Çok uzun zamandır, olmasının gerektiğine fazlasıyla inandığım bir şey var: Okullarda edebiyat dersleri içinde yer alan münazaraların sadece teorik olarak anlatılması. Öğrencileri iki gruba ayırıp bir tanesini, bir olmazı savunmak zorunda bırakarak, demagojik saptırmalar üzerinden asla tartıştırmamak gerektiğine inanıyorum artık. Sanıyorum ki, her olay karşısında, hayatın her alanında genel tartışma üslubumuzun temel hallerinden biri, edindiğimiz bu alışkanlık. Her tartışmayı münazaraya çevirmek, saflaşmak, bu saflaşmalarla olayları analiz edip, sadece kendi doğrularımızdan hareketle kendi inancımıza yakın olanları haklılamak. Oysa felsefenin şahane bir sorusu vardır: o da niye diye sormaktır. Hem de sonuna kadar.
Son günlerde, adına Kürt Açılımı başta olmak üzere çeşit çeşit adlar koyulan ''bahşedici'' tartışma halinin son noktası Dersim de, tam bu bakış ve davranış özellikleri yüzünden heba olup gidiyor. Yani devleti savunduğunu düşünen milliyetçi bakış açıları, ciddi anlamda saf tutup 'ne yapsaydı devlet' diyerek bir görmezlik içine girerken... Diğer milliyetçiler de tek bir yandan bakarak; tıpkı ötekilerin 'neylerse devlet güzel eyler' mantığının aynısı bir bakış açısıyla, o günkü aşiret ağalarının dinsel temelli ve ırksal özellikler yüklenmiş ayrılıkçı, çıkarsal ve dış destekli ayaklanmalarını görmezden geliyorlar. Ya da kendi bakışlarından görerek farklı anlamlar yüklüyorlar. Oysa herkes bir soluklansa, o gün yaşananlara hiç bir ideolojik ve ırksal savunu yüklemeden, bu kötü olayı bir hesaplaşma haline büründürmeden, bölgede yaşayan her etnik kimlikten insanı, aileyi bir şekilde etkilemiş insanlık ayıbı bir durum olarak bakabilse; eleştirilerini o durum üzerine yapabilse; hem tarihe, hem ülkeye hem de adı dillerden düşmeyen barışa ne çok katkı yapabilecekler.
Ne yazık ki bu ülkenin bir çok döneminde iktidarı ele geçirenler, kendi ideolojik bakışlarından hareketle ve insan odaklı olmayan düşünüşlerle, eline silah alıp dağa çıkanlarla masum halkı aynı kefeye koyup, kendi ön yargılı ve taraf çözümlerini ortaya sürerek, potansiyel zulümler yapmışlardır. Bu bir gerçektir. Aynı şekilde kendi düzenleri ve iktidarlarını kurmak isteyen siyaset yapıcılar, iktidar heveslileri, isyancılar da; kendi çıkarları uğruna halkı provoke edebilecek başta dinsel ve ırksal argümanlar olmak üzere tüm hassasiyetleri pervazsızca ve yalanlarla bezeyerek kullanmaktan çekinmemiş ve halkları her zaman ateşin ortasında bırakmışlardır.
Şu anki tablo da vahimdir.
Kürt Açılımı Diye Diye Herkes Açıldı. Ben de Bir Açılayım Bakim, Dedim başlıklı yazımdaki tablo daha da derinleşerek devam etmektedir. Asla cesur davranamayan bir hükümet, sorun çözme niyeti olmayan bir muhalefet ve ne koparsam kâr diye sırtını -bir başka silahlı gücü her anlamda eleştirirken- bir başka silahlı gücün varlığına dayayan ve isteklerini yeteri açıklıkla ortaya koymayan bir etnik siyaset anlayışı vardır ortada. Herkes kendi siyasi artırımı için bencil ve tam anlamıyla makyevelist (amaca ulaşmak için her yol meşru) bir tutum içindedir.
Evet, bu ülkede iktidarı ele geçirenler her seferinde toplumu kendi siyasal bakışlarından hareketle ve zorlayarak, bireysel hakları yok sayarak biçimlendirmişlerdir. Çok sayıda darbeyle bu ülkenin her türden insanının üzerinden geçip gencecik yaşamları işkencelerde tüketmişlerdir. Bu ülkede her dönemde farklı düşünenler zulüm görmüştür. Eğer bir özür söz konusuysa devlet bu ülkede yaşayan herkesten özür dilemelidir. Ama gün artık özür beklemek günü değildir. Eski model bir siyasi anlayışın dayatmacı ve kazanım amaçlı, diz çöktürücü egosantrik ve basit tatminlerinden vazgeçilmelidir.
Sorun çözmenin ve hayatın şöyle de bir gerçeği vardır : Eğer gerçekten bir çözümse aranan, hazır ortamı ve fırsatı yakalamışken ; geçmişin sözleriyle bugüne, bugünün sözleriyle de düne bakmamak gerekir. Çünkü o zaman bütün enerji bugüne hiç katkısı olmayacak bir geçmiş tartışmasına, çözüm üretmesi mümkün olmayan bir laf kalabalığına, bir türlü bitmeyecek bir hesaplaşmaya harcanıyor. Bu hesaplaşma mantıklı tartışmalar sadece polemikleri üretip besliyor ve ne yazık ki bireyleri, oluşan safların arkasına iterek taraflaştırıyor, ve ne yazık ki toplumu ayrıştırıyor. Kavgayı büyütüyor.
Bu ülkede yaşayan her yurttaşın temel sorunudur demokrasi. Bu her etnik kökenden yurttaş için geçerli olan bir eksikliktir ve mevcut sorunların çözümü yolundaki olmazsa olmazdır.. Ve eğer her birimiz ayrılığı düşünmeksizin bu ülkenin yurttaşları sayıyorsak kendimizi, mücadeleyi etnik bir temelde lokalize etmeksizin, tüm ezilenler ve yok sayılanlar için kolektif bir çabayla vermeliyiz. Dillerden düşürülmeyen empati sözcüğünün gerçek anlamı hayata geçirilmek isteniyorsa, toplumun hassasiyetlerini kaşıyıp onları saflaştıracak söylemlerden uzaklaşılmalı ve en önemli hassasiyet de bu olmalı.
Eğer her bir siyasi yapı sürekli kendi siyasal geleceğinin koltuk hesabını yaparak böyle hassas bir konu üzerinden kendi seçmen kitlesine oynamaya bu şiddette devam ederse: korkarım birileri, tıpkı daha öncelerde olduğu gibi durumu fazlasıyla kaşıyacak, aynı ülkenin farklı düşünen insanları arasında geçmişte yaşanan kavgalar ve kamplaşmalardan çok daha fazlasını gelecek günlerde yaşayacağız. Korktuğum budur!