7 Ağustos 2023 Pazartesi

Ne Güzel Bir Filmdi Be!

Enfes bir cumartesi. Pırıl pırıl bir yaz. İstikamet sinema. Film tek seans ve 18:45'de. Uygun. Aslında gün için daha enfes bir plan vardı; çok eski ve bahçeli bir evden evrilerek lokale dönen ve yine eski evlerin kafe ve sanat merkezi olduğu, şehir merkezinde ve muhteşem bir sokakta ki adı Sanat Sokağı, yer alan mekânda enn sevdiğim kadınla yine kaç saate varacağını tahmin etmenin mümkün olamayacağı bir sürede ama usul usul öğle rakısı içmek, elbette o konuşurken hayranlıkla onu izlemek ve gözlerinde bir kez daha gün boyunca kaybolmaktı. Lakin candan içeri ve gurbetten gelecek misafirleri söz konusu olunca plan iptal oldu. O halde sinema dendi ve uygun ama bir arkadaş sohbetine de olanak tanıyacak saatte evden çıkılmaya karar verildi.


Hava sıcak ve nemli, deniz kenarı Copacabana plajlarına nal toplatmazsa namerdim. Ağaç altlarında masalar kurulu. Halk sıkıntıları evde bırakmış ve tam anlamıyla deliye her gün bayram tadında... Elbette bu keyfin borçlu olunduğu insanlar var; yolu ve tüm bu alanları kamuya açan fitili ilk ateşleyen, tren hattı dahil en önemli sorunları çözen Muzaffer Önder başkan. Sonra onu daha da geliştiren ve yukarı taşıyan ve artık geri döndürülemez hale getiren Yusuf başkan. Eğer bu ülkede mutlu insanlar hâlâ var mı diyenler varsa onlara gelin görün derim.

Elbette tüm bu iyimser ifadelerim aynı zamanda bir göçük altında olduğumuz gerçeğini değiştirmez ama ya bu alanlar birilerine peşkeş çekilmiş olsaydı; bu zor, hem de çok zor günler altındayken ruhu baskı ve çaresizlik altında kalmış, evine ekmek götürmekte zorlanan kaç insan hayatına kıyardı bir düşünmek gerek. Umut fakirin ekmeği ise, işte bizim sahiller en azından şu sıcak yaz günlerinde, evden getirilen aşla birlikte çoluk çocuk bir keyif yaşamaya, sosyalleşmeye, ortaklaşmaya ve nefes almaya olanak sağlıyor. Üstelik son derece düzgün, modern, estetik tuvalet ve duş olanaklarını içinde barındıran şirin, çiçek bahçelerine dönmüş, insanların önemli bir kısmının hoyratlığına rağmen pırıl pırıl mekânlarıyla.


Yol keyifli, tren kalabalık, gençler pırıl pırıl, şort ve etek boyları neredeyse yok hükmünde, üst kısımlar hakeza... Ve bir kez daha çok alkış kızlar size! Enfes bir başkaldırıyı, meydan okumayı, sessiz soluksuz ama kocaman bir yüreklilikle başlattığınız için ki şehire nadir inen enn sevdiğim kadın, şehirin daha muhafazakâr olduğunu varsayarken geçende iş gereği inince beni aradı, şaşkınlığının altını kalın kalın çizdi. Öngörülerimin bir kez daha tutarlı sonuçlarını almanın şımarıklığını da yaşadım elbette... Ama en bayıldığım görüntü muhafazakâr olarak nitelenen kızlarımızla, açık olarak nitelenenlerin arkadaşlığındaki candan, hoş görülü, milim ayrımcılık içermeyen paydaşlık... Elbette kendimle de gurur duydum bir kez daha. Çünkü bu ülkeyi kadınlar dönüştürecek tezim artık daha çok kabul görmeye başladı.

AVM'ye vardım. Önce biletimi alsam diye girdim, sonra dedim boş ver nasılsa kimse olmuyor; son dakikada bir şey çıkar, iade sorunu yaşarsın belki... Uydum o bana. O halde dedim Migros kafeterya. Yemekler hoş görünüyordu. Karnıyarıkta karar kıldım. Porsiyona bir karnıyarık düştü, yeni mottomuz gereği olarak fiyatı çok artıramıyorsan porsiyonu ufalt konseptiyle bir adet karnıyarığımı küçük bir tabakla uzattı abla bana... Oradan salata kısmına geçtim ve yoğurtlu olanların arasından üç farklı çeşidi salata tabağıma birer kaşık aldım ve kasaya geldim. 120 TL'yi bayıldım. Gözleme fiyatının 55 TL. olduğunu görünce kısmen rahatladım.

Oradan çıkınca AVM'den de çıktım, lakin çantamda artık Migros'tan alınmış sinema kolam ve atıştırmalıklarım var.

Cevat'a uğradım epey sohbet ettik, o namaza gitti ben bekledim. Dönüşünde iş memleket hallerine döndü. Cevat şahsı savunacağım derken fena saçmaladı, dedim oğlum sen bir şey mi içtin. Öyle bir konuştu ki dayanamadım. Tüm sorumlu muhalefetin başıymış; üzerine gitmedim. Can arkadaşım sanırım ülkeyi 20 küsur yıldır muhalafet yönetiyor sanıyormuş, dedim, ama yine de ekledim: "Yalnız farkında mısın Lozan'daki gizli maddeyi atladın." Ben sinema için çıktım, o arkamdan sesleniyordu. Dedim Cevat daha ehliyetlerimiz bile yokken, hani durakta kızları görürdün de arabayla doğrudan bize gelir, gel konuş da şu kızları alalım derdin ya, orada kal işte; işin sıvı kısımlarına da beni hiç sokma. Sonra güldük, dedim bana eyvallah, onun konuşası çoktu lakin benim dayanacak gücüm yoktu.

Gişedeyim ve tek gişede epeydir rastlaşamadığımız Hatice var. Sıra bende ve hal hatır, işlem yaparken de sohbete devam. Birikmiş puanlarınız var dedi; düşim mi diye sordu, düş dedim, ve bir kısmını düştü. 70 TL.'lik bilet 48 TL. oldu.

Üst kata çıktım; filme vakit var, o halde teras. Dönüşte de mısırın önüne; telefonumu uzattım kodu okudu genç adam, baldan tatlı mısırlarımı aldım. O sırada boş durmayıp piyasa araştırması yaptım. Büyük kova bir mısır ve iki kolalı menü, ikiyüz küsurdan 177'TL'ye düşmüş. Mısıra para vermediğime ve bileti de indirimli aldığıma göre çok kârdayım.

Salonda 4 kişiyiz; nedense ön sırada ve en kenar koltuğu seçen iki genç kız daha çok telefonları ile oynuyorlar. Ve filmin daha ilk yarısının ortalarındayken çıkacaklar. Açık sahnelerden mi rahatsız oldular yoksa başka bir mesele mi pek anlayamadım. O arada kolanın bu yeni serisinin tadı çok enteresan geliyor bana; ilk deneyimim ve sanki bir kaç tane içsem kafayı bulduracakmış gibi hissediyorum.

İlginç tadı keyif de veriyor!



Filmden uzun uzun söz etmeyi düşünmüyorum çünkü ben bayıldım. Uzun uzun söz etmiyorum çünkü: bazı sahnelerin ve uzun anlatmaların bazı bünyeleri bayma olasılığı da var. Ama ben baştan sona bayıldığım filmin yanı sıra muhteşem bir çocuk oyuncu izledim. Söz etmeden asla geçilemeyecek kadar iyi: Callie Ferreira-Goncalves. Olaylara göre duygu değişimlerindeki performansı kızıl ötesi. Muhtemelen büyümüş de küçülmüş lafı çok izleyici tarafından kullanılacaktır. Performansı o kadar sahici ki, yapaylık hissi verecek çocuk tavırlarını bile tertemiz ve büyük oynuyor.

Bir de adam var, aynı zamanda baba. Hani "Adam vaaar adam var!" diyeceğim ama dünya da böyle işte...

Kararı için abiye kızmadım lakin adamlık da daha öte bir şey!

Ama kadın

...lar!

Muhteşemler.

Rebecca Zlotowski yönetmen ve aynı zamanda senarist. Çok alkış. Bu filmi ancak bir kadın bu kadar derin ve gerçekçi işleyebilirdi ki yazmış ve işlemiş.

İnci tanelerini bir ince ipe dizer gibi.

Bu kadar mı güzel oynanır orta yaştaki bir kadın dedim; Rachel rolünde Virginie Efira'nın performansını izlerken.

Duygulu, gerçekçi, aşka gözükara, aklını yitirmemiş, duyguları filiz tazeliğinde...

ve özlemleri derin!.

Ama aklı da başında!

Adam da rolünün hakkını verenlerden, oyunculuğu bir kenara alırsak karakter bildiğimiz adam işte...

Bütün adamlar gibi...

Odun!

Finalde bencil.

Lakin filmin müzikleri!

Mekânlar ve minik aksiyonlar. Heyecan hep diri. Kadın severse kısmı bir kez daha altını çiziyorum ki muhteşem.

Ve yıllar biraz geçmiş, son perdede enfes bir bitiriş.

Bir kez daha hayran olunası...



Trendeyim ve keyiften ölüyorum. Telaşlıyım bir yandan da...

O'nu aramalıyım lakin cep telefonu olmaz,

sevginin ifadesini yansıtacak telefondan saymıyorum çünkü onu.

Sonra, ev telefonumdan arıyorum,

hemen.

gülerek ve coşkuyla,

bazen kelimeleri yutarak anlatıyorum;

taze yapılmış, menengiç kahvesi tadında...

5 Ağustos 2023 Cumartesi

Katliam

Açıkta, yorgun ve üşümüş bir gecenin sabahına peyniri, zeytini ve çayı katık etmiş balıkçı tekneleri; denize karışan küçük derenin deltasında, sabah dedikodusuna geveze martılar... Karşı kıyıya uzanıyormuş hissi veren iskelenin dibinde, sabah mahmuru güneşin tembel ve üşengeç göz kırpmaları...


Fırından yeni çıkmış poğaçalarla bir kahvaltının ardından, dalgaların kırıldıktan sonraki uzantılarının ayaklara değdiği sınır çizgisinde, sürpriz bir kahveye var mısın?



3 Ağustos 2023 Perşembe

Tertipçilik Ve Marifetli Telsiz


16+

Rahatsızlık Verebilecek İfadeler İçerir!



Kim bilir belki bir gün Şafak Sayarken'lerden birinin içinde, mesela telsizin antenini açıp onu kişiye yönelterek ve telsizin ayarıyla oynayarak ona bir dedektör işlevi yüklediğimizi,

hışırdattığımızı,

ve o sesin bir adlandırma için sonuç ürettiğini...

Ve -bazı- herkese, biz dahil komik geldiğini,

ama hayat olgunlaştırınca da bunun aslında hiç komik olmadığını;

olgun yaşımın etiği ile ve tüm çıplaklığı ile yazarım, demiştim;

bir kaç gün önceki film yazımda...

Evet o gün ve hâlâ insanlara karşı ön yargısız,

cinsiyet ayrımcılığı yapmayan,

siyasal düşünceleri ve etnik kimlikleri nedeniyle insanları ayrıştıramayan,

cinsel tercihleri ile hiç ilgilenmeyen karakterlerimize rağmen, bugünden baktığımızda yine de yaptığımız şakanın eşşek şakası olduğunu, farkında olmadığımız birilerini incittiğini ve gülüp eğlendiğimiz olayın yanlış olduğunu kabul ediyorum;

sonrasında hiç kimseye aynı yanlışı yapmamış olduğumuzun, fazlasıyla üzüldüğümüzün, ve benzer şakayı sözlü olarak yapanlara da hadlerini bildirdiğimizin altını çizerek...

Sanılmasın ki filmde* yaşananlar sadece o ülkede. Aksine dünyanın tüm ordularında var olan bir gerçeklik!



*


Yıl 1981

Aksiyonlu ve eğlenceli günün mesai bitiminde araçlarımızı park ediyor, geceye akmak için uygun saati bekliyor ve akıyoruz. Dönüşte de aynı koğuşta kaldığımız ama orduevinin askerleri olan alt  tertiplerle sohbet ediyoruz, üst tertibimiz bir grup da hiç hoşlanmadığım bir tabirle karı-kız muhabettinde...

Dersiniz alemi silip süpürmüşler.

Biz yatma hazırlığındayız. Apo duramadı, Cemal kulakları dikmiş vaziyette daha alt tertip askerlere, hatta acemilere ve tugayda neşeli bir akşamüstünde biraz da gülelim mahiyetinde -geçmişte yaptığımız- bir uygulamayı bu kez kakara kikiricilere karşı orduevinde hayata geçirecek. Tertipcilik yapan ama bize de onların alt tertibi olmamıza rağmen güçleri yetmeyen, gücü yeteceğini sanan rütbedekileri de binbir ihbarla üzerimize salacak potansiyelde olan homofobik gruba da ders verme fırsatı aynı zamanda bu.

Şımarıklık had safhada, çünkü kendilerini  ne kadar saklamaya çalışsalar da artık farkındayız ki asker ocağında da gay arkadaşlar var ve söz konusu grup arasında onlarla ilgili bir geyik çevriliyor.

Bizim ekip yatmaktan vazgeçti, tabancaları zaten bellerinde lakin otomatik tüfeklerini de aldılar ve olay mahallindeler,

geyiğin geyiğini yapacağız.

Cemal telsizini ayarlıyor.

Ve diyor ki "Arkadaşlar şu an bir emir aldım ve kontrol yapacağım."

Telsiz belirli insanlarda var. Bir numaranın aracında mesela... Cemal de 1 numaranın şoförü, bende var, Apo bir numaranın koruması ve Cemal ile aynı telsizi kullanıyorlar.  Şu an yapılacak eyleminse bir amacı var, daha önce özellikle taze askerlere gay'misin kontrolünü şaka mahiyetinde de olsa yapmamalıydık ama yaptık, gülüp eğlendik de...

Ama sonrasında da durup bir düşündük!

Bu kez amaç konu üzerinde kimsenin bundan öte spekülasyon yapma cesareti gösterememesini sağlamanın yanı sıra tertipcilik dayanışmasını orduevinde sonlandırmak ve cinsiyetçi yaklaşımları utanç ve korku baskısının ardına süpürmek.

Bu konuda bir demirperde örme fikrindeyiz.

Kakara kikiricilerin önündeyiz,

Cemal telsizin antenini uzattı,

frekans düzenleme düğmesi iki parmağının arasında, "Sıraya geçin İbne kontrolü yapacağım," derken, ibne vurgusunu argodaki aşağılama/küfür yerine özellikle kullanıyor,

kişilere antenin ucunu değdiriyor ve o sırada düğmeyle hafifçe oynuyor ve bir hışırtı çıkıyor telsizden, cihaz tespit etti, kişi ibne.

Masumiyet grubundan biri olduğunda telsiz ayarı kıvamında çevrildiği için hışırtı yok, kişi rahatladı,

çünkü ibne değil.

Bu test o akşam çok kişi üzerinde tekrarlanıyor ve genellikle baskı yaratan grubun ibne oldukları açığa çıkarken, diğer çocukların (gay olanlar dahil) tamamının ibne olmadığı, aksine insan oldukları anlaşılıyor.

O biraz önce kakara kikiri yapan suratları görmek gerek... Telsizlerin elbette o tespiti yapamayacağını bilen usta askerler var içlerinde,

ama bu dünyadaki en berbat durum nedir diye düşünürsek de şüyuu vukuundan beter bir noktada olmaktır!

Bizden sonra bu korumacılığın, yetiştirip görev teslimi yaptığımız yeni askerler tarafından da uzun bir süre sürdürüldüğünü biliyorum. Cezalandırmalar söz konusu olduğunda da artık cinsel tercihlerin konu edilmediğini de... Sonrasında askerliğini bitirenlerden çok miktarda teşekkür mektubu da aldık ki özellikle aynı karavanayı yiyip aynı nöbetleri tutan, belki de aynı savaşta, aynı vatan için ölecek bazılarının ötekileştirme çabaları ve tavırları ve aşşağılamaları; asıl acı veren tarafıydı olayın.

40 yıl önceki dedektör görevini üstlenen telsizlerimizin bir fotoğraflarını aradım nette, bulamadım, tarih olmuşlar. Sonra askerlik fotoğraflarımızın içinde telsizler ve silahlarımızla bir fotoğrafımızı buldum, kesip biçmeye üşendim.

O hışırtıyı ise amacından ve sonucundan kaynaklı olarak bugün bile kimselerin duymak istemeyeceğinden adım gibi eminim. Bulaşıcı olabilir!

Yazının özüne gelirsek, benzer durumlar yokmuş gibi görülse de inkâr edilemez biçimde var, biliniyor ve aynı filmdeki örnekler gibi, olaylar -sayıca çok olmasalar da- ne yazık ki homofobik erler tarafından diğerlerine yaşatılıyor!


Bu yazıyı tetikleyen söz konusu filmse Teftiş

31 Temmuz 2023 Pazartesi

Hayat Artık Kendi Senaryosunu Dayatan Bir Film

Tren istasyonda ve görüş alanımda lâkin karşıya geçemiyorum; bana kırmızı yanıyor. Oysa geçebilirim çünkü kavşağın öte yanındaki ışıklar da araçlara kırmızı. İnsanlar geçiyorlar ama bazı insanlar da küçüklere kötü örnek olmamak için bekliyorlar. Bazılarının sabır taşını çatlatan trafik ışığı yeşile dönüyor. Şimdi geçebilirim ancak tren kaçtı. Bunun az önce ışıkta kurala uygunca bekleyen kişiye bir maliyeti var. Hayal ettiklerinde büyük bir ihtimalle revizyon yapacak.

Biraz önce ışıklardan karşıya geçtiği noktanın birkaç metre ötesinde, ışıklarda yeşili beklerken yukarıdan gelerek sola kıvrılan ve önünden geçen gri, steyşın vagon BMW rengiyle dikkatini çekmişti. İstasyonda beklerken fark ediyor ki iki motosikletli polis tarafından durdurulmuş. Önce arabayı kendisi gibi ilginç bulduklarını ya da bir tanışıklıkları olduğunu düşünüyor. Zaman aktıkça polislerin ciddi bir arama içinde olduklarını fark ediyor: İki genç polis arabanın akla gelebilecek her yerinde bir şey arıyorlar. İzleyici coğrafyadan ve sahildeki mekânlardan kaynaklı olarak bunun uyuşturucu olduğunu düşünüyor. Polisler aradıkları her noktayı tekrar tekrar arıyorlar. İzleyici artık bir ihbar olduğu konusunda ısrarcı ve bu üç harflileri çok iyi tanıdığı için eğer varsa -malın- nereye saklanmış olabileceğini tahmin ediyor; ve ısrarla aracın bagajı ve içini ve aynı yerleri tekrar tekrar, taban paspaslarının altları dahil ve didik didik arayan polislerin çabasının nafile olduğunu anlıyor ve rapor verdiklerinde ustalarının da onlara "Tecrübe işte," diyerek caka satacaklarını da öngörüyor.

Şimdi trende ve maskesi kolunda; tren kalabalık ama oturacak bir boş yer var. Oturunca maskeye gerek görmüyor. Aslında oyalanmalarından kaynaklı olarak tam turnikeye yaklaşmışken bazı film öncesi ritüellerini gerçekleştiremeyeceğini düşünerek sinemadan vazgeçmişti; çünkü markete uğrayıp su bile alamamıştı. O tereddütlerle turnikeye yanaştı, samkartı okuttu, geçti, ama o an dahi pişmanlığı geçmedi; geri dönmeyi bile düşündü lâkin paraya da yazık, dedi. İzlemekte olduğu polisiye durumdaki aksiyon bir kaç saniye içinde onu da revize edip sinema candır noktasına getirdi.

An itibariyle eksik olan sadece su.

Yolculuk keyifli, yaz kıvamında, günün ruhları dürtükleyen saatleri; pişmanlıklar istasyonda kaldı ama saat de geleneksel sinema alışverişinin olamayacağını söylüyor. Fakat tren sürücüsü genç hanım, hakkını teslim etmek gerekir ki, hızlı.

AVM'ye girdiğimde hesabıma göre 23 dakikam var. Klasik alışveriş için Migros'a bakıyorum. Durum elverişli değil ve geçen haftaki -sayıca az olsa da- bilet kuyruğundan kaynaklı olarak endişeliyim. Yürüyen merdivenleri de adımlayarak hızla sinema katına ulaşmaya çalışıyorum ve sürpriz. Gişe önünde Allah'ın kulu yok.

Gişedeki genç adam sıkıntıdan patlıyor.

Oysa saat henüz 19'a varmadı.

Biletimi alıyorum, üst kata çıkıp bir tur atıyorum, bazı salonlarda film oynuyor, yani bugün bomboş değil ama toplasam 100 kişiyi bulamam yine de...

Bu arada 19:05'de sandığım filmin 19:15'de olduğunu fark ediyorum ve hızla Migros'a, yani en alt kata dönmeye karar veriyorum. Hızlıyım lâkin Migros yine kalabalık, kuyruklar bana filme yetişemeyeceğimi söylüyorlar.

Ve bir suyum bile yok.

O arada ilk kez merak ediyorum ve sinemanın büfesindeki fiyat listesine bakıyorum. Usturuplu bir oha çıkıyor içimden:

Kola 60 TL!

Maden suyu ondan aşağı kalır mı, o da 40 TL.

Canım Migros'um!

Bu akşam süreden kaynaklı olarak gerçekleşmese de film öncesi alışveriş; güncel kola fiyatları ile Migros, yine de insanın kendini zengin hissetmesini sağlıyor.

Salonda üç kişiyiz. Türkiyeli biri hariç diğer iki kişi işçi, gurbetçi ve "zengin"; paraları pul değil. Öyle olmadıklarını da antrakta gösteriyorlar; dışarı çıkan bir tanesi iki kola, bir kaç gofret türü şey ve iki kova mısırla dönünce...

Basit bir hesapla sadece kolalara toplamda 4 euro verdi abi, mısırlara da diyelim ki o kadar, hadi diyelim bir o kadar da ıvır zıvıra...

Sakin olalım dostlar, bizim de hiç değilse marketlerimiz var! Hem kola ve diğer türevleri sağlığa zararlı!

Çok şükür ki finansal yöntemlerle bizi engelleyip dolayısı ile sağlığımızı kollayan, üstelik kişiye özel yazlık kışlık saraylar yaptırıp, uçaklar alan bir devletimiz var.

Acırım ABD başkanına, hani onlar nispeten daha zengin diye... Garibim Avrupalılardan söz etmeye bile gerek yok, tarifeli uçakla seyahat nelerine yetmiyor. Üstelik rastgeldiklerinde bizim bakanlarımız kıyak atıp kendi uçaklarına alıyor, önce onları gidecekleri ülkeye bırakıyor, sonra da kendi işlerinin olduğu yere uçabiliyorlar.

Varsın onların paraları pulları değerli olsun, biz Lozan'daki gizli maddeden bir kurtulalım, gösteririz günlerini... Diye düşünürken bir aydınlanma yaşıyorum. Evet ya bir bakanımız ve diğerleri önce duymazdan gelmiş, hiç ses etmemiş, Lozan'lı cümleye ihtiyaç bitince de yok öyle bir şey demişlerdi.

Şimdi ben buralara nereden geldim diye düşünebilirsiniz! Hiç mevzum değildi ama o gözü kör olasıca PTT, az önce pasaportumu teslim etti. Yatırdığım harcı ve cüzdan parasını hatırladım! Eskiden o paraya neler neler alırdım diye düşünemedim bile...


Film ilginç, yurt Kolombiya. Çocuklar ve ormanlar içinde bir merkez. Suça bulaşmış çocuklar başrolde. Sonuçta el mahkum; burası Kolombiya! Balta girmemiş ormanlar. İlk kez bir filmini izlediğim yönetmen Andrés Ramírez Pulido'nun tarzına bayılıyorum.

Oyuncu yönetimi ve aksiyon sahneleri muhteşem.

Elbette filmin müzikleri; ahh Latinler, dedirtiyor bir kez daha...

Kapanış jeneriği akarken kendimden geçmişim, müzik olağanüstü keyif veriyor, temizlik için abla salona girmiş, üst sıraları halletmiş ve yerde kova içinde "sopa" ile benim dünyaya dönüp salonu terk etmemi bekliyormuş ki müzik bitip son isim geçip de kalkınca fark ediyorum ve duruma gülüp kendisinden özür diliyorum.

Filmde ve başrollerden birinde kendince bir yöntemle grup terapisi yapan, ilginç tezleri olan bir abi var; o da güvenlik görevlisi. Film 2022 Cannes Film Festivali Eleştirmenler Haftası’nın en önemli iki ödülü olan En İyi Film ve En İyi Senaryo ödülünü kazanmış. Güçlü bir sinemasever filmi lâkin filmseverler ne düşünür emin değilim. O nedenle tavsiyeci de değilim?! Her ne kadar şahsım çok keyif almış, alamadığı kolayı ve havuçlu kekleri bile unutmuş, son jenerik esnasında müziği ile beni koltuğuma çakmış olsa da Sürü!

Keyifle iniyorum yürüyen merdivenleri. Saat 21'i geçmiş. Migros'da yemek yemeyi düşünüyorum lâkin restoranın ışıkları sönük, yemekler bitmiş. Greyfurtlu ve gazlı bir içecek ve havuçlu keklerimi alıyorum. Tren istasyona girmemle görünüyor. Eve yürürken sahili tercih ediyorum.

Alabildiğine kalabalık.

Enfes bir yaz gecesi, insanlar zorlu bir ülkede, akşamın geç bir vaktinde, evden getirdikleri yiyecekleri, sandalyeleri ve masalarıyla bu zor günlerde keyiflerine elden geldiğince keyif katıyorlar.

Midye dolmalarının tanesi, boyutlarına göre 4 lira ile 6 lira arasında değişiyor. Bense torpilliyim, kendisi bir kaç metre ilerimde ve günde en az iki kere selamlaşıyoruz!

Bir top dondurma -ama enfes- belediyenin kafelerinde dahi 10 TL, tek top alırsanız ise 12 TL!

Topunun 25 kuruş olduğu, dondurmaya hiçbir çocuğun uzaktan bakmadığı o güzel yılları, sevgiyle anıyorum.


27 Temmuz 2023 Perşembe

Sert, Duygulu ve Düşündürücü

Geçen cumartesi.

Trendeyim.

Çarpıcı bir film olduğu hissiyatı ile pencereden akıp giden zamana bakıyor, anılarda dolaşıyor, güzel arkadaşlarımı, arkadaşlıklarımı, ilginç karakterleri, uçarılıklarımızı anıyor ve  hatta yarım bıraktığım Şafak Sayarken etiketli yazı serime daha sık yazarak devam etmeliyim diye düşünüyorum.

Zamanlamam müthiş.

Müthiş çünkü Migros'daki kasa önü kuyruklarına ve filme kalan süreye baktığımda klasik sinema alışverişini yapamayacağım.

Bunu çok dert etmiyorum; geçen haftaki sinema günüm için Paribu Cineverse tarafından gönderilen anketi yanıtlamamın bir ödülü olarak orta boy mısır hakkım var, ve kod telefonumda.

Göz yaşartıcı bir gün!

17.05 seansı ve iki gişe açık, ikisinin önünde de kuyruk var.

Boş gişelere alışmış ukalam bu durumdan memnun değil. Beklemek sıktı, boş salonlara alışmış beyimizi.

Oysa, öyle aman aman bir kalabalık da değil. İki kuyruğu toplasam, 40 kişi yok.

