Ahmet Uluçay'ın anısına...
Işıklar sönüyor, iki film birbirine karışıyor.
Sıcağın sessizliğinde bir kasabadayız; kavurucu yazın iş saatleri yalnızlığında sokaklarda... Köşe başında; esnaf bezginliğinde karpuzcuyla, karpuz kabuğundan gemi yapma hevesinde çırağı... Siyah saçları zülfünde bir kız: henüz görmedik... Berbere teslim edilmiş, kendini beğendirme saçlarının telaşında çocuk; cebinde sevgiliye aynası ve tarağı ile...
Şimdi; akıp giden ağaçlara ve zamana yolcu bir tren kompartımanında, eski kenti kaydedecek bir kamera dağlardan yol bulup akan kışın ırmaklarını izliyor.
Çocuk, karpuz kabuğunda yürüyor, hapsolmuş aşkın ilan edilmemiş yüküyle; uzak fotoğraf kareleri gibi sessiz!.. Bir arkadaş; söylenmemişi, söylenemeyeni kusma niyetine telaşlı; gemileri ortak!..
Ön kompartımanda; meraklı yanakları al al, utangaç gülüşlü çocuklar...
Saçları kırık aynada ıslanıp siyah saçlı kıza şekillenmiş çocuk, ortağı ve diğer ortağı -ki sevdasını göremedi diye karpuz kabuğundan perdede, hayallerine kıyamayıp hayallere kıydı, deliydi! Gizlerinin telaşında, yalanların siperindeler...
Bir istasyondayız... Bir kadın bindi; badem gözlü, elinde pazar yeri gofretleri...
Çocuk: Sıcağın duvar dibinde,elinde çay... Siyah saçlı kız göz ucunda... Kızsa, derinlerin kabulünde bir reddedişle beğenmezlikte... Pencereye saklanmış bir bakışın tülünde teneke saksıda pembe çiçekler...
Şiirin hareket memuru: Ki az önce gişede biletçiydi, ondan önce müdür odasında istasyon müdürü... Şimdi, kırmızı yeşil tabelasıyla başında lacivert şapkası, uğurlar olsuna çalacak düdüğü ve yalnızlaşacak az sonraya... Oysa, akşam memurlarını çağırmıştı yalnızlığa!.. Geç vakitte sığıvermişlerdi bir odaya tek kişilik bir kalabalıkla...
'Yürüsene be adam, hadi yürü' öfkesinde saniyede yirmidört kareye dönüyor kollarımız...
Dışarıda esen rüzgara uzatamadan kafamızı, o treni yalayıp geçiyor sürekli; serinini camlardan koridora bırakarak... Karşı yamaçta bir adam takılıyor kayıda, belli ki telaşları çocuklarına... İstasyonda binen kadının çantasında çarşının ekmek kokusu... Karanlığın mumunda makinenin hayali... Dışarıda mayıs dirilişi, rayların kenarında öbekler, beyaz yakalı köy yüzlü maviler... Senaryolar yazıyoruz karpuz kabuğuna !..
Ön gruptan bir çocuk çekingen bir hevesle soruyor, ''TRT'den misiniz?'' Bir ön yargının anlık ele geçirmesi sonraya pişman bir cevap veriyor; ardında utanmanın sevecenliğini yeşerterek...
Siyah saçlı kız, derinlerin öfkesinde koyuyor mektubu yüreğinin derinine; ve kendi izbesinde, çarpan bir nefesle okuyor sığınmış her satırın yalnızlığını...
Gelecek bir zamanda, bir filmin jeneriğinde adı okunacak(ön kompartımandan gelen)çocuk, ''senaryolar yazıyorum, kasaba gazetesinde yazılar,'' diyor!.. Sohbet koyu ve bir kamera dokunulacak kadar yakın şimdi. Genç adam çocuğa dokundu! Hayalleri hayal olmaktan çıksın diye...
Siyah saçlı kızdan ses yok. Yürekte merakın kaygısı... 'Üstünü ört' diyor, suratındaki tokatın kızarıklığını örten çocuk: ''Sen ünlü bir yönetmen olduğunda kızlar gani'' Kaç gani o yüreğe örtü ki?
Meraklı yanakları al çocuk, yeni senaryolara iniyor sıcak simit kokulu istasyonda... Filmde kan ter içinde bir öfkedeyiz; anasını sattığımın adamı yürüsün ışığın vurduğu perdede diye!
Kampanalarda istasyon sesi... Badem gözlü kadın iniyor; gofretlerle ve çarşı kokan ekmeklerle... Yamaçtaki adam uzanıyor güleç bir minnetle, elindeki torbalarla pazara satılmış süt bidonlarına; bir de çocuklarının anasına... Düdük duyuluyor! Ağır bir gıcırtıyla hareket eden tren yalnızlığı bırakırken arkasında, kadınla adama köy yüzlü bir kurbağa katılıyor; terli önlüğünün oyuna karışmış tozuyla... Tren uzaklaştıkça hızlanıyor. Onlar; tren uzaklaştıkça yaklaşıyorlar.
Kumlara uzanalım diyor, arkadaşının aşkına ulak olan çocuk... Karpuz kabuğundan bir deniz, sıvanmış paçalara yan gelip yatılmış bir kumsal...
Kapıdan giren ışık hüzmesinde bir genç adam, hediye paketinde çikolata... 'Karpuz kabuğundan gemi yaptım' der gibi... Dedi!
Bir anne, bir baba, bir çocuk evlerinin huzuruna yürüyorlar sırtlarında e(K)mekleri... Size diyor, teşekkür diyor, o trende diyor, karşılaşmasaydık diyor... diyor... diyor... diyor. İki damla yaş yerinde duramıyor. Eski kente bir kaçış, bir hayata dokunuyor. Bir hayat hayata akıyor, on evvel zaman önce...
Yazıda kastedilen ve uyarlanan şiir, Ö.Asaf'ın -kalın istasyonu-adlı şiiridir.
İlk Yayın Tarihi: 09.08.2008
OKUDUKLARIM 2024/82 ŞAL
2 saat önce