20 Mart 2010 Cumartesi

Hayal!


...
Ya da konyak ve çikolatalar alır, dışarıda lapa lapa kar yağarken, sıcacık bir tren kompartumanından akıp giden ağaçlara ve zamana, çağıl çağıl derelere, her geçilen evdeki hayat öykülerine, durulan her istasyon binasının muhteşem yalnızlığına baka baka, eski kente giderdik.
...

19 Mart 2010 Cuma

Şarap!


...
Arabayı şehrin en yokuşlarından birinin tepesinde park eder, sulu karlı akşamlarda iki kadehi torpidonun üzerine çıkarır, yağan yağmura, çalan müziğe, lakırdılarımıza katık ederdik Buzbağ'ı. Yağan yağmurdan sakınıp kapşonlarına, şemsiyelerine, sevgilililerine sığınarak yürüyenlere bakar; kendi sıcağımızın keyfini çıkarırdık.
...

Sen eski halinde güzeldin. Biz; şimdi ait olduklarımızla da güzeliz. Bu kez sensiz... Aşkı öğrettiğin için teşekkür ederiz.




.

17 Mart 2010 Çarşamba

Necmiye Teyze (Özsamsun)

Dün akşam, saat 20 sularında, gökyüzüne yükselen parlak kanatlar gördüyseniz... Sanmadınız!

Dün akşam saat 20 sularında gökyüzüne yükselen parlak kanatlar; bir meleğe aitti...

Sessiz ve beyaz ışığı;

asaletindendi.

Bedenini seçemediyseniz...

Zarafetindendi.

16 Mart 2010 Salı

Sahilde Kafka

"Yolculuk yol arkadaşıyla, dünya duyguyla..."

-kitaptan, Japon atasözü-

Tokyo'nun elit bir mahallesindeki evinden, babasının onun hakkında söylediği Oedipus vari bir kehanet yüzünden kaçan dünyanın en sert 15'lik delikanlısı... Küçük yaştayken annesi ve kızkardeşi evi terketmiş. Ona rağmen öyle bir delikanlı ki, televizyon izlemiyor; onun yerine oturup saatlerce kitap okumaktan hoşlanıyor. Kendine koyduğu ad: "Kafka". Neredeyse her konuda bir fikri var. Fazla konuşmuyor; ancak gerektiğinde kendinden onlarca yaş büyük insanlarla bile oturup derin sohbetler edebiliyor, bu konuda hiç sıkıntı çekmiyor. Bilgi dağarcığı o denli geniş.

Tüm fiziksel ve zihinsel gelişimini, zamanı geldiğinde evden kaçmaya yönelik olarak planlamış. 15 yaşına girdiği gün haritadan güneyde bir kent seçip, hiç tereddüt etmeden atlıyor otobüse...

O kentte, yıllar boyunca yolu şehre düşen önemli aydınları ağırlamış çok özel bir kütüphane var. Oranın da birbirinden ilginç hayat hikayeleri olan iki sorumlusu...

Bir de yaşlı amcamız var. Küçük yaşta başına açıklanamayan bir olay gelmiş. O kadar enteresan bir olay ki, Amerikan ordu raporlarına bile konu olmayı başarmış.

Bu amcamız okuma-yazma bilmiyor; ancak kedilerle konuşabiliyor.

Bir tane de bıçkın delikanlımız var. 20'li yaşlarda... O güne kadar tepetaklak giden hayatı yaşlı amcaya rastlayınca değişiveriyor. Senelerce kendisine hiçbir anlam ifade etmemiş şeylerin, amcayla karşılaştıktan sonra yeni yeni farkına varmaya başlıyor.

Kitabın en esprili diyalogları da, bu iki adamın arasında geçiyor.

İşte tüm bu uç karakterlerdeki insanların yolu bir şekilde az önce sözünü ettiğim kütüphaneye düşüyor. Farklı amaçlarla olsa da...

Sahilde Kafka'nın vaad ettikleri yalnızca kesişen hayatları etkileyici biçimde anlatmaktan ibaret değil. Çoğu sayfasında duraklayıp, hakkında birkaç dakika kafa yorabileceğiniz derin mesajlar mevcut.

Bunun dışında kitap tam bir genel kültür hazinesi. Kitabın yazarı Japon Haruki Murakami, gerçek hayatında bar işletmiş olmanın avantajlarını kitaba çok iyi yansıtmış. Beethoven'dan, Schubert'e; 60'ların önemli gruplarından, günümüzün hit parçalarına kadar müzik çoğu yerde sayfalara nüfuz etmiş.

Ünlü Fransız sinemacı François Truffaut, Napolyon ve Aristophanes de kitapta kendine yer bulan isimlerden yalnızca birkaçı...

Murakami, kapitalizmin dünyaca ünlü simalarından ikisini de absürd bir şekilde başkalaştırmış. İsimlerini vermeyeyim; ancak kitabı okursanız çok şaşırabilirsiniz. Romanın diğer özelliklerine haksızlık edemem; ancak kitap sırf o ikisi için bile okunur.

Murakami büyülü gerçekçiliğin en önemli temsilcilerinden biri olduğundan, romanın genelde metafiziğe yaslanmış kurgusundan söz etmeye gerek yok sanırım. Post-modernist çizgisinden de...

Sahilde Kafka hem yükte, hem pahada biraz ağır bir roman. Fakat sayfa sayısı gözünüzü korkutmasın. Çünkü kitabın tadına sayfalar ilerledikçe, özellikle işlerin yavaş yavaş belli olmaya başladığı son bölümlere geldiğinizde anca tam anlamıyla varmış olacaksınız. Keyifli bir anı, sonu yaklaştığını bile bile ısrarla yaşamaya devam etmeniz gibi.

"Sorumluluk rüyalarda başlar"

-İrlandalı şair W.B Yeats, kitaptan-


not: çeviri Japonca aslından yapıldığından hatalar mümkün olduğunca azalmış. İçiniz rahat olsun :)

Bari Bu Kez Kaçırmayın!..

Devrim Arabaları... Arşivlenesi Bir Film*

Bir dönemi baştan sona alıp, içine o dönemle ilgili bir sürü yan hikaye koyan, toplumsal hayranlıklar ve sahiplenmeler üzerinden ticaret yapan, reklamlarla parlatılan, tepeden bakan bir seçkincilik ve 'en ben bilirim' egolarıyla kendi markasını satanlar tarafından yapılmış 'uyanıklık' kokan filmlere, kitaplara, oyunlara hep uzak durmuşumdur. Bir dönemi ve insanları; kıyıda köşede kalmış, ticari kaygılar taşımayan niyetlerle ortaya koyulmuş, isimsiz insan hikayelerinden yola çıkarak oluşturulmuş samimi ve mütevazi eserlerden anlamayı da çok severim. Devrim Arabaları bu anlamda çok başarılı bir filmdir. Anlı şanlı pek çok ticaret kokan dönem filminden çok daha fazla şey anlatır. Ve aslında bu tür filmlerin izleyicisi çoğaldığında, bizler sahip çıktığımızda, daha fazlalarının yapılması konusunda cesaret de vereceğiz insanlara... İşte o zaman, gerçek tarihimizle daha sağlam bağlar kurup, hem resmi ideolojiden hem de bir takım seçkinlerin çok bilmişlik yüklü bakış açılarından gözümüzün önü serilen statükocu anlayıştan kurtulmuş bir tarih bilincine ulaşacağız.

*Aşağıdaki yazıyı Ekim 2008'de Captaiin yazdığında, sadece okurken bile gözlerim dolmuş tüylerim diken diken olmuştu. 'İnsan bir film' olan Devrim Arabalarını; "Çılgın Türkler"in en gerçeklerini, en doğal halleriyle görmek için mutlaka izleyin.

"129 gün kaldı" sadece 129!..

Ortada bir avuç mühendis, yetersiz bir bütçe, kalıpları bile olmayan otomobil parçaları ve büyük yerden verilmiş emirle hantal iki demir kapının virane bir atölyeye açılmasıyla başlar, devrimin hikayesi...

Sürekli gidip gelen elektrikler eşliğinde yola yüreklerini koymuş , en büyük avantajları olan "kimseciklerin onlara inanmıyor oldukları" gerçeğiyle başbaşa mühendisler, işçiler, Recep ustalar...

Demirin cız ettiği yerler...

Başedebilirsen helal sana dedittirecek bürokratik engeller devamında sürekli çalan telefonlar, ve olumsuz haber telgrafları...Yetişmesi belki imkansız 'siparişler'e dökülen alın teri.

Devrim; ilk Türk Malı otomobilin üretim aşamasında işe sevdalarını, umutlarını ve inançları koyan; eşini, çocuğunu, evini unutup çalışan insanların birliktelik hikayesi...

"Devrim Arabaları" tek solukta izlediğim ve çok uzun zaman sonra tüylerimi ürpertebilen arşivlenilesi bir Türk yapımı...

Tam isabet bir kadronun, doğal mekanın ve güçlü müziklerin ahengi...

55 gün kaldı!.. Sadece 55!..

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP