıma, yaşayıp da pişman olayım, cümlen...

ve elbette buradaki "pişmanlık" kelimesinin genel tanımının ötesindeki anlamını biliyorum.

Sağolasın.



Şarap şişesi ve kelime sayısı birbiriyle yarışa girer sanki,

gibi geldi bana ve bitmez bu sohbet...


ama yine de edilmeden bilinmez tabii.

26 Mart 2025 Çarşamba

BİR Günlüğü 11- MERTLİK

Yıl 1977 ya da 1978, sınıftayken ve dersteyken bir haber geliyor,

Demirel başbakan.

Alpaslan Türkeş uçakla gelmiş,

parti otobüsü ile de Çiftlik Caddesi'nden geçecekmiş...



Bu iki lider hakkında binlerce olumsuz cümle kurabilirim!

Ama!


Birisine bakınca da "zemzem suyuyla" yıkanmışlardı demekten kendimi alamıyorum!



Çiftlik, "kurtarılmış" bölgemizin ve şehrin en önemli ve en popüler caddesi.



Sınıf boşalıyor,

diğer sınıflar da bir araya gelince caddeye çıkıp asfalta yatıyoruz.



Otobüs D.S.İ tarafından geliyor ve Çiftlik'ten geçecek.

Mecburen duruyor.



Polisler bizi asfalttan kazımaya niyetli,

bizse asfalta yapışmış durumdayız;



asfaltla birlikte kazınabilirsek ne âlâ.

Otobüs anons yapıyor,

bizde tık yok. Ve sonuçta caddeye girmiyorlar, polisler çekiliyor ve üst yollara doğru çıkıyorlar.


Zafer bizim!



Önceki gün traş olurken, berberdeki genç çocuklarla gündemi konuşuyoruz. Geçmişi anlatıyorum. O günün önemli yanı benim açımdan o otobüsün caddeye girmek konusunda ısrarlı olmaması, ve Alpaslan Türkeş'in itidalli davranmasının yanı sıra anlayış göstermiş olması.

Elbette o yaşta ve o olay anında böyle düşünmüyorum. Bir zafer kazandık diye değerlendiriyorum.

Ve sohbette olduğumuz çocuklara bunun altını çizerek diyorum ki:

Bir de şimdiki adama bakın.

Ve bir kaç gündür yaşananlara...



O yıllarda miting konusunda rahatlıkla izin talep edebiliyorduk,

ve o izinler veriliyordu.

İstasyon Mahallesi'nden başlayan ve Cumhuriyet Meydanı'na ulaşan bir güzergâh ayrılıyor, bütün fraksiyonlar oluşturduğumuz kortejle meydana kadar yürüyor, yol boyu ve orada istediğimiz sloganları atıp marşlar söylüyor, konuşmalar yapıyor;

sonra da yine topluca mahallerimize ulaşıyorduk.



Ve eminim ki şu an eğitim sisteminin içine edenler, o kuşağın kültür ve bilinç düzeyinin kenarından bile geçemezdi!

Diyorum...


*Fotoğraf, Enn Sevdiğim Kadın tarafından çekilmiştir.

24 Mart 2025 Pazartesi

BİR Günlüğü 10- PENFRIEND

*...



Mina rakastan sinua,* diyor bir gün. Uçuyorum fakat bir yandan da dilin Orta Asya Türkçesi ile benzerliğini düşünüyorum. Dünyamdaki bir numaralı kız oluyor Anne. Ne hayaller kuruyorum. O günün koşullarında tek iletişim olanağımız gitmesi ve yanıtın gelmesi toplamda neredeyse 30 günü bulan mektuplar. Ama okul dönüşlerimde apartmanın bize ait posta kutusundaki, günlerce yokladığım o renkli zarfı görmenin tadına da paha biçemem. Yüzüm ışıldıyor, yüreğim küt küt atmaya başlıyor, sanki asansör gitmiyor sanıyorum. Kapıdan girişim, defterleri kitapları bırakışımdaki hız anlatılamaz. Tüm ayrık otlarımdan kurtuluyor, kolamı alıyor, yanına da mutlaka tatlı bir şey buluyorum. Yaşamımın en güzel halleri hanesinden bir ritüel bu. Avrupa ile erişilmez bir bağ! Sanki mektubu okumuyor, Anne ile yan yana kucak kucağa sohbet ediyorum, neredeyse kokusunu duyuyorum. Hatta bir yaz o İrlanda'ya dil okuluna gitmeyi düşünüyor, ben İngiltere'yi düşünüyordum ancak o yılların koşullarında, döviz çıkarma miktarlarına koyulan sınırlar yüzünden ben gidemiyorum. O bana İrlanda Cork'tan mektuplar atıyor...


Cümlelerini de içeren uzunca bir yazı yazıyorum, başlığı Pen Friend'lik Müessesi olan... Yazı elbette geçmişte yaşanmış pek çok şeyi de tetikliyor. Üzeri çizilmiş pek çok an var. Ve bunların hepsi, babanın çok çok erken ölümüyle birlikte, sadece hayallerde yaşıyor.

Sonra günlerden yakın bir zamanda bir gün sevgili blog arkadaşımız Şule ve sevgili eşi Finlandiya'ya gidiyorlar. Ve Şule bunu blogunda yazıyor. Aslında hayat bu yazıyı okumamla birlikte önüme bir fırsat da bırakıyor.

Henüz liseliyken ve sık mektuplaştığımız, birbirimize müzik kasetleri, plaklar yolladığımız 16'lık yaş sürecinde, İrlanda Cork'daki bir yaz okulunda Anne ile buluşmayı hayal ediyorum, bunu Anne ile yazışıyoruz.

Benim bir korkum var, babamın erken öleceği hissi bu... Bu nedenle içgüdülerim beni sürekli kararlarımdan geri döndürüyor. Anne bana sürekli yazıyor, ben bir süre sonra arkası olamayacağı için bu enfes arkadaşlığın... ve kafamdaki karmaşalar ve okulla ilişkilerim yüzünden; yazmayı bırakıyorum. Bir kaç mektup daha yazdıktan sonra benim nedensizliğim ve sessizliğim yüzünden o da bırakıyor.

Ve yaş yerini bulunca da kurduğum bütün planlarımı hayata geçirebilmek için askerliği aradan çıkarmaya karar veriyorum.

Ve kader bir kez daha bana o hayallerin hepsini çöpe at diyor,

çünkü henüz askerliği aradan çıkaramamışken ve 20 günlük taze bir askerken babam ölüyor.

Sonra...

Elbette yıllar yıllar sonra,

ve çok yakın bir zamanda, yani sevgili Şule ve sevgili eşinin Finlandiya'ya gittikleri ve yazısında bahsettiği zamanda, o üniversitenin sitesini tıklıyorum; bir de ne göreyim, Anne o üniversitede profesör,

aynı soyadı taşıyor.

Ve hâlâ çookkkk güzel bir kadın ve geçmişte yaşanmış enfes bir sürecin karakteri olarak,

beni sıcacık bir gülücükle başbaşa bırakıyor.

Lakin çok sayıda aynı ad soyadla karşılaşıyorum, bu da bende bir tereddüt oluşturuyor. Fakat fotoğraf da ısrarla O benim diyor. Şimdi bendeki fotoğrafını arayıp bulmam, artık elde olan fotoğrafla birlikte bunu bir kaç kişiye onaylatmam,

ve bu defteri de kapatmam gerekiyor.

Ve belki de Enn Sevdiğim Kadın'la ikimizi, pandemi öncesi planladığımız ama pandemiyle birlikte iptal etmek zorunda kaldığımız, trenle İskandinavya turu ve belki de bir penfriend ziyareti bekliyor!


*Seni seviyorum'un Fincesi

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP