Bununla sınırlı kalmayacağım elbette, bir keşif kolu gibi arayıp okulu da bulacağım.
Ama sadece bulacağım!
Sonra da bunun keyfini çıkaracağım.
Ve pazartesi günü, gelecek kitaplarda bir gecikme olursa da salı günü tüm kitaplarla okulun yolunu tutacağım.
Cümlelerimin olduğu ve perşembe sabah yayınladığım önceki yazımdan bir süre sonra cuma günü paketin kargoya verildiği bilgisi ulaştırılıyor bana. Sevincim zıplıyor çünkü bir aksilik olmazsa eyleme pazartesi günü geçme olasılığım çok yüksek. Zaten bünyede var olan heyecan istim alıyor. Gün cumartesiye evrilecek... ve zihnim tıkır çalışıyor... ve önüme yeni bir plan koyuyor. Bu plana göre, ilk görev bir gün öne çekilecek, dolayısıyla hedef bölgede keşif yapılacak, okul bulunacak ve kargodan geleceklere göre bir ya da iki kitap daha ilave edilecek.
Kahvaltı için ekmek ve bir iki şey daha almak üzere çıkıyorum evden, an itibariyle kargonun şehire vardığı haberi cepte. Kavşaklardaki akıllı trafik ışıklarına geçiş çerçevesinde çalışmalar var ancak gün itibariyle ışıkların görevini yapacak trafikçiler ortada yok. İnsanlar bekliyor. Namı yürüsün ülkemizin sürücülerinin hiçbirinin umurunda değil yaya geçidi. İş başa düşmüş durumda; elim dur işareti ile havadayken adımlarımı yavaşça atıyor ve başarıyorum. İkinci kademede de aynı işlem, halkımla birlikte geçiyoruz karşıya.
Bir an kahvaltıyla uğraşmaktansa Sembol'de börek yesem fikri dürtse de beni, evde kendim hazırlasam daha cazip geliyor ve evdeyim. Telefonda bir mesaj. Kargo dağıtıma çıkmış, teslim için gerekli kodum gönderilmiş. Yumurtam da pişmiş... Şık bir tabak hazırlıyorum. Karşıma denizi alarak keyfini çıkarıyorum. Bitiriyorum ki telefon çalıyor. Evin arka sokağından kargocu arıyor, denize doğru ilerle, köşe bina diyorum. O sıra pencereden izliyorum. Durdu, indi, bahçe kapısındaki yazıyı okudu ve korktu: çünkü telefona uzandı. Yok, diyorum kendisi.
Ekranda bina kapısına vardığını gördüm, otamatiğe bastım, asansör ve paketim.
Kodu veriyor, teşekkür ediyor ve iyi günler diliyorum.
Açıyorum paketi, kontrol ediyorum. Her şey yolunda. Hazırlanıyorum.
Bir kitap daha almak istiyorum öğretmen için ama önce şehrin öte ucuna gidip, ikinci kontrolde gördüğüm, ulaşım açısından daha kolay adrese varıp okul keşfi yapacağım ve ardından Piazza AVM'ye yürüyüp kafamdaki ve epey zaman önce çok severek okumuş olduğum kitabı ilave olarak alacağım.
Trendeyim, keyfim yerinde heyecanım ayakta. Varıyorum Belediye Evleri İstasyonuna ve üst geçidin yürüyen merdivenlerindeyim. Zirveye vardığımda önümdeki manzara muhteşem, hemen solumdaki, içinde şahane bir amfi tiyatro da olan koskocaman ve yemyeşil park insan kaynıyor. 18 Haziran'da Bir Delinin Hatıra Defteri ile Erdal Beşikçioğlu'nun sahne alacağını duyuran afişler her yerde. Birebir aynısı olan ve içinde bir de Atatürk Müzesi barındıran Bandırma Vapuru ve uzağındaki barınak aynı karedeyken ve üst geçitteyken bu manzara hapsolmalı diyor fikrim bana ve basıyorum küçük makinemin deklanşörüne lakin an itibariyle büyük makineyi almamış oluşumun pişmanlığını da yaşıyorum.
Bu üst geçidi ilk kez kullanıyorum, güneş ışıklarının yerde ve kenar camlarda yuvarlaklar çizen yanısmaları ile enfes bir görüntü var, elbette fotoğraflık ama önümde yürüyen de iki tane jean giymiş hanımefendi var; onların olmadığı bir görüntü çekebilmem mümkün değil!
Yürüyen merdivenden indikten sonra iki trafik ışığı daha geçerek karşıya ulaşıyorum. Bilir diye bir bakkala okulu soruyorum. Hiç duymamış. Sonra okulun belediyenin arkasında olduğunu gösteren haritadan hareketle oraya ulaşacak yola geçiyorum ki trafiğe kapatılmış bir gezinti yolu.
Kendimi başka bir şehirde gibi hissediyorum ve bu durumu oyuna çeviriyorum; ve bu yabancılaşma hali ile dolaşmak pek hoşuma gidiyor.
O ara, bu abi bilir, diye nalbur dükkânının kapısına yanaşıyor ve soruyorum. Hiç duymamış, seyyar köfteci de bilmezse kimse bilmez duygusu ile bu kez ona yanaşıyorum ki tık yok. Lise binasının önünde iki genç var, bir ihtimal ilkokulu okumuş olabilirler diyerek yanaşıyorum ama okul hakkında benim daha çok bilgim olmakla birlikte en azından sanal bir temasım da var. Ana cadde için sola döndüğüm ve minik sokaktan bir başka caddeye indiğim anda solda daha önce hiç rastlamadığım bir kargonun tabelasını görüyorum ve mesleğinden hareketle bilmeyeceği hiçbir yer olmayacağını düşünüyorum. Kapıdan içeri süzüldüğümde aynı zamanda, fax, bilgisayar yazıcıları gibi cihazlar da görüyorum ve bir tamirci de olduğu kanaatine varıyorum ve doğrudan okulu soruyorum. Biliyor, neden aradığımı anlatıyorum. O da aynı sergi için davetiye aldığını ama gidemediğini söylüyor. Abinin köyün adını söylemesiyle ilk bulduğum adreste olduğu netleşiyor ki buna zıplıyorum çünkü hikâye az sonra edineceklerimle kocamanlaşacak!
Abi okul müdürü ile arkadaş, adını söylüyor, hatta telefonla arayıp konum bilgisi attırabileceğini belirtiyor ki buna gerek görmüyorum. Ayrıca konudan bahsetmemesini rica ediyorum fakat bunu yapmamış olacağından an itibariyle emin değilim.
Minibüs çalışıp çalışmadığını soruyorum. Var ama saatleri belirsiz, arabayla gidin diyor, ve o arada manzaranın muhteşemliğinden söz ediyor ki bu beni şaşırtmıyor. Bugün okul kapalı, diye de ekliyor. Biliyorum, ben sadece yeri netleştirmek istiyordumun altını çiziyor ve teşekkür ediyorum.
Yeniden gezinti caddesindeyim, o sırada minicik ama sevimli kafenin vitrininde kesmeleri görüyorum ve otomatiğe bağlanıp kapısından süzülüyorum. "Kesmeleri taaa uzaktan gördüm ve buradayım," diyorum. Gülümsüyor genç adam, bir tane istiyorum ve yürürken yiyeceğim diyorum. Hoş ve minik bir kesekağıdı ile artık elimde kesmem. Onlarca yılımı geçirdiğim sanayi sitelerinin önünden yürüyerek ama girmeyerek Piazza AVM'ye varıyorum. Doğrudan en üst kata çıkıyor ve Penguen Kitapevi'nden içeri süzülüyorum. Kitap raflarını tarıyor ve aradığım kitabı buluyorum. Şimdi kasadayım, ödememi yaparken, genç adam terası işaret ederek "İstediğiniz zaman gelip kitaplarınızı terasımızda okuyabilirsiniz," diyor. Geçen hafta film için geldiğimi, sinema çıkışı uğradığımı, yanımdaki kitabımı okurken kahvemi içtiğimi ve Americano'yu çok başarılı bulup beğendiğimi söylüyorum.
Hoşuna gidiyor, teşekkür ediyor.
Her şey yolunda olduğuna, son kitapla birlikte şans şu ana kadar yaver gittiğine göre kendimi şımartabilirim: Geçen hafta yemeğini çok beğendiğim Migros'un kafeteryasına iniyorum. Enfes görünen, içinde yerken anlayacağım üzere enfes bir ıspanak, havuç, patates ve küp kesilmiş tavuk parçaları barındıran besamel soslu, hafifçe baharatlanmış kare dilim güzelliğin, elbette ilave ettirdiğim suyuna da banarak tadını çıkarıyorum. Sonra yeniden tren, bizim istasyon, sevdiğim ama taşınacağını öğrendiğim kadim kırtasiyeciye uğrayıp ambalaj için ağzı yapışkanlı büyükçe iki şık zarf alıyorum ve Sembol'deyim.
"Bir kadayıf lütfen."
"Bir de çay lütfen..."
Devam Yazısı Gönlümün Gonca Gülü, için buradan lütfen...