26 Ağustos 2021 Perşembe

Kadıköy Vapuru'nda Bir An

Her zamanki gibi alt kat dışarıda, Kız Kulesi ve Haydarpaşa yönüne bakar kısımda oturuyoruz. Ayaklar korkuluklarda. Bıcır bıcır konuşuyoruz. Vapurların hastayız ki Kadıköy'den Üsküdar'a Eminönü üzerinden geçmişliğimiz bile vardır.

Vapur kalkmak üzere, gözlerim restoranlarda. Bir başka gelişte hedefe koyduğumuz bir de restoran var; görüş alanımızda olmayanlardan. Ahşap köprü çekilmek üzere. Son yolcular telaşla biniyorlar ve bir kısmı hızlı adımlarla üst kata çıkıyor. O ara gözlerim bir genç kıza kitleniyor. Yirmilerin başında ya da eşiğinde. O an zamandan kopuyorum. Nefesim kesiliyor. İçinde bulunduğum andan çıkarılıp  tecrit edilmiş başka bir ânın içine düşüyorum sanki. Kalbim nasıl atıyor. Halime şaşmak bile aklıma gelmiyor. Olasılıklar sıfır. Beynimde bir kesinlik. "Çıldırdın mı sen?" diyecek durumda değilim. Ona kilit gözlerim; zihnim, dilim, ruhum, zaman...

Bir sorum var, cesaretim de var ama bütün duyargalarım stop etmiş durumda. Korkunç bir heyecanın esiriyim. Dünya yok. Tüm kalelerim zapt olmuş. Odağım sadece O. Kalbim panik halinde fakat zihnim başka bir zamanda. Fiziksel değilse de titriyor içim. Kazık gibi adam, neler yaşamış adam artık tümüyle kontrol dışı. İçinden çıkılmak istenen bir rüyanın içinden çıkmak gerektiğini fark ediyor ama bir türlü uyanıp da o zulümden kurtaramıyorum kendimi. Bir çıksam eminim ki en çok kendim kendime şaşacağım ama kendimi bulup da dokunabilirsem kendime.

Dilimde kocaman bir asma kilit. Enn Sevdiğim Kadın belki bir şey söylüyor, anlatıyor, belki bir yanıt veriyorum ama sanki... sanki ânımda var, ama sanki yok.

O kız vapura adımını attığı anda beynim bir karar verdi. Keskin bir kesinlikle. Önümden geçti ve biraz ileriye oturdu. Bakıyorum. Kalbim örse vurulan çekiç gibi. Küt.. Küt... Küt...

Ah bir kendim olabilsem.

Her şey elimden gitti. Komuta merkezim dağıldı ve tüm duyargalarım bağımsızca eziyet ediyorlar bana. Hepsi çok emin.

Aslında ben de...

Dik duruşlu, güzel gözlü, kendinden emin halli, ruhunu açığa çıkaran çizgileri incelikli bu kız kesinlikle... kesinlikle O'nun. Zamanı Belli Olmayan Bir Günde Üzerine Yazılacak Kız'ın. Kalbimdeki çarpıntı bir izin verse... şu kontrol edemediğim komuta merkezimi bir ele geçirsem, soracağım. Arada niyetleniyor, sonra vazgeçiyorum. Arada bir çaktırmadan bakıyorum. Her seferinde izler buluyorum. O ara bir mimik yakalıyor. Hoop zamanda uçuyor, bir sinema salonunda bir koltuğa düşüyor, dönüp yan koltukta oturan ama beni göremeyen kızla kıyaslıyor, tamam diyor, vapurdaki bedenime geri dönüyorum. Poşetten iki pasta çıkarıyor O. Birini arkadaşına veriyor. Isırıyor. Ben ne oluyoruz diyemeden kendimi bir pastanede buluyorum. Karşımda oturan ama beni göremeyen kıza bakıyorum. Kırılan pastanın düşecek parçasına yaptığı hamle...

Ahhh...

Evet evet aynı!

Artık Kadıköy'deyiz, inmek için ayaklanıyor insanlar. Önümden geçiyor. Bağcıkları kendi kafalarına göre takılan botları, saç kesimi, rengi, yüz hatları, yürekli ve bağımsız adımları, müdanasız bakışında gömülü romantizm aynı. O! Peki onca yıl sonra benim halim ne? Ne bu halim benim?

"Söyle bakalım Buraneros," diyorum.

Ahh ben bir bana dönebilsem bir yanıt olacağım da, o an bir gelse.

Yanaşıyor vapur iskeleye, beni görmeden önümden geçiyor, arkadaşıyla birlikte tahta köprünün üzerinden yürüyorlar şimdi. Gözlerim bir süre onla birlikte yürüyor, sonra ayrılıyor. Ben nihayet bana dönüyorum. Hayat kaldığı yerden akıyor. Enn Sevdiğim Kadın'a sarılıyorum. Nedense bu ânı O'na -şu yazıya kadar- anlatmıyorum. Bir keşkem yok, bir pişmanlık yok, cevap yok, suç yok,  duygular vapurda kaldı.

Her şey bir vapur yolculuğu sırasında anıları önüme bırakan denizin, o kızın ve rüzgârın yüzünden.

 


Garip.


Epeyi Epeyi Geçmişte Bir An

Çıkmadığım teneffüslerin birinde sınıfta sohbet ediyorken, tuvalete yazılmış bir slogan yüzünden; hiçbir siyasete, hiçbir ideolojiye öykünmeyen, hiçbir şeyi taklit etmeyen, duyguları derin, kuyruğu dik Zamanı Belli Olmayan Bir Günde Üzerine Yazılacak Kız'ı, kızlar tuvalette sıkıştırmışlar, diye bir haber geldi. Sıradan fırlayıp tuvalete çıkan merdivenleri uçar adım giderken bilinçaltım biliyordu çetenin başını; ya da yine geleceğe bırakılacak bi sahne olsun diye karşılaşmak istediğim oydu... Kapıdan hışımla girdiğimde, dumana boğulmuş kızlar tuvaletinde, Zamanı Belli Olmayan Bir Günde Üzerine Yazılacak Kız'la, kendisiyle aynı adı taşıyan sıra arkadaşı sadece sigara içmek için kaldıkları tuvalette, duvara yazılmış sosyal emperyalizm* içerikli, Halkın Kurtuluşu imzalı bir sloganın hesabını vermek zorunda bırakılıyorlardı. Zamanı Olmayan Zamansız Bir Yerindensin Ömürümün Neyleyim Ben arkasındaki iki arkadaşıyla elleri belinde bir kıyamet koparıyordu, tuvaletin orta yerinde... Sonra başta bizim sınıftan xx olmak üzere benim oraya geldiğimi gören onların fraksiyonun erkekleri de doldu oraya... Benim yanıma bir tek sıra arkadaşım geldi.

Aslında o gün orada başka kimsenin fark etmediği duyguların savaşı yapılıyordu. Herkesi donduran bir öfkenin rüzgarıyla bas bas bağırıyorduk, boynuzlarını bilemiş iki keçi gibi... Çok hakim olduğumuz literatürün bütün klişelerini mitralyöz mermileri gibi saplıyorduk birbirimize; delik deşik olup oluk oluk kanlar aksın diye... Kimse bilemedi bizi ayırırken kavganın aslını... Sen Zamanı Olmayan Zamansız Bir Yerindensin Ömrümün kıpkırmızı ve kan ter içindeki yüzüyle, bu ideolojik tartışmanın hırsından ağlıyormuş gibi giderken kuyruğunu dik tutma gayretinde; ben kantinin en ücrasında, üst kata çıkan dip merdivenin boşluğunda ağlıyordum. Aradaydım. Yaşamımın sonraki hiç bir döneminde bir kez bile tekrarı olmayacak şekilde hem de.


25 Ağustos 2021 Çarşamba

Şuraya Bir Link Bırakıyorum

En İyiler-1
 
 
 
Dominant Gözlerinde Okyanus Mavisi Kadınla Gecenin Bi Yarısı










24 Ağustos 2021 Salı

Bas Gaza Kaptan Bas Gaza

1.Gün

Dün akşamı çadırın üst koruyucusunu aramakla geçiriyoruz. Bulamayınca acaba verdiğimiz birinde mi kaldı? diye düşünüyor, buluruz umuduyla şehire inmeyi bile göze alıyor ama orada da olmadığını görüyoruz. Olsun, nasılsa yağmur yağmaz deyip diğer malzemeleri atıyoruz bagaja. Hayatta en bayıldığım şeydir yol heyecanı ve yolda olmak. Nelerin beklediğini düşünmek, hayalini kurmak masal gibi geliyor olmalı ki uyuyabiliyorum. Yola erken çıkacağız; ilk hedefimize varmamız için bu gerekli. Eylül 1980'nin 1'i. Uyanıyorum. Ev halkı ayakta. Bagajı son kez gözden geçiriyoruz. Cengiz'in bagajları için yer ayrılıyor. Vedalaşıyoruz. O gün değil ama bugün yazarken gözlerim doluyor. Babam. Şahane adam. Biliyorum ki yüreği atıyor, endişe duyuyor ama bu kapsamda bir yolculuğun bu yaşta  bir kere yapılabileceğini biliyor. Bağrına kimbilir ne taşlar basıyor. Bana, sürücülüğüme güvendiğini biliyorum, aksi durumda sadece bu seyahat için bir araba almaz, benim de farklı ulaşım araçlarıyla gitmem için gerekeni yapardı. Bizim üç harfli 5.25'in içi gidiyor, göz göze geliyoruz. O da bir genç, benimle vakit geçirmeyi seviyor, yaşadığımız maceralara bayılıyor ki aramız fazlasıyla kanka, sırdaşım. Israrcı olsam onla da gidebilirdik ama O bizim! Turuncu ise benim için. Seviyoruz birbirimizi, ilk anda. Eski ve çok sevilen, daha sonra oto aksesuarları dükkanı açan tatlı bir Abi'den aldık Turuncu'yu. Dönüşte satılacak ve edilen kârla benim masraflarım çıkacak. İş adamlığı budur! İşte o taksici abiyle arabayı aldığımızda birlikte gelmiştik mağazaya. Evladından ayrılacakmış gibi endişeliydi. Kime teslim ediyordu? Park yerinden çıktıktan, dar sokaktan ana caddeye döndükten sonra ve biraz ilerleyince bana döndü. "İçim çok rahatladı," dedi, "senin elinde bu arabaya bir şey olmaz."

Ev halkıyla vedalaştıktan sonra evin önünden ayrıldım. Annem arkamdan su döktü. Babannem tespih çekip dualar okudu. Kardeşlerim ben bahçe kapısına gidene kadar ardımdan el salladı. Kapıyı açmak için indim. Çıktım. Bu kez kapatmak için indim. Ev halkı evin önünden bana bakıyorlardı. El sallaştık. Yola çıkıp sağa döndüm. Şimdi Cengiz'lerin yazlığın önündeyim. Bu şömineli yazlık bir konuşsa var ya!  Güngör Teyze ve Tahsin Amca kapıdalar. Cengiz'in bagajlarını yerleştiriyoruz. İkimize de sarılıyorlar. Çıkıyoruz yola. Bir büyük hayal gerçekleşmişcesine çığlıklar atıyor. Kaç kere çak yapıyoruz. Şahane kasetlerimiz var. Ankara yoluna kıvrılıyorum. Sonra bas gaza şoför bas gaza.

Giriyoruz Ankara'ya, Cengiz İş Bankası mavi çek alacak. Onu hallediyoruz. Set'in terasında yemek yiyoruz. Kuzeniyle kaldıkları eve gidip biraz dinleniyoruz, sonra da ilk konaklama noktamıza doğru yola çıkıyoruz. Kızılcahamam'dan geçerken durup fotoğraflar çekiyor. Sonra devam ediyoruz. Sollamaya yol müsait olmadığında sağdaki emniyet şeritlerinden geçiyorum arabaları ki bundan çok zevk alıyoruz. Ahhh çocuk-gençlik işte! Bazen üst model güçlü arabalarla kapıştığımızda radyo antenini indiriyor tüm camları kapatıyoruz ki hız kesen unsurlar sıfırlansın. İstanbul yolunun Ankara sonrasını zaten çok sever, çok da keyifli bulurum. Hava kararmaya başlıyor. İşte tabela göründü. İniş hamlelerine başlıyorum ve sola dönüyorum. Adını çok duyuyor, takvim sayfalarındaki fotoğraflarına bayılıyoruz. O'na yolun, çam ormanlarının tadını çıkara çıkara varıyoruz ki hava iyice karardı. Turban'ın önünde park ediyorum. Müthiş bir serinlik; hani Eylül'den utanmasam kış diyeceğim. Giriyoruz kapıdan içeri, otel sakin. Resepsiyonun önündeyiz. "Oda lütfen," diyoruz. "Oda malesef," diyor papyonlu smokinli resepsiyon görevlisi. O ara hafifçe bankoya eğiliyor Cengiz, tişörtünün küçük cepinden mavi çekin kimlik kartı görevlinin önüne düşüyor. Kimin arkadaşı! Ve onun büyüsü ile bir anda şıp, otelde oda boşalıyor!

Gece ve Göl manzaralı odamıza geçiyoruz. Biraz uzanıyor, balkondan Abant'a bakıyor, şefkatli soğuk anne özlemi gibi yüzlerimizi okşuyor. Doğa elbirliği içinde. "Ne tatlı gençlersiniz siz bakim!" diyor. Duş yapıp üstlerimizi değiştiriyor ve göl manzaralı, miss gibi çam kokulu salona yemek için geçiyoruz. Havalı çocuklarız; iyiyiz ve karizmamızın içi boş değil; saatlerce konuşabiliriz. Gözler üstümüzde farkındayız. Salon çok hoş, sakin ve kalabalık değil ve sanki birbirine aşinaymış insanlar gibi bir sıcaklık var ortamda.

İki kuzu şis istiyoruz. "Bir de kırmızı şarap lütfen." Şahane bir tabak geliyor, enfes şişlerin eşlikçisi kuskus. Etlerin bu coğrafyadan olduğunu da düşününce nasıl bir keyif olduğunu hayal etmek gerek.

Zamana yayıyoruz keyfi, buluyoruz şişenin dibini. Sonra bu enfes doğada biraz balkonda oturup gölün sesini dinleyerek, şarabın rehavetiyle sızıyoruz.


Sabaha erken uyanıyoruz. Verandada, şu fotoğrafın açısından bakarak göle, enfes bir kahvaltı yapıyoruz. Ahh bu güzel, henüz kalabalıklaşmamış doğanın senfonik kokusu! Verdiği tazelik duygusu. Nefeslerimize nasıl bir tat katıyor. Sonra Turuncu ile uzun, ıssız ve yavaş bir tur atıyoruz gölün etrafında ve Otele dönüyoruz. Akşam bağlattığımız telefonun -o yılların normali olarak- hâlâ bağlanamadığını görüyor, eğer bağlanırsa burada ve sağlıklı olduğumuzu ve yola çıktığımızı söyleyin lütfen, diyoruz.


Taptaze bir hevesle, önümüzde bizi nelerin beklediğini bilmeden ama yaşama daha aşık bir coşkuyla yeni hedefimize doğru yola çıkıyoruz. Ana yola bağlanmadan önce iniyoruz Turuncu'dan, bu doğa harikasına bize yaşattığı unutulmaz bugün ve kattıkları için teşekkür ediyoruz.



Bakalım gelecek bölümde kısmette ne var?

Not: Turuncu çok yakın zamana kadar aynı plaka ile bizim sattığımız kişideydi ve sıklıkla görüyordum. Sonra aynı sahiple rengi Bordo oldu. Taze bir bilgim yok çünkü pandemi bizi hayattan alıkoyuyor.

2.Bölüm için buradan lütfen!


İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP