Geçen yıl bugünlerde... Çok keyifli bir cumartesi gününde, çok hoş bir balık lokantasında kızkardeşim, eşi, ben, erkek kardeşim, çocuklar rakı balık muhabbeti yapmıştık. O gecenin yıldızı Tırtıl bizi gülmekten kırıp geçirmişti. O keyifli günün ertesinde öğle üzeri yine bir araya gelmiş, mangalı da yakmıştık. Ben bilgisayarımla, kızkardeşimin eşi mangalla meşgulken, çocuklarda dışarıda oynuyorlardı. Aradan kısa bir süre geçti ki,Tırtıl'ın ''çok acıyor!'' diyen ağlama sesini duydum. Nasıl olduğunu kimsenin konuşmak ve hatırlamak istemediği için bilmediğimiz, bilmekte istemediğimiz bir şekilde ufacık bir kaza sonucu kanapeye yatırdığımız Tırtıl'ın alt tarafını soyduğumda; sadece diz kapağında ufak, her normal çocuk düşüşünde olabilecek bir sıyrık, sağ bacağının üst yan tarafında da yine benzer bir sıyrık vardı. Bana kalsa bir şey yok deyip belki de akşamı edecekken, bu konularda çok hassas olan kızkardeşimin eşinin önerisiyle tanıdık bir özel hastaneye gittik. Film odasına aldıklarında, ilk diz kapağınınkini çektiler ve sonuçta bir olumsuzluk yoktu. Tam içime su serpilmişken, kalça bölgesinden bir film çektiler ki sonuca bakan doktorun yüzü anlatmaya yetti herşeyi... Sonradan öğrendik ki bu bir
femur kırığıymış.
O anki hissiyatlar, olayı anneye haber verme anı ve ötesi ayrıntıları, dışa vuran kaygıları, üzüntüleri bir dosta yazılmış mektuptaki duygularımı; bir gün, tarihe not anlamında yazmak istiyorum. Ama bu blogu bazen Tırtıl da okuduğundan, bunu bir süreliğine erteliyorum.
Kısaca
femurdan söz etmem gerekirse: Ameliyatını yapan doktorumuzun da dediği üzere, bizim başımıza gelen kendilerinin de ilk kez karşılaştıkları türden bir kırıkmış.
Femur(başı) kırıklarının önemi şurada: Büyüme çizgisi denen yeri ve o hassas kapsulü içinde barındırması... Ve bizim kırığımızın tam da o noktada idi... Konuyu daha açamıyor ve olumsuz sonuçların neler olabileceğini, tüm yaşamı etkileyecek ne tür riskler içerdiğini Tırtıl faktörünü göz önünde tutarak yazamıyorum. Bunu yaşayanlar ve başına gelenler bilirler. Ve google üzerinden; dilerim kimsenin başına gelmez ama hayat bu; eğer birileri ihtiyaç duyup arama yaparsa ve bu yazıya ulaşırsa, bir faydası da olsun istiyorum.
Biz ilk yattığımız hastanede ameliyattan bir gün önce, ameliyatta gerekli görülen vida, platin levhalar ve benzeri malzemenin gelmesini beklerken, doktor anneyi görüşmeye çağırdı. Anne döndüğünde odanın dışında, camın kenarına oturmuş ağlıyordu. Dışarı çıktığımda doktorun anlattığı olası riskleri ve bunun gerçekleşme oranını söylediğinde, gök kubbe üzerime çöktünün pratikteki karşılığının ne olduğunu o gün anladım.
Olayı duyup ziyarete gelen kuzenimin eşi, kendi annesini aynı yerden ameliyat eden doktorla da bir konuşsak deyince; o gün, ilk doktorumuzun anlatımıyla olayın ciddiyetini de fazlasıyla anlayınca, tanıdık ne kadar doktor varsa ayağa kaldırdık. Onlar vasıtasıyla tüm ortopedistlere ulaştık nerdeyse... Gelinin önerdiği doktorun siz yapsanız bu ameliyatı teklifimize verdiği yanıt: ''Fakülteye gidiyorsunuz, ameliyatınızı
Yılmaz Tomak'a yaptırıyorsunuz. Sonunda da çocuğunuzu sapasağlam bir halde elinden tutup götürüyorsunuz.'' olunca; bu kez anne ilk olarak çok dostu, ablası saydığı bir prof'u aradı. Onun,
Yılmaz Tomak'ın kendisinin de öğrencisi ve herşeyden önce çok iyi bir insan olduğu temelinde bir sürü övgü dolu sözü üzerine karar verildi. Yine tanıdık, üniversitenin farklı bölümlerinde çalışan doktorlardan da gelen olumlu referanslar sonucunda, sabah o özel hastanede ameliyata girecekken, o an şehir dışında bir toplantıda olan anne arkadaşının '' aradım, sizi fakültede bekliyorlar'' telefonu üzerine, o gece Tırtıl'ı hastaneden alıp bir ambulansla üniversite hastanesine götürdük.
Femur kırıkları konusunda uzman ekibin de ilk kez karşılaştığı bizim olayımız, parçalı bir kırıktı. Bunu çok önemli bir not olarak belirtmek isterim.
Çok başarılı geçen ameliyatın ardından önce göğüse kadar alçı içinde, alçı sonrasında bacağa takılan aparatla uzun bir süre yatağa mahkum olan Tırtıl, yaz sonunda son tellerin alınmasıyla yürümeye başlamıştı. Aklıma gelmişken yine bilgi anlamında şunu belirtim: Bu ameliyat tedbir anlamında vida, platin ve benzeri yedek parçalar hazır edilmesine rağmen hiç biri kullanılmadan, orjinal kırıkların toparlanmasıyla gerçekleşmiştir.
Ve dün bir yıl sonra, bu ameliyatın sonuçları açısından en önemli kontrolü vardı. Beklenen bu önemli sonuçta şudur: Ameliyat kemiklerin kaynaması, yerli yerine oturmasıyla başarıya ulaşmış olmuyor. Bu yerin önemi dolayısıyla, o bacağın büyümesi için bölgedeki kan akışının devam ediyor olması gerekli. Bu kırığı gelecek açısından önemli kılanda bu. Ve burada patolojik bir olumsuzluk olup olmadığı da ameliyattan sonraki altı ay içinde belli oluyormuş genelde.
Ve dün hayatımın en gerilmiş anını yaşadım. Bilgisayardaki filme bakan, sonuç ne olursa olsun sözünü edeceğim düşüncelerimin değişmeyeceği, ameliyatın olduğu gün çekilen ilk filme bakışından duygularını ve mesleğine sevgisini hissettiğim... O bakışta, herşeyden önce yaptığı eserle gurur duyan, ona bakarken duygularını paylaşan bir heykeltraş, bir sanatçı keyfi gördüğüm. Ve o gün, dünyanın neresine gitsek daha iyisi olmayacak duygusunu bize, sadece o duruşuyla hissettiren, o güveni veren; herşeyden önce, çok ama çok insan; ameliyat evresinde doçentken bu genç yaşta prof ünvanını aldığını dün öğrendiğim
Prof.Dr.Yılmaz Tomak'ın ağzından dökülen sözcükler bir anda tüm korkuları kaygıları silip, o gerilimin bütün zembereklerini boşalttı. O an, bütün bir gerilimli yılın patlama anıydı. Tüm aile, ki en çok da kendini bu olayın sorumlusu addeden amcanın, yani hepimizin kendimizi çok ama çok kötü hissedeceğimiz bir geleceğin ışıldama anıydı. Ağızdan çıkacak sözcüklerin olumsuz olması demek bir tükeniş ve mutsuz bir gelecekti.
Hayatımızda hiç kimseye minnetimiz olmadı, minnettarlık duygusu yaşayacağımız şeyler de olmadı. Ama hayatımda ilk kez bir insana minnettarım; ve hepimiz aynı duygular içindeyiz. Bu kişi: Bize bir yaşam bahşeden, olmazı olur yapan, çok başarılı bir doktor olmaktan çok çok daha ötede, çok ama çok büyük bir insan:
O.M.Ü Ortopedi ve Travmatoloji bölümünden
Prof.Dr. Yılmaz Tomak'tır. O, yüzlerimize yeniden kocaman bir gülücük konduran, başta Tırtıl olmak üzere, hepimizin kahramanıdır. Onu ve ilgilerini hiç bir zaman eksik etmeyen, son derece sempatik ekibini hep şükranla anacağız.