10 salon ve kırk kişi!

Biraz Barbie etkisi, biraz Nolan, biraz da gurbetçi vatandaşlarımız...

Ama şaşırtıcı olan salona girip D-3'üme oturduğumdaki sayı. Tam iki çift ile birlikte 6 kişiyiz.

Başka Sinema filmi ve 6 kişi!

Alkış...

Promosyon mısırımı çıkarıyorum sırt çantamdan.

Boru değil, mısır bu. Altın değerinde.

Misal gişe bölümünde ve salonun değişik yerlerinde festival afişleri var;  bilet ücretlerinin 50 TL olduğu ve vizyondan çıkmış ama yakın tarihli sıkı filmlerin gösterileceği, bence bu yoklukta son derece mantıklı,  bir yaratıcılıkla düzenlenmiş bir festival bu. Üstelik bu gösterimler için orta boy mısır da iskontolu ve 30 TL.

Hemen bir hesap yapıyorum ve "Yaşasın Başka Sinema!" diyorum. Hem güzel filmler izle, üstelik mısırı bedavaya al.

Muhasebem görev başında:

Bilet Başka Sinema için 70 TL.

Mısır'ı parayla satın aldığını düşün: izleyeceğin sinemaya özel festivalin filmi olmadığı için normal fiyat muhtemelen 40 TL. Düş sinema biletinden promosyonu; sinema bileti gelir 30 TL'ye.

E bundan iyisi de Şam'da kayısı...

Bu arada diğer filmlerde bilet fiyatlarının şimdilik 135. TL olduğunu da hatırlayalım!

Bu filmlere yönelik olarak "Bir de mısır alsam mı acaba?!" denebilir mi?


Film sert, bir o kadar da duygu yüklü. Ve bu duygular seç beğen al... Sonuçta askerlik. Eğitim şart.

Yönetmen Elegance Bratton bu dokunaklı filmi, kendi hayatından yola çıkarak yazmış. Bence çok da iyi yapmış. Sanılmasın ki filmde yaşananlar sadece o ülkede. Aksine dünyanın tüm ordularında var olan bir gerçeklik. Özellikle anne ve asker olmaya karar veren "evlat" arasındaki ilişki fazlası ile can yakıcı. Elbette istisnalar var ve azımsanmayacak kadar da çoklar; o anneleri yüreklerinden öperim. Ama bu anneyi de anlamak çok güç değil.

Ve bir taraf için çok ama çok zor bir durum bu ve film gerçeği hiç saklamadan, sansürlemeden tüm çıplaklığı ile sorguya açıyor ve her olasılığı örnekleyerek ortaya döküyor.

Ama altını çizdiği şahane bir nüans da var. Engellenmesi mümkün olmayan güdüler ve tercihler, yaşamın bir gerçeği.

Aslında kendi tanıklıklarımdan haraketle, çok somut benzerlikler içeren olayları bu yazıda yazmak istedim. Bir sürü şaklabanlığımızı da!! Vazgeçtim....

çünkü bu filmin duygusunu ve herkesin bildiği gerçeklikleri açık yüreklilikle ve radikal bir tutumla ortaya döküşünü, sertlikle duygusallığı bir araya getirişindeki nahifliği sulandırmak istemedim.

Kim bilir belki bir gün Şafak Sayarken'lerden birinin içinde, mesela telsizin antenini açıp onu kişiye yönelterek ve telsizin ayarıyla oynayarak ona bir dedektör işlevi yüklediğimizi,  hışırdattığımızı ve o sesin bir adlandırma için sonuç ürettiğini... ve -bazı- herkese, biz dahil komik geldiğini, ama hayat olgunlaştırınca da bunun aslında hiç komik olmadığını; olgun yaşımın etiği ile ve tüm çıplaklığıyla yazarım.


*
Yönetmen: Elegance Bratton.

Oyuncular: Jeremy Pope, Gabrielle Union, Bokeem Woodbine.

Ülke: A.B.D.

Dağıtım: Başka Sinema .

İthalat: Bir Film.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP