Dün öğleden sonra işlerini halledip, trenle şehirden dönerken Buraneros, uzun zamandır hayal edilen bir eylem için düşünceler oluşturuyor. Ancak 15 günlük bir meşguliyeti var, onu aradan çıkarmanın ardından, özellikle pandemiden kaynaklı olarak ertelenmiş, üstelik çok istenmiş, daha çok da o günlerin koşullarından hareketle memleket hallerinin olgunlaşması beklenmiş bir süreç sonunda vakit tamamdır, hayal kapıları ardına kadar açılabilir demişti.
Dün enn sevdiği kadının da bildiği durumun olgunlaştığını ve memleket hallerinin de kısmen normalleştiğini düşünerek hayalini onunla paylaşma planları cebinde eve varmış, sonra da güle oynaya bir sohbetin içindeyken kurguyu ona anlatmıştı ki o sırada ülke başka bir felaketle yüzleşmek durumunda kaldı; elbette hepimizin gardı düştü, kayıplarımıza üzüldük.
Ama hayat bir yandan da devam ediyordu. Ve zaten ortak bir mutabakat sonucunda bu gerçekleşmenin 15 günden sonra olmasını kendi aralarında kararlaştırmışlardı.
Uçuş için iki gün seçtiler, cuma akşamı buradan, pazar gecesi oradan.
Kalacakları yer cepteydi, daha önceki seyahatlerde seçtikleri noktaları gözden geçirirken, çok sevdikleri ve bir ailenin tatlı insanlarının çalışan olduğu çok sevimli konakta; buluşma noktalarına kolay ulaşılabilir olması nedeniyle de mutabık kaldılar. Üstelik Buraneros bu satırların keyfini çıkarmak için kahvenin soğumasına, soluklaşmasına ve hatta duruma gülüp kendisiyle dalga geçmesine bile razı geldi.
Yani Buraneros ve Enn Sevdiği Kadın, son dakikalarda bazı zorunluluklar oluşsa da belki erteleyecekler ama sonuçta uzun süredir var olan ama enn çok da pandemi koşullarına takılan hayali kısa zamanda ve mutlaka gerçekleştirecekler,
sanki...
24 Ekim 2024 Perşembe
21 Ekim 2024 Pazartesi
Unutulmayanların -Bence- En Güzeli
Kenarlarına ülke rezaletleri bulaşsa da...
***
70'lerin sonu 80'lerin hemen öncesi, uzunçaların arka kapağından...
Unutulmayanlar adı altında çıkan bu uzunçalarda ve bu dizide çıkan diğer plaklârda, kronolojik bir tasnif yoluna gidilmemiştir.Ayrıca gene bu dizinin plâklarında, tıpkı bu uzunçalarda olduğu gibi, romantik şarkılar, caz kökenli vokaller, ya da Rock'n Roll türü müzik arasında da bir ayrım yapılmamıştır. Geçmiş devirlerin unutulmaz melodileri, hangi tür müzik olursa olsun, aynı uzunçalarda yer almıştır. Çünkü bu dizinin amacı, kronolojik, müziksel, milli kategoriler yapmak, sanatsal değerlendirmelerde bulunmak değil, belli yılların hâlâ unutulmayan melodilerini, gençliklerini o yıllarda geçirenlere ve doğal olarak bu hafif müzik klasiklerinden hangi yaşta olursa olsun, daima hoşlanacak müzikseverlere sunmaktır.
Bu dizinin diğer plâklarında olduğu gibi, bu uzunçalarda yer alan melodiler, devirlerinin liste başları, milyon üstü satan, olaylar yaratan plâklarından seçilmiştir.
Buraneros şaşkın değil, ama öfkeli. Pek şaşırmasa da bu kadarı da fazla diyor. Yeni doğmuş bebelerin, üstelik bazı doktorlar ve sağlık çalışanlarının şirket haline getirdiği kurumlara ve skandal ötesi durumlara çok şaşırmamış olsa da aynı durum Avrupa'nın herhangi bir ülkesinde olsa cumhurbaşkanından başlayıp tüm ülkenin bakanları ve hükümeti istifa ederdi, diye de düşünmüyor... Çünkü onların etmek zorunda kalacağını biliyor!
Bizim şimdikilerde tık yok,
buna şaşırıyor muyuz?!
Ülkeyi sanki 22 yıldır onlar yönetmiyorlar ve her kötülük muhalefet tarafından yaşatılıyor. Oysa geçmişe şöyle bir göz attığımızda görüyoruz ki bu ülkede ölüm nedeniyle eksilen meclis aritmetiğini tamamlamak adına yapılan ara seçimlerde -sadece oyları bir miktar- düştüğü için, önlerinde iktidar yılları olmasına rağmen ve zorunluluk olmadığı halde, halktan yeniden onay almak adına erken seçim kararı alıp sandığa giden, ve o ara seçimde oyları eski oylarının gerisindeyse, asıl patronu, yani halkı sandığa davet edip istifa eden hükümetler ve başbakanlar da görmüştü bu ülke.
Elbette başarı ile depolitize edilmiş, önlerine başka oyuncaklar koyulmuş, 2000'li yıllarda doğmuş ve günahsız gençler bunları bilmeyeceklerdir ama biz özgür seçimlerin yapıldığı, başarısız olunduğunda koltuğunu bırakıp gidebilenlerin olduğu, muhalif olsak da kariyerlerine saygı duyulması gereken siyasetçilerin yaşadığı ülkeyi de gördük. Üstelik o adamlar hiç bir zaman, taşkınlıklar yapılmadığı, etrafa zarar verilmediği sürece polisi; miting bir haktır düsturu ile izin verilmiş kalabalıkların içine sokup dağıttırmayı ve eylemleri durdurmayı düşünmediler! Haklarında yapılmış eleştirilere, onları yazanlara ayar vermediler. Enn absürt karikatürlerine gülüp geçtiler. Oysa şimdiki?!
Elbette yaşam devam ediyor, edecek, bu günler de geçecek. Umutları kaybetmeye hiç de gerek yok. Bu ülke güzel, insanı da güzel. Rabbim geçmişin kıymetini bilemediğimiz için bizi sınıyor da olabilir! Ama damarlarında asil bir kan dolaşan farklı etnik kimliklerden insanların kardeşleşebildiği bu milletin 2000'li yıllara denk gelen insanları ve apolitize nüfusu da biraz daha okuyarak, merak ederek, farklı görüşleri mukayese ederek geçmişe şöyle bir göz atarsa, inancım tamdır ki her şey çok daha güzel olacak!
Kayda Geçsin adlı programda zevkle izlediğim ve Youtube'da yayınlanan Tımarhanede Bu Hafta adlı kısa kayıtlarına bayıldığım Şule Aydın'ın program sonundaki bitiriş cümlesini bu yazı vesilesiyle ve küçük harf değişiklikleriyle tekrar ediyor ve hepimizin, aklımızı kafatasımızda tutabileceğimiz bir hafta diliyorum.
O halde Müzik!
Eski yıllardan ve serinin en sevdiğim uzunçalarından seçtiğim şarkılarla güncelden kısa süreliğini de olsa kopalım, ruhumuzu serinletelim, çayımızı kahvemizi alalım ve müziğin, geçmişin ve nahif yılların gölgesine bir anlığına da olsa sığınalım,
aklımıza iyi geleceği kesindir!
17 Ekim 2024 Perşembe
Haydi Şimdi Bütün Eller Havaya
Plak Odeon etiketi ile 1976'da çıkıyor. Söz ve müzik Burhan Gökalp'e ait. Anadolu Pop ve Rock'ın altın yılları; tarzı yaşatan bir sürü grup var, seviliyorlar ve tarz gündemi ele geçiriyor. Tıfıl ben türkünün Esin Afşar yorumunu seviyorum ve tarzı bana daha yatkın Yoh Yoh'u da satın alıyorum. Zühtü ise mizahi tadı ve Anadolu Rock yorumu ile düğün derneklik bir plak ve her yerde. Arka yüzde ise Kaygusuz Aptal'ın Kaz adlı eseri var, prodüktör Engin Atamer. Orkestra ise Grup İcabında ve İsmet Sıral. Plak fiyatı 15 TL!
*
Okuyanlar bilir ki Bureneros bundan önce bir yazı yazdı. Biliyor ki hüzün yaratan o satırlar geride kalacak. Eğer bu ülkenin taşını toprağını seviyorsak ve biliyorsak; masal gibi o yılların güzelliğini yeniden ve daha diri biçimde yaşama potansiyelimiz de var demektir. Derdi de asla umutsuzluk yaşatmak değildi, o yazıyı yazarken Buraneros'un... Ama apolitikleştirilmiş gençlere bıkıp usanmadan anlatmak, bazen de biraz dürtmek gerekiyordu.
Çünkü kendi kuşağı Cumhuriyetin izlerinin hâlâ var olduğu yılları eğitim müfradatı nedeniyle biliyor o sayede de ülkeyi ve insanını tanıyordu. Babasından devraldığı meslek ona o kadar çok tanıklıklar yaşatmıştı ki bir çok insana ütopya gibi gelecek yılları minik bir çocuk, sonra genç bir adam olarak yaşamış, büyüklerinden devraldığı birikimleri özümsemiş, dolayısı ile de inancını kendine yoldaş yaparken hep diri tutmayı becermiş ve inançlarıyla adeta kanka olmuştu,
ve hiç bir günahları olmayan -yeni nesil- gençlere unutturulmak istenen o yılları anımsatmak istemişti.
Son sözü olarak o dönemler 20 yıldır, özellikle ve kıskançlıkla ve bilerek, gerektiği gibi anlatılmadığı için!.. Özellikle gençlere demek ister ki Buraneros: Üzüntüye, hayıflanmaya ve kedere gerek yok.
Ama kendilerine ideolojik bir yaklaşımla ve bilinçli olarak gerektiği gibi anlatılmayan Cumhuriyetin kuruluş yıllarını ve ülkenin yeniden kuruluşunun izlerini anlatan kitapları, doğacak ya da doğmuş çocuklarımızın yararı için Nutuk'dan başlayarak okumakta, hediye etmekte, ve okutmakta yarar var...
Çünkü kendi kuşağı Cumhuriyetin izlerinin hâlâ var olduğu yılları eğitim müfradatı nedeniyle biliyor o sayede de ülkeyi ve insanını tanıyordu. Babasından devraldığı meslek ona o kadar çok tanıklıklar yaşatmıştı ki bir çok insana ütopya gibi gelecek yılları minik bir çocuk, sonra genç bir adam olarak yaşamış, büyüklerinden devraldığı birikimleri özümsemiş, dolayısı ile de inancını kendine yoldaş yaparken hep diri tutmayı becermiş ve inançlarıyla adeta kanka olmuştu,
ve hiç bir günahları olmayan -yeni nesil- gençlere unutturulmak istenen o yılları anımsatmak istemişti.
Son sözü olarak o dönemler 20 yıldır, özellikle ve kıskançlıkla ve bilerek, gerektiği gibi anlatılmadığı için!.. Özellikle gençlere demek ister ki Buraneros: Üzüntüye, hayıflanmaya ve kedere gerek yok.
Ama kendilerine ideolojik bir yaklaşımla ve bilinçli olarak gerektiği gibi anlatılmayan Cumhuriyetin kuruluş yıllarını ve ülkenin yeniden kuruluşunun izlerini anlatan kitapları, doğacak ya da doğmuş çocuklarımızın yararı için Nutuk'dan başlayarak okumakta, hediye etmekte, ve okutmakta yarar var...
O halde,
gelecek güneşli günler için...
Haydi şimdi,
bütün eller havaya!
Etiketler:
akıp giden zamana notlar...,
Esin Afşar,
Kaz,
müzik,
Odeon,
Zühtü
14 Ekim 2024 Pazartesi
Masal Bir Ülkede Bir Varmış Bir Yokmuş
Bilmediğimiz bir ülkenin bir tarihteki mutlu yılları; evlerde likör ikram ediliyor; çikolatalar, gerçek badem şekerleri, fabrikasyon olmayan enfes dondurmalar gani, en kenar mahalledeki çocuğa bile ulaşıyor ve topu 25 kuruş! Sokaktaki satıcıları birer efsane. Nane şekeri satan, bembeyaz iş kıyafetinin kollarına geçirdiği siyah kollukları ile abi, beyaz kağıttan küllaha bembeyaz şekerleri yerleştirirken, bir yandan da çocuğa özel, onun ruhunu okşayacak mâniler söylüyor.
Konserler dizi dizi, kapalı spor salonları dolup taşıyor, onca sinemaya rağmen biletler karaborsaya düşebiliyor.
Fuarların kocaman, yemyeşil, peyzajları muhteşem lunaparkları var. Ekonomi karma, devlet kurumları dimdik ayakta ve birbirine entegre. Devlet Üretme Çiftlikleri'nde yok yok. Zonguldak adlı şehrinde bereketli maden ve kömür ocakları, Batman'da petrol kuyuları var. Rezervler asırlar geçse de tükenecek gibi değil.
Ziraat Bankası köylünün, Halk Bankası esnafın, Etibank madenlerin, Sümerbank giyim kuşam, çanak çömlek, el sanatları, porselenler, el emeği emsalsiz halılar ve cam ürünleri gibi akla gelen her şeyin.
Paşabahçe cam ve porselen ürünleriyle bir dünya markası.
Emlak Kredi Bankası ev sahibi olmak isteyenlerin arkasında; uzun vade ödemeli toplu konutlar yapıyor.
Çimento ve Demir Çelik Fabrikaları yurdun dört bir yanında; işgal altındayken, vatansever halkıyla verdiği topyekün mücadele sonucunda Kurtuluş Savaşı'ndan çıkmış, gelişme çabasında olan bir ülkenin bağımsızlığının çimentosu onlar.
Tüm tarım araçları ve traktörler Zirai Donatım Kurumu'ndan. Ziraat Bankası'ndan düşük faizli ve uzun vadeli kredi kullanıp traktörler, biçerdöverler gibi tarımsal araç gerece sahip olunabiliyor. Özel sektör kurumları ve bankaları ile devletinkiler tatlı bir rekabet halinde. Karayolları kurum olarak adından anlaşılacağı üzere ülkenin her noktasında yollar yapıyor. Y.S.E, yani açılımı yol su elektirik olan kurum, köylere ulaşacak alt yapı hizmetlerini veriyor. D.S.İ, yani Devlet Su İşleri, barajlar inşa ediyor, ihaleler yandaşlara peşkeş çekilmiyor, araç parkları güçlü, mühendisleri Atatürk sevdalısı ve Cumhuriyet aşığı.
Köylünün, ürünüm elimde kalır korkusu yok, alıcı tüccarlar ve devlet. Süt Endüstrisi Kurumu üretici köylünün ayağına gidip topluyor sütleri ve pastorize edip şişeliyor; yağ, peynir ve süt kurum mağazalarında uygun fiyatlarla satılıyor. Aynı işleyiş Et Balık Kurumu'nda, Toprak Mahsulleri Ofisi'nin silolarında da var; pirinç, bulgur gibi hububatlar satış ofislerinden ucuzca tedarik edilebiliyor. Ve bu yapılanma aynı zamanda özel fabrikalara da örnek oluyor ki bunlardan birine bizzat tanık çocuk.
Almanya'da eğitimini yapan, sonra yurda dönen, adı Yalçın olan bir amca, Engiz'de son derece modern bir fabrika kuruyor. Çocuk o fabrikayı geziyor ve ilk kez, ancak filmlerde görebildiği şişelenmiş -günlük- pastorize sütün tadını bu sayede alıyor.
Eskişehir Uçak Fabrikası, Tusaş, Tank Palet, M.K.E. Kırıkkale Silah Fabrikası, Zonguldak Kömür İşletmeleri, maden ocakları, Tariş, Fiskobirlik, Tekel, SEK, İskenderun Demir Çelik, Ereğli Demir Çelik, Çorum Çimento ve benzeri kurum ve birliklerin hepsini tek tek yazsam istiyor çocuk ama okurun ki de can.
Memurlar için sosyal hayat kurum lokallerinde. Memleketin pek çok yerine yayılmış ve son yirmi yıl içinde tek tek müteahhitlere satılmış, daha doğrusu peşkeş çekilmiş, anne babayla gidilen kurum kamplarında tatil yapmayan, anı biriktirmeyen çocuk neredeyse yok. Devlet Malzeme Ofisleri kırtasiye ve D.M.O etiketli pek çok ürünün kamu kurumları için tedarikçi ve dağıtıcısı. İlkokul bebelerinin, yeni doğmuş çocukların ve hatta ilk, orta, lise öğrencilerinin sağlık kontrolleri devlet kurumlarında bedava; aşı görevlileri kapı kapı dolaşıyorlar, ders aralarında ve beslenme saatinde süt ve poğaçalar devletten!
Milli Eğitim'in kitap dükkânlarından üstelik ucuza, hayal edilemeyecek, son derece nitelikli kitaplar alınabiliyor. Tiyatro, sinema, opera, bale, konserler neredeyse bedava ve son derece nitelikli.
Öğrenciler en azından yılda bir defa öğretmenler gözetiminde görevli sağlık kuruluşlarına, yani dispanserlere götürülüp röntgenleri çekiliyor, aşıları takip ediliyor, görevliler bizzat okullara gelip düzenli olarak o aşıları yapıyor. Köy Enstitüleri her alanda bilgisi olan öğretmenler yetiştiriyor, her şey masal gibi... Devlet tüm bu hizmetleri de anadan babadan daha iyi, sorumlulukla ve bedava yapıyor.
Ülkenin üç tarafındaki denizlerde yük ve yolcu gemileri dolaşıyor, demir ağlarla örülmüş ülkede tren ve gemi yolculuklarının her biri diğerinden keyifli; yolculuk esnasında Cumhuriyetin kurduğu fabrikaların önlerinden geçiliyor. Durulan istasyonlarda kompartımandan kollar uzatılarak vagonlardan şeker fabrikalarına gitmekte olan şeker pancarlarından alınıyor ve evlere varılınca da onlar kuzinelerin fırınlarında pişiriliyor, keyifle de yeniliyor.
Ülkenin bir diğer ucunda, Kars'ta, artık Ziraat Bankası'nın Kars şubesinin müdürü olan amcası sayesinde gittikleri Boğatepe adlı köyde, seccadesini toplayan bir kadınla rastlaşıyor çocuk. Teyze dikkatini çekiyor, Türk'e benzemiyor. Sonra öğreniyor ki bu hoş ve az önce seccadesini toplayan teyze Sovyetler Birliği'nden gelme ama Alman asıllı. Ve küçük bir peynir üreticisi olan abinin eşi. Çocuk için bir masal an daha. Şehrine döndüğünde tüm bunları arkadaşlarına anlatacak. Üstelik dünyanın en kaliteli ve özel kaşar peynirleri; yöre çiftçisinin sütleri ile ve eski metotlarla burada, Boğatepe'de üretiliyor.
Elazığ da TEKEL'e ait şarap fabrikası; yöreye özel, çok nitelikli bir Atatürk ve Cumhuriyet eseri, biri kırmızı diğeri beyaz olan üzümlerden kırmızı ve beyaz olmak üzere iki türde Buzbağ şaraplarını üretiyor ve çok şükür ki fabrika mevcut iktidar döneminde bağları ile birlikte ülkenin en güçlü ve nitelikli firmalarından birine satılıyor.
Çocuğun ailesinin memleketi!
Çocuk yazları yöreye gittiğinde ailesi ile; sabahın en erkeninde dedesiyle birlikte her gün mütevazi bağa gidiyor, olmuşluğu gözleri ile test eden dedesinin, salkımlarını özenle kestiği üzümleri, üzerindeki çiğlerin serinliği ile tek tek kopararak, keyifle yiyor çocuk.
Ve ilginçtir bu ülkenin adı da Türkiye!
sessizce,
biriktiriyordu...
ve asla unutmuyordu çocuk.
Konserler dizi dizi, kapalı spor salonları dolup taşıyor, onca sinemaya rağmen biletler karaborsaya düşebiliyor.
Fuarların kocaman, yemyeşil, peyzajları muhteşem lunaparkları var. Ekonomi karma, devlet kurumları dimdik ayakta ve birbirine entegre. Devlet Üretme Çiftlikleri'nde yok yok. Zonguldak adlı şehrinde bereketli maden ve kömür ocakları, Batman'da petrol kuyuları var. Rezervler asırlar geçse de tükenecek gibi değil.
Ziraat Bankası köylünün, Halk Bankası esnafın, Etibank madenlerin, Sümerbank giyim kuşam, çanak çömlek, el sanatları, porselenler, el emeği emsalsiz halılar ve cam ürünleri gibi akla gelen her şeyin.
Paşabahçe cam ve porselen ürünleriyle bir dünya markası.
Emlak Kredi Bankası ev sahibi olmak isteyenlerin arkasında; uzun vade ödemeli toplu konutlar yapıyor.
Çimento ve Demir Çelik Fabrikaları yurdun dört bir yanında; işgal altındayken, vatansever halkıyla verdiği topyekün mücadele sonucunda Kurtuluş Savaşı'ndan çıkmış, gelişme çabasında olan bir ülkenin bağımsızlığının çimentosu onlar.
Tüm tarım araçları ve traktörler Zirai Donatım Kurumu'ndan. Ziraat Bankası'ndan düşük faizli ve uzun vadeli kredi kullanıp traktörler, biçerdöverler gibi tarımsal araç gerece sahip olunabiliyor. Özel sektör kurumları ve bankaları ile devletinkiler tatlı bir rekabet halinde. Karayolları kurum olarak adından anlaşılacağı üzere ülkenin her noktasında yollar yapıyor. Y.S.E, yani açılımı yol su elektirik olan kurum, köylere ulaşacak alt yapı hizmetlerini veriyor. D.S.İ, yani Devlet Su İşleri, barajlar inşa ediyor, ihaleler yandaşlara peşkeş çekilmiyor, araç parkları güçlü, mühendisleri Atatürk sevdalısı ve Cumhuriyet aşığı.
Köylünün, ürünüm elimde kalır korkusu yok, alıcı tüccarlar ve devlet. Süt Endüstrisi Kurumu üretici köylünün ayağına gidip topluyor sütleri ve pastorize edip şişeliyor; yağ, peynir ve süt kurum mağazalarında uygun fiyatlarla satılıyor. Aynı işleyiş Et Balık Kurumu'nda, Toprak Mahsulleri Ofisi'nin silolarında da var; pirinç, bulgur gibi hububatlar satış ofislerinden ucuzca tedarik edilebiliyor. Ve bu yapılanma aynı zamanda özel fabrikalara da örnek oluyor ki bunlardan birine bizzat tanık çocuk.
Almanya'da eğitimini yapan, sonra yurda dönen, adı Yalçın olan bir amca, Engiz'de son derece modern bir fabrika kuruyor. Çocuk o fabrikayı geziyor ve ilk kez, ancak filmlerde görebildiği şişelenmiş -günlük- pastorize sütün tadını bu sayede alıyor.
Eskişehir Uçak Fabrikası, Tusaş, Tank Palet, M.K.E. Kırıkkale Silah Fabrikası, Zonguldak Kömür İşletmeleri, maden ocakları, Tariş, Fiskobirlik, Tekel, SEK, İskenderun Demir Çelik, Ereğli Demir Çelik, Çorum Çimento ve benzeri kurum ve birliklerin hepsini tek tek yazsam istiyor çocuk ama okurun ki de can.
Memurlar için sosyal hayat kurum lokallerinde. Memleketin pek çok yerine yayılmış ve son yirmi yıl içinde tek tek müteahhitlere satılmış, daha doğrusu peşkeş çekilmiş, anne babayla gidilen kurum kamplarında tatil yapmayan, anı biriktirmeyen çocuk neredeyse yok. Devlet Malzeme Ofisleri kırtasiye ve D.M.O etiketli pek çok ürünün kamu kurumları için tedarikçi ve dağıtıcısı. İlkokul bebelerinin, yeni doğmuş çocukların ve hatta ilk, orta, lise öğrencilerinin sağlık kontrolleri devlet kurumlarında bedava; aşı görevlileri kapı kapı dolaşıyorlar, ders aralarında ve beslenme saatinde süt ve poğaçalar devletten!
Milli Eğitim'in kitap dükkânlarından üstelik ucuza, hayal edilemeyecek, son derece nitelikli kitaplar alınabiliyor. Tiyatro, sinema, opera, bale, konserler neredeyse bedava ve son derece nitelikli.
Öğrenciler en azından yılda bir defa öğretmenler gözetiminde görevli sağlık kuruluşlarına, yani dispanserlere götürülüp röntgenleri çekiliyor, aşıları takip ediliyor, görevliler bizzat okullara gelip düzenli olarak o aşıları yapıyor. Köy Enstitüleri her alanda bilgisi olan öğretmenler yetiştiriyor, her şey masal gibi... Devlet tüm bu hizmetleri de anadan babadan daha iyi, sorumlulukla ve bedava yapıyor.
Ülkenin üç tarafındaki denizlerde yük ve yolcu gemileri dolaşıyor, demir ağlarla örülmüş ülkede tren ve gemi yolculuklarının her biri diğerinden keyifli; yolculuk esnasında Cumhuriyetin kurduğu fabrikaların önlerinden geçiliyor. Durulan istasyonlarda kompartımandan kollar uzatılarak vagonlardan şeker fabrikalarına gitmekte olan şeker pancarlarından alınıyor ve evlere varılınca da onlar kuzinelerin fırınlarında pişiriliyor, keyifle de yeniliyor.
Ülkenin bir diğer ucunda, Kars'ta, artık Ziraat Bankası'nın Kars şubesinin müdürü olan amcası sayesinde gittikleri Boğatepe adlı köyde, seccadesini toplayan bir kadınla rastlaşıyor çocuk. Teyze dikkatini çekiyor, Türk'e benzemiyor. Sonra öğreniyor ki bu hoş ve az önce seccadesini toplayan teyze Sovyetler Birliği'nden gelme ama Alman asıllı. Ve küçük bir peynir üreticisi olan abinin eşi. Çocuk için bir masal an daha. Şehrine döndüğünde tüm bunları arkadaşlarına anlatacak. Üstelik dünyanın en kaliteli ve özel kaşar peynirleri; yöre çiftçisinin sütleri ile ve eski metotlarla burada, Boğatepe'de üretiliyor.
Elazığ da TEKEL'e ait şarap fabrikası; yöreye özel, çok nitelikli bir Atatürk ve Cumhuriyet eseri, biri kırmızı diğeri beyaz olan üzümlerden kırmızı ve beyaz olmak üzere iki türde Buzbağ şaraplarını üretiyor ve çok şükür ki fabrika mevcut iktidar döneminde bağları ile birlikte ülkenin en güçlü ve nitelikli firmalarından birine satılıyor.
Çocuğun ailesinin memleketi!
Çocuk yazları yöreye gittiğinde ailesi ile; sabahın en erkeninde dedesiyle birlikte her gün mütevazi bağa gidiyor, olmuşluğu gözleri ile test eden dedesinin, salkımlarını özenle kestiği üzümleri, üzerindeki çiğlerin serinliği ile tek tek kopararak, keyifle yiyor çocuk.
Ve ilginçtir bu ülkenin adı da Türkiye!
***
Sonra mirasyediler türüyor, ülkeyi yönetmeye başlıyorlar, tüm bu kurumlar özelleştirme kapsamında elden çıkarılıyor, gemiler gelmez oluyor, fuar alanları harabe oluyor, kamu kurumları özelleşiyor, yarış atları yetiştirilen, süt sağılan haralar özelleşiyor ve yok oluyor; 1 dolar 36'liralara varıyor; pandemi öncesi ülkenin en lüks lokantalarında alkol dahil, ve kuş sütü eksik olmayan masalarda 250- 500 lira civarında paralar ödenirken... sonrasında 2000, 3000 liralar yetmiyor. Uçağa binmek çocuk oyuncağı olmuşken artık otobüs yolculukları bile lüks oluyor.
Kısacası bütün adı geçen kurumların işlevsellikleri bitiriliyor.
Bir koca ülke, istisnaları hariç, beterin de beteri var diyerek ve kafayı yemek üzereyken; neredeyse mevcut durumuna, hâlâ yaşıyor oluşuna şükrediyor. Çaresizliğine sığınıp, eller havaya deyip, bir süre çılgınlar gibi eğleniyor; sonra da zorunlu olarak, kabulleniş sendromuyla birlikte mutsuz hayatına geri dönüyor.
Ve birileri de ellerinde smoothilerle, itibardan tasarruf olmaz mottosuyla, lüks lüks arabalarla, sayısına bereket uçaklarıyla, saraylarda ve üstelik bizim vergilerimizle hayallerini yaşarken, aklımızla alay etmeye devam ediyorlar.
Ve tüm bunlara bir ilkokul öğrencisi büyürken tanık olabiliyor!.
Cumhuriyet'in kuruluş yıllarını, verilen savaşları görmemiş olsa da: Demiryolcu dedesi, dağ başlarında yeni yeni yollar açan Karayolları araçlarının bakımını ve tamirini yapan ve gencecik bir usta olan, evlendikten sonra kendi tamir atölyesini açan, tırnaklarıyla kazıyarak yol alıp yedek parça dükkânlarına ulaşan ama çok erken ölen babası, genç ve idealist Ziraat Bankası müfettişi amcası ve daha genç, aynı bankada bankacı halası, inşaat mühendisi, ilk boğaz köprüsü inşaatında daha öğrenci iken çalışmış, mezun ve gencecik bir inşaat mühendisi olarak D.S.İ'nin bir baraj projesinde iş başı yapmış dayısı, tarım alanlarına sondaj için giden, tarlalar için su bulan, bulunan suları kanallarla alanlara yayan D.S.İ. çalışanı amcası, Karayolları'nda memur yengesi, Cumhuriyet ve Atatürk aşığı tüm büyükleri ve kuran okumayı öğrendiği aydın din adamı Mümin Dayı ve elbette başta ilkokul öğretmeni, muhteşem kadın Gülseren Kaya olmak üzere onların her birinin ayrı ayrı emekleri ve özendirmesiyle edindikleri sayesinde sinema, konserler ve tiyatro ile ilişki kuruyor ve kitaplar sayesinde edindiği farkındalıklarla da baktığını görmeyi öğreniyordu çocuk.
Ve onları
Sonra mirasyediler türüyor, ülkeyi yönetmeye başlıyorlar, tüm bu kurumlar özelleştirme kapsamında elden çıkarılıyor, gemiler gelmez oluyor, fuar alanları harabe oluyor, kamu kurumları özelleşiyor, yarış atları yetiştirilen, süt sağılan haralar özelleşiyor ve yok oluyor; 1 dolar 36'liralara varıyor; pandemi öncesi ülkenin en lüks lokantalarında alkol dahil, ve kuş sütü eksik olmayan masalarda 250- 500 lira civarında paralar ödenirken... sonrasında 2000, 3000 liralar yetmiyor. Uçağa binmek çocuk oyuncağı olmuşken artık otobüs yolculukları bile lüks oluyor.
Kısacası bütün adı geçen kurumların işlevsellikleri bitiriliyor.
Bir koca ülke, istisnaları hariç, beterin de beteri var diyerek ve kafayı yemek üzereyken; neredeyse mevcut durumuna, hâlâ yaşıyor oluşuna şükrediyor. Çaresizliğine sığınıp, eller havaya deyip, bir süre çılgınlar gibi eğleniyor; sonra da zorunlu olarak, kabulleniş sendromuyla birlikte mutsuz hayatına geri dönüyor.
Ve birileri de ellerinde smoothilerle, itibardan tasarruf olmaz mottosuyla, lüks lüks arabalarla, sayısına bereket uçaklarıyla, saraylarda ve üstelik bizim vergilerimizle hayallerini yaşarken, aklımızla alay etmeye devam ediyorlar.
Ve tüm bunlara bir ilkokul öğrencisi büyürken tanık olabiliyor!.
Cumhuriyet'in kuruluş yıllarını, verilen savaşları görmemiş olsa da: Demiryolcu dedesi, dağ başlarında yeni yeni yollar açan Karayolları araçlarının bakımını ve tamirini yapan ve gencecik bir usta olan, evlendikten sonra kendi tamir atölyesini açan, tırnaklarıyla kazıyarak yol alıp yedek parça dükkânlarına ulaşan ama çok erken ölen babası, genç ve idealist Ziraat Bankası müfettişi amcası ve daha genç, aynı bankada bankacı halası, inşaat mühendisi, ilk boğaz köprüsü inşaatında daha öğrenci iken çalışmış, mezun ve gencecik bir inşaat mühendisi olarak D.S.İ'nin bir baraj projesinde iş başı yapmış dayısı, tarım alanlarına sondaj için giden, tarlalar için su bulan, bulunan suları kanallarla alanlara yayan D.S.İ. çalışanı amcası, Karayolları'nda memur yengesi, Cumhuriyet ve Atatürk aşığı tüm büyükleri ve kuran okumayı öğrendiği aydın din adamı Mümin Dayı ve elbette başta ilkokul öğretmeni, muhteşem kadın Gülseren Kaya olmak üzere onların her birinin ayrı ayrı emekleri ve özendirmesiyle edindikleri sayesinde sinema, konserler ve tiyatro ile ilişki kuruyor ve kitaplar sayesinde edindiği farkındalıklarla da baktığını görmeyi öğreniyordu çocuk.
Ve onları
özlemle,
biriktiriyordu...
ve asla unutmuyordu çocuk.
Etiketler:
akıp giden zamana notlar...,
Atatürk,
Bir Varmış Bir Yokmuş,
Cumhuriyet
12 Ekim 2024 Cumartesi
Bizim Mahallede Bir Akşam Ve...
Geçen hafta,
günlerden pazar...
Enn sevdiğim kadınla bir mekânda takılalım bu hafta sonu düşüncemiz var. Neresi olsun konusunda ân itibariyle seçim yapmış değiliz.
Tercihi ona bırakmış durumdayım.
Sonra, bir vakitte telefonum çalmış mı yoksa ben onu aramışım da ulaşamamışım mıyı hatırlamıyorken, cevapsız arama mesajını görüyorum sabit telefonda ve geri arıyorum.
Onun önerisiyle eş zamanlı olarak bir vaoww sesi çıkıyor içimden, ama sessizce. Karar çok şaşırtıcı, ve gülümsetici,
çünkü!
Bu sabah uyanıyorum. Gün erken, biraz sonra kahvaltıyı aradan çıkarmayı düşünüyorum ve iki dilim kızartılmış tam buğdayın arasına haşlanmış ve dilimlenmiş yumurtayı yerleştirip, üzerine de dilim kaşar ve dilim salam ekliyorum.
O halde çay.
Çalışma odama geçiyor, bilgisayarı biraz geri iteliyor, onun boşluğuna da tabağımı ve çay fincanımı yerleştiriyorum. Ufak ufak atıştırırken de blog yazılarına göz atıyor, yeni yazılara yorumlar yazıyorum ve tam o sırada Fransız'ın cam korkuluğu ile cam kapı arasındaki, bulunduğu yerden kurtulmaya çalışan, çoookkkkk tatlı bu minik kuşu fark ediyorum. Benzer durum çok yaşandığından ve bizim çatı her çeşit kuşa ev sahipliği yaptığından, gülümseyerek yerimden kalkıyor, Fransızın tek kanadını açıyor ve etrafı seyretmekteyken artık çırpınmaya başlayan ve korkuluktan bir çıkış yolu bulamayan ve varlığımla da ekstra telaşlanan miniği yakalıyor ve uçuruyorum.
Geçen Hafta Pazar
Enn sevdiğim kadın arıyor, günün en güzel, ruhları dürtükleyen saatleri. Yer seçimi için benim tercihimi soruyor. Bir iki yer söylüyorum ama son karar onun. Cehennemin dibi dese kabulümdür. Ve bombayı patlatıyor.
"Disco Burger'e ne dersin?"
Hımmmm...
ne derim acaba?
Mekân komşu evlerden biri, çocukluğumuzun ve komşuluğumuzun, bağ bahçeli yıllarımızın, uçsuz bucaksız yeşilin, burnumuzun dibindeki ve sanki sadece bize aitmiş gibi duran denizin dibi. Yıllar yıllar sonra, imar uygulamalarının ardından parsellere bölünen, parsel aralarından yollar geçen, kaçınılmaz bir yapılaşmaya sebep olan, toprak sahiplerine önemli rantlar sağlayan coğrafyamızın, mirasçıları tarafından, anne babanın ölümünün ardından ev halinden çıkarılıp bir mekâna kiralanan ve açıldığı günden beri adım atmadığım, atmadığımız, daha çok gençlerin takıldığı bir nokta. Ve her gün burnumun dibinde olan, elemanları ile her gün selamlaştığım, adı Disco olan köpekleri ile kankalık ilişkim olan ama tekrar edeceğim üzere içine adımımı atmadığım yer.
Ân itibariyle Meteoroloji'nin duvar dibine park ettiği arabasında midye dolması satan abiyle sohbetteyim ve ne giysem kararsızlığım yüzünden de geç kaldığım için bana doğru yürümekte olan enn sevdiğim kadın konusundaki endişem, artık yerini terk etmiş durumda ve bir yandan abiyle sohbet ederken de gözlerim onun geliş yönünde... Derken ben, yüzümde enfes bir gülümseme; mekânın bahçe kapısına doğru, gözlerimi ondan alamadan, yavaş adımlarla yürüyorum.
Elbette sarılmaca ve elbette öpüşmece ve elbette coşmaca...
Mekânın tavanı açılan iç kısımdaki, eski evin dokusu bozulmadan dekore edilmiş hali sevimli geliyor bana... Bu gece bira gecesi, veriyoruz siparişi ve kendi burgerleri Disco Burger'den istiyoruz, elbette patates de; burger tabağında olacaklara ek olarak. Ama Angaralı Yarim'in gözlerini parlatacak olaysa az sonra masamıza donatılan turşular oluyor. Bu aslında benim için de şaşırtıcı lakin Angaralı Yarim'in gözlerinin parlamasına sebep oluyor çünkü Angara'nın şanıdır biranın yanında turşu.
Keyifliyiz, sohbet güzel... Derken bir baskına uğruyoruz; enfes bir müzik, enfes bir grup, nefesliler nefes kesici, seçilen şarkılar tavan, coşku Ukrayna'ya varıp geri dönüyor sanki. Gençlerin eller havada... ve İzmir'in Dağlarında Çiçekler Açar'la muhteşem final. Alkışlarla uğurluyoruz mekân gezmesinde olan bu şahane grubu.
Ve D.J. iş, gençler pist başında, vakit gece yarısına yaklaşıyor, kafalar sanki biraz daha güzelleşiyor, final birasını istiyor ve bölüşüyoruz. Yine keyifli bir akşam. Bizim durağa doğru biraz sarmaş, biraz dolaş yürüyoruz. Otobüs'ün geliş saatine kadar epeyi zaman var. Bizim ön bloğun arka blok tamamlanmadan önce kullandığımız 6. kattaki dairesini ve O'nunla geçirdiğimiz enfes günleri...
düşünüyorum.
O'nu otobüse bindirip geri, eve döneceğim. O, geldim evdeyim, diyene kadar bekleyeceğim. Sonra biraz bilgisayarda takılıp, belki televizyonu açıp, O'nun da içinde olacağı, biraz daha zamana ihtiyacı olan bir gelecek için aldığım -bazı- kararlarıma gülümseyip, uykuya koşacağım.
günlerden pazar...
Enn sevdiğim kadınla bir mekânda takılalım bu hafta sonu düşüncemiz var. Neresi olsun konusunda ân itibariyle seçim yapmış değiliz.
Tercihi ona bırakmış durumdayım.
Sonra, bir vakitte telefonum çalmış mı yoksa ben onu aramışım da ulaşamamışım mıyı hatırlamıyorken, cevapsız arama mesajını görüyorum sabit telefonda ve geri arıyorum.
Onun önerisiyle eş zamanlı olarak bir vaoww sesi çıkıyor içimden, ama sessizce. Karar çok şaşırtıcı, ve gülümsetici,
çünkü!
Bu sabah uyanıyorum. Gün erken, biraz sonra kahvaltıyı aradan çıkarmayı düşünüyorum ve iki dilim kızartılmış tam buğdayın arasına haşlanmış ve dilimlenmiş yumurtayı yerleştirip, üzerine de dilim kaşar ve dilim salam ekliyorum.
O halde çay.
Çalışma odama geçiyor, bilgisayarı biraz geri iteliyor, onun boşluğuna da tabağımı ve çay fincanımı yerleştiriyorum. Ufak ufak atıştırırken de blog yazılarına göz atıyor, yeni yazılara yorumlar yazıyorum ve tam o sırada Fransız'ın cam korkuluğu ile cam kapı arasındaki, bulunduğu yerden kurtulmaya çalışan, çoookkkkk tatlı bu minik kuşu fark ediyorum. Benzer durum çok yaşandığından ve bizim çatı her çeşit kuşa ev sahipliği yaptığından, gülümseyerek yerimden kalkıyor, Fransızın tek kanadını açıyor ve etrafı seyretmekteyken artık çırpınmaya başlayan ve korkuluktan bir çıkış yolu bulamayan ve varlığımla da ekstra telaşlanan miniği yakalıyor ve uçuruyorum.
Geçen Hafta Pazar
Enn sevdiğim kadın arıyor, günün en güzel, ruhları dürtükleyen saatleri. Yer seçimi için benim tercihimi soruyor. Bir iki yer söylüyorum ama son karar onun. Cehennemin dibi dese kabulümdür. Ve bombayı patlatıyor.
"Disco Burger'e ne dersin?"
Hımmmm...
ne derim acaba?
Mekân komşu evlerden biri, çocukluğumuzun ve komşuluğumuzun, bağ bahçeli yıllarımızın, uçsuz bucaksız yeşilin, burnumuzun dibindeki ve sanki sadece bize aitmiş gibi duran denizin dibi. Yıllar yıllar sonra, imar uygulamalarının ardından parsellere bölünen, parsel aralarından yollar geçen, kaçınılmaz bir yapılaşmaya sebep olan, toprak sahiplerine önemli rantlar sağlayan coğrafyamızın, mirasçıları tarafından, anne babanın ölümünün ardından ev halinden çıkarılıp bir mekâna kiralanan ve açıldığı günden beri adım atmadığım, atmadığımız, daha çok gençlerin takıldığı bir nokta. Ve her gün burnumun dibinde olan, elemanları ile her gün selamlaştığım, adı Disco olan köpekleri ile kankalık ilişkim olan ama tekrar edeceğim üzere içine adımımı atmadığım yer.
Ân itibariyle Meteoroloji'nin duvar dibine park ettiği arabasında midye dolması satan abiyle sohbetteyim ve ne giysem kararsızlığım yüzünden de geç kaldığım için bana doğru yürümekte olan enn sevdiğim kadın konusundaki endişem, artık yerini terk etmiş durumda ve bir yandan abiyle sohbet ederken de gözlerim onun geliş yönünde... Derken ben, yüzümde enfes bir gülümseme; mekânın bahçe kapısına doğru, gözlerimi ondan alamadan, yavaş adımlarla yürüyorum.
Elbette sarılmaca ve elbette öpüşmece ve elbette coşmaca...
Mekânın tavanı açılan iç kısımdaki, eski evin dokusu bozulmadan dekore edilmiş hali sevimli geliyor bana... Bu gece bira gecesi, veriyoruz siparişi ve kendi burgerleri Disco Burger'den istiyoruz, elbette patates de; burger tabağında olacaklara ek olarak. Ama Angaralı Yarim'in gözlerini parlatacak olaysa az sonra masamıza donatılan turşular oluyor. Bu aslında benim için de şaşırtıcı lakin Angaralı Yarim'in gözlerinin parlamasına sebep oluyor çünkü Angara'nın şanıdır biranın yanında turşu.
Keyifliyiz, sohbet güzel... Derken bir baskına uğruyoruz; enfes bir müzik, enfes bir grup, nefesliler nefes kesici, seçilen şarkılar tavan, coşku Ukrayna'ya varıp geri dönüyor sanki. Gençlerin eller havada... ve İzmir'in Dağlarında Çiçekler Açar'la muhteşem final. Alkışlarla uğurluyoruz mekân gezmesinde olan bu şahane grubu.
Ve D.J. iş, gençler pist başında, vakit gece yarısına yaklaşıyor, kafalar sanki biraz daha güzelleşiyor, final birasını istiyor ve bölüşüyoruz. Yine keyifli bir akşam. Bizim durağa doğru biraz sarmaş, biraz dolaş yürüyoruz. Otobüs'ün geliş saatine kadar epeyi zaman var. Bizim ön bloğun arka blok tamamlanmadan önce kullandığımız 6. kattaki dairesini ve O'nunla geçirdiğimiz enfes günleri...
düşünüyorum.
O'nu otobüse bindirip geri, eve döneceğim. O, geldim evdeyim, diyene kadar bekleyeceğim. Sonra biraz bilgisayarda takılıp, belki televizyonu açıp, O'nun da içinde olacağı, biraz daha zamana ihtiyacı olan bir gelecek için aldığım -bazı- kararlarıma gülümseyip, uykuya koşacağım.
Etiketler:
akıp giden zamana notlar...,
an'larım...,
Disco Burger
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)