editörden... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
editörden... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ağustos 2009 Perşembe

Cümleyi Çaldım, Hırsızlığımı Sevdim;)



izin ver.. susuyum sözlerimde.. gözlerim anlatsın kalbimi; veya gözlerime bak, göz kalbimi; ben anlatamıyorum..


Cümleler vardır, okuduğunuz anda çarpar sizi... Ve hatta içinden iki kelime dağları taşları aşırtır... Bugün, blogları dolaşırken, en sevdiklerimden Pesimist Rapci'deki yazının içinde vurdu cümle beni... Ve sevmek olgusunu bu kadar yalın ve içten anlatan kaç cümleyle karşılaştığımı düşündürttü bana... O kadar hoştu ki; dayanamadım ve izinsiz yayınladım. En çok da sizi mahrum kılmak istemedim bu şahane yazıdan.

Şahanesin Enes; her zamanki gibi...

Yazının tamamı için, buradan lütfen

3 Haziran 2009 Çarşamba

Fatma Ceren Necipoğlu


Baktığımız yerlerde olmadığın için; göremedik!

Bilmem ne takımının bilmem kim oyuncusunun ayağına batan kıymığı haber yapan medya: Göreceğimiz yerlere koymadı; bilemedik!

Dünyanın senden haberi varken, bizim yokmuş... Öğrendik!

Kocaman bir kalbin varmış... Gördük!

Biliyoruz ki; kaybın da, tıpkı verdiğin emekler gibi sessiz olsaydı, üçüncü sayfada bile yerin olmayacaktı... Üzüldük!

Kadir bilmezmişiz... Utandık!

Kocaman bir borcumuz varmış... Ödeyemedik!

Özür dileriz.

captaiin,ophelia,mussano.jr,buraneros


2011'deki gelişmeler

Fatma Ceren Necipoğlu hakkında ayrıntılı bilgilere buradan gidebilirsiniz

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Hayırlı Bir İş...Fikrim Geldi Paylaşmak İstedim:)


Bugün birden aklıma bir fikir geldi. Aslında bu fikir sevgili Arzu'nun masallarını okurken aklıma gelmiş ve anafikir bugünkü olmasa da ona sürekli önerdiğim bir şey olmuştu... Bugün kendim çok amatörce, bir yazımı Windows'un ses kaydedicisinden yararlanarak hayata kattım:))... 60 sn ye de bir kayıt durduğu ve yeniden başlatmak gerektiği için, o sürelerin sonuna doğru cümlelerde eksik kalmasın diye gözüm bir yandan onun sayacında olup kelimeleri biraz yutmak zorunda kalsam da, sonunda altı dakikalık çok amatör bir kayıt yapmayı başardım.

Sonra, her birimiz, bazı yazılarımızı sesli de kaydederek, görme engellilerin de bloglardan yararlanması noktasında onlara bir fayda sağlayabilir miyiz diye düşündüm. Ve bunu sevgili beenmaya ile paylaştım. Onun da aklına yatınca ve destek verince bu işe; bu çok amatörce ve kırık dökük kaydımı bir başlangıç ve bir örnek olması adına yayınlamaya karar verdim.Eminim ki, her birimiz, biraz daha çaba göstererek çok daha başarılılarını yapabiliriz.

Bu başlangıç ve fikir kulaktan kulağa yayılıp önerilerle zenginleştirilerek, kısa bir süre içinde görme engellilerin de yaralandığı, aramıza katıldığı, ortak bir keyfi birlikte paylaştığımız yeni bir blog dünyası yaratmamıza neden olabilir(mi?). Bu konuyu benimseyip gönül verenler bloglarında konuyu işlerlerse birer yazıyla; ve fikirleriyle zenginleştirirlerse, kısa bir süre içinde önemli bir paylaşmayı, bir yaşama biçimine döndürebiliriz belki.

Eğer tahammül edebilirseniz buyrun benim amatörce hazırlanmış kırık dökük kaydıma:)) Eğer kaydediciyi takip eden biri olursa ve siz sadece okursanız daha kaliteli bir kayıt olası... Belki kaydedicideki süreyi uzatmakta olasıdır; ama benim teknik bilgim bu kadarına yetti... Konu üzerinde çalışıyorum:))

5 Mayıs 2009 Salı

Bu Blogları Öneriyorum Çünkü Ben Çok Seviyorum

Bu aleme bulaştığım ilk günden beri izlediğim ve seyrek yazıyor olsalar da, gencecik(15-16) yaşlarına rağmen kocaman sözleri olan sevgili arkadaşlarımın çok sevdiğim, biri ortak olmak üzere dört blogunu önermek istiyorum sizlere... Seveceğinizden ve onlara destek vereceğinizden eminim. Çünkü, yazma konusunda ve dünyaya bakışları açısından çok yetenekli olduklarına inanıyorum ben; ve onların her yeni yazısı beni çok mutlu ediyor. Okumak, ya da en azından bir göz atmak isterseniz; bloglarına resimleri tıklayarak ulaşabilirsiniz.











27 Nisan 2009 Pazartesi

NBA; Yılın Çaylağı: Derrick Rose ...


La Paragas NBA uzmanı Mussano: Aylar önce sezon başlarken, bu yeteneği görüp; oyuncuyla ilgili üzerini tıklayarak ulaşabileceğiniz, Derrick Rose...Yeni nesil oyunkurucu! başlıklı, çok ayrıntılı bir yazı yazmıştı.

Kendisiyle gurur duyuyoruz.:))

La Paragas

23 Nisan 2009 Perşembe

Bugün 23 Nisan Görev İstiyor Her İnsan!

Aslında bu konuyu, dolayısıyla önerileri; Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'ne ve Türkan Saylan'a Ergenekon çerçevesinde yapılanlar, toplumda başlayan hareketlenme ve bunun blog yazılarına yansımaları üzerine yazmayı düşünmüştüm. Sonra dedim ki; bunu, sen en iyisi insanların çocuklara, dolayısıyla bağımsızlığa daha konsantre oldukları 23 Nisan günü yaz.

Sivil toplum örgütlerine katılmayı, oralarda görev almayı destekleyen biriyim. Bir takım eleştiriler yapacak olsam da, var oluşlarının, toplumun durağan kesimlerinde bir hareketlenmeye, katalizör görevi yapmaya, fark ettirmeye yönelik etkilerini fazlasıyla kabul eden biriyim. Ama sonuçta onlarda yönetenlerinin siyasal bakışlarıyla doğru orantılı olarak şekillenen kurumlar. Ve ne yazık ki bir çoğunun içinde, yönetim kadrolarında yer almayı var olma sebebi sayan, bu yolda çaba içinde olan, kurumun sağladığı statüden fazlasıyla yararlanan insanlar da var. Bu insanlar yüzünden bazen kendinizi, istekleriniz ve arzuladıklarınız dışında kullanılmış saydığınız, sizi soğutan ve küstüren tanıklıklar da var. Ve bu tip örgütlerde kaçınılmaz bir biçimde ayrımcılık da var.

Geçen gün Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nden bir yöneticinin bir cümlesi kulağımı tırmalarken, yüreğimi de yaraladı. Bir eleştiri üzerine gelen cümle şuydu: ''Tabi ki biz laik Cumhuriyetten yana insanlar yetiştirmek için varız. İmam Hatip benzeri okullarda okuyan ya da ailesi o eğilimde olan insanların çocuklarına burs vermiyoruz. Çünkü, zaten onlara verenler var.'' Burada durdum! Buna şaşırmadım, anlayışsız da değilim; başta dediğim gibi, bağnazlık sadece bir kesime, bir ideolojiye sırtını dayamış, orada vücut bulan bir şey değil... Bağnazlık farklı bir insan durumu.

Aslolan çocuklara doğruyu, güzeli göstermek öğretmekse; yanlış yoldaki bir çocuğu kurtarmak, kendi iradesi dışında farklı bir hayata sürüklenen bu çocuğa yaşamda farklı şeyler de olduğunu göstermek değil midir? Şimdilik bunu bir kenara koyup daha derin ve uzun konuşmak istemiyorum böyle güzel bir günde... Sakın ola ki bu sözlerimden bu dernek ya da benzerlerine karşı olduğum ve sözünü edeceklerim bunlara alternatifmiş gibi algılanmasın.

Benim kişisel görüşüm ve bugüne kadar ki deneylerimden öğrendiklerim şunlar: Evet her insan tüm gücüyle ve olanakları çerçevesinde inandığı sivil toplum örgütlerine ve onların etkinliklerine omuz vermeli, katılmalı. Ama her bireyin, oralarda bir ses olurken kendi başına da yapabileceği çok daha yararlı işler olduğunu da söylemeliyim. Nasıl ki bir suyun yönünü ufacık bir dokunuşla değiştirip büyük kuraklıkları cennet bahçelerine çevirmek mümkünse... Her bireyin de, ufak bir dokunuşla bir çocuğun hayatını değiştirme şansı vardır. Burada kendi pratiğimin karşılıklarını tek tek yazmak istemiyorum. Bugün, bir sürü çevremden çocuğun hayatının bulduğu yönlerde, geldiği noktalarda ufacıkta olsa payım olduğunu biliyorum.

Ben çok fazla şeyler yapmadım. Hayatımın önemli bir bölümü işim gereği sanayi sitelerinde geçti. Oralarda yan komşumun, öteki komşunun, karşıdaki tamirci çırağının, evimin olduğu yerde üst kattaki, yan evdeki, karşıdaki çocuğun arkadaşı oldum ben... Dertlerini dinledim. Bunu kendime iş edinmedim ama... Boş kaldığım anlarda onlarla oynadım, konuştum, televizyon yarışmalarını taklit ederek bilgi yarışmaları yaptım. Oynarken Atatürk'ü öğrettim, klasik müzik bestecilerinin, felsefecilerin adlarını soktum oyunlara, dolayısıyla kulaklarına... Farklı müziklerden, farklı şarkıcılardan haberdar ettim, sinemadan konuştum. Daha küçüklere masallar anlattım kafamdan; içindeki hayvanlara felsefecilerin adlarını vererek... Okuma yarışları yaptım, üçünü beşini dizimin dibine alıp, iyi okuyanların üstünlük taslamalarına olanak tanımadan... Ve bu yarışmalar da okumasında sorun olan çocukları ellerinden tutarak bir kitapçıya götürüp ilk kitaplarını alarak

Demek istediğim şu: Çocuklar rol modeller ararlar kendilerine ve aslında, sanıldığı gibi kitaplarda, filmlerde aramazlar bunları, aradıkları yer en yakınlarındadır. Ben kendi adıma bunun en yakın tanığıyım, daha lise yıllarından başlayıp kendi çocuklarım olan sürece kadar bunu sezdim, hissettim. İleriki yıllarda çok iyi işler yaparken gördüğüm, bir çoğu üniversite bitiren bu çocukların mesleklerinden, karşılaştığımız yerlerde sevgilililerine, eşlerine arkadaşlarına beni tanıştırırken söylediklerinden bahsetmek istemiyorum.

Kitap kampanyalarına katılın katılalım, hem de yetişebildiğimiz her birine... Sürekli destekleyin, destekleyelim. Ama şu ikisi arasındaki farkı da düşünün: Okul sırasında otururken önünüze rast gele koyulmuş bir kitap mı daha çok iz bırakır? Yoksa, uzaktan uzağa farklılığını gördüğünüz, öykündüğünüz bir abla ya da abinin elinizden tutup sizinle konuşa konuşa götürdüğü kitapçıda birlikte bakarak, dokunarak seçtiğiniz, oraya gelene kadar bir kaç vitrin önünde kaldığınız, orada ki kitaplara da baktığınız bir süreç sonunda aldığınız kitap mı?

Bir çocuğa kitap almak güzeldir. Ama en güzeli onu elinden tutup kitapçı vitrinlerine baktırmak, içeri sokup kitaplara dokundurmak ve sonra satın almaktır.

Demem şudur bu yazıyı okuyan herkese: Çevrenizden bir çocuğa dokunun, onun ilk kitabını birlikte gidip siz alın, onun elinden tutup sinemayla, tiyatroyla, konserle siz tanıştırın. Arkadaşı olun. Aziz Nesin'in yıllar önce bir röportajda okuduğum şu cümlesi kafama kazınmıştır. Usta demiştir ki orada: ''Avrupa 'da insan hiç bir şey okumasa da kültür kesilir. Çünkü, gözünün önündeki her yerde bir kültürel etkinlik afişi vardır. Mutlaka bir kitapçı vitrinine gözü takılır. Bir billboard da bir kitap reklamını görür. '' Bizim ülkemizin bu şansı yok. O zaman biz, olanaklarımız ölçüsünde çocukların ellerinden tutup gösterelim.

Son olarak benim kahramanlarımdan birinden söz etmek istiyorum. Bir gün kahramanlarımı tek tek yazmak isterim. Mahallemizde bir Selahattin amca vardı; bir sağlık kurumunda memur... Uzun bir mısır tarlasının ortasındaki patika yoldan çıkılarak girilirdi mahallenin bizim sokağına... Her akşam, çocuklar oturur Selahattin amcanın işten gelişini beklerdik. Biz, ''merhaba Selahattin amca'' derdik. O da, ''Merhaba Ayşe, merhaba Ali'' örnekleri gibi her selam veren çocuğa adıyla karşılık verir; ve yolun sonundaki evine gidene kadar hangi çocuk denk gelirse bir küçük şeker ikram ederdi. Şu küçük nane şekerlerinden bir tane... Aslolan şeker değildi. Onun hepimize verdiği değerdi. O Selahattin amca kaç çocuğa merhaba demeyi öğretti. O kaç çocuk, diğer kaç çocuğa bunu öğretti. Bir düşünelim.

Aslında hayat çok kolay ve bu ülkeyi çağdaş bir ülke yapmakta... Yeter ki, her birimizden bu ülkeye bir Selahattin amca olsun... Haydi blogcular sokağınıza ve görev başına...


Eğer buralara kadar sabır gösterip okuduysanız;şu yazım da,bir tren yolculuğunda yine ufacık, bir hayata dokunuş öyküsüdür.

16 Nisan 2009 Perşembe

Blogu'nu Yukarılara Taşımak İsteyenlere Bir Deneyim Üzerinden İki Çift Laf...

Son iki üç gün içinde yaşadığımız bir deneyimi, hedefi yukarılara tırmanmak olan Blogger'larla paylaşmak istedik. Genel olarak şöyle bir kaygı ve buna bağlı olarak da hedefe yönelik bir amaç gözlüyoruz bu alemde: Özellikle yaşı daha genç olan Blogger'lar bir an önce yukarılara taşınmak, ziyaretçi sayılarını artırmak istiyorlar. Bunun için de her gün çok sayıda, olur olmaz konuda kısa yazı yayınlıyorlar.

Biz, şunları yaşadık ve gözlemledik kendi blog serüvenimiz içinde: Öncelikle, bizim hiç bir zaman yazı yazmaktan öte bir hedefimiz olmadı. Genellikle de yazdığımız yazılar blog standartlarına göre oldukça uzundur. Blog yazmaya başladığımızda yirmi milyonların üzerindeydik Alexa sıralamalarında. Buna bağlı olarak da önceki adı Blograzzi, şimdiki adı Blooxo olan platformda çok alt sıralardaydık. Hiç bir hedef gütmeden yazdığımız ve genel ortalamaya göre uzun sayılacak, bazen iki üç günde bir yayınlandığımız yazılarımız; günlük ziyaretçi sayımız yüzün altında olmasına rağmen kısa sürede üst sıralara taşıdı bizi. Bu arada bizden çok çok eski ve daha fazla ziyaretçi alan blogları bir bir geçmeye başladığımızı gördük. Gittikçe artan bir hızda yukarılara doğru tırmandık. Blog yazmaya başladıktan yaklaşık iki ay sonra 20 civarı Blograzzi puanımız, üçe yükselmiş pr. değerimiz vardı ve günün blogu olduk.

Günün blogu olmak bize bir şey katmadı. Biz kendi yazdıklarımızla gelmiştik zaten bir yere. Bunu biraz açmak gerekirse; sizin samimiyetiniz okuyucuya geçmişse, okuyucunuz sizi bir yere taşıyor. Eğer içeriğiniz sağlamsa ve samimiyse, günün blogu olmak sadece sizi o ana kadar görmemiş olanlara fark ettiriyor. Yani, süreklilik için önemli olan sizin içeriğiniz. Giyim piyasasının güzel bir lafı vardır, mağazacılık için kullanılır çoğunlukla. Söz şudur: ''İlk malı müşteri alır, sonrakileri mağaza satar.'' İşin aslı budur işte!..

Geçen gün, tümüyle espri üzerine kurulu bir yazının içinde bir gazetedeki habere gönderme yaparak, biraz da magazin basını mantığını eleştiren ince bir ironi yüklenmiş, ''Abiyi Allah Korusun'' adlı yazıda bir kamasutra pozisyonundan bahsedince ziyaretçi sayımızda hızlı bir artış oldu. Gelen ziyaretçinin söz konusu pozisyonu yazarak yaptığı aramalar sonucunda bize ulaşıyor olması bir fikir verdi ve şezlong pozisyonu +16 başlıklı yazıyı yazdık. Hedefimiz bunun içine koyduğumuz linkle okuyucuyu Birmilyonkalem sitesindeki kitap kampanyasına yönlendirmekti, bunda başarılı olduk.

Tamamıyla tesadüf bu olayın blog yazma ve blogların yükselme pratiği ile ilgili kısmına gelirsek tekrar: Bu yazı bizim hit sayımızı binin üzerine çıkardı. Ama bu arada şu oldu: Onca sayısal artışa rağmen, hem Alexa sıralamasında hemde Blooxo'da geriledik. Bu yazı iki gün içinde güncelliğini kaybedip ziyaretçi sayımız hızla düşüp normal düzeyine geldiğinde ortalama kalma süresi arttı, biz tekrar kaybettiğimiz sıralara yükseldik.

Demek istediğimiz şu: Blogunuzun yükselmesi ve önemli yerlere ulaşması çok yazı yazmanız, çok ziyaretçi almanızla ilgili değil. Direk içerik kaliteniz, oradaki samimiyet ve okuyucunuzun blogunuzda kalma süresiyle ilgili. Ziyaretçimiz binin üzerine çıktığında ortalama ziyaret süresi iki dakika civarına düşmüştü. Bu bizi Alexa'da aşağılara düşürdü, dolayısıyla Blooxo'da da... Oysa, bizim ortalama ziyaret süremiz hiç 6 dakikanın altına düşmemişti.

Tamamıyla rastlantısal, yükselme hedefi gütmeksizin, bir hayıra vesile olmak maksatlı bu deneyimin Blogger'lar için kıssadan hissesi şudur: İnandığınız gibi ve samimiyetinizle yazın. Bu samimiyet okuyucunuza her koşulda geçer. Okuyucu sizin samimiyetinize inandıkça kalma süresi artacağı için siz, hiç kaygı ve telaşlar yaşamadan zaten doğal bir işleyişle yükseleceksiniz. Bu deneyden şu anlaşıldı ki internetteki sistem samimiyetten ve emekten yana... O yüzden yazılarınızı hiç oradan buradan tırtıklamadan, çok hazıra konmadan yazarsanız, hedeflerinize daha kolay ve kalıcı bir şekilde ulaşabilirsiniz. Normal davranmanın ötesinde çok ekstra bir çabaya ve yollara hiç gerek yok. Güzel güzel, kendinize ait olanları, kendi düşüncelerinizi hiç iyi kötü kaygısı taşımadan içtenlikle yazın. Eğer hedefiniz yukarılarsa bunları yaptığınızda oraya geliyorsunuz. Önemli olanın sayısal bir kalabalık değil, sadık ve kaliteli okuyucu olduğu bu deneyle kanıtlanmıştır bize göre. Bu paylaşımımızın yararlı olacağını umarak, güzel, samimi ve emek yoğun yazılarla daha başarılı yerler dileriz herkese...

La Paragas

23 Aralık 2008 Salı

Dünün Blogu...



Dün Blograzzi'de
günün blogu olmamız nedeniyle bizi kutlayan ve orada kutlayamamış olsalar da yüreklerinin nasıl attığını çok iyi bildiğimiz okurlarımıza ve blogger dostlarımıza; içtenlikle ve tekrar çok teşekkür ediyoruz.

Ve bizler için tüm unvanlardan, puanlardan, sıralamalardan ve seçilenilen yerlerden çok çok daha değerli olanın yüreklerinizden çıkmış sözcükler, duygular ve onların samimiyeti olduğunu bilmenizi istiyoruz.

O içtenliklerin ürünü yazılarınızdan fazlasıyla beslendiğimizi, aranızda olmaktan mutluluk duyduğumuzu, her birinizin bloglarının da ayrı ayrı bizim birincilerimiz olduğunu özellikle vurgulamak istiyoruz.

Verilmiş emeklerin ödüllendirilmesi elbette çok hoş; ama o ödülün, o emeğin sunulanlarından gelmesi çok daha hoş. Bizi çok kısa sürede oralara taşıyanlar sizlerdiniz, onun için teşekkürümüz size:))

Hepinizi çok seviyoruz.


captaiin, mussano jr. buraneros

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP