23 Şubat 2018 Cuma

Akdeniz, Kahve Kokusu ve 7 Lezzetli Bir Akşam

Epeyi ay önce

Bir lokanta var, kesinlikle görülüp bir çentik de ona atılmalı. Bu kez uçuş noktamız Antalya. Önce biletler. Zamanla ilgili bir sıkıntı yok. Ucuz uçuş vakitlerinde alınıp kenara koyulmalı sadece. Gidilecek noktanın mevsimsel özelliklerine göre bir tarih olmalı ama! Orada bir cumartesi akşamı yemeği için kasım ideal. Ortalama günlük yürüme mesafelerimiz 10 km. üzeri olduğuna göre, yağmur sorun değil, ama çok sıcak bir hava da olmamalı. Kesinlikle kasım o zaman. Sun Express de malumu üzere en sevilen hava yolu. Biletler aylar öncesinden cepte. O halde otel. Bulunulacak şehir, yemek, tarih uyumuna  halel getirmeyecek bir seçim yapmalıyım.


25 Kasım 2017, sabah

Salih Usta'ya uğrayıp iki farklı börekten ikişer tane alıyorum; dumanları üzerlerinde. Hava güneşli ama sabah erkeninin soğuğu yine de okşuyor yanakları. Mahallemizin durağında konuşlandım az önce. En sevdiğim kadın benden yaklaşık 4 durak önce binecek. O ara, şu Airbus'ın üzerinde çalıştığı proje üzerine düşünüyorum; uçağın yolcu kabini, ray üzerinde hareket edebilen bir yapıda olacak, bizi duraklardan tüm kontrollerimiz yapılmış, bagajlarımız x ray'den geçmiş bir şekilde toplayacak ve sonra havaalanına varıp, kendini bekleyen ana gövdenin üzerine yerleşip kilitlenecek. Ve sonra hooooop pist başı ve havadayız. Diyelim uçak düşüyor; bu kez yolcu kabini alt bölümden ayrılacak ve paraşütleri sayesinde yere konacak. Yarının Yaşamı.*

Bafaş görünüyor. Rüyadan uyanıyorum. Günümüz gerçeğine yeniden dahil oluyorum. Ve yol arkadaşımın yan koltuğundayım.


Havaalanı

Ötüyorum ben, oysaki her şeyimi x ray'den geçecek kutunun içine bırakmıştım. Aynı sırayı takip ettiğim her seferde kusursuzca geçiyordum. Hımmmmmmm.. yeni -ekstra- kontrol kabinini test etmemi istemiş olabilirler. Açıkçası merak da etmiyor değilim. Girdim, komut üzerine ellerimi havaya kaldırdım. Bir sorun oluşmadı. Geçebilirmişim.

Salih Usta'nın börekleri kesinlikle çok lezzetli. O halde kahve siparişlerimizi verelim. Sevimli mekân aslında bizim havaalanındaki küçük bistro; ama nedense uzak durmuştum bugüne kadar. Kasadaki kız çok tatlı. Sabah mahmurluğu makas almalık.

"İki Amerikano lütfen."

"Biri için süt olmasın lütfen."

Böreklerimizle kahvelerimizin tadını çıkarıyoruz. Sigarayla işim olmaz. Ayrıca çıkıp tekrar x ray'den geçmek bana göre değil. Koltuğun keyfini çıkarayım o halde, elimde kahve kokusu ve lezzetli bir kitap.

Yol arkadaşım geliyor. Kapıya çağrı da bir süre sonra başladı zaten. Alışkanlık işte, bugüne kadar tüm çıkışlarımız o kapıdandı. Diğeri yurt dışı çünkü. Ayaklar alışmış, söz geçmiyor. Biniş kartlarına bakıyor ve "diğer kapı," diyor görevli. Hımmmmm bir ilk daha.

Uçağımızla göz kırpışıyoruz. Sun Express candır.  Güzel kalkış. İlk kez Antalya merkez'e gidiyorum. Dibine kadar kaç kere gelip de hiç içine girmediğim şehire.


Keyifli bir yolculuk, her ne kadar ikramsız olsa da... Antalya'nın güzide tatil beldelerini paralel geçtikten sonra Akdeniz üzerine doğru uzuyoruz, falezleri hemen tanıyorum elbette, ve sonra denizden karaya doğru alçalma. Shuttle ve terminal binası. Sırt çantalarımızı bandın kenarında beklerken görüyorum ki alanda bir minik basketbol takımı var, havalarına bakılırsa bir turnuvanın yolcusular. O yaşlarda ne keyifli bir iştir deplasman. Anılar... Gıpta ile bakarken yakalıyorum gözlerimi.


Nasılsa Havaş var!

Dışarıdayız. Bakındık ve bulduk Havaş'ı.

"Kaleiçi'ne gideceğiz."

"Bizimle giderseniz taksi ile devam etmeniz gerekecek, epey uzak bir noktada duruyoruz, tramvay ile gitseniz daha iyi."

"Teşekkürler..."

O halde bir Antalya Kart edinelim. Koleksiyoner olmamız işten değil, her şehirden bir kart. Aslında bizi bekleyen şu üst fotoğraftaki boş masaya konuşlandığımızda söylediğim, her yerde geçerli tek kart uygulamasının, döndükten sonra hükümetimiz tarafından uygulanacağını duymak şaşırtıcı oluyor. Devletin kulağı deliktir lafı gerçekmiş demek!.

Ne güzel, kişi başı 2 TL'ye hem kısa bir tur hem de neredeyse kapının önünde iniş. Üstelik, tren ve türevi araçlarla şehrin içinden akıp giderken, her durakta inen ve binenlerin yanı sıra dışarıdaki o çılgın devingenliği, ona ait değilmişçesine izlemek muhteşem.

Yol arkadaşım şehrin yabancısı değil, hatta tozunu atmış diyebilirim, ama aradan 15 yıl civarı bir zaman geçmiş. İşin enteresan yanı kısmeti açıldı, iki hafta üst üste, bu kez toplantıları için yine gelecek.

  
"İnsan bir ülke/şehir üstüne ancak hakkında hiçbir şey bilmediği ve keşfetmekte olduğu sıralarda yazabiliyor, çünkü onu ancak o zaman görebiliyor. Ülkeyi/şehri derinden tanıyan biri seyahat kitaplarında/yazılarında hep uygun görmediği bir şeyler bulur, itiraz eder. Ama bir yerde uzun süredir yaşayanlar onu betimlemek için gerekli olan taze bakışı yitirmiştir. Göz artık keşfin sultanı değildir, bir doğrulama aracıdır yalnızca." **

Bu ifadeler Italo Calvino'nun. Aslında kitapta aramaya üşendiğim için yazmadığım bir cümlesi daha var; şehrin anıtları ve  müzelerinde sunulanlar noktasında nelerin yazılmaması ile ilgili. Okurken gülümsedim, büyük bir ustadan doğru yolda olduğumun izlerini alınca kasılmadım dersem yalan olur.


Ve Kaleiçi

Çok özlemenin tadıyla tanıştırıyor kendi mekânları ile beni, ennn sevdiğim kadın. Elbette bir çoğunun yerinde şimdi başka mekânlar var ama ben görüyorum o halleri. Anlatıcı muhteşem; film çiziyor gözlerimin içine. Bakalım o halde, bir kez daha başarılı bir seçim yapmış mıyım?


Bir kaç kez sorduktan sonra buluyoruz otelimizi. Bu meyhane aklımızı çeliyor elbette. Hemen otelimizin alt köşesinde. Üst köşesinin de sürprizleri varmış bize. Zaman kısıtlı, o halde kaderde ne varsa başımız gözümüz üstüne.


Ah, şu sevimli kedi, pek görmüş geçirmiş bir bilge kendisi, asil olduğu belli. Komşumuz. Hemen onun konağının karşısında kalıyoruz.  Merdivenin üzerindeki genç belli ki komşu ülkelerden birinden, bir yabancı. Gecenin yorgunluğu üzerinde. Görünce bizi ayaklanıyor. Otel görevlimiz, adı Arsalan. Sempatik, Türkçesi de... Yanlış hatırlamıyorsam Afganistanlı. Otel sahibi olduğunu düşündüğümüz hanımefendi geliyor o ara. Booking com'dan sanıyor, oysa artık ETS Tur'dan yapıyorum rezervasyonları, üstelik kredi kartına bölüyorlar. Ve odamızdayız. Banyoda jakuzi dahi var. Baktığı geniş avluda bir yüzme havuzu. Hımmmmmm yaz akşamında havuz başında drink! Bir kez daha tam isabet. Hikâyemizle uyumlu bir butik otel. Konum güzel, lobisi adeta oturma odası. E, şömine de var. Daha ne olsun di mi ama?

Çantaları bırakıp çıkıyoruz. Önce mahallede bir tur.


Seyir bölgesinden Beydağları, Akdeniz ve de bir birinden ilginç tekneleri ile liman içi pozluk; bunu kaçırmıyor sosyal medyaya fotoğraf atma meraklısı insanlarımız. Cep telefonları hazır, eller deklanşörde, selfi selfi üstüne. Mutlular. Bir yabancı genç kadın, elinde bir kalem, dizinde bir resim defteri. Bu minik parktaki ahşap iki keçinin resmini çiziyor. Yetenek müthiş. Muhtemeldir ki özel ders alan iki genç kız, eğer yanılmıyorsam tabii ki, öğretmenleri eşliğinde aynı keçileri resmediyorlar önlerindeki kağıtlara. Kim bilir, belki de idealist bir öğretmen yeteneklerinin farkında olduğu iki öğrencisine zaman ayırıyor bu tatil gününde. Hava güzel. İnsanlar da.


Kaleiçi'ni gelişmiş ve daha güzelleşmiş buluyor/uz. Yukarıda altını çizdiğim üzere girişte aldığım brifinge dayanarak benimkisi; kanlı canlı ilk kez geziyorum oysa, bundan öncesi fotoğraflardan. Duygularımız paydaş mıntıkayla, anlıyor ve seviyoruz birbirimizi. Daha çok zaman geçireceğiz birlikte. Şimdi karın doyurma vakti. İstikamet Dönerci Hakkı Baba.


Kaleiçi'nin Atatürk Caddesine açılan kapılarından birinin hemen çıkışında sol tarafta kalan ve lokantalarla dolu sokağa giriyoruz. Sağdan soldan sürekli çağıran garsonlar. Kumkapı-Çiçek Pasajı usulü. Doğal olarak ilgili değiliz ve gözlem bizimkisi. Efsane dönerin peşindeyiz. Atatürk Caddesine çıkıyoruz,  buralarda bir yerde ama bulamıyoruz. Soruyoruz bir simit satıcısına. Halkbank'ın arasından girecekmişiz ve hemen arkada imiş. Banka yakın. Üç kapılar şubesi. Kokuyu yakalamışız aslında. Denileni yapıyoruz ama bulamıyoruz yine. Şu bilgisayarcıya soralım o zaman; şansa bakın ki onlar da yeni taşınmışlar bu bölgeye ve bilmiyorlar. O zaman şu dükkâncı yaşlı amca kesin bilir. Tarifi alıyoruz ve bu şirin ve küçük lokantanın iç masalarına baktıktan sonra, havanın da güzelliğinden yararlanıp sokak masalarından birine oturuyoruz. Aslında yer kolaydaymış ama tarif eksikmiş, yokuş aşağı geliş yönüne göre bankayı geçtikten sonraki ilk sokağa girmeliymişiz.


"İki döner lütfen."

"Bir mi, bir buçuk mu?" 

"Bir lütfen."

"Üzerine tereyağı ister misiniz?" 

"Kesinlikle." 

Kısa süre sonra...

"Benimki bir buçuk olsun lütfen ama pidesi bire göre."

Döner kendini ifade ediyor aslında. Kendi şehirlerimizin dönerleri üzerine konuşuyoruz. Bizim özellikle bir dönercimizin küçük dükkândaykenki dönerini övüyorum. Ankara ile kıyaslayıp, ama diye başlayan bir cümle kuruyor yol arkadaşım.

Dönerler geliyor o ara. Bir tabak dolusu domates, küçük yeşil biberler ve turşu. Ve deee közde terletilmiş soğanlar. Manzara şahane. Koku âlâ. Missss gibi tereyağı o muhteşem şarkısı ile katılıyor ortama. Et benim diyor kesinlikle. Tek kusur açık, kendilerine  has ayranlarının olmaması.

İlk lokma, muhteşem bir tat. Yeteri kadar dinlendirilmiş bir et ve etin  gerçek tadının önde olduğu bir lezzetlendirme eylemi. Aynı fikirdeyiz. Kesinlikle çok özel bir döneri tüketiyoruz. Tabağın garnitürlerle kalabalıklaştırılmış olmamasını takdir ettik zaten. Hani akşamı düşünmesem, bir tane daha söyleyip paylaşalım diyeceğim kesin.

Hımmmmmmmmm... cumartesi, ennnnn sevdiğim kadın ve 7 lezzetli akşam!

Teşekkürlerimize övgü cümlelerimizi ekleyip, hikâyesi olan bir tat damaklarımızda, vedalaşıyoruz bu güzel insanlarla.


Bir tavsiye

Atatürk Caddesi'nde yürümeye devam. Hafta sonu kalabalığı sevimli, Palmiye ağaçları ve Nostalji Tramvayı mânâ katıyor caddeye. Rayların hemen dibindeki, caddedeki dükkânlara ait, durak benzeri yeme içme noktaları ilginç, çok sevimli ve davetkârlar. Rengârenk dondurmalarsa baş döndürücü. Ama biz bir kahve dükkânının peşindeyiz. Tavsiye noktası kuvvetli.  Altı ısrarla çizilmişti.



İşte burası, daha büyük bir yer olduğunu düşünmüştüm açıkçası, anlatım büyüktü çünkü. Kaffee & Backstube. Şirin dükkân. Pastalar çekici. İşletmeci genç tatlı. Babayla birlikte işletiyorlarmış ama o an dükkânda yalnız.  Pastalar anne elinden. Küçük, sevimli bir aile işletmesi yani.

"İki tane double shot Amerikano lütfen."

"Bir dilim cheesecake ve bir dilim de elmalı kek lütfen." 

Hımmmmmmm kahve gerçekten lezzetli, söylendiği kadar varmış. Schiller. İlk kez deniyoruz. Bilgiyi veren buranın altını çizerek bir başka şubeden daha söz etmişti, özellikle pizzaların lezzetini vurgulayarak. Soruyoruz. Bir ilgileri yokmuş, fırını da olan büyük mekânla. Yanlış bilgi, daha doğrusu kanaat bize söylenen. Sadece sattıkları kahve aynı marka. Bundan sonra da tercihimiz kesinlikle Kaffee & Backstube.

Pastalarsa muh-te-şem. Bir Alman esintisi var; asla baymadıkları gibi, hamur bölümlerinde bir yumuşuma da yok, tam olması gerektiği kıtırlıktalar. Şeker miktarları kahve ile senkronize bir uyum yakalıyor. E, manzara da güzel. Akıp giden hayat seyirlik. Açıkçası tam bir bulvar keyfi. Hayat an itibari ile 10 numara beş yıldız yani. Üstelik az önce, burayı bulup ama oturmadan, biraz aşağıdaki Tchibo'da, tek kalmış, bu yüzden indirimi yüksek 36 beden su geçirmez -siyah- kabanı kapmış, bundan da çok mutlu olan, kısık gözlerindeki gülüşte kaybolmaya bayıldığım, kısmetli bir tanıdığım var masada. Daha ne olsun.

Boşları alırken beyefendi, övgülerimiz üzerine -pek de gururla- eşim yapıyor diyor.

"Oğlunuz söylemişti, ellerine sağlık hanımefendinin, iletin lütfen."

Bir ulaşım tarifine ihtiyacımız var. Ödemeyi yaparken soruyorum gence.

"Hımmmmm kolaymış, teşekkürler."


Aynı kapıdan giriyoruz Kaleiçine. İlk göze çarpan bu kitapçı, bina güzel, lakin sahibi enteresan, sanki biraz dumanlı kafası. Kedi yanaşıyor. O arada dükkânın karşısındaki evin basamaklarına oturuyor en tatlı kadın, kedi usulca çıkıyor kucağına, yaslıyor başını. Sanki karnı da aç.  Çağırıyor kediyi dükkânın sahibi, pek de niyetli değil kedi.


Ara sokaklarına hayran kala kala Kaleiçinin, kafeleri, barları, kilim ve halıcıları, evlerinin önünde meyve suyu ve soğuk içecek satanları, selfi çekenleri, mankence pozlar verenleri, incik boncuk tezgâhlarını, göz alıcı butik otelleri  geçerek  kısa bir dinlenme adına varıyoruz otelimize. Bir ukde kalıyor yine elbette içimde. Ahhh o tereddüt anlarım benim. Oysaki Suna-İnan Kıraç Müzesi'nin önünde kalmışken ve bakınırken... girelim istersen denmişti. O an nedendir bilinmez, gerek yok demiştim. Hâlâ pişmanım. Dürtmek gerek bazen belki beni.

  
7 Lezzetli akşam

Epey dinlendikten sonra bu seyahatin starı için yola koyuluyoruz. Rezervasyon sorumlumuz masayı günler öncesinden ayırtmıştı zaten. Nasıl ulaşırız kısmını da kahvecide halletmiştim. O halde yola koyulalım, saat 19:00'da orada oluruz demişiz sonuçta.

Önce en yakın duraktan Nostalji Tramvayına biniyoruz. Güzel bir Antalya akşamı, güzergâh zevkli, hava çiseli, günün hareketi sonlanmış, dolayısı ile vagon sakin. Bir teyze var, tatlı, belli ki tanışıyorlar genç vatmanla. Sohbetleri neşeli. Teyzem evlendirmeye niyetli genç vatmanı. Hattın ortalarında bir yerde iniyor teyze. Bizim son durakta, Müze'de inmemiz gerek.

Hazırda bir taksi var durağın hemen yanında. Genç bir şoför. Sohbet ederek varıyoruz mekâna.  Kaleiçinden, tramvay artı taksi 17 TL tutuyor.

Hoş bir genç kız karşılıyor mekânda bizi, elinde şık bir dosya ile. Rezervasyon doğal olarak yaptıranın adına. Bundan zevk alıyorum nedense. Masamız bahçeye bakan camın kenarında, dört kişilik bir masa, bu da ferah kılıyor ortamı, daha baş başa bırakıyor bizi. 

Ne tesadüf ki bir kez daha garsonumuzun adı Mustafa. Bir başka güzellik şu ki bu Mustafa da çok iyi. Yemek sonrası kritiğimiz esnasında bunun üzerine epey konuşuyoruz zaten. Tasarladıklarımıza uygun düşen içecekse rakı, kanımızca bu mekân başka bir içkiyi getirmiyor akla. Keçi peyniri bankomuz. Söylüyoruz. Şu meşhur atomu hiç bir kez denemek istememiştim, bu kez istiyorum. Üzeri karamelize soğanlı fava mutlaktı zaten. Hibeş konusunda tereddütlüydüm açıkçası. Mustafa önerince ve rakıya yakıştığının altını çizince kırmıyoruz onu. Bunlarla başlayıp sonra akışa göre ilaveler yapacağımızı belirtip teşekkür ediyoruz garsonumuza. Hizmet kusursuz. Mustafa mezelerin içerikleriyle ilgili  bilgi veriyor, duruşu tam olması gerektiği gibi. Sıkmadığı gibi itici de gelmiyor tavırlar. İçten ve samimi.


O halde yarasın! Keçi peynirine bayılıyoruz. Hazırlanan tabaklar seyirlik. Daha yeni humus cennetinden dönmüş damaklarımız, üzeri karamelize soğanlı, elbette onun yağı ile tatlanmış favaya şapka çıkarıyor. Atom daha önce hiç denememiş bende kahır yaratıyor. Kesinlikle muhteşem bir eşlikçi rakıya. Onunla içmeye bayıldığım kadın atom konusunda deneyimli, beni destekliyor. Hibeşi de beğeniyoruz. Bir nüans var damaklarımızda ki o da diğer mezelerle tonunu tutturamamış olmamız.

O ara yan masada -ki bir aile ve ailenin yakın dostları kalabalığına hakim bir abi kalkıyor ayağa, sol eli cebinde ve nükteler yaparak konuşuyor. Mesela herkese teşekkür ettiği bölümde profesörümüz diyor gözlüklü küçük delikanlıya. Bu geceyi organize eden gelinlerine şükranlarını sunuyor. Gururlu, sakin, mutlu. Ama yarattığı aileye verdiği emekten aldığı hazzın dışa vurumu da  -tatlı- edasında. Hiç yabancı gelmiyor masa bana. Tadını çok iyi biliyorum. Güzel ve kalabalık ailelerde yaşamanın karne anları bunlar. Çok nesil birarada ve herkesin gözünde sevgi. E, doğal olarak küçükler grubu kıpır kıpır bir kaynaşma ve muziplik içinde. Abi 50 yıllık eşi zarif hanımefendiye öyle güzel cümleler kuruyor ki, herkesin gözü nemleniyor. Alkışlarla masaya katılım tüm salondan. Bir kadının gözlerinde kaybolarak konuşabilmek şu dünyadaki en büyük nimet kesinlikle. O halde şerefine!


O ara karides güvecimiz geliyor. Dondurulmuş ve her yerde neredeyse aynı ve mini minicik karideslerden bıkmış gözlerimiz parlıyor. Damaklarımız onaylıyor. Az sonra da kalamar mücver... Olağanüstü buluyoruz. Keyfimiz katmerlenerek devam ediyor. Aslında iş yemekleri için uygun olduğunu düşünüyoruz lokantanın, dolayısı ile iş yemeği esnasındaki rakı - şaraba uygun. Baş başa bir akşam yemeği için değil de, karnımızı doyururken bir tek de içelim ortamı gibi geliyor bize. Orta masalardan birinde olsak, çok da keyif alacağımızı düşünmüyoruz. Hatta bilerek çiftlere bu masaları verdikleri fikrindeyiz ki akıllıca ve müşteriyi anlayan bir davranış. Çok tatlı bir akşam ben için, masa arkadaşım çok tatlı çünkü. Onunla içmek de.

Tatlıya geçme vakti geldi, aslında mevsimi olsa oğlak kesindi. Ne yazık ki mevsimi değil. Antalya'da tatlı denince akla ilk ne gelir?


Kıvamında pişmiş bir kabak, baymayan bir tat, tahin, dondurma ve ceviz parçacıkları... güzel bir final, tatlı yedik, şahane sohbet ettik, gözlerimizde kaybolduk ve dünyadayız. Daha ne olsun.

Mustafa elinde kahvelerle sigara içilen bölümün kapısında. Şahane bir bölüm yapmışlar kesinlikle; içmeyen ben içenlerin yanında hiç bir şey fark etmiyorum. O ara televizyon yemek programı ünlüleri de laflıyor hemen yanımızda.

7 Mehmet'de -ne tesadüf ki- 7 lezzet ve bir 35'lik rakı için 260 TL civarı ödüyoruz. Eski güzel lokantaları, -balık lokantaları dışında- yeni kuşakları nedeniyle yitmiş şehrimizdeki fiyat kalite oranına göre hiç de pahallı gelmiyor. Bir de bahşiş hak edilmeli bence. Mustafa fazlası ile hak edenlerden. Gecemizi akışkan ve güzel kılan temel ögelerden birisiydi kendisi.

Kapıdaki taksiye biniyoruz, hayatın tadını çıkarmayı bilen insanların ruh haliyle.

"Müze Durağına lütfen." 

Ankara'daki bir arsasını satıp gelmiş yıllar önce Antalya'ya abi. Klasik "buralar dutluktu şimdi ne oldu" muhabbeti. Kendi arsası için de geçerli doğal olarak bu durum. İki Angaralı ve kısmen Antalyalının sohbeti güzel. Benim de kafam. Öbür taksi aşağı göbeğe kadar gidip döndüğü için bunun yolu doğal olarak daha kısa ve 10 TL tutuyor.

"Teşekkürler."

"İyi akşamlar."

Gece ıslak. Konyaaltı, Beydağları, Akdeniz alabildiğine...

Ayılmaya hiç niyeti olmayan yüzlerimizi şefkatli bir soğuk okşuyor.

"Son Tramvay geldi."




 *Televizyonun tek kanal ve akşam üzeri yayına başladığı siyah beyaz günlerde yayınlanan Alman TV'si yapımı program.
** Amerika'da Bir İyimser - Italo Calvino, sayfa 167.

2. Bölüm

5 yorum:

  1. Ne güzeldir (sizinle) yollarda olmak şimdi :)

    YanıtlaSil
  2. Klavyenize sağlık güzel bir yazı olmuş...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Zaman zaman yararlandığım güzel bir siteniz var sizin de:))

      Sil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP