Şaraplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şaraplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Aralık 2011 Çarşamba

Bir Yudum Luz Casal



Güneş dağların ardına doğru çekilmeye başlarken; ağaçların üzerine emanet bıraktığı turuncular, yeşersinler diye dallara astığım cümleleri boyayınca... günün, ruhları en dürtükleyen bu saatinde, bir de şarabın dibine yatırılmış sözcükler göz kırpmaya başlayınca... Birden düşüverdi aklıma!

Tahta masalardan birinin üstüne koyuverdim şişeyi: Pamukkale Anfora Trio.

Onunla tanışmamız bütünüyle rastlantı aslında: Günlerden bir gün, elimdeki gazeteye göz atarken gözüm takılıverdi reklama; girdiği pek çok uluslararası yarışmada, almıştı çeşit çeşit madalya.

İlk markette park edince arabayı, ayaklarım otomatik gitti reyona.

Onu alırken bir de kadeh almıştım. Tek bir kadeh!

Eve gelip kadehe doldurunca şarabı, fark ettim ki, hayatımda ilk kez tek kadeh almıştım. Oysa bugüne kadar kadeh benzeri ne aldıysam sayıları hep çift olmuştu: 2, 4, 6 gibi...

Pamukkale Anfora Shiraz favorilerimdendi. Trio ile hiç tanışmamıştık. Ve gariptir ki ben hiç bir zaman şarabın ritüellerine bulaşmamıştım. O kez kadehe koyduğum şarabı kokladım. Kadehi yerden hiç kaldırmadan tabanından tutarak çevirdim. Kadehin duvarlarına çarptım onu. Çalkaladıkça renklerine ayırdım. Her bir rengini ayrı ayrı kokladım. Kokladıkça şarap izi bırakmış kadınları düşündüm.

Şimdi, bugün, şu saatte yani!

Pamukkale Anfora Trio, uzun bacaklı bir kadeh, ben ve Luz Casal.

Düşlerim kimsesiz.

Tavsiye ederim!

Kimsesiz düşleri değil.

Shiraz, Kalecik Karası, Cabernet Sauvignon kupajı... son derece yumuşak ve içimi keyifli, fiyatı kalitesine göre oldukça uygun Pamukkale Anfora Trio'yu.

Ve tabii ki bir Luz Casal CD'sini.

Gökyüzünün ışıklarını yakmayı unutmayın! Unutmayın ki; her bir cümleniz en halleriyle üzerine düşsün. O, her bir cümleye uzun uzun baksın. Baktıkça cümleleriniz kapansın. Kapandıkça yüzünden anlayın.

Sonra o uykuya dalsın. Siz usulca yatağına taşırken uyansın. Uyandığında bir kahkaha atsın.

Ve "Sen delisin" desin.

Bunu sesle söylemesin;

Kelimeleri, dudaklarınıza değsin.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Ekvator Hikâyeleri... Bir Kitap Önerisi; Yanında Kullanma Kılavuzu İle

Geçen gün, kanepeye uzanmış, gökyüzünü ve ağaçları keserken, gözüm kitaplıkta o an için bakılacak kitap aramaya başladı. An'a en uyacak kitap olarak öyle derin, boğucu, sıkıntılı bir halet-i ruhiyesi olmayan; merak uyandırıcı, tebessüm ettirecek, serüven ve giz kokan bir şeyler aramaya başladım. Ve "Güne en uygun benim," diyerek parmak kaldıran, bir İstanbul seyahatinde oğul için kitap bakarken gözüme çarpıp oğula aldığım ve o an hissettirdikleri konusunda beni yanıltmayan Ekvator Hikayeleri'nde karar kıldım. Ara ara ben de göz atmıştım, ama şöyle ciddiyetle oturup okumamıştım.

Sonra, sayfalar arasında gezinirken bir anda, artık özlemi içimden taşmış anlardan mıdır ya da tüm yok saymalara, istememelere rağmen artık ruhumun tak dediği noktada mıydım, bilmiyorum. Üzerine düşünmek de istemiyorum açıkçası... Neden olan her ne idiyse, aklıma sahneleri yazdırmaya başladı hemen.

Önce kitaptan mı yoksa aklımın sahnelerinden mi başlasam tereddütündeyim şu an!

İçinde şarap olan piknik sepetleri, kareli yer örtüleri, peynir başta olmak üzere üzüm ve benzeri hafif yiyeceklerle o sepetin içine atılmış şiir kitaplarına eşlik eden tatlı bir rüzgarın ağaç altlarında, şırıltılı bir dere kenarına yatılmış dizlere şiir okumaya meylettiren önerileri görmüşlüğüm vardır; dergilerin aşkınıza renk katın köşelerinde. Yakındaki gölün kıyısında, kaya mezarlarının olduğu yere yayılıp, özellikle mitolojik ya da arkeolojik kitaplara ortamı fon yapmak, akşamüstü o gölün kıyısındaki içkisiz aile lokantasında kiremitte kaşarlı alabalık yemek gibi sapkınlıklarım da vardır.

Ama bu kitabın çağrıştırdığının kel alaka haline de şaşırdım hani!

Bu kitaba yakışır ambiyans nasıl olmalı konusunda aklımın ortaya karışık önermesi ise şu:

Ertesi tatil olan bir günün saat 20'den sonrasında, gökyüzünün yakışıklı lacivertini daha da parlatmış mehtaplı bir gecede ışıkları kapatılmış, mavi ışığın hakimiyetindeki salona, odanın farklı yerlerine dağıtılmış farklı renklerde ve farklı ebatlardaki mumların titrek ve sarı ışıkları eşlik eder... Sevdiğiniz türden ve sayıda tütsü uygun yerlere dağıtılır... Uzanacağınız kanepenin el altına çekilmiş sehpanın üzerine, kesinlikle beyaz ve küçük tabaklarda; sevdiğiniz, içkinizin yanına yakıştırdığınız türden yiyecekler yerleştirilir. Benim kişisel tercihlerim şunlar: Patates kroket, Çin (ya da sigara) böreği, peynir tabağı ve füme dil. Tatlım geldi zamanı için de krem karamel. İçecek olarak genellikle tatil tembelliğindeki pazar günü öğleden sonralarında, ortalığın şişeden geçilmeyeceği bir vaziyette tekila bira ya da votka bira yapmayı Tarantino'nun ya da benzerlerinin ''manyak'' filmlerine yakıştırdığımdan, bu kitabın gecesine uydurduğum yiyeceklerin yanına ve ortamın romantik havasına Pamukkale Anfora Shiraz'ı uygun gördüm. (Plase: Kavaklıdere Angora kırmızı ve Buzbağ.)

Ha pardon unutuyordum! Başucunuzda, sadece kitabı aydınlatacak bir okuma lambası dışında hiç bir teknolojik ışık olmamalı odada; müzik setinin ışıkları hariç... Battaniye ya da benzeri bir örtü tercih sebebidir.

Ben iki farklı müzik türü seçtim, iki farklı hal için: Kanepeye tek kişi halde sığabileceğiniz ikinci kişiniz varsa, ki bu tercih edilendir; caz- blues karşımı bir şeyler yakışır diye düşünüyorum ve tercihimi Madeleine Peyroux'dan yana kullanıyorum (Plase: Ali Farka Toure.) Tek kişilik, bonusu da yalnızlık hissiyatı olan seçenek için de benim tercihim Pink Floyd'dur.* Mümkünse uzun gitar bölümleri olan üç dört parçadan oluşturulmuş, kalkmayı gerektirmeyecek uzunlukta bir seçki oluşturulursa daha da iyi olur.

Geliyoruz en önemli kısma:

Elbette kanepede tek kişi olabileceğiniz bir ikinci kişiniz varsa gece muhteşem. Gerçi bunun şu riskini de göz önününe koymamda yarar var sanırım: Bir kanepeyi tek kişilik yapabilecek ikinci kişiyle arada oluşması muhtemel sıcacıklık, göğüse yaslanmış saçların kokusuna okunan satırlar, tenten halin yumuşak dokunuşları okunan kitabı bir kenara bıraktırıp başka sayfaları açmaya, birbirinin notalarına dokunarak farklı bir müzik yaratmaya, dolayısıyla kendi kitabını kendin yaz bir hal oluşturmaya meylettirir mi kişileri? Ettirebilir! Ya da bir anda, senin gözünün üstünde niye kaşın var gerekçesi yaratarak fi tarihinde de şunları demiştinlere kadar uzanacak bir tartışmanın göbeğine atıp gecenin içine ettirebilir mi?

Duyamadım!

Eğer kanepeye tek kişilik sığabileceğiniz ikinciniz varsa; her hâlükârda iyi eğlenceler. Yoksa, zaten kitaba yumulacaksınız ki bunun daha yararlı bir şey olduğu su götürmez! En azından gözünün üstünde kaşın var diye başlayıp süregidebilecek bir halin oluşma ihtimali uzaklardan el salladığı için, daha iyi bir durumdur deyip; kitabın, içkinin, müziğin ve gecenin keyfini çıkararak teselli olabilir(sin)iz...

Gelelim Tübitak popüler kitaplardan çıkmış, fiyatı oldukça uygun, Ekvator boyunca Güney denizlerinin sırlarından başlayıp Güney Amerika'dan Afrika'ya, Asya ve Okyanusya'ya sıralanmış ülkelerden seçilmiş yirmi hikâyeden oluşan, gerçekten keyifli bu kitaptan seçtiğim bazı hikâyelerin ilk paragraflarına:

Şanssız Conquistador

1540'da son İnkalar tarafından çıkarılan yangınlarla harap olan ve ardından da İspanyol fatihler tarafından daha da yıkılan Quito kasabasına yeni bir vali geldi: Gonzalo Pizarro. Gonzola, İspanya'nın Estremadura kesiminde küçük bir kasabada bir domuz çobanı olarak hayata başlayan ve başdöndürücü bir şekilde, inanılmaz derecede zengin Peruluların efendiliğine yükselen Fransisco Pizarro'nun erkek kardeşiydi.


Yerküre'nin Ölçümü

Fransız ordusu 1719'da, İspanyolların, Katolanya ile Girona arasındaki yolu kapatan, Güller Kalesi'ne kuşatma yapmıştı. Fransız birlikleri içinde ilk kez savaş deneyimi yaşayacak, Charles Marie de La Condamina adında 18 yaşında gözüpek, bebek yüzlü bir subay vardı. Bu genç subay tehlikeye o kadar umarsız yaklaşıyordu ki cafcaflı ve kolayca fark edilebilecek kırmızı bir şapka giyerek düşman ateşine adeta kendini siper edebiliyordu.


Riobambalı Penelope

C.M.de La Condamine'nin yönettiği ve Yerküre'nin Ekvator çevresini ölçecek olan Fransız bilim heyeti, 1741'de sık sık Riobambalı Penelope başlığı altında anlatılan, unutulmaz ve romantik bir olay da yaşamıştı. Bu inanılmaz gibi görünen olaylar dizisi daha sonraki elli yılda Avrupalı yayımcılara, çok acıklı hikâayeler için yararlanabilecekleri zengin bir kaynak hizmeti görmüştü.


Çıplak Barones

Paris 1932. Bir akşamüstü geç vakitte, Monmartre'da bir barda, uzun bir amber ağızlıkla Türk sigarası içen genç ve hoş bir kadın, kendisiyle pek de olağan sayılmayacak bir yoğunlukta konuşan adamı hayranlıkla dinliyordu. Bu klasik bir baştan çıkarma sahnesi olarak görünebilirdi ve bir şekildede zaten öyleydi çünkü adamın sözcükleri kısa sürede kadını aşık edecekti. Ama ona değil...


İnsan Yiyiciler

Yozlaşmış Hartum'da ve uyuşmuş Zengibar'da bilinmeyenlerle ilgili, Afrika'nın Büyük Göller'inin batısında kilometrelerce uzanan, güneş ışığının bile sızamadığı tıpkı yeşil gölge gibi erişilmez, balta girmemiş ormanlarla ilgili korkunç hikâyeler anlatılıyordu. Bu ormanlarda ağaçların kendileri bile uğursuzdu.


Yazının blogdaki ilk yayın tarihi: 24.10.2008

Kitap Yazarları: Gianni Guadalupi-Antony Shugaar

Çeviri: Nazmiye Özgüç

Tubitak Popüler Bilim Kitapları-2004


*Ve önerilen şarkıcılardan tadımlıklar... Pink Floyd, Pink Floyd zaten!






19 Mart 2010 Cuma

Şarap!


...
Arabayı şehrin en yokuşlarından birinin tepesinde park eder, sulu karlı akşamlarda iki kadehi torpidonun üzerine çıkarır, yağan yağmura, çalan müziğe, lakırdılarımıza katık ederdik Buzbağ'ı. Yağan yağmurdan sakınıp kapşonlarına, şemsiyelerine, sevgilililerine sığınarak yürüyenlere bakar; kendi sıcağımızın keyfini çıkarırdık.
...

Sen eski halinde güzeldin. Biz; şimdi ait olduklarımızla da güzeliz. Bu kez sensiz... Aşkı öğrettiğin için teşekkür ederiz.




.

30 Eylül 2009 Çarşamba

Şu Şarabı Kastederek 'Yormuştum'...

Sevgili Evren'in Pazar Sayıklamaları başlıklı yazısını okurken ve özellikle de yazıya koyduğu resime bakarken kafamda şekillenen bir anla ilgili olarak, şu yorumu yazmıştım evvel zaman önce:  

Ayrı ayrı da çok güzel iki üzümün biraraya gelmesiyle ortaya çıkan (kupaj) şarabın lezzetinden yola çıkarsak; bir de, aşağı yukarı Akdeniz ülkesi peyniri tadından hareketle -ki yazı akla ilk İtalya'yı getiriyor- menüyü de şekillendirince insan... bütün bu ambiyansın içindeki kadın ve adamın şahaneliğini de varsayınca akıl, resime bakıp, şöyle bir tahmin yürütüyor:

(Aşk'ın) tüketilmiş tüm anlamlarının ötesinde bir adlandırmayla yaşanan bir şeyin gözünden döküyor adam sözcüklerini ve sevdiğini söylüyor gözleri... Öyle bir ifade ediş ki bu; sadece bir bakışa yüklenmiş, içinde herşey olan çok şey... O öpücük de herşey...


Ve gerçekten yaz boyu çektiğim yazma kısırlığını ifade eden: Uzun zamandır yaz tatiline girmiş aklım çalışmaya başladı sankim yeniden... cümlesini de kurmuştum.

Meğerse, bütün ünlü yazarlar yaşarmış benzer sorunu. Hatta Mussano'ya serzenişlerimi ifade ederken; onun, şimdi adını hatırlayamadığım bir ünlü yazarın aynı sıkıntıları ifade eden sözlerini bir derste okuduklarını ve üzerine tartıştıklarını söylemesiyle de koltuktaki oturuşumu, şahane bir keyifle yeniden biçimlendirmiştim.

Sonra bu yazamama halimi; bir ''ABİNİN'' çok sevdiğim birisine,  o anki ruh hallerini fark eden ve onu çok seven bir düşünüşle ifade ettiği :'' Artık yazmasan da biraz yaşasan''... cümlesiyle anlamlandırmıştım. Bu söze sırtımı dayayıp Sanırım yaşarken yazılmıyor. Tembelliğim ondandır diyerek, tembelliğe gerekçemi bulmuştum.

Gerçekten de şöyle bir bakınmış aleme, ihmallerimi görmüş ve şu cümleleri dökmüştüm: Uzun zamandır ne yorum yazmışım ben, ne de yazı... Hazır klavyeye dokunmuşken düşeyim dedim akıp giden zamana notlarımı... Biri bana dur desin artık.

İşte tüm bunları bana yazdıran ve düşündürten: Şapşahane kadınla, şapşahane bir yaz akşamında, usul bir rüzgarın yalayıp geçtiği mumların ışığında, onun hazırladığı enfes İtalyan Mutfağına ve muhteşem sohbete eşlik eden, o ana derin keyifler katan, ve tam da bekler her şarap belli bir anı deyişine yakışır bir şıklık sunan Diren'in fiyatı da oldukça makul şarabı Collection Syrah'dı.

Şiddetle tavsiye edilir.

Ve elbette şu şarkıyla birlikte...

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP