28 Nisan 2024 Pazar

Sapma Büyüklere Masal Tadında Enfes Bir Kitaptır

Güncellenmiş yazının ilk yayın tarihi 24 Ocak 2014


Sapma'yı sevdim ki bu kez el yazması kitaplar toplayan, onları kopyalayan, ilginç bir kariyere sahip, 1400'lerde yaşamış kitap avcısı bir kahramanımız var. Olaylarımız da o yıllarda geçiyor. Mizahımız ve üslubumuz da pek güzel.

Ayrıca kitabın ebatlarını da sevdim ben!

Kitabı sevmeye devam ediyorum ana fikrinden, gidişatından ve kurgusundan dolayı.

İçinde geçen pek çok ismi bilmiyorum ama zaten takılmıyorum da onlara...  Kısaca eskinin felsefecileri, tarihi şahsiyetleri deyip geçiyorum.

Kendi içine hapsedip de verdiği ipuçları ile insanı başka kitaplara yönlendiren kitapların meraklandırıcı tadına bayılıyorum.

Bu kitabın yazılmasına temel teşkil eden, adını daha önce duymadığım zatın 1300'lerde yazdığı; din odaklı egemen bağnazlığın önünü kesen, bu zeminde önemli tartışmalara zemin olan, fikir dünyasında çığır açan şiirin olduğu kitabı da merak ediyorum. İlk fırsatta araştıracağım.

Sapma'yı, üzerinde roman yazsa da öyle adlandırmak zor. Daha çok, sıkı ve sorgulayıcı bir bilim adamının, oldukça ağır ve dokunulmaz bir konudaki akademik araştırmalarını, bir serüven örgüsüyle sıkıcılıktan kurtarıp, ana temayı da yan hikayelerle besleyerek okuyanın işini kolaylaştırdığı bir gerçeklik eseri olarak tanımlamak mümkün.

Üstelik insanın kendi düşüncelerini sorgulamasına da yol açan, biraz da yoldan çıkaran, "yakılası" bir kitap olduğu da düşünülebilir.

Bir akşamüstü sandalyeye konuşlanmış, sivrilere karşı kendini efsunlamış bir vaziyette satırların arasında yok olmuşken; aklımda, kesintisiz sorgulamalarla birlikte sevinç cümleleri de resmi geçit yapıyordu. Yeterince gelişmemiş demokratik yapısına, her şeye biçim vermeye kendini yetkin gören başbakanına rağmen, iyi ki bu ülkede yaşıyor olmak manasında.

Şu Sapma var ya güzel kitap!

Hem din olgusu ve onun siyasallaşmış kullanımı, hem de din odaklı oligarşik yapı konusunda acayip bilgilendiriyor insanı, bunu yaparken de eğlendiriyor. Tatlı bir üslubu var ders hocamızın, kendisini en sevdiğim hocalar listesine kafadan soktum ben.

Okurken aklımdan geçen ve bir yazıda kendisinden bahsedilirken kullanılacak cümlelerden biri şu idi: Nasıl ki Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı'sının ilk elli sayfasında insan patinaj yapıp duruyor; bu kitap da ilk sayfalarında insana benzer şeyler yaşatıyor, bazen coşkuyla giderken bazen "Uff sıkıldım," haline büründürebiliyor. Hatta "Yaa bunu bıraksam da daha hafif  ya da daha akıcı bir şeyler mi okusam," dedirtiyor. İşte bu engelleri geçtikten sonra da akıp gidiyor. İnsan okuma evresinden direk yaşama evresine geçiyor. Dağları bayırları aşıp manastırların kütüphanelerinde katalog incelerken buluyor kendini. Kahramanın seçtiği kitabı kopyalamaya başlıyor, parşömenlerin miss gibi kokusunu duyuyor, çağın daksili ile silinmiş kelimelerden süt ve peynir kokusunu alıyor.

Bir de Sayın Ekmel Denizer'i çok andım satırların arasında yok olmuşken: Hani Parmak Ucu Kesik Eldivenler diye bir yazısı var ya blogda; onu okurken çok hissetmiştim olan biteni ve imgeler oluşmuştu kafamda. Bu kez sanki daha önce gören birinden duyduğum şeyleri bire bir yaşayan bir fani gibi hissettim kendimi. 

Velhasıl-ı kelam "Venezuela'dan" yeni dönmüş ben, bu kez 1400'lü yıllarda Alp dağlarının orasında burasında; avlularından yiyecek ve canlı hayvan kokusu gelen manastırlardayım.

Kitabın ebatlarını sevdiğimi söylemiştim sanırım; bu da bana pek entelektüel hava verdi. Okunduğu her yerde insanı ayrıcalıklı ve bilge kişi kılacağı kesin.

E bu da havalı bir şey sonuçta!

23 Nisan 2024 Salı

İnşaat İşçisi Ve İç Mimar




Üst kat komşularım yazlıklarına teşrif etmiş bulunmaktadırlar, şimdilik evlerini düzenliyorlar; kaba inşaatla beyefendi ilgilenirken, iç dekorasyon hanımefendi tarafından yapılıyor...
Sonra, torunlarımız olacak!

18 Nisan 2024 Perşembe

Maviye İz Süren... Ler

Sekiz uzun yazı yazdırıyor şehir bana.* Hayatımızın enn keyifli yolculuğu desem abartmış olmam. Uçuş güzergâhımız muhteşem bir Türkiye coğrafyası. Neredeyse ülkenin bir ucundan öbür ucuna gidiyoruz;

ve meraktan, ve sevinçten uçuyoruz.

Şehire yüksek dağların arasından giriyoruz ki şehir an itibariyle altımızda, ve olağanüstü bir manzara. Uçağın penceresine yapışmış durumdayız. Enfes bir iniş, servis ve şehir merkezindeyiz.

Ve anında kankayız şehirle.

Üstelik onun da bizi sevdiğinden eminiz.

Yıl elimizden tutacak kadar yakın, 2017. Pandemiyi aradan çıkarsak sanki dün. Ama biz için bugün. O kadar işliyor ki ruhumuza şehir, 8 uzun yazı bile yetmiyor. Sonra gözümüzden yaşlar döken yıkım. Kaldığımız kadim binası ile muhteşem otel Liwan.

Enn Sevdiğim Kadın mesaj atıyor.

Bir fotoğraf.

Bizim oda.

Tüm odalar yıkılmışken bizimki ayakta.

Hayatımızın en keyifli biralarını içtiğimiz balkon...

ayakta.

Perdelerimizi enfes bir rüzgâr uçuşturuyor.

Sanki balkon kapısını açık unutmuşuz.

Boş bira şişeleri balkon korkuluğunun üzerinde.

Gözümüzden yaşlar akıyor.

Kurduğumuz dostluklar, merak. Abilerin sağ olduğu haberi enn sevdiğim kadından. Ama acıları dindirmeye yetmeyen ufacık bir teselli bu.

Hatay yok.

Yoksa var mı?

Kalbimizde ve zihnimizde,

öylesine derin üstelik.


Hatay üzerinden gelen kitabım sırt çantamda. Ona yaşadığım coğrafyayı ve kendi mekânlarımı tanıtmak istiyorum.

Evden çıkıyoruz ve ilk molayı babamın ağaçlarının altındaki bankta veriyoruz. Manzara deniz, uçuşan martılar akıp giden satırlar. Küçük dev hikâyeler şaşırtıyor beni. Üslup ballı börek. Şaşkınım çünkü iki üç sayfalık öyküler bir roman okumuşum tadı veriyor.

Öylesine derinler...

Kudretli bir kalemden çıktıkları ise kesin. Ama bir öykü var ki fren yaptırıyor bana ve önünde kalıp düşünüyorum:

Sanayi İnsanı.

Hani diyesim ve dilimin ucundaki cümle şu:

Sizin ailenizden biri ya da siz sanayide çalışmış bir usta mıydınız?

Neredeyse sektöre doğmuş bir çocuk olarak ben ve elbette sonradan yedek parçacılığa geçen babamdan bilirim sanayi dünyasını ve ustalığını ve hikâyelerini.

Ama an itibariyle şaşkınım.

Sormak isterim yazara,

sizin bu yazıya hakimiyetiniz nereden;

sadece bir gözlem mi?

Öylesine insanın içine işliyor satırlar.


Kalkıyoruz babamın ağaçlarının altından, laflayarak uzaklaşıyoruz benim banktan. Üç buçuk sayfalık Karmaşık Çin Kutusu'nun etkisindeyim hâlâ, başlığın hemen altındaki italik cümlenin vurgusunu düşünüyorum:

Durduğun yer hep aynı olmasın.


Kitapla sohbet gittikçe derinleşiyor. Diyorum ki ona gel kendimizi şımartalım. BİM'den içeri giriyoruz. Sahil bandında, üstelik yeni dekorasyonuyla açılmış bir BİM! Vallahi yakışıyor. Bir soğuk kahve, şımartan gofretler, çikolatalar falan alıp Allahtan o arada kapılmayan bankımıza çörekleniyoruz yeniden. O sırada Güneş Kokusu adlı öyküden derin bir cümle fısıldıyor. Yine kısa bir giriş metni ve italik harflerle:

                 Bir yerinden kopup gidecek işte hayat.
                                            Hiç ummadığın anda,
her şey akıp giderken her şey kendi seyrindeyken...
                          Dün vardın bugün yoksun olacak...


Artık iyice kankayız kitapla, sevdik birbirimizi, aynı toprağın insanı gibiyiz ki o nispeten şaşkın. Ama şehrini bu kadar sevdiğimiz, içselleştirdiğimiz için de mutlu. Yalan yok, ben de onu çok sevdim. Okuduğum en güzel, en lezzetli öykü kitaplarından birisin demek istiyorum ama bir yandan da frene basıyorum. Çünkü daha kalpten ve daha derin cümlelerle ifade etmek istiyorum bunu. Ancak ondaki duygu akışını ve gerçeklik duygusunu, samimiyeti aşamam ve fakir cümlelerimle başbaşa kalırım diye düşünüyorum. Ve sanırım yazarın iki üç sayfada yazdıklarından aldığım; okuduğum roman mıydı tadını, sayfalarca yazsam meramımı anlatamam sanıyorum.


Sohbet sıcak ve koyu, zaman akıp gitmiş, hadi gel bu kez ters yöne gidip, babamın ağaçlarının önünden geçip, iskelede bir tur atıp yine sevdiğim kitap okuma noktalarımdan Palmiye Kafe'de sıcak kahve içelim, diyorum.

Denize bakan açık bölümde oturmayı tercih etmiyoruz. İç kısım daha sakin.

Zaman Yenilenirken başlıklı öyküye selam çakıyorum, sıcak kapuçinolarımızdan aldığımız yudumların ardından. O, konuya girmeden hemen önce şu cümlelerle giriş yapıyor derya denizlere:

                      Durup, dinlenip gece oluyorum,
                     sonra bir şey kalmıyor dünden...
                                    Bir tek sesler kalıyor...
Uzanıp el yordamıyla dokunduğum tenhalıkta
ansızın yeni bir ışık hüzmesi vuruyor suretime,
     belki diyerek abanıyorum taze sabahlara...


Saatlerce kalıyoruz. Birbirimizi sevdiğimiz ve anladığımız kesin. Artık veda zamanı, 30 öyküyle tek tek tokalaşıyoruz ve Küstüm Çiçeği başlıklı öyküdeki,

Ben öyle yağmurlu, çok sulak, kalabalık yerlerde açamam dedin. Seni alıp ıssız, kurak, kendi halinde bir köşeye bıraktılar. Uzaktan izledin hayatı, gözlerini kaçırdın kimi zaman da. Masallar anlattın kendi kendine, ansızın gidenlerin, gelip geçenlerin, özleme yol alan resimlerini biriktirdin. Yapayalnız kaldın, ıslanan gözyaşlarınla suladın toprağını.

cümleleri ile birlikte bu uzun yazıyı sonlandırıyorum.

Bu bir kopuş değil elbette, Maviye İz Süren artık kitaplığımın Türk yazarlar bölümünde ve çalışma masamın sağındaki kitaplıkta. Manzaramız deniz, canımız ne zaman isterse karşılıklı kahve içeriz.

Ve Sevgili Bahar Uysal Karakuş, ona gözüm gibi bakacağımdan emin olabilirsin. Ve çok teşekkürler hayatıma katılan bu enfes kitap için.

Yeni kitap ne zaman?:)


*Hatay'ı merak edenler 8 yazıya blogun sağındaki, üzerinde GİDERKEN HATAY, DÖNERKEN ANTEKE yazılı fotoğrafı tıklayarak ulaşabilirler.

10 Nisan 2024 Çarşamba

Fantastik Dünyadan Dönüş

Şöyle yazmıştım, kitabı aldığımda ve henüz okumaya başlamadığımda:

Blog arkadaşımızın emeğine, anime sevgisine, bir kitap yazmasına ve onun basılmasına ve bu yoldaki çabasına hayranım. Kitabını da bir merakla aldım. Blog yazılarından hareketle üslubu konusunda bir fikrim var elbette, fakat bu tür kitaplar okumayan ben için de şahane bir deneyim olacak bu. Sevip sevmediğim konusunda acımasız bir sonuç bildirgesi yayınlayacağım elbette... Yalnız şöyle bir tehlike var, düşüncelerini ve eleştirilerini kim olursa olsun söze ve yazıya döken de biriyim!




Tereddütlüydüm. Fantastik edebiyata uzaktım. Blog yazarı arkadaşımız Duygu'nun yazılarını okuyordum, zevk de alıyordum. Sonuçta onlar bir yazıydı. Romanı çıkınca alsamla almasam arasında bir süre kaldım. Umutlu değildim, daha çok da kendimden; çünkü bu tür kitaplara uzaktım, bir deneyimim yoktu ama blog arkadaşımıza bir desteğim de olsun istiyordum.

Ve kitabı sipariş verdim.

İlk sayfalarda biraz patinaj yaptım, çok sayıda karakter vardı ve genelde ben bu tür kitaplarda başlangıçta bunları nasıl aklımda tutacağım endişeleri yaşardım,

ve bir kez daha yaşadım.

Sonra ufaktan ufaktan ve bana hiç hissettirmeden kitap beni çekip aldı dünyasına ve ayrılamaz oldum. Karakterlerle ilişkimiz kankalık düzeyine varmaya başladı. Sanki mahalle arkadaşlarımdılar ve isim isim aklıma kazınmaya başlamışlardı. Sonra bir baktım ben de kitabın içinde bir karakter olmuşum.

Bu sanırım yazarın başarısıydı, dil son derece akıcıydı, cümleler işlevsel ve yazarın üslubu kesinlikle kendine özeldi. Artık bir kitap okumuyor bizzat yaşıyordum; çünkü üslup kitaptan kopmaya olanak tanımadığı gibi kendine özel karakterleri ile beni sürekli kankalık düzeyine taşıyordu.

Ve fark ettim ki ben de artık tüm günü onlarla yaşarken aynı zamanda tartışma ve çatışma alanlarındaydım da. Yazarın yarattığı muhteşem ve fantastik bir başka dünyada onlarla birlikte, aynı koşullar altında yaşıyor, onlarla benzer duyguları da hissediyordum.

Ahh o ikili arasındaki ince aşk; o kadar tatlı ve bir o kadar da istemem yan cebime koy tadındaydı ki!

Bir büyüsü olduğu kesin romanı her açtığımda ve okumaya başladığımda, kısa sürede kelimeler sayfalardan yok oluyor, ben güçlü tasvirlerin içinde yoğruluyor, bir başka dünyada, yazar tarafından yaratılmış bir ortamda, kahramanlarla aynı koşullar altında yaşıyor, ancak kitabı kapattığım ve ara verdiğim anlarda gerçek dünyama dönüyordum.

İnanılmaz bir keyifti. Karakterler çok özeldi ve yazar bir nakış gibi işliyordu her bölümde öyküsünü. Sonra kitaba ara verip de arka kapağını her kapattığımda bir rüya zihnimde pırıl pırıl akıyordu, ve ben o andan itibaren kitap karakteri dostlarımı özlemeye başlıyordum.

Muhtemelen bundan sonra özledikçe kendilerini, dünyalarına dönüp, bölümlerden birini rastgele açıp, hasret gidereceğim kendileriyle...

Ve yazarın bir sonraki kitabını da,

sabırsızlıkla bekleyeceğim sanki!

7 Nisan 2024 Pazar

Yardan Geçilir Üzümlü Pastadan Geçilmez

Çok sevdiğim bir blogdaşım var, sizlerden iyi olmasın. Pek çoğunuz da takipçisisiniz sevgili dostlar. Üzümlü pastayı pek seviyor kendisi. Geçenlerde küçük hallilerine rastgelmiştim enn sevdiğim kitap okuma noktalarımdan birinde. Elbette hemen fotoğrafını çekmiştim. Hatta adres istemiştim kargo için. Çok zarif dostsa zahmet vermek istememişti.


Kader işte; sürekli üzümlü pastalar çıkarıyor önüme. Bu kez yine, böreklerini sevdiğim bir mekânda, anne kurabiyeleri...


Ama nasıl bir keyif,

enfes bir fincan çay eşliğinde.


İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP